Stephen King Kara Kule Cilt5 Calla'nın Kurtları



Yüklə 2,69 Mb.
səhifə15/54
tarix30.05.2018
ölçüsü2,69 Mb.
#52130
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   54

7

Jake öne düştü ve Manhattan Zihin Lokantası'nın vitrinine bakmak için kısa bir süre duraksayarak İkinci Cadde'den aşağı doğru yürüdüler. Bu dükkânda elektriği boşa harcayan kimse yoktu, dolayısıyla görecek fazla bir şey de yoktu. Roland mönü tahtasını görebilmeyi ummuştu ama pano orada değildi.

Khef paylaşan insanların sahip olduğu rahatlıkla aklını okuyan Jake, 'Muhtemelen her gün değiştiriyor," dedi.

"Belki," dedi Roland. Karanlık dükkâna bir süre daha baktı. Gölge-,er içinde raflar, birkaç masa ve Jake'in bahsettiği, yaşlı adamların kahve 'Ç'P Şato oyununun bu dünyadaki yorumunu oynadıkları tezgâhtan başka bir şey göremedi. Görülecek hiçbir şey yoktu, ama iki şey hissedilebiliy0r. du: umutsuzluk ve kayıp. Roland bu hislerin bir kokusu olsaydı, ekşi ve bayat olacağını düşündü. Başarısızlığın kokusu. Ya da asla gerçekleşme-miş hayallerin cesetlerinin. Yani Enrico "77 Roche" Balazar için ideal bir lokmaydı.

"Yeterince gördünüz mü?" diye sordu Eddie.

"Evet, haydi gidelim."


8

İkinci Cadde ve Elli Dördüncü Sokak'ın kesiştiği noktadan İkinci Cadde ve Elli Altıncı Sokak'ın kesişimine yaptıkları sekiz blokluk yolculuk, Roland için o ana dek varlığına tam olarak inanmamış olduğu bir ülkeyi ziyaret etmek gibiydi. Jake için ne kadar gariptir acaba? diye geçirdi aklından. Çocuktan çeyreklik isteyen başıboş serseri yoktu, ama yanında oturduğu restoran hâlâ oradaydı: Chew Chew Mama's. İkinci Cadde ve Elli İkinci Sokak'ın köşesindeydi. Bir blok ötede, plakçı vardı; Tower of Power. Hâlâ açıktı. Zamanı büyük, elektronik noktalarla belirten saate göre sekizi on dört geçiyordu. Açık kapıdan dışarı yüksek sesler yayılıyordu. Gitar ve davul sesleri. Bu dünyanın müziği. Ona Griler'in Lud Şehri'ndeki kurban törenlerinde çalan müziği hatırlatmıştı. Neden olmasın? Burası da Lud'un bir başka çarpık boyut ve zamandaki haliydi. Roland bundan emindi.

"Rolling Stones," dedi Jake. "Ama gülü gördüğüm gün çalan parça değil. O gün 'Paint It Black' çalıyordu."

"Bu parçayı tanıyor musun peki?" diye sordu Eddie.

"Evet ama adını hatırlayamıyorum."

"Ah, ama hatırlaman gerekirdi," dedi Eddie. '"Nineteenth Nervous Breakdown.'

Susannah durup çocuğa baktı. "Jake?"

Jake başını salladı. "Doğru söylüyor." ,

Eddie bu arada Tower of Power Plakları'nın yanındaki binanın gü-nlik kapısının önündeki gazete parçasını çekip aldı. Bu aslında New York Times gazetesinin bir bölümüydü.

"Tatlım, bizim gibi insanların sokaklardan çöp toplamasının ayıp ol-Hueunu annen sana öğretmedi mi?" diye Susannah sordu.

Eddie, onun söylediklerine aldırmadı. "Şuna bakın," dedi. "Hepiniz."

Roland içten içe bir başka büyük salgın haberi görmeyi bekleyerek eğildi ama o kadar sarsıcı bir haber yoktu. En azından anlayabildiği kadarıyla yoktu.

"Ne yazdığını bana oku," dedi Jake'e. "Harfler kafamın içinde yüzüyor. Sanırım geçiş sırasında olduğumuz için, arada bir yerde kalmış..."

»RODEZYA KUVVETLERİ MOZAMBİK KÖYLERİ ÜZERİNDEKİ BASKISINI

ARTTIRIYOR," diye okumaya başladı Jake, "CARTER'IN İKİ YARDİMCİSİ, REFAH PLANIYLA MİLYARLARCA DOLAR TASARRUF EDİLECEĞİNİ ÖNGÖRÜYOR.

Aşağıda da şu var: ÇÎNLİ YETKİLİLER, İ976 'DAKİ DEPREMİN SON DÖRT ASRİN EN ŞİDDETLİSİ OLDUĞUNU BELİRTİYOR. AyriCa..."

"Carter kim?" diye sordu Susannah. "Ronald Reagan'dan önceki başkan mı yoksa?" İsmi, üzerine basa basa söylemiş, abartılı bir hareketle de göz kırpmıştı. Eddie, onu o ana dek Ronald Reagan'ın gerçekten Birleşik Devletler başkanlığı yaptığına ikna edememişti. Bunun kulağa çılgınca geldiğini kabul eden ama Reagan'ın California valisi olduğu gerçeğine dikkat çekerek imkânsız olmadığını söyleyen Jake'e de kulak asmamıştı Susannah. Tüm söylenenlere gülüp geçmiş ve yaratıcılıklarını takdir edi-yormuşcasma başını sallamıştı. Eddie'nin çılgınca hikâyesini desteklemesi için Jake'i ikna ettiğinden emindi ve bu masalı yutmayacaktı. Paul Newman 'ı Başkan olarak gözünde canlandırabilirdi, hatta Fail-Safe 'de oldukça başarılı görünen Henry Fonda'yı bile kabul edebilirdi. Ama Ölüm Vadisi Günleri'nin sunucusu? Hayır, mümkün değildi.

"Carter'ı boş ver, tarihe bak," dedi Eddie.

Roland denedi ama şekiller bir belirginleşiyor, bir bulanıklaşıyordu. °ır an okuyup anlamlandırabildiği Yüksek Harfler'e dönüşüyor, sonra yine kargacık burgacık şekiller haline geliyordu. "Nedir, babalarınızın hatırı 'Çin söyleyin."

"İki haziran," dedi Jake. Eddie'ye baktı. "Ama buradaki zamanla dj. ğer taraftaki aynıysa ayın biri olması gerekmez miydi?"

"Zamanın ilerleyişi farklı," dedi Eddie ciddi bir ifadeyle. "Bu taraftj daha hızlı ilerliyor. Oyun başladı ve süre hızla ilerlemekte."

Roland kısa bir süre düşündü. "Bir daha gelecek olursak, her şefe. rinde daha geç bir tarihte varacağız, öyle mi?"

Eddie başını salladı.

Roland hem diğerleriyle, hem de kendi kendine konuşarak sözlerine devam etti. "Calla'da geçirdiğimiz her dakikada, burada bir buçuk, hatta belki iki dakika geçiyor."

"Hayır, iki değil. Zamanın tam olarak iki kat hızlı olmadığından emi-nim," dedi Jake. Ama gazetenin üzerindeki tarihe çevrilen bakışlarındaki huzursuzluk, o kadar da emin olmadığını gösteriyordu.

"Haklı olsan bile," dedi Roland. "Şu an tek yapabileceğimiz ilerlemek."

"On beş temmuza doğru," dedi Susannah. "Balazar ve centilmenlerinin nezaketi elden bırakacağı güne."

"Belki de şu Calla halkını kendi başlarının çaresine bakmaya bırakmalıyız," dedi Eddie. "Bunu söylemek hiç hoşuma gitmiyor, Roland. Ama belki en doğrusu budur."

"Yapamayız, Eddie."

"Neden?"


"Çünkü Siyah On üç, Callahan'da," dedi Susannah. "Yardımımız karşılığında onu bize verecek. Ve bizim de küreye ihtiyacımız var."

Roland başını iki yana salladı. "Küreyi ne olursa olsun bize verecek, bu konuyu açıklığa kavuşturduğumu sanıyordum. Küre onu dehşete düşürüyor."

"Evet," dedi Eddie. "Ben de öyle bir hisse kapıldım."

"Onlara yardım etmeliyiz, çünkü Eld'in yolu bunu gerektirir," dedi Roland, Susannah'ya. "Ve ka'nm yolu, daima görev yoludur."

Susannah'nın gözlerinin derinliklerinde, söylediğin komik buluyor-muş gibi bir pırıltı gördü. Belki de öyleydi, ama eğlenen Susannah değildi. Bu tür söylemleri komik bulan Detta ve Mia'ydı. Asıl soru, derinlerden bakanın hangisi olduğuydu. Belki de her ikisi birden oradaydı. "Bu histen nefret ediyorum," dedi Susannah. "Bu karanlıktan." "Boş arsada her şey daha güzel olacak," dedi Jake. Yürümeye başladı ve diğerleri onu takip etmeye koyuldu. "Gül her şeyi yoluna koyuyor. Göreceksiniz."
9

Jake, Ellinci Sokak'ı geçtikten sonra acele etmeye başladı. Kırk Do-kuzuncu'ya vardıklarında adımları iyice hızlandı. Kırk Sekizinci'nin köşe-sindeyse koşmaya başladı. Elinde değildi. Kırk Sekizinci'de trafik lambası da yardım etti ve YÜRÜ yazısını görerek karşıya geçti. Ancak tam o karşı kaldırıma varmıştı ki lamba tekrar kırmızıya döndü.

"Jake, bekle!" diye seslendi Eddie arkasından ama çocuk beklemedi. Belki de yapamadı. Gülün çekimini Eddie de hissediyordu elbette. Susannah ve Roland'ın durumu da farklı değildi. Havada hafif ve tatlı bir mırıltı vardı. İçinde bulundukları dünyayı çevreleyen çirkin karanlıkla taban tabana zıt hisler uyandıran bir sesti.

Mırıltı, Roland'ın zihnine Mejis ve Susan Delgado'nun anılarının üşüşmesine sebep oldu. Tatlı otların üzerinde paylaşılan çalıntı öpücükleri hatırladı.

Susannah küçükken, babasıyla birlikte olduğu, kucağına tırmanıp yanağını göğsüne dayadığı günleri hatırladı. Gözlerini kapayıp babasının kendine has kokusunu derin derin içine çekerdi: pipo tütünü, keklik üzümü ve daha yirmi beş yaşındayken onu yemeye başlayan mafsal iltihabının başladığı yer olan bileklerine sürdüğü Musterole'un kokularının karışımı. Tüm bu kokular, Susannah'nın içinde, her şeyin yolunda olduğu hissinin belirmesine sebep olurdu.

Eddie daha çok küçükken, beş altı yaşlarındayken yaptığı Atlantic Llty yolculuğunu hatırlamıştı. Anneleri onları götürmüştü ve o gün bir ara Henry'yle dondurma almaya gidip Eddie'yi yalnız bırakmışlardı. Bayan Dean deniz kıyısındaki tahta yolu işaret ederek, biz gelene dek orada bekleyecek ve hiçbir yere ayrılmayacaksın, tamam mı? demişti. Ve Eddie söyleneni yapmıştı. Okyanusu seyrederek orada bütün gün boyunca kala. bilirdi. Martılar, birbirlerine seslenerek köpüklü dalgaların hemen üze. rinden uçuyordu. Dalgaların her geri çekilişinde, arkada ıslak bir kum şe. ridi kalıyordu. Güneşin ışıkları ıslak kumlar üzerinden öylesine yansryor. du ki gözleri kısmadan bakmak mümkün değildi. Dalgaların sesi ferahla-tıcıydı. Burada sonsuza dek kalabilirim, diye düşündüğünü hatırlıyordu. Burada sonsuza dek kalabilirim çünkü çok güzel, huzurlu ve... ve burada her şey yolunda. Burada her şey yolunda.

Beşinin de o an hissettiği (Oy da dahil) aynıydı; her şey yolunda ve harikaydı.

Roland ve Eddie birbirlerine bakmadan aynı anda Susannah'nın dirseklerini kavradı. Çıplak ayaklarını yerden keserek kadını karşıya taşıdılar. İkinci Cadde ve Kırk Yedinci Sokak'ın köşesinde trafik yoğundu ama Roland yaklaşan farlara doğru elini kaldırarak bağırdı. "Durun! Gilead adına durun!"

Ve durdular. Tamponlar, acı fren sesleri eşliğinde birbirine çarptı ve yere düşen cam parçacıklarının sesi duyuldu. Ama durmuşlardı. Roland ve Eddie aralarında geri gelmiş (ve şimdiden kirlenmiş) ayaklan yerden on santim yukarıda duran Susannah olduğu halde farların ve korna seslerinin arasında karşıdan karşıya geçti. İkinci Cadde ve Kırk Altıncı Sokak'ın köşesine yaklaştıkça hissettikleri mutluluk ve her şeyin yolunda olduğu duygusu şiddetlendi. Roland gülün mırıltısının damarlarında çılgınca dolaştığını hissedebiliyordu.

Evet, diye geçirdi içinden. Tüm tanrılar adına evet, bu o. Belki sadece Kule'ye açılan bir kapı değil, Kule'nin ta kendisi. Tanrılar! Bu güç! Bu çekim! Cuthbert, Alain, Jamie... ah burada olabilseydiniz!

Jake, Kırk Altıncı Sokak'ın köşesinde durmuş, yaklaşık bir buçuk metre yükseklikte bir tahta perdenin üzerindeki panoya bakıyordu. Yanaklarından yaşlar süzülüyordu. Çitin gerisindeki karanlıktan çok güÇ'u' ahenkli bir melodi geliyordu. Birçok ses, bir ağızdan şarkı söylüyordu Tek bir belirgin nota vardı. Burası evet, diyordu sesler. Burası, yapabil

Burası güzel tesadüflerin, şanslı rastlantıların, şafaktan önce bedeninizi rk edip kanınızın serinlemesine izin veren ateşin yeri. Burası gerçekleşen di-ı kler anlayışlı gözler. Burası nezaket ve iyi niyet. Burası, kaybettiğinizi sanığınız şeffaflık ve akıl sağlığı. Burada, her şey yolunda.

Jake, onlara döndü. "Hissediyor musunuz?" diye sordu. "Hissedebiliyor musunuz?"

Roland başını salladı. Eddie de.

"Suze?" diye sordu çocuk.

"Neredeyse dünyadaki en güzel şey, değil mi?" dedi Susannah. Neredeyse, diye düşündü Roland. Neredeyse dedi. Kadının elinin bunu söylediği sırada karnına gidip okşadığı da gözünden kaçmamıştı.


10

Jake'in hatırladığı posterler oradaydı; Olivia NewtonJohn Radio City'de, G. Gordon Liddy ve Grots grubu da Mercury Lounge denilen salonda sahne alacaklardı. War of Zombies adlı korku filmi, GEÇMEK YASAKTIR. Ama...

"Şu aynı değil," dedi pembe bir duvar yazısını işaret ederek. "Rengi aynı, yazı stili de aynı ama daha önceki gelişimde bu yazı, Kaplumbağa'yla ilgili bir şiirdi. 'O koskocaman KAPLUMBAĞA'ya bak! Kabuğunun üzerinde dünyayı taşıyor.' Sonra da Işın'ı takip etmekle ilgili bir şeyler diyordu."

Eddie yaklaşıp pembe yazıyı okudu. "Oh SUSANNAH-MIO, bölünmüş kızım benim, '"99 yılında DIXIE PİG'e park etmiş kızım." Susan-nah'ya baktı. "Bu da ne demek oluyor? Bir fikrin var mı, Suze?"

Susannah başını iki yana salladı. Gözleri kocaman açılmıştı. Korku dolu gözler, diye düşündü Roland. Ama korkan hangi kadındı? Bilmiyordu. Tek bildiği, Odetta Susannah Holmes'un baştan beri bölünmüş olduğu ve "mio"nun Mia'ya çok benzediğiydi. Tahta perdenin gerisinden ge-'en mırıltı, böyle şeylerin düşünülmesini güçleştiriyordu. Hemen o mırıltının kaynağına gitme isteğiyle yanıp tutuşuyordu. Susuzluktan ölmek Uzere olan bir adamın suya ulaşmak istediği gibi ihtiyaç hissediyordu.

"Haydi," dedi Jake. "Üzerinden tırmanabiliriz. Zor değil."

Susannah kirli, çıplak ayaklarına bakıp bir adım geriledi. "Ben gelmj. yorum," dedi. "Ayakkabım olmadan gelemem."

Makul bir sebepti ama Roland, bunun sadece bir bahane olduğunu düşünüyordu. Mia arsaya girmek istemiyordu. İçeri girerse, korkunç bit şeyin olabileceğini biliyordu. Ona ve bebeğine. Roland bir an için üstele-meyi ve karnındaki bebeğin ve Susannah'nm bacaklara sahip olmasına neden olacak kadar güçlü bir varlık olan Mia'nın işini bitirmeyi güle havale etmek istedi.

Hayır, Roland. Bu Alain'ın sesiydi. Dokunuşta daima aralarında en güçlü olan Alain. Yanlış yer, yanlış zaman.

"Ben onunla kalırım," dedi Jake. Sesindeki üzüntüyü duymamak imkânsızdı, ama aynı zamanda çok da kararlıydı. Roland'ın içi, bir zamanlar ölüme terk ettiği çocuğa duyduğu sevgiyle dolup taştı. Tahta perdenin gerisindeki karanlıktan yayılan ses, bu sevginin şarkısını söylüyordu; Silahşor bunu duydu. Korkunç günahların bedelinin ödenmesi için çekilen zorlu mihnet yerine basit bir bağışlama mıydı? Evet, öyle, diye düşündü.

"Hayır," dedi Susannah. "Siz gidin, canlarım. Beni merak etmeyin." Onlara gülümsedi. "Burası benim de şehrim, biliyorsunuz. Başımın çaresine bakabilirim. Ve ayrıca..." Büyük bir sır veriyormuşçasına sesini alçaktı. "Sanırım görünmeziz."
Eddie, ona yine araştıran gözlerle bakıyordu. Çıplak ayakla olsun olmasın nasıl olup da onlarla gitmek istemediğini sormak ister gibiydi, ama Roland bu kez endişelenmedi. Mia'nın sırrı en azından o an için güvendeydi; Eddie gülün mırıltısını duyarken dikkatli düşünemezdi. İçeri girmek için can attığı belliydi.

"Bir arada kalmalıyız," dedi Eddie gönülsüzce. "Geri dönerken kay-bolmamak için. Sen böyle demiştin, Roland."

"Gülün buradan uzaklığı ne kadar, Jake?" diye sordu Roland. Mırıltı kulaklarında rüzgâr gibi çınlarken konuşmak zordu. Düşünebilmek de öyle.

"Arsanın tam ortasında sayılır. En fazla otuz metredir."

"Çınlamaları duyar duymaz," dedi Roland. "Çite koşup Susannah'nm anına geleceğiz. Üçümüz de. Anlaşıldı mı?"

"Anlaşıldı," dedi Eddie.

"Üçümüz ve Oy," dedi Jake.

"Hayır, Oy Susannah ile kalacak."

Bundan hoşlanmadığı açıkça görülen Jake'in suratı asıldı. Roland hoşlanmasını beklemiyordu zaten. "Jake, Oy'un ayakları da çıplak. İçeride cam kırıkları olduğunu söylememiş miydin?"

"Ee-evet..." İsteksizce kabullenmişti. Sonra tek dizi üzerine çöküp Oy'un altın hareli gözlerine baktı. "Susannah ile kal, Oy."

"Oy! Al!" Oy kal. Jake için bu kadarı yeterliydi. Ayağa kalktı, Ro-land'a baktı ve başını salladı.

"Suze?" dedi Eddie. "Emin misin?"

"Evet." Hiçbir tereddüt yoktu. Roland kontrolün Mia'nın elinde olduğundan artık neredeyse emindi. Neredeyse. O an bile yüzde yüz emin olamıyordu. Gülün mırıltısı, her şeyin -her şeyin- yolunda olduğu düşüncesinden başka bir şeyden emin olmalarına izin vermiyordu.

Eddie başını salladı, Susannah'nm dudaklarının kenarını öptü sonra üzerinde garip şiirin yazılı olduğu tahta perdeye doğru yürüdü: Oh SU-SANNAH-MIO bölünmüş kızım benim. Parmaklarını birbirine geçirerek bir çeşit üzengi yaptı. Jake hemen ayağını koydu ve hafif bir esinti gibi çitin diğer tarafına geçti.

"Ake!" dedi Oy ve sonra sessizleşip Susannah'nm ayaklarının dibinde beklemeye devam etti.

"Sıra sende, Eddie," dedi Roland. Kalan parmaklarını Eddie'nin yaptığı gibi birbirine geçirip eğildi, ama Eddie çitin tepesine tutunup vücudunu yukarı çekerek diğer tarafa atlayıverdi. Roland'ın ilk kez Kennedy Havaalanı'na doğru uçan bir jetin içinde rastladığı uyuşturucu müptelası, böyle bir şeyi yapamazdı.

"Her ikiniz de olduğunuz yerde kalın," dedi Roland. Susannah'yı ve

ty u kastediyor olabilirdi ama doğruca kadının gözlerinin içine bakıyordu.

"Bizi merak etme," dedi kadın Oy'un ipeksi tüylerini okşamak içjn eğilerek. "İyi olacağız, değil mi, koca adam?"

"Oy!"


"Git ve hâlâ yapabilecekken gülünü gör, Roland."

Roland, ona son kez düşünceli gözlerle baktıktan sonra çitin tepesine tutundu. Bir an sonra, Susannah ve Oy'u, tüm evrenin en canlı ve enerjik cadde köşesinde bırakıp gözden kayboldu.


11

Beklerken, kadının başına tuhaf şeyler geldi.

Geldikleri yönde, Tower of Power Plakçılık'ın yanındaki bankanın dijital tabelası, bir saati, bir hava sıcaklığını göstererek yanıp sönüyordu. 8.27, 17. 8.27, 17. 8.27, 17. Sonra aniden değişti. 8.34, 17. 8.34, 17. Gözlerini oradan bir anlığına bile ayırmamıştı, buna yemin edebilirdi. Yoksa tabelada bir arıza mı olmuştu?

Öyle olmalı, diye düşündü. Başka ne olabilir? Hiçbir şey. Ama neden her şey bir anda farklı görünmeye başlamıştı? Belki de arızalanan benimdir.

Oy inledi ve boynunu ona doğru uzattı. O sırada Susannah, her şeyin niçin farklı göründüğünü anladı. Zamandaki açıklanamaz atlamanın ardından dünya, eski formuna kavuşmuş, bildik şekline bürünmüştü. Oy'a daha yakındı, çünkü yere daha yakındı. New York'a geldiği sırada sahip olduğu muhteşem bacakları ve ayakları artık yoktu.

Bu nasıl olmuştu? Ve ne zaman? Kayıp yedi dakikada mı?

Oy tekrar inledi. Bu kez inlemesi, havlamayla karışıktı. Susannah'nın arkasında bir yere bakıyordu. Susannah da o tarafa döndü. Altı kişi, Kırk Altıncı Sokak'ı geçip onlara doğru geliyordu. Beşi normaldi. Altıncı, küf lekeleriyle kaplı bir elbise giymiş, bembeyaz suratlı bir kadındı. Göz yuvaları kapkara birer delikten ibaretti. Ağzı, göğsüne kadar acıkmış git" görünüyordu. Susannah bakarken yeşil bir kurtçuk, alt dudağının üzerine tırmandı. Yaklaşan yayalar, İkinci Cadde'de Roland ve dostlarının çevresinden dolaşanların yaptığı gibi kadının uzağından geçiyordu. Susannah yayaların olağandışı bir şeyin varlığını sezerek bilinçsizce çevresinden dolaştığım düşündü. Ama bu kadın geçiş yapmış değildi. Bu kadın ölüydü.
12

Üç yoldaş, boş arsanın çöp ve tuğlalarla kaplı zemininde ilerlerken mırıltı giderek yükseldi. Jake daha önce olduğu gibi her yerde, her gölgede yüzler görüyordu. Bıçakçı ve Hoots'u; Tik-Tak ve Flagg'i; Eldred Jo-nas'ın silah arkadaşları Depape ve Reynolds'ı; annesini, babasını ve televizyondaki Edith Bunker', andıran ve Jake'e sandviç hazırlarken ekmek dilimlerinin kenarlarını kesmeyi asla unutmayan kâhyaları Greta, Shaw'u gördü. Greta, onu bazen Bama, diye çağırırdı ama bu aralarında bir sırdı.

Eddie eski mahalleden tanıdık yüzler görüyordu: topal Jimmy Polio, sokakta oynanan top oyunlarını seyrederken yüzü heyecandan şekilden şekle giren ve bu yüzden Halloween Tommy adını alan Tommy Fredericks. Mahallelerine gelme hatasına düşecek olsa Al Capone ile bile kavga çıkarabilecek Skipper Brannigan da aralarındaydı. Sonra Kahrolası Çılgın Macar Csaba Drabnik de vardı. Bir grup kırık tuğla arasında annesinin yüzünü gördü. Bir meşrubat şişesinin parçalarından bakan gözleri parlıyordu. Arkadaşı Dora Bertollo'yu gördü (mahalledeki herkes ona Meme Bertollo derdi, çünkü karpuz gibi kocaman memeleri vardı). Ve elbette Henry de oradaydı. Geride, gölgelerin içinde duruyor, onu izliyordu. Ama suratı asık değildi, gülümsüyordu ve ayık görünüyordu. Bir elini uzattı ve başparmağını kaldırarak her şeyin yolunda olduğunu işaret etti. Devam et, diye fısıldıyordu artan mırıltı. Henry Dean'in sesiydi fısıldayan. Devam et, Eddie. Onlara kim olduğunu göster. Çocuklara söylememiş miydim? Dahlie'nin arkasında Jimmy Polio'nun sigaralarını içerken onlara demedim mi? "Küçük kardeşim şeytanı bile kendini yakmaya ikna eder," dedim. Değil mi? Evet. Evet, demişti. Her zaman da öyle hissettim, diye fısıldadı ses. Seni hep sevdim. Bazen seni hayal kırıklığına uğrattım "■ma her zaman sevdim. Sen benim küçük adamımdın.

Eddie ağlamaya başladı. Bunlar güzel gözyaşlarıydı.

Roland bu gölgelerle dolu boş arsada annesinden Calla Bryn Stur-gis'den gelen ziyaretçilerine varıncaya dek hayatındaki tüm ruhların yüzlerini gördü. Ve yürümeye devam ederlerken her şeyin yolunda olduğuna dair hissi şiddetlendi. Bu his onu çektiği tüm acıların, yaşadığı kayıpların, dökülen kanların boşa olmadığına inandırıyordu. Hepsinin bir sebebi vardı. Bir amaç vardı. Yaşam ve sevgi vardı. Tüm bunları gülün şarkısında duydu ve o da ağlamaya başladı. Çoğunlukla duyduğu rahatlama hissiydi gözyaşlarının sebebi. Oraya ulaşmak için zorlu bir yolculuk geçirmişti. Çok kişi ölmüştü. Ama burada yaşıyorlardı; burada gülle birlikte şarkı söylüyorlardı. Hayatının kupkuru bir rüyadan ibaret olmadığını görmüştü.

El ele tutuştular, çivili tahtalardan ve; bilek kırabilecek çukurlardan kaçınmaya çalışarak sarsak adımlarla ilerlediler. Roland geçiş esnasında kemiğin kırılıp kırılmayacağını bilmiyordu ama öğrenmeye hiç hevesli değildi.

"Bu her şeye değer," dedi boğuk sesle.

Eddie başını salladı. "Artık kesinlikle duramam. Ölsem bile durama-yabilirim."

Jake bunun üzerine başparmağıyla işaret parmağını birleştirerek bir halka yaptı ve güldü. Sesi, Roland'ın kulağına bal gibi tatlı geldi. Boş arsa, oldukça karanlıktı ama İkinci Cadde ve Kırk Altıncı Sokak'tan yansıyan turuncu ışıklarla az da olsa aydınlanıyordu. Jake tahta parçalarının arasında yatan bir tabelayı işaret etti. "Şunu görüyor musunuz? Şarküterinin tabelası. Dikenler arasından çekip çıkarmıştım. O yüzden orada." Etrafına bakındı ve başka bir yeri gösterdi. "Bakın!"

Tabela hâlâ dikildiği gibi duruyordu. Roland ve Eddie okumak üzere döndü. Tabelayı ikisi de daha önce görmemiş olmalarına rağmen çok güçlü bir dejâ vu hissi olmuştu.


MILLS İNŞAAT VE SOMBRA EMLAKÇİLİK ORTAKLARI MANHATTAN'IN

ÇEHRESİNİ YENİLEMEYİ SÜRDÜRÜYOR!

ÇOK YAKINDA, LÜKS KAPLUMBAĞA KOYU SİTESİ

BİLGİ İÇİN 661-6712'Yİ ARAYIN

BUNA PİŞMAN OLMAYACAKSINIZ!

Tabela, Jake'in anlattığı gibi çok eski görünüyordu. Değiştirilmesi veya iyice elden geçirilmesi gerekiyormuş gibiydi. Jake tabelanın üzerine sprey boyayla yazılmış yazıyı hatırlıyordu. Eddie de yazıyı Jake'in hikâyesinden hatırlıyordu ama bunun sebebi, bir anlamı olması değil, tuhaflığıydı. İşte tıpkı Jake'in söylediği gibi karşılarında duruyordu: BANGO SKANK.

"Sanırım tabelanın üzerindeki telefon numarası farklı," dedi Jake.

"Yaa?" dedi Eddie. "Eskisi neydi peki?"

"Hatırlamıyorum."

"Öyleyse farklı olduğunu nereden biliyorsun?"

Jake başka bir yerde, başka bir zamanda bu sorulardan rahatsız olabilirdi. Ama güle yakın olmak, olumsuz hisleri tamamen ortadan kaldırıyordu. Gülümsedi. "Bilmiyorum. Sanırım bilmen* mümkün değil. Ama farklı göründüğü kesin. Kitapçının vitrinindeki pano gibi."

Roland, onları zorlukla duyuyordu. Eski kovboy çizmeleriyle kırık tuğlalar, tahtalar ve cam parçalan arasında gözleri pırıl pırıl parlayarak ilerliyordu. Gülü görmüştü. Hemen yanında, Jake'in kendi anahtarını bulduğu noktada bir şey vardı ama Roland, ona aldırmadı. Sadece sıçrayan boyalar yüzünden mor lekelerle kaplanmış bir parça çim üzerindeki gülü görüyordu. Önünde diz çöktü. Eddie bir an sonra solunda, Jake ise sağında belirdi.

Gül, sımsıkı kapanmış görünüyordu. Sonra, onlar önünde diz çökmüş dururken taçyaprakları onları selamlıyormuş gibi yavaşça açıldı. Gülün mırıltısı, meleklerin şarkısı gibi yükselerek kulaklarını doldurdu.
13

Susannah önce iyiydi. Vücudunun yaklaşık kırk beş santimlik bir bölümünü -oraya gelen kişiyi- kaybetmiş olmasına ve o tanıdık -ve nefret uyandıracak kadar boyun eğen- duruşuna rağmen leş gibi kaldırımda yarı oturarak yarı diz çökerek duruyordu. Sırtını boş arsayı çevreleyen tahta Perdeye dayamıştı. Aklından alayla karışık kederli bir düşünce geçti: Tek efciğim teneke bir kapla bir karton levha.

Kırk Altıncı Sokak'ı geçen ölü kadını gördükten sonra bile sükûneti-ni koruyabilmişti. Gülün sesi olduğunu tahmin ettiği şarkının yardımı olmuştu. Yanında oturup sıcaklığıyla onu ısıtan Oy'un da faydası olmuştu. Gerçekliğinden kuvvet alarak hayvanın ipeksi tüylerini okşadı. Kendi kendine sürekli aklını kaçırmadığını söylüyordu. Pekâlâ, yedi dakika kaybetmişti. Belki. Ya da bankanın elektronik saatini hıçkırık tutmuştu. Pekâlâ, karşıdan karşıya geçen ölü bir kadın görmüştü. Belki. Ya da gördüğü kafası iyi bir uyuşturucu müptelasrydı. Tanrı biliyordu ya New York'ta onlardan bol...

Ağzından yeşil bir kurtçuk çıkan bir müptela, ha?


Yüklə 2,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   54




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin