Stephen King Kara Kule Cilt5 Calla'nın Kurtları



Yüklə 2,69 Mb.
səhifə21/54
tarix30.05.2018
ölçüsü2,69 Mb.
#52130
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   54

Callahan, sıvının çok hafif emilme sesini duyabiliyordu. Bir filmde ateşli bir çift öpüşürken duyabileceğiniz türde bir sesti.

Bir sonraki hareketini düşünmedi. Yağlı bulaşık suyuyla dolu tencereyi bıraktı. Tencere, beton kaldırıma gürültüyle düştü ama duvara yaslanan çift istifini hiç bozmadı; bir başka boyutta gibiydiler. Callahan mutfağa doğru iki adım geriledi. Tezgâhın üzerinde, dana etini keserken kullandığı satır vardı. Bıçağının parlaklığı göz alıyordu. Üzerinde yüzünün yansımasını görünce en azından ben onlardan biri değilim, diye düşündü. Yansımam hâlâ var. Sonra parmaklan plastik sapı sıkıca kavradı. Tekrar sokağa döndü. Bulaşık suyuyla dolu tencerenin üzerinden geçti. Hava ılık ve nemliydi. Bir yerlerde su damlıyordu. Bir radyoda "Someone Saved My Life Tonight" çalıyordu. Havadaki nem, sokağın uzak ucundaki lambanın çevresinde bir hale oluşturmuştu. New York'ta nisandı ve Callahan'ın (kısa bir süre öncesine kadar Katolik Kilisesi'nin takdir gören bir rahibi olan Callahan) üç metre ötesinde bir vampir, avının kanını içiyordu. Donald Callahan'ın âşık olduğu adamm kanını.

"Beni neredeyse avucuna alıyordun, değil mi, hayatım?" diye şarkı söylüyordu Elton John. Callahan satırı havaya kaldırarak ilerledi ve var gücüyle vampirin kafasına indirdi. Vampirin kafatası bir anda kavun gibi ikiye ayni-di. Vampir başını, tehlikenin yaklaştığını hisseden bir hayvan gibi aniden kaldırdı. Sonra evrak çantasına uzanmak ister gibi dizlerini hafifçe büktü ama son anda onsuz da yapabileceğini düşünüp vazgeçmiş gibi sokağın ağzına doğru yürümeye başladı. "Biri bu gece, biri bu gece, biri bu gece hayatımı kurtardın," diye şarkı söyleyen Elton John'un sesinin geldiği yöne doğm ilerliyordu. Satır, hâlâ vampirin kafasına gömülüydü. Sapı, yaratığın her adımında kısa bir kuyruk gibi sallanıyordu. Callahan biraz kan gördü ama beklediği kadar çok değildi. O an, bunu merak edemeyecek kadar derin bir pndeydi, ama daha sonra düşündüğünde, vampirlerin sadece hareket etme-l rineyetece^ az m^tar^a kana sahip olduğuna kanaat getirecekti. Kan müzesinden daha büyülü bir şeydi. Sahip oldukları kanın çoğu, iyi haşlanmış bir yumurtanın akı gibi pıhtılaşmıştı.

Vampir bir adım daha attıktan sonra durdu. Omuzları çökmüştü. Öne doğru sendeledi ve Callahan başını göremez oldu. Sonra giysileri aniden içleri boşalmış halde sokağın ıslak zeminine yığıldı.

Callahan kendini bir rüyadaymış gibi hissederek giysileri incelemeye gitti. Lupe Delgado hâlâ gözleri kapalı, vampirin onu içine çektiği rüyanın etkisinde, kendinden geçmiş bir halde duvara yaslanmış duruyordu. Kan, küçük ve önemsiz akıntılar halinde boynundan aşağı süzülüyordu.

Callahan giysilere baktı. Kravat hâlâ düğümlüydü. Gömlek, hâlâ ceketin, etekleri ise pantolonun içindeydi. Pantolonun fermuvarını indirdiği takdirde iç çamaşırlarını göreceğini biliyordu. İçinin boş olduğundan emin olmak için ceketin bir kolunu tutup kaldırdı. Vampirin saati, gürültüyle yere, bir yüzüğün yanma düştü.

Saçlar vardı. Bazıları dolgulu dişler de. Ama Bay Mark Cross Evrak Çantası'ndan geriye başka hiçbir şey kalmamıştı.

Callahan kıyafetleri topladı. Elton John hâlâ "Someone Saved My Life Tonighf'ı söylüyordu ve bu belki de hiç şaşırtıcı değildi. Uzun bir şarkıydı, şu dört dakikalıklardan biri olmalıydı. Güvenli olması için yüzüğü parmağına, saati de koluna taktı. Lupe'un yanından geçerek giysileri içeri götürdü. Lupe hâlâ aynı rüyanın içinde kaybolmuş vaziyetteydi. Boynundaki diş izleriyse yok olmaya başlamıştı bile.

Mutfak, mucize eseri bomboştu. Sol tarafta, üzerinde DEPO yazan bir kapı vardı. Arkasındaki kısa holün her iki tarafı saklama üniteleriyle doluydu. Bunlar, hırsızlığı önlemek için kilitli tel örgülerin ardına konmuştu. Bir tarafta konserveler, diğer tarafta kuru gıdalar vardı. Onların ardına giysiler küflenmişti. Gömlekler bir bölmede, pantolonlar bir başkasındaydı. Elbiselerle etekler ayrı bir yere konmuştu. Kabanlar ayrı bir bölmede duruyordu. Holün ucunda, üzerinde KARişiKyazan eski bir dolap vardı. Callahan, vam-Plrm cüzdanını bularak kendisininkiyle aynı cebe koydu. İki cüzdan cebini ePey şişirmişti. Sonra dolabın kilidini açtı ve vampirin giysilerini içine tıkıştirdi. Pantolonun içindeki iç çamaşırı bulunduğunda homurdanmalar ola. cağını biliyordu ama hepsini ayırmak için uğraşamayacaktı. Home'da kulla, nılmış iç çamaşırları kabul görmezdi.

"Halkın en düşük kesimine hizmet ediyor olabiliriz," demişti Rowan Magruder, ona bir keresinde. "Ama bizim de bir standardımız var."

Ama standartlar o an umurunda değildi. Vampirin saçlarını ve dişlerini düşünmek zorundaydı. Saati, yüzüğü, cüzdanı... ve eyvah, evrak çantasıylt, ayakkabıları da vardı! Hâlâ orada olmalıydılar!

Sakın şikâyet edeyim deme, dedi kendi kendine. Herifin yüzde doksan beşi bir korku filminin son karesinde canavarın yok olması gibi sana kıyak yapıp ortadan kaybolmuşken şikâyet etmeye hakkın yok. Tanrı şim-diye dek yanında oldu (sanırım Tanrı). Bu yüzden şikâyet etme.

Etmiyordu. Saçları, dişleri ve evrak çantasını toparlayarak su birikintilerinin arasından sokağın sonuna doğru koştu ve elindekileri çitin üzerinden diğer tarafa fırlattı. Bir an düşündükten sonra cüzdanı, yüzüğü ve saati de fırlattı. Yüzüğü parmağından çıkarmakta zorlanmış ve bir anlığına paniğe kapılmıştı ama sonunda çıkarıp çitin üzerinden fırlattı... trinkk. Biri, onun için hepsinin çaresine bakardı. Ne de olsa burası New York'tu. Lupe'un yanına döndü ve ayakkabıları gördü. Atılmayacak kadar iyi durumdaydılar, daha uzun yıllar kullanılabilirlerdi. Ayakkabıları aldı ve sağ elinin ilk iki parmağında sallandırarak mutfağa doğru yürüdü. Lupe mutfağa girdiğinde, fırının yanından geçiyordu.

"Don?" diye sordu. Sesi biraz boğuktu. Derin bir uykudan henüz uyanmış birinin sesi gibi. Ayrıca eğleniyormuş gibiydi. Callahan'ın parmak uçlarından sallanan ayakkabılara baktı. "Onları yahniye mi koyacaksır?"

"Tat verebilirdi ama hayır, depoya bırakacaktım," dedi Callahan. Sesinin o denli sakin çıkmasına çok şaşırmıştı. Ve kalbi! Düzenli bir şekilde dakikada yetmiş kez atıyordu. "Biri bunları arkada bırakmış. Sen nerelerdeydin?"

Lupe, ona gülümsedi. Gülümsediğinde her zamankinden de güzel oluyordu. "Dışarda bir sigara içiyordum," dedi. "Hava çok güzeldi. Beni görmedin mi?"

"Aslında gördüm," dedi Callahan. "Kendi küçük dünyanda düşüncelere dalmış gibiydin, seni rahatsız etmek istemedim. Deponun kapısını açabilir misin?"

Lupe kapıyı açtı. "Çok güzel bir çift ayakkabıymış. Fiyakalı. Kim böyle ayakkabıları sarhoşlara bırakır ki?"

"Belki eski sahibi onlardan bıkmıştır," dedi Callahan. Çınlamaları, o tatlı zehri duymaya başladı ve dişlerini gıcırdattı. Dünya bir anda titreşir gibi oldu. Şimdi olmaz, diye düşündü. Ah, şimdi olmasın lütfen.

Bu bir dua değildi, son günlerde pek dua etmiyordu ama galiba biri yakarışını duymuştu zira çınlamalar hafifledi. Dünyanın titreşmesi durdu. Diğer odadan yemek isteyen birinin bağırışı duyuldu. Bir başkası küfretti. Hep aynı şeylerdi. Birileri içki istiyordu. Bunda da bir fark yoktu. Sadece sesindeki açlık her zamankinden fazlaydı. Satırın plastik sapının eline verdiği hissi hatırladı. Satırın ağırlığını. Çıkardığı sesi. Ve o tat, ağzına geri döndü. Bar-low'un kanının ölü tadı. Vampir, Petrielerin mutfağında annesinin, ona verdiği haçı kırdıktan sonra ne demişti? Bir adamın imanının çöküşünü görmenin üzücü olduğunu mu?

Bu akşam alkolikler toplantısına katılacağım, diye düşündü ayakkabı-lann çevresine bir paket lastiği geçirip diğerlerinin yanına fırlatırken. Bazen toplantıların faydası oluyordu. Hiçbir zaman, "Ben Don ve bir alkoliğim," demiyordu ama bazen faydası oluyordu.

Lupe öylesine yakınında duruyordu ki arkasını dönüp onu görünce hafifçe irkildi.

"Sakin ol, oğlum," dedi Lupe gülerek. Boğazını farkında olmaksızın kaşıdı, izler hâlâ duruyordu ama sabaha kalmadan yok olacaklardı. Callahan yine de vampirlerin bir şey gördüğünü biliyordu. Ya da kokusunu alıyorlardı. Veya bir başka kahrolası işaret vardı.

"Dinle," dedi Lupe'a. "Bir iki haftalığına şehirden ayrılmayı düşünüyordum. Küçük bir kaçamak. Neden birlikte gitmiyoruz? Balığa çıkarız."

"Yapamam," dedi Lupe. "Hazirana kadar otelden izin alamam ve ayrı-ca burada eleman eksiğimiz var. Ama sen gitmek istiyorsan Rowan'la konu-§UP halledebilirim. Hiç sorun değil." Lupe, ona dikkatle baktı. "Biraz tatile wtiyacin varmış gibi görünüyor. Yorgun gibisin. Ve diken üstündesin."

"Yok canım, öylesine bir fikirdi işte," dedi Callahan. Hiçbir yere gittiği yoktu. Kalırsa Lupe'a göz kulak olabilirdi. Ve artık bir şeyi biliyordu. Onları öldürmek, duvardaki böceği ezmek kadar kolaydı. Üstelik geride pek bir şey bırakmıyorlardı. Televizyonlardaki deterjan reklamlarında dedikleri gibi-Şipşak Temizlik. Lupe iyi olacaktı. Bay Mark Cross Evrak Çantası gibi Üçüncü Tip'ler kurbanlarını öldürmüyorlar, değiştirmiyorlardı bile. En azından görebildiği kadarıyla öyleydi. Kısa dönemde bir etkileri yoktu. Ama gözü üzerinde olacaktı, hiç olmazsa bu kadarını yapabilirdi. Jerusalem's Lot için küçük bir kefaret çabası olacaktı. Ve Lupe iyi olacaktı.


11

"Ama olmadı," dedi Roland. Kesesinin dibindeki tütün kırıntılarını dikkatle sarıyordu. Kâğıt kuru, tütün ise tozlardan ibaretti.

"Öyle," dedi Callahan. "Maalesef. Roland sigara sarmak için kâğıdım yok, ama sana elinde tuttuğunun çok daha iyisini ikram edebilirim. Evde çok kaliteli tütünüm var. Ben içmem ama Rosalita bazı akşamlar piposunu tüttürür."

"Daha sonra alırım, teşekkürler derim," dedi Silahşor. "Tütünü kahve kadar özlemiyorum ama kesinlikle özlediklerim arasında ikinci sırayı alıyor. Hikâyeni bitir. Hiçbir ayrıntıyı atlama. Her şeyi duymamızın önemli olduğunu düşünüyorum ancak..."

"Biliyorum. Süremiz dar."

"Evet," dedi Roland. "Dar."

"Her neyse, arkadaşım o hastalığa yakalandı... ismi AİDS mi oldu demiştin?"

Eddie'ye bakıyordu. Eddie başını sallayarak onayladı.

"Pekâlâ," dedi Callahan. "Bu da bir isim işte ama duyduğumda ilk aklıma gelen, bir tür diyet şekeri oluyor. Her zaman çok hızlı yayılmadığı-nı biliyorsunuzdur. Ama arkadaşım için aynı şey geçerli olmadı. Tutuşan bir saman çöpü gibi hızla ilerledi. Lupe Delgado, 1976 Mayısı'nda ağır hastaydı. Beti benzi atmıştı. Sürekli ateşi vardı. Bazen bütün geceyi banyoda kusarak geçirirdi. Rowan, ona mutfağı yasaklayacaktı ama buna gerek kalmadı... Lupe mutfağı kendine yasakladı. Sonra yaralar kendini göstermeye başladı."

"Sanırım onlara Kaposi sarkomu diyorlardı," dedi Eddie. "Şekil bozukluğuna sebep olan bir cilt hastalığı."

Callahan başını salladı. "Lupe yaraların açılmasından üç hafta sonra New York General'a kaldırıldı. Haziran sonlarında bir gece Rowan Mag-ruder ile ziyaretine gittik. O zamana dek birbirimize bunu atlatacağını, sağ salim aramıza döneceğini söylüyorduk. Kahretsin, hâlâ gençti, güçlüydü. Ama o gece kapıdan girer girmez gidici olduğunu anladık. Bir oksijen çadırındaydı. Kollarına serum bağlanmıştı. Korkunç acılar çekiyordu. Ona yaklaşmamızı istemedi. Bulaşıcı olabileceğini söylüyordu. Aslında hastalık hakkında kimse bir şey bilmiyor gibiydi."

"Bu yüzden çok korkutucuydu," dedi Susannah.

"Evet. Doktorların ona dediğine göre eşcinsel ilişki veya enjektör paylaşımıyla geçen bir kan hastalığıymış. Bize tüm uyuşturucu testlerinin negatif çıktığını defalarca söyledi. 'Bin dokuz yüz yetmişten beri temizim,' deyip duruyordu. Tanrı adına yemin ederim ki bir kez bile kullanmadım.' Temiz olduğunu bildiğimizi söyledik. Yatağının iki yanına oturup ellerini tuttuk."

Callahan yutkundu. Boğazından hafif bir ses yükseldi.

"Ellerimiz... oradan ayrılmadan önce bize ellerimizi yıkattı. Önlem olsun diyeymiş. Ve bize ziyaretine gittiğimiz için teşekkür etti. Rowan'a Home'un başına gelen en iyi şey olduğunu söyledi. Orasının onun için gerçek bir yuva olduğunu söyledi.

"O gece New York General'dan ayrılırken içkiye hayatım boyunca olmadığı kadar yoğun bir ihtiyaç hissettim. Ama Rowan'i yanımdan ayırmadım ve bütün barların önünden yürüyerek geçtik. O geceyi ayık geçirdim ama içmemin artık an meselesi olduğunu biliyordum. Sizi sarhoş eden ilk içkidir, alkolikler toplantılarında böyle denir ve ben de o ilk içkiye çok yaklaşmıştım. Bir yerlerde bir barmen beni bekliyordu.

"Lupe iki gece sonra öldü.

"Cenazede yaklaşık üç yüz kişi vardı, neredeyse hepsi Home'dan tanığı insanlardı. Pek çok kişi gözyaşı döktü ve düz bir çizgi üzerinde muhtemelen yürüyemeyecek insanlar onun hakkında harika sözler etti-ler. Rowan Magruder tören sona erdiğinde beni kolumdan yakaladı ve 'Kim olduğunu bilmiyorum, Don,' dedi. 'Ama ne olduğunu biliyorum; çok iyi bir adamsın ve çok uzun zamandır ağzına içki koymamış bir... son içkinden beri ne kadar zaman geçti?'

'"Geçen ekimden beri,' dedim.

'"Şimdi bir tane daha içmek istiyorsun,' dedi. 'Yüzünden belli oluyor. Eğer içkinin Lupe'u geri getireceğine inanıyorsan iç, ben izin veriyorum. Hatta beraber gidip Blarney Stone'da cüzdanımdaki tüm parayı içkiye yatıralım. Tamam mı?'

"'Tamam,' dedim.

'"Bugün içersen Lupe'un anısına en büyük saygısızlığı yapmış olursun. Cesedinin suratına işemekten farkı olmaz.'

"Haklıydı, biliyordum. Günün geri kalanını New York'taki ikinci günüm gibi geçirdim; aylak aylak dolaştım, ağzımdaki tatla mücadele ettim, içki içmemek için direndim. Broadway'de, Onuncu Cadde'de, Park'ta ve Otuzuncu Sokak'ta olduğumu hatırlıyorum. O sırada karanlık çökmüş, her iki yöne doğru ilerleyen arabalar farlarını yakmıştı. Gökyüzünün batısı ve caddeler, bu muhteşem turuncuyla karışık pembenin tonlarına bürünmüştü.

"Kendimi çok huzurlu hissettim ve ^Kazanacağım,' diye düşündüm. En azından bu gecelik kazanacağım. Ve tam o sırada çınlamalar başladı. O zamana dek yaşadığım en şiddetli çınlamaydı. Başımın yere düşen bir karpuz gibi patlayacağını sandım. Park Caddesi, gözlerimin önünde titreşmeye başladı ve bu aslında gerçek değil, diye düşündüm. Park Caddesi de gerçek değil. Hiçbir şey gerçek değil. Bu sadece dev bir tuvalden ibaret. New York, o tuval üzerine çizilmiş minik bir bölüm. Peki tuvalin ardında m var? Hiç. Hiçbir şey. Sadece karanlık.

"Sonra her şey yine sabitleşmeye başladı. Çınlamalar azaldı, azaldı ve sonunda tamamen kesildi. Çok yavaş adımlarla yürümeye başladım-İncecik bir buz tabakası üzerinde yürüyen bir adam gibi. Sert bir adım atıp içinde bulunduğum dünyanın kabuğunu kırarak altındaki karanlığa düşmekten korkuyordum. Bunun kulağa çok saçma geldiğini biliyorum -kahretsin, o zaman da biliyordum- ama bazen bilmenin bir faydası olmuyor. Değil mi?"

"Hayır," dedi Eddie, Henry'yle burunlarına eroin çektikleri günleri hatırlayarak.

"Hayır," dedi Susannah.

"Hayır," dedi Roland da Jericho Tepesi'ni düşünerek. Ve düşen boruyu.

"Bir blok yürüdüm. Sonra iki... ve üç. Bir şey olmayacağına inanmaya başlamıştım. Yani burnuma kötü bir koku gelebilir ve Üçüncü Tip birkaç vampir görebilirdim ama bunlarla başa çıkabilirdim. Kaldı ki Üçüncü Tip'ler beni fark edemiyordu. Onlara bakmak, polis merkezindeki aynalı sorgu odasında duran bir şüpheliye bakmak gibiydi. Ama o gece çok daha beter bir şey gördüm. Birkaç vampirden çok daha kötüsünü."

"Ölü birini gördün," dedi Susannah.

Callahan saklayamadığı bir hayretle ona döndü. "Nasıl... nereden..."

"Biliyorum çünkü ben de New York'ta geçiş yapmıştım," dedi Susannah. "Hepimiz yaptık. Roland, o insanların ya öldüklerinin farkında olmadıklarını veya öldüklerini inkâr ettiklerini söylemişti. Onlar... ne diyordun onlara Roland?"

"Başıboş ölüler," dedi Silahşor. "Sayıları fazla değil."

"Yeterli sayıdaydılar," dedi Callahan. "Ve orada olduğumu biliyorlardı. Park Caddesi'nde vücutları parçalanmış insanlar... bir adamın tek gözü, bir kadınınsa sağ kolu ve bacağı yoktu. Tüm vücudu yanmıştı. Her ikisi de bana bakıyordu. Sanki onları düzeltebilirmişim falan gibi.

"Oradan kaçtım. Çok uzun bir mesafe koşmuş olmalıyım, çünkü aklım biraz olsun başıma geldiğinde, İkinci Cadde ve On Dokuzuncu So-kak'ın köşesinde, kaldırımın kenarında oturuyordum. Başım öne eğikti ve göğsüm körük gibi inip kalkıyordu.

"Yaşh bir adam yanıma geldi ve iyi olup olmadığımı sordu. O sırada nefesim yeterince düzene girmişti, adama iyi olduğumu söyledim. Orada °ylece durmamamı, birkaç blok ötede, bulunduğumuz yere doğru ilerleyen bir polis arabası olduğunu ve beni o halde görürlerse şüphelenecek-enni söyledi. İhtiyarın gözlerinin içine baktım ve, 'Vampirler gördüm,' dedim. 'Hatta birini öldürdüm. Ve yürüyen ölüleri gördüm. Birkaç poljs beni korkutur mu sence?'

"Korkuyla geriledi ve ondan uzak durmamı istedi. İyi birine benzi-yormuşum, bana bir iyilik yapmak istemiş ama karşılığında aldığı bu olmuş. 'New York'ta yapılan iyilikler cezasız kalmaz,' dedi ve huysuz bir çocuk gibi uzaklaştı.

"Gülmeye başladım. Kaldırımdan kalkıp üstüme başıma şöyle bir baktım. Gömleğimin etekleri pantolonumdan çıkmıştı. Pantolonum lekelenmişti. Bir şey sıçramış olmalıydı ama nerelerden geçtiğimi bile hatırlamıyordum. Etrafıma bakındım ve tüm azizler ve günahkârlar adına, Americano Bar'ı gördüm. Daha sonra New York'ta birkaç tane olduklarını öğrendim ama o an, bir tanesinin benim için '40'lardan çıkıp geldiğini sanmıştım. İçeri girdim, barın ucundaki tabureye oturdum. Barmen yanıma gelince ona, 'Benim için bir şey saklıyordun,' dedim.

'"Öyle mi, dostum?' dedi.

"'Evet,' dedim.

'"Eh, ne olduğunu söylersen getiririm,' dedi.

'"Bushmills. Ve geçen ekimden beri sakladığına göre faizini de ekleyip duble yapabilirsin.'"

Eddie yüzünü buruşturdu. "Kötü bir fikirmiş, ahbap."

"Oysa o an bana ölümlü bir insanın ürettiği en iyi fikirmiş gibi geliyordu. Lupe'u unutacak, ölü insanlar görmeyecek hatta belki vampirleri bile görmeyecektim... yani sivrisinekleri.

"Saat sekiz olduğunda sarhoştum. Dokuzda epey sarhoştum. Onda ise küfelik olmuştum. Barmenin beni dışarı attığını hatırlar gibiyim. Ertesi sabah da bir parkta, gazetelerin altında uyanmıştım galiba."

"Yine başa döndük," diye mırıldandı Susannah.

"Aynen öyle hanımefendi, doğru söylersin, teşekkürler derim. Doğrulup oturdum. Başım ikiye ayrılıverecekmiş gibi hissediyordum. Dizlerimin arasına indirdim, hiçbir şey olmayınca tekrar kaldırdım. Yirmi metre kadar ötemdeki bankta, sincaplara kucağındaki kesekâğıdından fındık dağıtan yaşlı bir kadın oturuyordu. Ama mavi ışık yanaklarında ve kaşlarında oynaşıyor, kadın nefes aldıkça içeri girip dışarı çıkıyordu. Onlardan biriydi- Bir sivrisinek. Yürüyen ölüler gitmişti ama Üçüncü Tip'leri hâlâ görebiliyordum.

"Sarhoş olmak, buna doğal bir tepki gibi görünüyordu ama ufak bir sorunum vardı: meteliksizdim. Biri ben gazetelerin altında sızdıktan sonra cüzdanımı yürütmüş olmalıydı." Callahan gülümsedi. Nahoş bir gülümsemeydi.

"O gün Manpower'i buldum. Ertesi gün ve ondan sonraki gün de buldum. Sonra sarhoş oldum. O yaz, hep böyle devam etti. Üç gün boyunca ayık dolaşıyor, genellikle bir şantiyede el arabasını itiyor veya bir kamyona yük taşıyordum. Bir akşam kör kütük sarhoş oluyor, ertesi günü ayılmaya çalışarak geçiriyordum. Sonra baştan başlıyordum. Pazar günleri izin yapıyordum. O yazı New York'ta bu şekilde geçirdim. Ve gittiğim her yerde o Elton John şarkısını duyuyormuşum gibi geliyordu; 'Someone Saved My Life Tonight.' Şarkının popüler olduğu sene o yaz mıydı bilmiyorum. Tek bildiğim, her yerde onu duyduğum. Bir seferinde art arda beş gün boyunca Covay Nakliyat'da çalışmıştım. O temmuz, ayık kalma rekorum bu beş gündür. Personelden sorumlu adam beşinci gün gelip sürekli bir iş isteyip istemediğimi sordu.

"'Yapamam,' dedim ona. 'Günlük işçi şirketleri kontratlarında işçilerin devamlı bir işe girmesini yasaklıyor.'

'"Boş ver kontratı,' dedi adam. 'Kimse o saçmalığa aldırmıyor. Ne diyorsun, Donnie? İyi bir adamsın. Kamyona eşya yüklemekten fazlasını yapabilecek birine benziyorsun. Bu akşam bunu bir düşün, olur mu?'

"Düşündüm ve o yaz hep olduğu gibi düşünmek beni içmeye sevk etti. Alkoliklerde hep olduğu gibi. Empire State Binası'nın karşısında küçük bir barda, müzik kutusundan Elton John dinleyerek içtim yine. 'Neredeyse pençelerinin arasına düşüyordum, değil mi canım?' İşe geri döndüğümde adımı bir başka kahrolası şirkete kaydettirdim."

"İçtin, sürüklendin, çalıştın," dedi Roland. "Ama o yaz yaptığın başka b'r iş daha vardı, değil mi?"

"Evet. Ama o işe koyulmam biraz zaman aldı. Birkaç tane görmüştüm (parkta sincapları besleyen yaşlı kadın yalnızca ilkiydi) ama hiçbir §ev yapmıyorlardı. Yani ne olduklarını biliyordum, ama yine de onları soğukkanlılıkla öldürmek zordu. Sonra bir gece Battery Park'ta bir başkası, nı beslenirken gördüm. O zamanlar sürekli cebimde taşıdığım bir çakım vardı. O beslenirken arkasından yaklaştım ve çakıyı dört kez sapladım Bir böbreklere, bir kaburgaların arasına, bir sırtın üst kısmına ve son ola-rak boğazına. Sonuncu darbeyi var gücümle indirmiştim. Bıçağın ucu adamın boynunun diğer tarafından çıktı. Adem elması, şişe takılmış bir parça et gibi ucunda sallanıyordu. Bir çeşit yırtılma sesi oldu."

Callahan sıradan bir şey anlatıyormuş gibi konuşuyordu, ama yüzü solmuştu.

"Home'un arka sokağında olanlar tekrarlandı. Herif aniden giysilerinin içinde kayboldu. Böyle olmasını bekliyordum ama görmeden emin olamazdım elbette."

"Bir seferi emin olmaya yetmez," dedi Susannah.

Callahan başını salladı. "Kurbanı Porto Riko'lu gibi görünen on beş yaşlarında bir çocuktu. Ayaklarının arasında bir teyp vardı. Ne çaldığını hatırlamıyorum, o yüzden muhtemelen 'Someone Saved My Life Tonight' değildi. Beş dakika geçti. Tam burnunun dibinde parmaklarımı şık-latacak veya yanaklarına hafifçe vuracaktım ki gözlerini kırpıştırdı, sendeledi ve başını iki yana sallayarak kendine geldi. Beni karşısında görünce ilk hareketi, teybini kapmak oldu. Bir bebek tutuyormuşçasına bağrına bastı. Sonra, 'Ne istiyorsun, ahbap?' diye sordu. Ona hiçbir şey istemediğimi, kötü bir niyetim olmadığını, sadece ayaklarının dibinde duran giysilerin ne anlama geldiğini merak ettiğimi söyledim. Çocuk yerdeki giysilere baktıktan sonra diz çöküp cepleri karıştırmaya başladı. Onu meşgul edecek kadarını (hatta daha da fazlasını) bulacağını düşünerek oradan uzaklaştım. Bu ikincisi olmuştu. Üçüncü daha kolaydı. Dördüncü, ondan da kolay oldu. Ağustos sonuna kadar yarım düzinesini öldürmüştüm. Altıncısı, Marine Midland Bank'te gördüğüm kadındı. Dünya ne küçük, değil mi?

"Sık sık Birinci Cadde ve Kırk Yedinci Sokak'ın köşesine gider, Home'un karşısında dururdum. Bazen akşamüstleri sarhoşların ve evsizlerin akşam yemeği için Home'a gelişini izlerdim. Rowan ara sıra çıkar, onlarla konuşurdu. Sigara içmezdi ama cebinde daima birkaç paket taşır, onla-dağıtırdı. Ondan saklanmak için özel bir çaba göstermedim ama beni "rdüğüne ^air hiçbir işaret alamadım."

"Muhtemelen o zamana kadar biraz değişmiştin," dedi Eddie.

Callahan başını salladı. "Saçlarım omuzlarıma kadar iniyordu ve griler çoğalmıştı. Sakalım da vardı. Ve elbette üstüme başıma hiç dikkat etmiyordum. Giysilerimin yarısı, öldürdüğüm vampirlere aitti. Bir tanesi, motosikletli kuryeydi ve çok iyi bir çift çizmesi vardı. Öldürdüğüm ilk vampiri" kaliteli mokasenleri gibi değildi, ama yepyeniydi ve ayağıma olmuştu. Öyle şeyler çok dayanıklı oluyor. Hâlâ duruyorlar." Eve doğru basını salladı. "Ama beni tanımamasının sebeplerinin bunlar olduğunu sanmıyorum. Rowan Magruder işi gereği sürekli alkolikler, uyuşturucu bağımlıları ve evsizlerle, bir ayakları gerçek dünyada, diğeri Alacakaranlık Kuşağı'nda olan insanlarla uğraşırdı ve genellikle kötüye doğru olan böyle büyük değişikliklere alışıktı. Yeni morlukların ve kir katmanlarının al-tmdakinin kim olduğunu hemen anlardı. Sanırım beni tanımamasının sebebi, senin şu başıboş ölüler dediklerin gibi bir varlık olmamdan kaynaklanıyordu, Roland. Dünyanın göremediği varlıklardan. Ama sanırım o insanlar {ölüler) bir şekilde New York'a bağlıydı..."

"Asla uzaklaşmazlar," dedi Roland. Sigarasını sonunda sarmıştı; kuru kâğıt ve tütün kırıntıları iki nefeste yok oldu. "Hayaletler hep aynı eve musallat olur."

"Gerçekten de öyle, zavallı şeyler. Oradan ayrılmak istiyordum. Güneş her gün biraz daha erken batıyor ve yolların, o gizli otoyolların çağrısı giderek şiddetleniyordu. Bir kısmı, daha önce ima ettiğim gibi efsanevi coğrafi tedavi olabilirdi. Yeni bir yerde her şeyin daha iyi olacağına, kendini yok etme sürecinin sonunda sihirli bir değnek değmişçesine duracağına dair o temelsiz ama kuvvetli inanç. Bir kısmı da yeni bir yerde, daha büyük bir yerde vampir veya yürüyen ölülerin olmayacağına dair beslediğim umuttu. Ama çoğunlukla başka şeylerdi. Şey... daha doğrusu tek bir büyük sebebi vardı." Callahan gülümsedi, ama buna gülümseme demeye bin şahit isterdi. Sadece dudakları gerilmiş ve dişetleri ortaya çıkmıştı. "Biri bana musallat oldu."


Yüklə 2,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   54




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin