Stephen King Kara Kule Cilt5 Calla'nın Kurtları



Yüklə 2,69 Mb.
səhifə16/54
tarix30.05.2018
ölçüsü2,69 Mb.
#52130
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   54

"Belki o kısım benim hayal gücümün bir ürünüydü," dedi Hantal Billy'ye. "Olamaz mı?"

Oy'un huzursuz bakışları bir ona, bir arabalara çevriliyordu. Ona parlak gözlü korkunç canavarlar gibi görünüyor olmalıydılar. Tekrar umutsuzca inledi.

"Hem çocuklar da yakında dönmüş olur."

"Lur," dedi Oy ümitle.

Neden onlarla gitmedim sanki? Eddie beni sırtında taşırdı. Tanrı biliyor ya, bunu daha önce defalarca yaptı. Hem askılarla, hem de askısız.

"Yapamadım," diye fısıldadı. "Yapamadım işte."

Çünkü bir parçası, gülden korkuyordu. Ona çok yaklaşmaktan korkuyordu. Kayıp yedi dakikada kontrol o parçasının elinde miydi? Susannah öyle olmasından korkuyordu. Eğer öyleyse, artık gitmiş olmalıydı. Bacaklarını da almış ve onu New York'un çılgın 1977 versiyonunda bırakıp gitmişti. Bu iyi değildi. Ama yanında güle duyduğu korkuyu da götürmüştü. Bu iyiydi. Böylesine güçlü ve güzel bir şeyden korkmak istemezdi.

Bir başka kişilik mi? Bacakları olan kadının bir başka kişilik olduğunu mu düşünüyorsun?

Bir başka deyişle, yeni bir Detta Walker mı?

Bu fikir, içinde çığlık atma hissi uyandırdı. Başarılı bir kanser ameliyatından beş altı yıl sonra doktorun akciğerlerinde yeni bir kütle olduğunu söylediğini duyan birinin nasıl hissedeceğini artık çok iyi biliyordu.

"Yine olmasın lütfen," diye umutsuzca mırıldandı önünden bir grup vaya geçerken. Tahta perdeden bilinçsizce uzaklaşmışlardı. "Olamaz. Mümkün değil. Ben bir bütünüm. Ben... iyileştim."

Dostları gideli ne kadar olmuştu?"

Saatin yanıp sönen rakamlarına baktı. 8.42'yi gösteriyordu, ama artık gördüklerine güvenip güvenemeyeceğinden pek emin değildi. Bundan daha uzun bir süre geçmiş gibi geliyordu. Çok daha uzun. Belki arkadaşlarına seslenmeliydi. Sadece hey, diyecekti. Nasıl gidiyor?

Hayır. Böyle bir şey yapmayacaksın. Sen bir silahşorsun, kızım. En azından onun söylediği bu. Onun fikri bu. Ve fikrini, çalılar altında zararsız bir yılan görüp çığlık çığlığa kaçan küçük bir kız gibi davranarak değiştirmeyeceksin. Burada oturup bekleyeceksin. Yapabilirsin. Yanında Oy da var ve...

O anda caddenin diğer tarafında ayakta duran adamı gördü. Bir gazete bayiinin yanındaydı. Çıplaktı. Siyah iplerle dikilmiş Y şeklindeki kesik, karnından başlıyor, göğüs kemiğinde ikiye ayrılıyordu. Bomboş bakan gözleri Susannah'ya dikilmişti. Onun ötesine, dünyanın da ötesine bakıyordu.

Oy havlamaya başlayınca bunun bir hayal olması ihtimali tamamen ortadan kalktı. Hantal Billy, doğruca çıplak adama doğru bakıyordu.

Susannah, sessizliğini bozdu ve Eddie'nin adını haykırmaya başladı.
14

Eddie gülün taçyaprakları açılıp güneş gibi parlayan ortası gözler önüne serilince önemli olan her şeyi gördü.

"Ulu Tanrım," diye iç geçirdi Jake. Hemen yanı başındaydı ama binlerce kilometre ötede gibiydi.

Eddie muhteşem şeyler ve kurtuluşlar gördü. Albert Einstein çocukken bir süt kamyonunun altında kalmaktan birkaç saniyeyle kurtuluyordu. Albert Schweitzer adında bir genç, küvetten çıkarken yerdeki sabunun birkaç santim ötesine basıyordu. Bir Nazi Oberleutnant, istilanın tarihinin ve yerinin yazılı olduğu kâğıdı yakıyordu. Denver'ın suyuna zehir karıştırmak isteyen bir adamın Iowa'da, I-80 üzerinde bir mola yerinde, kucağında McDonald's patates kızartmalarıyla kalp krizi geçirip öldüğü. nü gördü. Üzeri bombalarla kaplı bir terörist, Kudüs olabilecek bir şehir-de kalabalık bir restorana girmekten son anda vazgeçip aksi yönde yürü-meye başladı. Teröristin aklındaki tek düşünce gökyüzü ve haklı haksız ayırt etmeden herkesin üzerini,kapladığıydı. Dört adamın bir çocuğu, kafası tek bir gözden oluşuyormuş gibi görünen bir canavardan kurtardığım gördü.

Ama tüm bunlardan daha önemli olan, küçük olayların devasa sonuçlarıydı. Kapı eşiğinde çalman öpücükler, iade edilen cüzdanlar, yol ayrımına gelip doğru tarafı seçen insanlar gördü. Tesadüfi olmayan ama öyle görünen bin karşılaşmaya, on bin doğru karara, yüz bin doğru cevaba, bir milyon gizli iyiliğe tanık oldu. Nehir Geçiti'nin yaşlı insanlarının ve Roland'm tozlar içinde diz çökerek Talitha Teyze'den onayını istemelerini, onun da büyük bir memnuniyetle verişini tekrar gördü. Roland'a verdiği haçı Kara Kule'nin dibine koyup dünyanın diğer ucunda Talitha Unwin'in ismini zikretmesini söylemesini duydu. Güller içindeki Kara Kule'yi gördü ve amacını bir anlığına kavradı: tüm dünyaların zamanın muhteşem sarmalında sağlam bir şekilde durmalarını sağlamak için gönderdiği güç ışınlarını gördü. Küçük bir çocuğun kafası yerine yere düşen her tuğladan, karavan parkını ıskalayan her hortumdan, uçmayan her füzeden, şiddetten uzak duran her elden Kule sorumluydu.

Ve gülün usulca şarkı söyleyen sesi. Şarkı, her şeyin mutlaka, ama mutlaka yoluna gireceğini vaat ediyordu.

Ama bir terslik var, diye düşündü.

Mırıltıda, cam kırıklarına benzeyen, bir an duyulup bir sonraki an duyulmayan huzursuz edici bir uyumsuzluk vardı. Güneşi andıran ortasında kötücül bir mor pırıltı, oraya ait olmayan soğuk bir ışık vardı.

Roland'ın, "Varlığın iki merkezi var," dediğini duydu. "İkif Jake gibi o da binlerce kilometre ötede olabilirdi. "Kule... ve gül. Ama ikisi aynı."

"Aynı," dedi Jake. Gülden yayılan parlak ışık, koyu kırmızı ve göz alıcı sarı renkler, yüzünde dans ediyordu. Ama Eddie, bir çürüğe benzeyen mor ışığın yansımasını da görebiliyordu. İşte Jake'in alnındaydı, şimdi yatağında, şimdi gözbebeğinde, şimdi yok oldu, işte yine kötü bir düşüncenin göstergesiymiş gibi şakağında belirdi.

"Nesi var?" diye sordu Eddie ama cevap yoktu. Ne Roland'dan, ne Jake'den, ne de gülden.

Jake bir parmağını kaldırarak saymaya başladı. Eddie, onun taçyap-raklarını saydığını gördü. Ama aslında saymaya gerek yoktu. Kaç taçyap-rak olduğunu üçü de biliyordu.

"Bu araziyi almalıyız," dedi Roland. "Buraya sahip olup korumalıyız. Işınlar tekrar görevlerini yapıp Kule güvende oluncaya dek gülü korumalıyız. Çünkü Kule zayıflarken tüm dünyaları bir arada tutan, gül. Ve o da zayıflıyor. Hasta. Hissedebiliyor musunuz?"

Eddie tam elbette hissediyorum demek için ağzını açmıştı ki Susan-nah'nın çığlığını duydu. Oy da hemen ardından çılgınca havlamaya başladı.

Roland, Eddie ve Jake, birbirine çok derin bir uykudan uyanmış gibi sersemce baktı. Ayağa ilk fırlayan Eddie oldu. Dönüp Susannah'nın adını haykırarak tahta perdeye doğru sendeledi. Jake daha önce anahtarın bulunduğu yerde duran şeyi hızla alarak Eddie'nin ardından seğirtti.

Roland bu tuğlalar, cam kırıkları, tahta parçaları ve bilumum çöple kaplı arsada cesurca varlığını sürdüren güle son bir kez kederle baktı. İçindeki ışığı gizleyen taçyaprakları kapanmaya başlamıştı bile.

Geri döneceğim, dedi ona. Tüm dünyaların tüm tanrıları, annem, babam ve dostlarım adına yemin ederim ki geri döneceğim. Ama korkuyordu.

Roland döndü ve kalçasındaki acıya rağmen bilinçsiz bir çeviklikle döküntüler arasında ilerleyerek tahta perdeye vardı. Koşarken düşünceler beynine birer balyoz gibi iniyordu: İki. Varlığın iki merkezi var. Gül ve Kule. Kule ve gül.

Geri kalan her şey, kırılgan bir karmaşa içinde aralarında duruyordu.
15

Tahta perdenin üzerinden aceleyle atlayan Eddie, yere ters bir açıyla düşmesine rağmen hemen ayağa fırlayıp hiç düşünmeden Susannah'nm yanma gitti. Oy havlamaya devam ediyordu.

"Suze! Ne oldu? Neyin var?" Roland'm tabancasına uzandı ama eli boş kaldı. Görünüşe bakılırsa silahlar geçiş yapmıyordu.

"İşte!" diye haykırdı Susannah yolun karşısını göstererek. "Orada! Onu görüyor musun? Lütfen, Eddie lütfen onu gördüğünü söyle bana!"

Eddie kanının ısısının bir anda yükseldiğini hissetti. Karşısında, otopsi yapıldığı açıkça belli olan, gövdesi kesilip açılmış ve tekrar dikilmiş çıplak bir adam vardı. Bir başka adam -canlı olan- hemen oradaki bayiden bir gazete aldı, trafiği kontrol etti ve İkinci Cadde'nin diğer tarafına geçti. Eddie, adamın gazeteyi okumak için silkelemekle meşgul olmasına rağmen ölü adamın çevresinden dolaştığını gördü. Bizim etrafımızdan dolaştıkları gibi, diye düşündü.

"Bir tane daha vardı," diye fısıldadı Susannah. "Bir kadın. Yürüyordu. Ve kurtçuk. Ağzının i-i-içinden..."

"Sağ tarafa bakın," dedi Jake usulca. Tek dizi üzerine çökmüş, Oy'u okşayarak sakinleştirmeye çalışıyordu. Diğer elinde buruşmuş, pembe bir şey vardı. Yüzü kireç gibi olmuştu.

O tarafa döndüler. Bir çocuk yavaşça onlara doğru ilerliyordu. Bir kız olduğuna dair tek gösterge, giydiği kırmızı mavi elbiseydi. Yaklaştığında Eddie, mavinin okyanus olduğunu gördü. Kırmızı lekeler ise küçük yelkenlilerdi. Kızın kafası bir tür kazada ezilmişti. Genişliği, boyundan fazlaydı. Gözleri, üzerine basılmış üzümleri andırıyordu. Solgun kolunda bir çanta asılıydı. Küçük bir kızın bir-kaza-geçireceğim-ama-bunu-bilmiyorum çantası.

Susannah çığlık atmak için derin bir soluk aldı. Daha önce sadece hissetmiş olduğu karanlığı artık görebiliyordu. Elle tutulur olduğu muhakkaktı, basıncını hissedebiliyordu. Çığlık atacaktı. Buna mecburdu. Ya çığlık atacak ya da çıldıracaktı.

"Ses çıkarma," diye fısıldadı Gilead'lı Roland kulağının dibinde. "Zavallı kayıp şeyi rahatsız etme. Hayatın için, Susannah!" Susannah'nm çığ-ijğı uzun, dehşet dolu bir iç çekişe dönüştü.

"Ölüler," dedi Jake ince, kontrollü bir sesle. "İkisi de." "Başı boş ölüler," dedi Roland. "Alain John'un babasının onlardan bahsettiğini duymuştum. Mejis'ten dönüşümüzden hemen sonra olmalı zira dönüşümüzden kısa bir süre sonra her şey... nasıl diyordunuz Susannah? Her şey 'cehennemin dibini boyladı'. Her neyse, Ateş Chris bizi geçiş yapacak olursak başı boş ölülere rastlayabileceğimizi söyleyerek uyarmıştı." Hâlâ aynı yerde dikilmekte olan çıplak ölü adamı işaret etti. "Onun gibiler ya çok ani ölüp bu gerçeği anlayamamış veya reddetmiş olanlar. Er ya da geç devam ediyorlar. Sayılarının çok fazla olduğunu sanmıyorum."

"Tann'ya şükür," dedi Eddie. "Bir George Romero korku filminden fırlamış yaşayan ölülere benziyorlar."

"Bacaklarına ne oldu, Susannah?" diye sordu Jake. "Bilmiyorum. Bir an varlardı, sonraki an eski halime dönmüştüm." Roland'ın bakışını fark etmiş olmalıydı ki ona döndü. "Komik bir şey mi gördün, tatlım?"

"Biz ka-tet'iz, Susannah. Bize gerçekte neler olduğunu anlat." "Sen ne ima etmeye çalışıyorsun?" diye sordu Eddie. Daha fazlasını da söyleyecekti ama Susannah buna fırsat vermeden kolunu tuttu.

"Beni yakaladın, değil mi?" diye sordu Roland'a. "Pekâlâ, size anlatacağım. Şuradaki süslü elektronik saate göre burada sizi beklerken yedi dakika kaybettim. Yedi dakika ve bacaklarımı. Bir şey söylemek istemedim çünkü..." Bir an duraksadıktan sonra devam etti. "Çünkü aklımı kaçı-nyor olabileceğimden korktum."

Korktuğun şey bu değil, diye düşündü Roland. Tam olarak değil. Eddie, Susannah'ya kısaca sarıldı ve yanağına bir öpücük kondurdu. Caddenin karşısındaki çıplak cesede huzursuzca baktı (Tann'ya şükür, kafası ezilmiş küçük kız onları geçip Birleşmiş Milletler Binası'na doğru ilerlemeye başlamıştı.) sonra Silahşor'a döndü. "Daha önce söylediğin doğruysa, zamanın kayması çok kötü bir haber, Roland. Ya sadece yedi dakika değil de üç ay kayarsa? Ya buraya bir dahaki gelişimizde Calvin Tower arsayı satmış olursa? Buna izin veremeyiz. Çünkü gül... ahbap, 0 gül..." Eddie'nin gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı.

"Dünyadaki en güzel şey," dedi Jake alçak sesle.

"Bütün dünyalardaki," dedi Roland. Zamandaki bu kaymanın muhtemelen sadece Susannah'nın kafasının içinde olduğunu öğrenmek Eddie ve Jake'i rahatlatır mıydı? Mia'nın yedi dakikalığına dizginleri ele geçirip etrafa bir göz attıktan sonra Groundhog Day'deki Punxsutawney Phil gibi deliğine geri döndüğünü bilselerdi daha rahat olurlar mıydı? Muhtemelen hayır. Ama Susannah'nın bitkin yüzünde bir şeyi gördü: ya neler olup bittiğini biliyor ya da güçlü bir şüphe duyuyordu. Onun için cehennemi bir durum olmalı, diye düşündü.

"Bir şeyleri değiştirecekken bundan daha fazlasını yapmalıyız," dedi Jake. "Bu şekilde başı boş ölülerden pek bir farkımız yok."

'"64'e de gitmemiz gerekiyor," dedi Susannah. "Yani paramı almak istiyorsak. Yapabilir miyiz, Roland? Siyah On üç gerçekten Callahan'daysa onu bir kapı gibi kullanabilir miyiz?"

Ondan tek elde edebileceğimiz kötülük, diye düşündü Roland. Ve daha da beteri. Ama bunu (veya başka bir şeyi) söylemesine fırsat kalmadan geçiş çınlamaları başladı. Kaldırımlarda yürüyen yayalar, tahta perdenin önündeki grubu görmedikleri gibi çınlamaları da duymadı ama caddenin karşısındaki ceset, solgun ellerini yavaşça solgun kulaklarına kaldırdı ve dudakları acıyla gerildi. O sırada, cesedin şeffaflaştığını ve arkasını görebildiklerini fark ettiler.

"Birbirinize tutunun," dedi Roland. "Jake, Oy'un tüylerine yapış. Sıkıca! Canını acıtsan da bırakma!"

Jake hem güzel, hem de acı verici olan çınlamalar beynini delercesi-ne artarken Roland'ın dediğini yaptı.

"Uyuşturucu almadan kanal tedavisi yaptırmak gibi," dedi Susannah. Başını çevirince bir anlığına tahta perdenin ötesini gördü. Çit, şeffaflaş-mıştı. Ötesinde, taçyaprakları kapanmış, ama hâlâ harikulade bir ışıl" saçmakta olan gül vardı. Eddie'nin kolunun, omuzlarına dolandığını hissetti.

"Sıkı dur, Suze. Ne olursa olsun sıkı dur."

Susannah, Roland'ın elini sıkıca tuttu. İkinci Cadde'yi bir anlığına gördü, ardından her şey yok oldu. Çınlamalar tüm dünyayı yuttu ve Roland'ın eliyle Eddie'nin kolunu hissederek kör karanlıkta uçmaya başladı.


16

Karanlık onları pençelerinden bıraktığında, kamp alanlarından on iki metre kadar ötede, yola yakın bir yerde olduklarını gördüler. Jake yavaşça doğrulup oturdu ve Oy'a baktı. "İyi misin, oğlum?"

"Oy."

Jake hayvanın başını okşadı. Dönüp diğerlerine bakınca herkesin orada olduğunu gördü ve rahatladı.



"Bu nedir?" diye sordu Eddie. Çınlamalar başladığı sırada Jake'in diğer elini tutmuştu. Birbirine geçmiş parmaklarının arasında buruşmuş, pembe bir nesne vardı. Kumaş gibiydi ama aynı zamanda metalmiş hissi veriyordu.

"Bilmiyorum," dedi Jake.

"Susannah çığlık attıktan sonra onu arsadan aldın," dedi Roland. "Seni gördüm."

Jake başını salladı. "Evet. Galiba aldım. Çünkü anahtarın daha önce olduğu yerdeydi."

"Nedir o, şekerim?"

"Bir tür çanta." Saplarından tutup kaldırdı. "Bovling çantam olduğunu söylerdim ama benimki içinde topumla 1977'de kaldı."

"Yan tarafında yazan ne?" diye sordu Eddie.

Ama ne olduğunu çıkaramadılar. Bulutlar yine gökyüzünü örtmüştü ve ay ışığı yoktu. Sarsak adımlarla, yavaşça kampa doğru yürüdüler ve Roland bir ateş yaktı. Sonra gül pembesi bovling çantasının yan tarafındaki yazıyı okudular.

ORTA-DÜNYA KULVARLARINDA HEP PUAN VAR

"Bu doğru değil," dedi Jake. "Neredeyse doğru, ama tam olarak değil. Benim çantamın üzerinde OKTA-ŞEHİR KULVARLARINDA HEP PUAN VAR yazıyordu. Timmy, onu bana iki yüz seksen iki puan yaptığım gün vermişti. Henüz bira ısmarlanacak yaşta olmadığımı söylemişti."

"Bovling oynayan bir silahşor," dedi Eddie başını iki yana sallayarak. "Mucizelerin ardı arkası kesilmiyor, değil mi?"

Susannah çantayı alarak ellerini üzerinde gezdirdi. "Ne tür bir malzemeden yapılmış bu? Metale benziyor ve ağır."

Çantanın ne için olduğuna dair bir fikri olan (ama bulmaları için arsaya kimin veya neyin bıraktığını bilmeyen) Roland, "Onu kitaplarının yanına koy, Jake," dedi. "Ve çok iyi koru."

"Şimdi ne yapacağız?" diye sordu Eddie.

"Uyuyacağız," dedi Roland ve postları yere yaymaya koyuldu.

Sonunda hepsi uyudu ve rüyasında gülü gördü. Gecenin en karanlık saatinde kalkıp kendine ziyafet çekmeye giden Mia hariç. Yine mükellef bir ziyafetti ve iyi beslenmişti.

Ne de olsa iki kişilik yiyordu.

İKİNCİ KISIM HİKÂYELER

BİRİNCİ BOLUM BÜYÜK ÇADIR
1

Calla Bryn Sturgis'e gidişte Eddie'yi şaşırtan bir şey varsa o da ata binmenin ona ne kadar doğal ve kolay geldiğiydi. Yaz kamplannda ata binmiş olan Susannah ve Jake'in aksine Eddie daha önce bir atı okşamamıştı bile. İki Numaralı Geçiş olarak düşündüğü gecenin sabahında yaklaşan nal sesleriyle uyandığında büyük bir korku hissetmişti. Korktuğu ata binmek veya hayvanın kendisi değildi; bir aptal gibi görünme ihtimaliydi ve kahretsin ki güçlü bir ihtimaldi bu. Hiç ata binmemiş silahşor mu olurdu?

Yine de gelmelerinden önce Roland ile iki çift laf etme fırsatı buldu. "Dün geceki aynı değildi."

Roland'ın kaşları yükseldi.

"Dün geceki on dokuz değildi."

"Ne demek istiyorsun?"

"Ne demek istediğimi bilmiyorum."

"Ben de bilmiyorum," diye araya girdi Jake. "Ama Eddie haklı. Dün gece New York gerçekmiş gibiydi. Yani, geçiş yaptığımızı biliyordum ama yine de..."

"Gerçek," dedi Roland düşünceli bir ifadeyle.

Jake gülümsedi. "Güller kadar gerçek."


2

Calla'dan gelen grubun öncülüğünü bu kez Slightmanlar yapıyordu. Baba oğul, birer çift atı çekiyordu. Calla Bryn Sturgis'in atları pek de korkutucu görünmüyordu, Eddie'nin Roland'ın Mejis'te Uçurum'da dörtnala koşan atları anlattığı sırada hayal ettiklerine benzemiyorlardı. Bu hayvanlar kuvvetli bacaklara, kalın kürklere ve zekice bakan iri gözlere sahip güdük atlardı. Shetland midillilerinden iriydiler, ama görmeyi beklediği vahşi bakışlı aygırlarla uzaktan yakından ilişkileri yoktu. Her biri eyerlenmişti ve yanlarından birer rulo edilmiş döşek sarkıyordu.

Eddie kendi atına doğru yürürken (hangisinin onunki olduğunun söylenmesine gerek yoktu, biliyordu; demir kırı olandı) tüm endişesi ve korkusu uçup gitti. Üzengileri inceledikten sonra genç Slightman'a tek bir soru yöneltti. "Bunlar benim için biraz kısa, Ben-nasıl uzatacağımı gösterebilir misin?"

Çocuk kendi yapmak üzere atından inince Eddie başını iki yana salladı. "Ben de öğrensem iyi olur." Ve bunu hiç utanç duymadan söylemişti.

Çocuk, ona nasıl yapılacağını gösterirken aslında bu derse ihtiyacı olmadığını anladı. Benny'nin parmakları kayışı tutup çektiği anda yapılacak işlem gözlerinin önünde belirmişti. Bu gizli, bilinçaltında kalmış bir bilgi değildi ve ona doğaüstü gibi de gelmemişti. Sadece atın yanında dururken birdenbire her şeyin nasıl olması gerektiğini anlamıştı. Orta-Dünya'ya geldiğinden beri böyle bir deneyimi bir kez daha yaşamıştı ve o da Roland'ın tabancalarını ilk kuşandığı andı.

"Yardıma ihtiyacın var mı, tatlım?" diye sordu Susannah.

"Diğer taraftan aşağı düşersem beni yerden kaldırın yeter," diye homurdandı ama böyle bir şey olmadı elbette. Eddie ayağını üzengiye koyup eyere otururken at sadece hafifçe sallandı.

Jake, Benny'ye bir pançosu olup olmadığını sordu. Kâhyanın oğlu şüpheli gözlerle gökyüzüne baktıktan sonra ona döndü. "Yağacağını hiç sanmıyom," dedi. "Hasat bayramına yakın günlerde hep böyle..."

"Oy için istemiştim." Son derece sakin, son derece kesin. Tıpkı benim gibi hissediyor, diye düşündü Eddie. Bunu daha önce binlerce kez yapmış &vl

Çocuk heybelerinden birinden rulo edilmiş bir muşamba çıkarıp ona teşekkür eden Jake'e uzattı. Jake, pançoyu üzerine geçirdi, sonra Oy'u aldı ve bir kangurunun kesesine benzeyen büyük cebe yerleştirdi. Oy'dan da en ufak bir itiraz gelmemişti. Jake'e Oy'un arkamızdan bir çoban köpeği gibi takip etmesini bekliyordum desem, "Ama o hep bizimle ata biner,' der mi acaba? diye düşündü Eddie. Muhtemelen demez ama aklından geçirir.

Eddie yola çıktıkları sırada tüm bunların ona neyi hatırlattığını anladı: duyduğu reenkarnasyonla ilgili hikâyeleri. Bu fikri kafasından atmaya, Henry Dean'in gölgesinde büyüyen, mantıklı, ayaklan yere basan çocuk olmaya çalıştı ama tam olarak başaramadı. Reenkarnasyon düşüncesi onu sarsıyordu, çünkü Roland'ın soyundan olamayacağını düşünüyordu. Arthur Eld bir ara Co-Op Şehri'ne uğramadıysa elbette, ^ok sakin bir ata ders almaksızın binebiliyor diye böyle düşüncelere kapılmak aptalcay-dı. Ama bu fikir gün boyunca beklenmedik anlarda aklını meşgul etmeye devam etti: Eld. Eld'in soyu.
3

Öğle yemeğini eyerleri üzerinde yediler. Jake soğuk kahvelerini içerken atını Roland'ınkine yaklaştırdı. Oy pançonun cebinden parlak gözlerle Silahşor'a bakıyordu. Jake hayvana ekmeğinden lokmalar veriyordu. Oy'un bıyıklarında kırıntılar kalmıştı.

"Roland, seninle dinh'imiz olarak konuşabilir miyim?" Sesinde hafif bir mahcubiyet vardı.

"Elbette." Roland kahvesinden bir yudum aldıktan sonra ilgiyle çocuğa baktı. Bu arada eyer üzerinde memnun bir şekilde öne arkaya salınıyordu.

"Ben -iki Slightman'ın adı da Ben ama ben küçüğünü kastediyorum-onlarla kalıp kalamayacağımı sordu. Rocking B'de."

"Gitmek istiyor musun?" diye sordu Roland.

Çocuğun yanakları hafifçe kızardı. "Şey, düşündüm ki siz İhtiyar'la kasabada kalacaksınız, ben ayrı bir yerde kalırsam -çiftlik kasabanın güneyinde- iki farklı noktayı gözetim altında bulundurmuş oluruz. Babam tek bir açıdan bakmanın görmeye yetmeyeceğini söylerdi."

"Doğru," dedi Roland ve duyduğu ani kederle pişmanlığın sesinden veya yüz ifadesinden belli olmadığını umdu. Karşısında, bir çocuk olmaktan utanan bir çocuk vardı. Bir arkadaş edinmişti ve arkadaşı da onu evlerine kalmaya davet etmişti. Arkadaşlar bunu bazen yapardı. Hiç kuşkusuz Benny, ona hayvanlara yem vermeye yardım edebileceğini veya yayıy. la atış yapabileceğini -tabi eğer ok atıyorsa- söylemişti. Belki Benny, ona bir zamanlar ikiziyle gittiği gizli yerleri gösterecekti. Bir ağaç ev belki ya da sazlıklar arasında özel bir gölcük veya korsanların hazinelerini gömdükleri söylenen nehir yatağı. Çocukların gittiği türde yerler. Ama Jake Chambers'ın büyük bir parçası, şimdi bunları istiyor olmaktan utanç duyuyordu. Dutch Hill'deki Bekçi'nin, Bıçakçı'nın ve Tik-Tak Adam'ın bastırdığı parçası. Ve bir de Roland'ın elbette. Çocuğa hayır diyecek olsa muhtemelen bir daha asla sormayacaktı. Bu yüzden Roland'a gücenmeyeceğini bilmek kat kat kötüydü. Evet cevabını yanlış bir şekilde verirse -sesinde ufak bir hoşgörüyle bile olsa- çocuk fikrini değiştirecekti, bunu da biliyordu.

Çocuk. Silahşor, Jake'i böyle görmeye devam etmeyi çok istemekle birlikte sonucun kaçınılmaz olduğunu ve az bir süre kaldığını biliyordu. Calla Bryn Sturgis hakkında içinde kötü bir his vardı.

"Akşam büyük çadırda yiyeceğimiz yemeğin ardından onlarla git," dedi Roland. "Git ve burada dedikleri gibi sana yarasın."

"Emin misin? Çünkü bana ihtiyaç duyabileceğini düşünüyorsan..."

"Baban doğru söylemiş. Eski öğretmenim..."

"Cort mu, Vannay mi?"

"Cort. Bize tek gözlü bir adamın eksik gördüğünü söylerdi. Her şeyi olduğu gibi görebilmek için birbirinden biraz ayrı duran iki göz gerekir. Bu yüzden evet, onlarla gitmen iyi olur. İstersen çocukla arkadaşlık da kur. İyi birine benziyor."

"Evet," dedi Jake tasaca. Yüzünün rengi eski haline dönüyordu. Roland bunu görünce memnun oldu.

"Yarını onunla ve takıldığı bir grup varsa o arkadaşlarıyla birlikte geçir."

Jake başını ita yana salladı. "Çiftlik kasabanın epey dışında. Ben'in söylediğine göre Eisenhart'ın bir sürü adamı varmış. Onun yaşında çocukları olmasına rağmen Ben'in onlarla oynaması yasakmış. Galiba kâhyanın oğlu olduğu için."

Roland başını salladı. Bu duydukları onu pek şaşırtmamıştı. "Bu akşam büyük çadırda sana graf ikram edilecek. İlk bardaktan sonrasının insana buzlu çay gibi geldiğini söylememe gerek var mı?"

Jake başını iki yana salladı.

Roland şakağına, dudaklarına, gözünün kenarına ve tekrar dudaklarına dokundu. "Zihin açık. Ağız kapalı. Çok gör. Az söyle."

Jake sırıtarak başparmağını kaldırdı. "Ya siz?"

"Biz üçümüz bu gece rahiple kalacağız. Yarın hikâyesini dinlemeyi umuyorum."

"Ve..." Diğerlerinin biraz gerisinde kalmışlardı ama Jake yine de sesini alçalttı. "Bahsettiği şeyi göreceksiniz, değil mi?"

"Onu bilemiyorum," dedi Roland. "Yarından sonraki gün atlarımızla Rocking B'ye geleceğiz. Belki öğle yemeğini sai Eisenhart ile yiyip bir görüşme yaparız. Sonraki birkaç gün boyunca dördümüz, kasabanın hem içini, hem dışını inceleyeceğiz. Çiftlikte şartlar uygun olursa orada mümkün olduğunca uzun süre kalmanı istiyorum, Jake."

"Sahi mi?" Yüzünden pek belli olmuyordu ama Silahşor, çocuğun son duyduklarından çok memnun olduğunu anlayabiliyordu.

"Evet. Anladığım kadarıyla Calla Bryn Sturgis'de üç kodaman var. Biri Overholser. İkincisi dükkân sahibi Took. Üçüncüsüyse Eisenhart. Adam hakkında söyleyeceklerini duymayı sabırsızlıkla bekleyeceğim."


Yüklə 2,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   54




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin