Stephen King Kara Kule Cilt5 Calla'nın Kurtları



Yüklə 2,69 Mb.
səhifə17/54
tarix30.05.2018
ölçüsü2,69 Mb.
#52130
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   54

"Duyacaksın," dedi Jake. "Ve teşekkürler denm-sai." Parmak uçlarıy-la boğazına üç kez dokundu. Sonra ciddiyeti, geniş bir sırıtışa dönüştü. Bir çocuğun sırıtışı. Yeni arkadaşına onlarla birlikte kalabileceğini ve °nunla oynayabileceğini söylemek üzere atını hızlandırdı.
4

"Vay canına," dedi Eddie. Kelimeler, şaşkın bir çizgi film karakteri gibi alçak sesle ve yavaşça söylenmişti. Ama ormanda geçirilen yaklaşık iki aylık dönemin ardından bu görüntünün şaşkınlık yaratması doğaldı. Ve ayrıca bir de sürpriz unsuru vardı. İkili gruplar halinde orman yolunda ilerlerken (Overholser başta, Roland ise en arkada yalnız ilerliyordu.) ağaçlar aniden yok olmuş ve arazi kuzeye, güneye ve doğuya doğru açılı-vermişti. Bu yüzden çocuklarını kurtarmaları beklenen kasabanın çarpıcı görüntüsü aniden karşılarında belirivermişti.

Yine de Eddie'nin bakışları, kasabanın üzerinde şöyle bir durup ilerlemişti. Jake ve Susannah'ya döndüğünde, onların da Calla'nın ötesine bakmakta olduğunu gördü. Roland'ın da kasabanın ötesine baktığını görmesi için arkasına dönmesi gerekmiyordu. Bir yolcunun tanımı, diye düşündü. Daima uzaklara bakan biri.

"Evet, güzel manzaradır, tanrılara teşekkürler deriz," dedi Overholser hoşnut bir tavırla. Sonra Callahan'a kaçamak bir bakış fırlatarak ekledi. "İsa Adam'a da şükrediyoz elbet. Şükre gelince tüm tanrılar tekmiş, öyle derler. Ve güzel de derler."

Gevezeliğe devam etmiş olabilirdi. Muhtemelen etmişti de; insan büyük ve güçlü bir çiftçi olunca genellikle sözü kesilmez, istediği kadar konuşurdu. Eddie, ona aldırmayarak tekrar önündeki manzaraya döndü.

Önlerinde, kasabanın ötesinde, güneye doğru akan gri bir nehir vardı. Eddie, Devar-Tete Whye olarak bilinen Büyük Nehir'in bir kolu olduğunu hatırladı. Devar-Tete, ormandan çıktıktan soma dik kıyılar arasında akmaya devam ediyor, kıyılar ekili alanlara ulaşınca alçalıyor ve sonra tamamen toprakla aynı seviyeye geliyordu. Birkaç yerde yemyeşil palmiyeler gördü. Orta büyüklükteki kasabanın ötesinde, nehrin batısındaki topraklar, aralarında griler olan parlak yeşildi. Eddie güneşli bir günde grinin muhteşem bir maviye dönüşeceğinden emindi. Güneş tam tepede olduğu zamanlarda ise bakılamayacak kadar parlak olacaktı. Çeltik tarlalarına bakıyordu.

Onların ötesinde nehrin doğusu kurak araziydi ve kilometrelerce uzanıyordu. Eddie ufka doğru uzanan paralel metal çizgiler gördü ve bunların raylar olduğunu düşündü.

Çölün ötesi kapkaraydı. Buhardan oluşmuş bir duvar gibi gökyüzüne yükseliyor, alçak bulutları yarıyormuş gibi görünüyordu.

"Orası Gök Gürültüsü, sai," dedi Zalia Jaffords.

Eddie başını salladı. "Kurtlar'ın ve Tanrı bilir başka nelerin vatanı."

"Aynen öyle," dedi Genç Slightman. Sert görünmeye çalışıyordu, ama içten içe çok korktuğu belliydi. Eddie, çocuğun her an gözyaşlarına boğulacakmış gibi göründüğünü düşündü. Ama Kurtlar, onu almayacaktı elbette, ikizi öldüğüne göre o tek sayılırdı, değil mi? Eh, Elvis Presley için işe yaramıştı ama kral Calla Bryn Sturgis'li değildi elbette.

"Hayır, kral bir Mis'sippi çocuğuydu," diye mırıldandı.

Tian eyeri üzerinde dönerek ona baktı. "Anlamadım, sai?"

Yüksek sesle konuştuğunun farkında olmayan Eddie, "Kusura bakma," dedi. "Kendi kendime konuşuyordum."

O sırada onlara doğru yaklaşmakta olan Haberci Robot Andy (ve başka birçok özellik) son söylenenleri duydu. "Kendileriyle konuşanlardan iyi arkadaş olmazmış. Bu Calla'da eski bir deyimdir, sai Eddie. Üzerinize alınmayın, yalvarırım."

"Benim de daha önce söylediğim ve hiç şüphesiz tekrar söyleyeceğim gibi süet bir ceketten sümüğü çıkaramazsınız, dostlarım. Calla Bryn Bro-oklyn'de eski bir deyimdir."

Andy'nin gövdesinden tıkırtılar yükseldi. Mavi gözleri parlayıp söndü. "Sümük: Burun akıntısı. Süet: Bir tür deri ürünü..."

"Boş ver, Andy," dedi Susannah. "Arkadaşım sersemlik ediyor. Bu konuda çok iyidir."

"Ah, evet," dedi Andy. "O bir kış çocuğu. Size günlük falınızı söyleme-mi ister misiniz, Susannah-saz? Yakışıklı bir adamla tanışacaksınız! Aklımıza biri iyi, biri kötü iki fikir gelecek! Sahip olacağınız siyah saçlı bir..."

"Def ol git buradan, aptal," dedi Overholser. "Hiç oyalanmadan doğruca kasabaya git. Büyük çadırda her şeyin yolunda olup olmadığını kontrol et- Kimse senin boktan fallarım duymak istemiyo. Kusura bakma, İhtiyar."

Callahan karşılık vermedi. Andy eğildi, metal boğazına üç kez dokundu ve dik, ama yeterince geniş yoldan aşağı ilerlemeye başladı. Susannah robotun uzaklaşmasını rahatlama olabilecek tanımlanması güç bir duyguyla izledi.

"Biraz sert davranmadınız mı?" diye sordu Eddie.

"Sadece bir makine parçası," dedi Overholser kelimelerin üzerine bir çocukla konuşuyormuş gibi bastırarak.

"Ve bazen çok rahatsız edici olabiliyo," dedi Tian. "Ama söyleyin bana sailer, Calla'mızı nasıl buldunuz?"

Roland atını Eddie ve Callahan'ınki arasında durdurdu. "Çok güzel," dedi. "Belli ki tanrılar burayı bereketli kılmış. Mısır, turp, fasulye ve... patates mi? O gördüklerim patates mi?"

"Evet, öyle," dedi Slightman, Roland'ın keskin gözlerinden etkilenmiş görünerek.

"Ve şu tarafta da muhteşem çeltik tarlaları," dedi Roland.

"Nehir boyundaki tarlaların hepsi," dedi Tian. "Suyun tatlı ve sakin olduğu yerler. Ve ne kadar şanslı olduğumuzun farkındayız. Pirinç ekime veya hasada hazır olunca bütün kadınlar tarlalara gider. Tarlalarda şarkılar söylenir, hatta dans edilir."

"Gel-gel-commala," dedi Roland. En azından Eddie'nin duyduğu buydu.

Bu tanıdık sözleri duyunca Tian ve Zalia'nın yüzü parladı. Slight-manlar birbirlerine bakıp sırıttı. "Pirinç şarkısını nereden duydunuz?" diye sordu Baba Slightman. "Ne zaman?"

"Evimde," dedi Roland. "Uzun zaman önce. Gel-gel-commala, pirinç düşsün toprağa." Batıyı, nehrin ötesini işaret etti. "Buğday tarlalarının arasındaki şu en büyük çiftlik sizin mi, sai Overholser?"

"Evet, teşekkürler derim."

"Ötede, daha güneyde diğer çiftlikler uzanıyor... ve hayvan çiftlikleri. Şuradaki sığır çiftliği... şu küçükbaş... şuradaki yine sığır... ve yine koyunlar..."

"Aradaki farkı bu mesafeden nasıl anlayabiliyorsun?" diye sordu Susannah.

"Koyunların otladığı alanlarda otlar daha kısa kalır, hanım-sa/," dedi Overholser. "Şu açık kahverengi alanlarda koyun yetiştirilir. Koyu sarı bölgeler de sığır çiftlikleri."

Eddie Majestic'te izlediği kovboy filmlerini düşündü: Clint Eastwood, paul Newman, Robert Redford, Lee Van Cleef. "Benim ülkemde çiftçiler arasındaki toprak kavgalarına dair efsaneler anlatılırdı," dedi. "Orada söylendiğine göre koyunlar otların köklerini bile yediği için o alanlarda bir daha ot bitmezmiş."

"Kusura bakmayın ama bu çok aptalca," dedi Overholser. "Koyunlar otları diplerine kadar yer, doğru. Ama sonra o bölgelere sığırları göndeririz. Gübreleri tohum doludur."

"Ah," dedi Eddie. Söyleyecek başka bir şey bulamamıştı. Böyle düşününce tüm çiftlik savaşları aptalca geliyordu.

"Haydi," dedi Overholser. "Gün ışığı boşa gidiyo ve büyük çadırda bizi bekleyen bir ziyafet var. Bütün kasaba sizinle tanışmak için orada olacak.

Ve bizi baştan ayağa güzelce incelemek için, diye düşündü Eddie.

"Önden buyurun," dedi Roland. "Bugün geç saatlerde orada olabiliriz. Yanılıyor muyum?"

"Yok," dedi Overholser ve atını mahmuzlayarak atının başını çevirdi (bunu görmek bile Eddie'nin yüzünü buruşturmasına sebep olmuştu). Overholser öne düştü ve diğerleri de onu takip etti.


5

Eddie, Calla halkıyla ilk karşılaşmalarını hiçbir zaman unutmadı; bu anı hafızasında daima canlı kaldı. Çünkü her şey beklenmedikti ve öyle olunca tecrübe olağanüstü bir değer kazanıyordu. Konuşmalar yapılırken meşalelerin nasıl değiştiğini ve tuhaf, parlak ışıklarını hatırlıyordu. Oy'un kalabalığı hiç beklenmedik bir şekilde selamlayışını da. Yükselen başları ve hissettiği boğucu panikle Roland'a duyduğu yakıcı öfkeyi de hiç unut-madı. Susannah'nın vücudunu, yerel halkın musica dediği piyanonun önündeki tabureye çekişini de daima hatırlayacaktı. Ah evet, o anı unutması mümkün değildi. Ama hatırasına sevdiği kadınla ilgili bu andan da derin kazınan bir görüntü varsa o da Silahşor'unkiydi.

Roland'ın dans edişi.

Ama bunların öncesinde zihnine kazınan, o önseziydi. Kötü günlerin gelmekte olduğuna dair bir his.


6

Kasabaya günbatımmdan bir saat önce vardılar. Bulutlar ayrılıp günün son kızıl ışıklarına yol verdi. Kasabanın ana caddesi boştu. Yüzeyi yağlı topraktı. Atların nallan, tekerlek izleriyle dolu yolda boğuk sesler çıkarıyordu. Eddie, Yolcu Konağı adında, hem yatacak yer, hem de yiyecek hizmeti sunuyormuş gibi görünen bir bina gördü. Caddenin sonunda ise Calla'nın Toplantı Salonu olması muhtemel, iki katlı büyük bir başka bina vardı. Bu binanın hemen sağında meşalelerin aydınlattığı bir yer vardı. Eddie insanların orada beklediğini tahmin etti. Kasabaya adım attıkları kuzey tarafında hiç kimse yoktu.

Sessizlik ve boş kaldırımlar, Eddie'nin tüylerini ürpertiyordu. Roland'ın, Susan'ın bir at arabasının arkasında, elleri bağlanmış, boynuna ilmek geçirilmiş halde Mejis'e yaptığı son yolculuğu anlattığı hikâyesini hatırladı. Onun geçtiği yol da bomboştu. En azından başlarda. Susan ve onu tutsak alanlar sonra, Büyük Yol ve Silk Ranch Yolu'nun kesiştiği noktanın biraz ötesinde Roland'ın kasabın gözlerine sahip dediği tek bir çiftçi görmüşlerdi. Daha sonra insanlar genç kadına çürük sebzeler, sopalar, hatta taşlar fırlatacaklardı. Ama charyou ağacına doğru giden o yolda ilk darbe, elinde mısır koçanlarıyla bekleyen bu yalnız çiftçiden gelecekti.

Eddie, Calla Bryn Sturgis'e girerken bir parçası o kasap bakışlı yalnız çiftçiyi görmeyi bekledi. Çünkü bu kasaba içini kötü bir hisle dolduru-yordu. Susan Delgado'nun öldüğü gece Mejis'in olduğu gibi şeytani değildi. Bu daha basit anlamda bir kötülüktü. Kötü şans, kötü tercihler veya kötü kehanetler gibi. Ya da belki kötü ka.

Baba Slightman'a doğru eğildi. "Millet nerede, Ben?"

"Oradalar," dedi Slightman meşalelerin aydınlığını işaret ederek.

"Neden bu kadar sessizler?" diye sordu Jake.

"Ne bekleyeceklerini bilmiyorlar," dedi Callahan. "Burada tüm dünyadan soyutlanmış halde yaşıyoruz. Nadiren de olsa seyyar satıcılar, yağmacılar veya kumarbazlarla karşılaşırız... ah, bir de yaz aylarında uğrayan tekne pazarları var."

"Tekne pazarı nedir?" diye sordu Susannah.

Callahan bunların küçük dükkânlarla kaplı, rengârenk boyalı, dibi düz, geniş tekneler olduğunu söyledi. Devar-Tete Whye üzerinde yavaşça ilerliyorlar, malları bitene dek Orta Hilal'in Calla'larını geziyorlardı. Sattıklarının çoğunlukla süprüntüler olduğunu söyledi Callahan, ama Eddie, ona tam anlamıyla güvenip güvenemeyeceğinden emin olamadı. En azından tekne pazarları konusunda. Zira adam, uzun süredir dindar olan insanların bilinçsiz hor görüşüyle konuşmuştu.

"Ve diğer yabancılar da çocukları çalmaya geliyor," diye sözünü bitirdi Callahan. Uzun, ahşap bir binanın yolun neredeyse yarısını kaplıyor-muş gibi göründüğü sol tarafı işaret etti. "Took'un Dükkânı, size yarasın," dedi Callahan sesinde bir iğnelemeyle.

Büyük çadıra vardılar. Eddie daha sonra sakin kafayla düşündüğünde kalabalığın yedi veya sekiz yüz kişiden oluştuğunu tahmin etti ama onları ilk görüşünde (batan güneşin kızıllığında şapkalar, boneler, çizmeler ve işle nasırlaşmış eller sürüsü) kalabalığın büyüklüğü karşısında afalla-mıştı.

Üzerimize bir şeyler atacaklar, diye düşündü. Bizi taşa tutup, "Charyou Ağacı," diye haykıracaklar. Aptalca ama bir o kadar da kuvvetli bir histi.

Calla halkı iki yana açılarak ahşap platforma doğru uzanan yeşil bir koridor yarattı. Demir kafeslerdeki meşaleler büyük çadırı aydınlatıyordu. Sıradışı, sarı bir ışık saçıyorlardı. Eddie'nin burnuna keskin petrol kokusu geldi.

Overholser atından indi. Grubunun diğer üyeleri de öyle. Eddie, Susannah ve Jake, Roland'a baktı. Roland hafifçe öne eğilmiş, bir eli eyer topuzunun üzerinde, düşüncelere dalmış görünerek bir süre daha oturdu. Sonra şapkasını çıkararak kalabalığa doğru kaldırdı. Boğazına üç kez dokundu. Kalabalıktan mırıltılar yükseldi. Takdir mi yoksa şaşkınlık mıydı?

Eddie kesin bir şey söyleyemiyordu. Ama öfke yoktu ve bu iyiye işaretti Silahşor bir bacağını kaldırıp çevik bir hareketle atından indi. Tüm gözlerin üzerinde olduğunu bilen Eddie atından biraz daha temkinli hareketlerle indi. Susannah'yı taşımakta kullandığı askıları daha önceden takmıştı. Susannah'nın atının yanına gitti ve sırtını kadına dönerek bekledi. Su-sannah deneyimli hareketlerle askının içine kayıverdi. Bacaklarının dizden aşağısının olmadığını gören kalabalıktan yine mırıltılar yükseldi.

Overholser kendinden emin adımlarla açılan koridorda ilerlemeye başladı. Ara sıra durup birkaç kişinin elini sıkıyordu. Callahan, onun hemen arkasında yürüyor, bazen havaya bir haç çiziyordu. Birkaç el uzanıp atların dizginlerini tuttu. Roland, Eddie ve Jake yan yana yürümeye başladı. Oy hâlâ Jake'in Benny'den ödünç aldığı pançonun cebindeydi. Etrafı meraklı gözlerle seyrediyordu.

Eddie kalabalığın kokusunu alabildiğini fark etti (ter, saç, güneş yanığı tenler ve kovboy filmlerindeki karakterlerin, Callahan'ın tekne pazarlarından bahsederken yaptığı gibi küçümsemeyle söyledikleri 'foş-foş suyu'). Yemek kokusu da alıyordu: domuz ve dana eti, taze ekmek, kızarmış soğan, kahve ve graf. Karnı guruldadı ama açlık hissetmiyordu. Hiç aç sayılmazdı. Yürüdükleri koridorun yok olup insanların onları dörtbir yandan kuşatacağı fikrini aklından bir türlü uzaklaştıramıyordu. Çok sessizlerdi! Bir yerlerde öten çobanaldatanların seslerini duyabiliyordu.

Overholser ve Callahan platforma çıktı. Eddie, onlarla yolculuk yapan diğer beşinden hiçbirinin platforma çıkmadığına dikkat etti. Bununla birlikte Roland geniş basamakları tereddütsüzce tırmandı. Dizlerinin biraz güçsüzleştiğinin farkında olan Eddie, onu takip etti.

"İyi misin?" diye fısıldadı Susannah kulağına.

"Şimdilik."

Platformun solunda, üzerinde beyaz gömlekle kot pantolon giymiş ve kuşak takmış yedi adamın bulunduğu yuvarlak bir sahne vardı. Eddie, adamların ellerinde tuttukları enstrümanları tanıdı. Mandolin ve banco, yaptıkları müziğin muhtemelen kulak tırmalayıcı olduğuna işaret ediyordu ama yine de güven vericiydi. İnsan kurban edilirken müzik grupları tutulmazdı, değil mi? Belki izleyicileri havaya sokmak için bir iki davulcu olurdu.

Eddie sırtında Susannah ile kalabalığa doğru döndü. Platforma gelirken geçtikleri koridorun yerinde yeller estiğini görünce kendini ürper-mekten alamadı. Bütün yüzler onlara dönmüştü. Kadınlar, erkekler, gençler, yaşlılar. Yüzleri ifadesizdi. Aralarında hiç çocuk yoktu. Üzerlerine dönük bu yüzlerin zamanın çoğunu güneş altında geçirmiş olduğu belliydi. İçindeki rahatsız edici kötü his yakasını bir türlü bırakmıyordu.

Overholser sade bir ahşap masanın ardına geçti. Masanın üzerinde büyük bir tüy vardı. Çiftçi tüyü alıp havaya kaldırdı. Kalabalığa öyle bir sessizlik çökmüştü ki Eddie, yaşlı bir adamın veya kadının göğsünün nefes aldığı sırada hırıldadığını duyabiliyordu.

"Beni yere bırak," dedi Susannah usulca. Eddie söyleneni isteksizce yerine getirdi.

"Ben Seven-Mile Çiftliği'nden Wayne Overholser," dedi Overholser elinde tüyle platformun kıyısına gelerek. "Şimdi beni dinleyin, yalvarırım."

"Teşekkürler deriz- sai," mırıltıları yükseldi.

Overholser dönerek bir elini yolculuk lekeleriyle kaplı giysileri içindeki silahşorlara doğru uzattı. Susannah, Eddie ve Jake'in arasında olabildiğince dik bir şekilde duruyordu. Tek elini, destek almak için yere koymuştu. Eddie daha önce böylesine dikkatle incelendiğini hatırlamıyordu.

"Calla'nın erkekleri olarak, Toplantı Salonu'nda konuşan Tian Jaf-fords, George Telford, Diego Adams ve diğer herkesi dinledik," dedi Overholser. "O toplantıda ben de konuşmuştum. 'Gelip çocukları alacaklar,' demiştim. Kurtlar'ı kastetmiştim elbette. 'Sonra bizi yine bir nesil boyunca rahat bırakacaklar, hep böyle olageldi, böyle de olacak,' demiştim. Şimdi anlıyorum ki konuşmakta biraz acele etmişim."

Kalabalıktan yumuşak bir esintiyi andıran bir mırıltı yükseldi.

"Aynı toplantıda Peder Callahan bize kuzeyimizde silahşorlar olduğunu söyledi."

Yine mırıltılar. Bu kez daha yüksekti. Silahşorlar... Orta-Dünya... Gi~ lead.

"Bir heyetin gidip onlarla görüşmesine karar verdik. Ve bulduğumuz kişileri şimdi karşınıza getirdik. Söylediklerine göre... Peder Callahan'm söylediği şeymişler." Overholser şimdi biraz rahatsız görünüyordu. Sanki gaz çıkarmamaya çalışıyordu. Eddie bu yüz ifadesini daha önce de görmüştü (çoğunlukla televizyonda). Politikacılar, kıvramayacakları bir soruyla karşılaştıklarında yüzleri bu hali alırdı. "Yok olmuş dünyadan olduklarını iddia ediyolar. Yani..."

Haydi, Wayne, dedi Eddie içinden. Söyle. Yapabilirsin. "... yani Eld'in soyundan."

"Tanrılara şükür!" diye haykırdı bir kadın. "Tanrılar çocuklarımızın kurtulması için onları bize gönderdi!"

Birkaç kişi kadını susturmak için uyardı. Overholser yüzünde acıklı bir ifadeyle sessizliğin çökmesini bekledikten sonra, "Kendi adlarına konuşabilirler, öyle de yapmalılar," dedi. "Ama ben, bize yardım edebileceklerine kanaat getirebileceğim kadarını gördüm. Tabancaları var, siz de görüyosunuz. Ve onları kullanabiliyolar. Bunu garanti ederim ve teşekkürler derim."

Bu kez kalabalıktan daha yüksek bir ses yükseldi. İyi niyet sezinleyen Eddie biraz olsun rahatladı.

"Pekâlâ o halde. Birer birer karşınıza çıksınlar ki yüzlerini iyice görüp seslerini duyabilin. Bu onların dinh'i," dedi elini Roland'a doğru kaldırarak.

Silahşor bir adım öne çıktı. Batan güneş, sol yanağının alevler içindeymiş gibi görünmesine sebep oluyordu. Sağ yanağıysa meşalelerin aydınlığında sapsarıydı. Bir bacağını ileri uzattı. Mutlak sessizlikte, aşınmış topuğun tahtaya çarpışını herkes duymuştu. Bu ses, Eddie'nin aklına nedense bir tabuta indirilen yumruğu getirdi. Roland avuç içlerini göstererek eğildi. "Steven'ın oğlu, Gilead'h Roland," dedi. "Eld'in soyundan." Kalabalıktan bir iç çekiş yükseldi. "Tanışmamız hayırlara vesile olsun." Gerileyerek Eddie'ye baktı.

Bu kısmı becerebilirdi. "New York'lu Eddie Dean," dedi. "Wen-dell'm oğlu." En azından annemin iddia ettiği buydu, diye düşündü. Sonra kelimeler kendiliklerinden ağzından döküldü. "Eld'in soyu. On dokuz ka-tet'i"

O geri çekildi ve Susannah platformun kenarına yaklaştı. Sırtı dimdik halde sakin bakışlarla kalabalığa döndü ve, "Ben Eddie Dean'in karısı, Dan'in kızı, Eld'in soyundan, On dokuz ka-tet'inden Susannah Dean," dedi. "Tanışmamız hayırlı olsun ve size yarasın." Görünmez eteklerini kaldırarak reverans yaptı.

Bunun üzerine kahkahalar ve alkışlar yükseldi.

Roland, Susannah konuşurken eğilip Jake'in kulağına bir şeyler fısıldamıştı. Jake başını salladı ve kendinden emin bir tavırla bir adım öne çıktı. Günün son ışıkları altında çok genç, bir o kadar da yakışıklı görünüyordu.

Ayağını ileri koyarak eğildi. Panço, Oy'un ağırlığıyla komik bir şekilde sarktı. "Ben Eld'in soyu, Doksan ve Dokuz ka-tet'inden, Elmer'ın oğlu Jake Chambers."

Doksan dokuz mu? Eddie hafifçe omuz silken Susannah'ya baktı. Bu doksan dokuz saçmalığı da nedir? Sonra, ne fark eder ki, diye düşündü. O da On dokuz ka-tet'mm ne olduğunu bilmiyordu zaten. Ama yine de söylemişti.

Jake'in söyleyecekleri bitmemişti. Oy'u, Benny Slightman'ın panço-sunun cebinden çıkardı. Hayvanı gören kalabalıktan tekrar mırıltılar yükseldi. Jake, Roland'a emin misin? dercesine kısa bir bakış fırlattı. Roland başını sallayarak karşılık verdi.

Eddie önce Jake'in tüylü dostunun hiçbir şey yapmayacağını sandı. Calla halkı -ahali- yine tamamen sessizleşmişti. Öyle ki gece kuşlarının ötüşleri tekrar duyulur olmuştu.

Oy arka ayakları üzerine kalktı, birini öne attı ve eğildi. Sendeler gibi olmasına rağmen dengesini korudu. Küçük siyah patileri, Roland'ın el-leri gibi dışa dönmüştü. Önce hayret nidaları, sonra kahkahalar ve alkış-ar duyuldu. Jake yıldırım çarpmış gibi görünüyordu.

"Oy!" dedi Hantal Billy. "Eld! Teşekkür!" Her kelime son derece anlaşılırdı. Pozisyonunu birkaç saniye daha korudu ve dört ayağı üzerine inip hızla Jake'in yanına döndü. Alkışlar gök gürültüsünü andırıyordu. Roland (Eddie, Oy'a bunu yapmayı bir başkasının öğretmiş olabileceğini düşünemiyordu) tek bir dâhice hareketle kasaba halkını arkadaşları ve hayranları yapmıştı. Hiç olmazsa o gecelik.

Evet, ilk sürpriz buydu: Oy'un toplanmış Calla ahalisine eğilerek selam vermesi ve yol arkadaşlarıyla an-tet olduğunu ilan etmesi. İkinci sürprizin gelişi fazla gecikmedi. "Ben konuşmayı pek beceremem," dedi Roland tekrar ileri çıkarak. "Dilim, Hasat Gecesi'nde içmiş bir sarhoştan beter dolanır. Ama eminim Eddie bir çift laf edecektir."

Yıldırım çarpmışa dönme sırası Eddie'deydi. İnsanlar beklentiyle alkışlayıp topuklarını yere vuruyordu. Teşekkürler deriz- sai, Konuş sai, Dinleyin, dinleyin onu, sesleri duyuldu. Küçük orkestra bile alkışlara uygun bir ritim tutturmuştu.

Roland'a panik ve öfke dolu gözlerle baktı: Sen ne yaptığını sanıyorsun? Silahşor, ona sakin bakışlarla karşılık verdikten sonra kollarını göğsünde kavuşturdu.

Alkışlar diniyordu. Öfkesi de öyle. Yerini dehşet almıştı. Roland'ı bilinçli veya bilinçsizce taklit eden Overholser kollarını göğsünde kavuşturmuş, Eddie'ye bakıyordu. Eddie kalabalığın ön saflarında birkaç tanıdık yüz gördü: Slightmanlar, Jaffordslar. Diğer tarafa baktığında, kısık gözlerle kendisine bakan Callahan'ı gördü. Mavi gözlerinin üzerindeki haç şeklindeki yara izi, meşalelerin aydınlığında parlıyordu.

Onlara ne bok diyeceğim?

Bir şeyler söylesen iyi olur Eddie, dedi ağabeyi Henry. Seni bekliyorlar.

"Söze başlamakta biraz yavaş davrandığım için affınızı dilerim," dedi. "Tekerlekler ve kilometrelerce yolculuk ettik, ardından yine kilometreler ve tekerleklerce ilerledik. Hiçbir insan görmeyeli..."

Ne kadar süre geçmişti? Bir hafta, bir ay, bir yıl, on yıl?

Eddie güldü. Kendini hiç bu kadar aptal hissetmemişti. Bırak bir tabancayı, küçük su dökerken kendi aletini bile tutamayacak biri gibiydi. "••• pek çok mavi ay geçti."

Bunun üzerine kalabalıktan kahkahalar yükseldi. Hatta birkaç kişi alkışladı. Hiç farkına varmadan kasabayı güldüren bir nokta bulmuştu. Biraz rahatladı ve konuşmasına daha doğal bir şekilde devam etti. Dehşet ve umutla dolu yüzlerce insanın önünde silahını kuşanmış halde konuşan bu silahşor, pek uzun sayılmayacak bir süre önce üzerinde sadece sararmaya yüz tutmuş bir donla televizyon karşısında oturmuş, damarlarında eroin dolaşırken Chee-tos yiyip boş gözlerleri Yogi 'yi seyrediyordu.

"Çok uzaklardan geldik," dedi. "Ve gidilecek uzun bir yolumuz var. Burada uzun süre kalmayacağız. Ama elimizden geleni yapacağız, dinleyin beni, yalvarırım."

"Devam et, yabancı!" diye seslendi biri. "Güzel konuşuyosun!"

Sahi mi? dedi Eddie içinden. Bu yeni bir haber.

Birkaç kişi evet, devam diye bağırdı.

"Baronluğumdaki şifacılar şöyle der," dedi Eddie. "Önce zarar vermemeye bakın." Bunu avukatların mı doktorların mı söylediğinden pek emin değildi, ama filmlerde ve televizyondaki dizilerde birçok kez duymuştu. Kulağa hoş geliyordu. "Size zarar vermeyeceğiz ama hiç kimse bir kurşunu veya kıymığı biraz olsun kan dökmeden çıkaramaz."

Söylediklerini onaylayan mırıltılar oldu. Bununla birlikte Overhol-ser'ın yüz ifadesi hâlâ renk vermiyordu. Kalabalığın içinden birkaç kişi de şüpheyle bakıyordu. İçini saran ani öfke onu şaşırttı. Onlara hiçbir zarar vermemiş, hiçbir şeyi sakınmamış (en azından o ana kadar) bu insanlara öfkelenmeye hiç hakkı yoktu ama yine de öfkeliydi işte.

"New York Baronluğu'nda söylenen bir söz daha vardır," dedi kalabalığa. '"Bedava yemek diye bir şey yoktur.' İçinde bulunduğunuz durum oldukça ciddi görünüyor. Kurtlar'a karşı koymaya çalışmak çok tehlikeli olabilir. Ama bazen hiçbir şey yapmamak daha kötü sonuçlara yol açabilir."

"Dinleyin, dinleyin onu!" diye bağırdı aynı ses gerilerden. Eddie o tarafa bakınca robot Andy'yi gördü. Üzerlerinde lacivert veya siyah pelerinler olan bir araba dolusu adamın yanında duruyordu. Eddie bu adamların Manniler olduğunu tahmin etti.

"Etrafa bir göz atacağız," dedi Eddie. "Sorunu belirledikten sonra da neler yapılabileceğine bakacağız. Yapılacak hiçbir şey olmadığına kanaat getirirsek şapkalarımıza dokunup size veda edecek ve yolumuza gideceğiz." İki üç sıra geride, beyaz kovboy şapkalı bir adam vardı. Çalı gibi kaşları ve bıyıkları da yıpranmış şapkası gibi beyazdı. Eddie, adamın Bonanza'daki Büyükbaba Cartwright'a benzediğini düşündü. Bu Cartwright, Eddie'nin söylediklerinden pek etkilenmiş görünmüyordu.


Yüklə 2,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   54




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin