Stephen King Kara Kule Cilt5 Calla'nın Kurtları



Yüklə 2,69 Mb.
səhifə23/54
tarix30.05.2018
ölçüsü2,69 Mb.
#52130
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   54

Batı Virginia'dan geçen 19. Karayolu vardı. Hayvanları besleyip koşum hayvanlarının bakımını yapacak bir adam arayan küçük gezici bir karnavala rastlamıştı. Sahibinin yağlı saçlı, Greg Chumm adında biri olduğu gezici karnaval, kıştan kaçarak güneye doğru ilerliyordu. Onları ilk görüşü de o zamanlar oldu. Vampirleri değil. Yürüyen ölüleri de değil. Melon şapkaları veya uzun gölgelikli beysbol şapkaları altında gizlenmiş solgun, dikkatli yüzle-riyle o uzun boylu adamlardı gördüğü. Şapkalarının gölgesinde kalan gözleri geceleri çöpleri karıştırırken el fenerinin ışığına yakalanmış bir sansarın gözleri gibi kıpkırmızı parlıyordu. Onlar Callahan'ı görüyor muydu? Vampirler (en azından Üçüncü Tipler) görmüyordu. Ölüler görüyordu. Ya elleri uzun sarı paltolarının içinde gezen ve yüzlerini şapkalarıyla gizleyen bu gizemli yabancılar onu görüyor muydu? Callahan bundan emin olamadı ve işi şansa bırakmamaya karar verdi. Üç gün sonra, Mississippi'deki Yazoo Ken-ti'nde Chumm'un GeziciKamavalı'ndan son ücretini almaya tenezzül etmeden ayrıldı. Kasabadan çıkarken, telefon direklerine asılmış kayıp hayvan ilanlarına rastladı.

KAYIP! 2 YAŞINDA SİYAM KEDİSİ

RUTA İSMİNE CEVAP VERİR

GÜRÜLTÜCÜ AMA ÇOK OYUNBAZDIR

BULANA ÖDÜL VERİLECEKTİR

764'Ü ARAYIN, SİNYAL SESİNİ BEKLEYİN,

NUMARANIZI BIRAKIN TANRI YARDIMINIZ İÇİN SİZİ KUTSASIN

Ruta kimdi? Callahan bilmiyordu. Tek bildiği GÜRÜLTÜCÜ ve OYUNBAZ olduğuydu. Sığ adamlar, onu yakaladığında yine gürültücü olabilecek mydi? Oyunlar yapabilecek miydi?

Callahan bundan şüpheliydi.

Ama o an için kendi sorunları vardı ve tek yapabileceği artık inan, inanmadığını bilmediği Tanrı'ya, paltolu adamların kadını yakalamam^ için dua etmekti.

O gün daha sonra, Issaquena Kasabası'nda, 3. Karayolu'nda, cıraU ayından ve yaklaşan Noel'den bihaber sıcak bir havada otostop yaparken çınlamalar başladı. Kulak zarları patlayacakmış, beyninde kanamalar yara. tacakmış hissi veren çınlamalar bir anda kafasının içini doldurdu. Hafifler, lerken, fark ettiği korkunç gerçek kanını dondurdu: geliyorlardı. Kırmızı göz. lü, şapkalı, sarı paltolu adamlar geliyordu.

Callahan hemen yolun kenarından ayrıldı ve hendeğin üzerinden Su-perman gibi tek bir sıçrayışla uçtu. Diğer tarafta, zehirli sumağa benzeyen bit bitkiyle sarılmış eski bir çit vardı. Zehirli olup olmaması umurunda değildi Çitin üzerinden atlayarak otların arasına dalarak olabildiğince gizlendi ve yaprakların arasında bir boşluktan yolu gözlemeye başladı.

Bir iki dakika boyunca hiçbir şey olmadı. Sonra Yazoo Kenti yönünden gelen kırmızı beyaz bir Cadillac, 3. Karayolu üzerinde belirdi. Araba en az yüz kilometre hızla ilerliyordu ve yaprakların arasındaki delik ufaktı, ama Callahan yine de doğaüstü bir açıklıkla içindekileri gördü: içinde üç adam vardı, ikisinin üzerinde sarı palto vardı. Üçü de sigara içiyordu.


Beni görecekler, duyacaklar, hissedecekler, diye haykırıyordu Calla-han'ın beyni. Bu panik dolu düşünceleri zihninden zorla uzaklaştırdı. Kendini o Elton John şarkısına odaklanmaya zorladı... "Biri bu gece, biri bu gece, biri bu gece hayatımı kurtardın...' ve görünüşe bakılırsa işe de yaradı. Nefesini kesen dehşet dolu bir an, Caddy 'nin yavaşladığını sandı ve zihninde korkunç hayaller belirdi; onu bu dikenlerle dolu, unutulmuş tarlada kovalayıp yakalayacaklar, sonra terk edilmiş bir ambara veya barakaya sürükleyeceklerdi. Neyse ki Cadillac, tepeyi aşarak gözden kayboldu. Belki Natchez1 e gidiyordu. Ya da Copiah'a. Callahan on dakika daha bekledi. "Sana bir oyun oynamadıklarından emin olmalısın, dostum," derdi Lupe orada olsaydı Ama Callahan beklerken bile bunu formalite icabı yaptığını biliyordu. Oyun falan oynamıyorlardı. Onu fark ermemişlerdi işte. Nasıl? Neden?

Cevap, zihninde yavaşça belirdi; bir olasılıktı en azından ve ona kesinlikle doğruymuş gibi geliyordu. Onu fark etmemişlerdi çünkü sumaklar1rasında saklanıp 3. Karayolu'nu gözlediği sırada Amerika'nın bir başka piyonuna geçmişti. Belki fark, sadece ufak ayrıntılardaydı (diyelim ki beşliklerin üzerinde bir tarafta Lincoln, diğerinde Washington vardı) ama bu ısdarı yeterliydi. Ucu ucuna yetmişti. Ve bu da iyiydi zira bu herifler yürüyen ölüler gibi beyinsiz değildi. Üçüncü Tip'lerin aksine onu görebiliyorlardı da. Bu herifler, her kimlerse, içlerinde en tehlikelileriydi.

Callahan sonunda yola geri döndü. Hasır şapkalı, tulum giymiş zenci hır adam, eski Ford'uyla yanında durdu. Otuzlu yıllarda çekilmiş filmlerdeki zenci çiftçilere o kadar çok benziyordu ki Callahan bir an adamın gülüp dizine şaplak atarak, "Tamam patron!" diye bağıracağını sandı. Zenci adam bunun yerine Ulusal Halk Radyosu'nda duyduğu bir konudan yola çıkarak politik bir tartışma başlattı. Callahan ondan Shady Grove'da ayrılırken zenci adam ona beş dolar ve bir beysbol şapkası verdi.

"Param var," dedi Callahan geri vermeye çalışarak.

"Bir kaçağın daima paraya ihtiyacı olur," dedi adam. "Ve sakın bana kaçmadığını söyleme. Zekâma hakaret etmiş olursun."

"Teşekkür ederim," dedi Callahan.

"De nada," dedi zenci adam. "Nereye gidiyorsun?"

"Hiçbir fikrim yok," dedi Callahan gülümseyerek.


5

Florida'da portakal topladı. New Orleans'da yerleri süpürdü. Lufkin, Teksas'ta ahırları temizledi. Phoenix, Arizona'da köşe başlarında insanlara bir emlakçının el ilanlarını dağıttı. Nakit ücret veren işlerde çalıştı. Banknot-lann üzerlerindeki yüzlerin sürekli değiştiğini gördü. Gazetedeki isimler de farklı farklıydı. Başkan, Jimmy Carter'dı. Ama aynı zamanda Ernest "Fritz' Pollings ve Ronald Reagan da Başkan 'di. Gerald Ford Başkanlık için tekrar adaylığım koymuş ve kazanmıştı. Gazetelerdeki isimlerin (ünlülerin ismi çok sık değişiyordu, bazı isimleri ise hiç duymamıştı) önemi yoktu. Paraların üzerindeki yüzlerin de. Önemli olan, pespembe günbatımı, Utah'ta boş bir yolda yankılanan topuk sesleri, New Mexico çölündeki rüzgârın uğultusu, rossil, Oregon'da hurda bir Chevrolet Caprice'in yanında ip atlayan kız cocuğuydu. Önemli olan, Elko'nun batısındaki 50. Otoyolla birlikte ilerleyen enerji hatlarının vızıltısı ve Rainbarrel Springs'in hemen dışında bir hendekte yatan ölü kargaydı. Callahan bazen ayık, bazen sarhoştu. Bir keresinde terk edilmiş bir barakada (California eyalet sınırının hemen üzerindeydi) dön gün boyunca içti. Ardından yedi saat boyunca aralıklarla kustu. İlk bir saat boyunca öylesine şiddetli ve kesintisizdi ki öleceğini sandı. Daha sonra «e ölmüş olmayı diledi. Sona erdiğinde kendi kendine artık dersini aldığını, bir daha içmeyeceğini söyledi, ama bir hafta sonra yine sarhoştu ve bulaşıkçı olarak işe alındığı restoranın arkasında, gökyüzündeki garip yıldızlara bakıyordu. Kapana kısılmış bir hayvan gibiydi ama buna aldırmıyordu. Bazen vampirler görüyor, bazen onlan öldürüyordu. Çoğunlukla yaşamalarına izin veriyordu çünkü dikkat çekmek istemiyordu. Sığ adamların dikkatini. Ara sıra kendine ne yaptığını, hangi cehenneme gittiğini soruyor ve bu sorular onu yeni bir içki şişesine yöneltiyordu. Çünkü aslında gittiği bir yer yoktu. Sadece gizli otoyollarda ilerliyor ve kısıldığı kapanı peşinde sürüklüyordu. Tek yaptığı, yolların çağrısını dinlemek ve birinden diğerine geçmekti. Kapana kısılmış olsa da bazen kendini mutlu hissettiği anlar oluyordu. Şarkı söylüyor, bir sonraki pembe günbatımını görmek istiyordu. Yok olmuş bir çiftçinin uzun süre önce terk edilmiş kuzey tarlasındaki yıkılmaya yüz tutmuş siloyu, kasasında TONOPAH İNŞAATveya ASPLUNDH AĞİR SANAYİ VE İNŞAAT yazan kamyonu görmek istiyordu. Amerika'nın bölünmüş kişilikleri içinde kaybolmuştu. Kanyonlardaki rüzgârı duymak ve tek duyanın kendisi olduğunu bilmek istiyordu. Haykırmak ve yankıların kaçışını duymak istiyordu. Bar-low'un kanının tadı şiddetlenince içiyordu. Ve elbette, kayıp hayvan ilanlarını veya kaldınmlardaki yazıları görünce hemen orayı terk ediyordu. Batıda giderek daha az ilan görmeye başladı. Üzerlerinde kendi ismi veya tanımı da yoktu. Bazen ava çıkmış vampirler görüyordu ama bir şey yapmıyordu. Ne de olsa sivrisinekten başka bir şey değillerdi.

1981 baharında, muhtemelen California yollarındaki en eski Internal onal-Harvester kamyonetin arkasında Sacramento'ya geldi. Kamyonetin kasasında yaklaşık üç düzine Meksikalı yasadışı göçmenle birlikteydi. Ot, şa~ rap ve şişelerce tekila içmişlerdi ve hepsi kafayı bulmuştu. Callahan içlerindi en sarhoşuydu. Yol arkadaşlarının isimlerini sonraki yıllarda, yüksek ateşte sayıklanan sözcükler gibi hatırladı: Escobar... Estrada... Javier... Esteban...

Rnsario-Echeverria... Caverra. Bunlar daha sonra Calla'da karşısına çıkacak isimler miydi yoksa bu sadece içkinin yol açtığı bir sanrı mıydı ? Peki ya son durağının ismine benzeyen kendi ismine ne demeliydi? Calla, Callahan.

Calla- Callahan. Bazı geceler, uyku tutmadığında bu iki isim, Little Black

Şamadaki kaplanlar gibi beyninde birbirini kovalardı.

Bazen aklına bir şiirden bir mısra gelirdi. Archibald MacLeish'in 'Dünyada Bırakılmaya Mektup'undan (olduğunu sandığı) bir bölüm. Tanrı'nın sesi değil, sadece gök gürültüsüydü. Bu doğru değildi ama o böyle hatırlıyordu. Tanrı değil, gök gürültüsü. Yoksa bu sadece onun inanmak istediği şey miydi? Tanrı kaç kez bu şekilde inkâr edilmişti?

Her neyse, tüm bunlar daha sonra gelecekti. Sacramento'ya vardığında sarhoştu ve mutluydu. Kafasında sorular yoktu. Akşamdan kalma olduğu ertesi gün de mutlu sayılırdı. Kolayca iş buldu; işler, fırtına sırasında dalla-nndan kopup yerlere saçılmış elmalar gibiydi, kolayca bulunuyordu. Ama elbette ellerinin kirlenmesine, sıcak suda haşlanmasına veya bir baltanın ya da küreğin sapı yüzünden su toplamasına aldırmayanlar için geçerliydi bu. Yollarda geçirdiği yıllar boyunca kimse ona borsa simsarlığı işi önermemişti.

Sacramento'da bulduğu iş, bir blok uzunluğunda, yatak ve döşek satan, Sleepy John adında bir mağazaya gelen kamyonları boşaltmaktı. Sleepy John, yıllık Yatak Kampanyası'na hazırlanıyordu. Callahan ve onunla birlikte çalışan beş adam, bütün sabah boyunca içeri çeşitli büyüklüklerdekiyatakları taşıdı. Önceki yıllarda yaptığı bazı işlerle karşılaştırıldığında bu iş çocuk oyuncağıydı.

Öğle tatilinde Callahan ve diğerleri yükleme alanında bir gölgeye oturdu. Görebildiği kadarıyla aralarında International-Harvester'daki adamlardan hiçbiri yoktu, ama yüzde yüz emin olamıyordu; yolculuk sırasında fena halde sarhoştu. Tek bildiği, yine aralarındaki açık tenli tek adam olduğuydu. Hepsi de yolun aşağısındaki Crazy Mary'den enchilada almış, yiyordu. Ka-salann üzerine yerleştirilmiş eski teypten salsa melodileri yayılıyordu. İki adam dans ediyor, diğerleri (Callahan dahil) öğle yemeklerini bir kenara bırakmış, alkışlıyorlardı.

Bluz ve etek giymiş bir kadın dışarı çıktı, dans edenleri onaylamaz ba-kışlarla izledikten sonra Callahan'a döndü. "Beyazsın, değil mi?"

"Öyleyim," dedi Callahan.

"O halde bu hoşuna gidebilir. Diğerlerinin gitmeyeceği kesin." Calla. han'a bir gazete uzattı (Sacramento Bee) ve dans eden Meksikalılara baktı "Asalaklar," dedi. Ses tonu, 'Ama ne yaparsın,' der gibiydi.

Callahan bir an ayağa kalkıp kadının dans-edemeyen-beyaz-kıçını tekmelemeyi düşündü ama öğle vaktiydi. Kovulacak olursa bu saatten sonra başka bir iş bulamazdı. Saldırı suçuyla kendini kodeste bulmayabilirdi ama parasını alamayacağı muhakkaktı. Kadının arkasından orta parmak işareti yapmakla yetindi ve adamların alkışlaması üzerine güldü. Genç kadın topukları üzerinde döndü, onlara şüpheli bir bakış fırlattı ve içeri girdi. Hâlâ sırıtmakta olan Callahan gazeteyi açtı. Sırıtması, ULUSAL HABERLER sayfasına gelene de yüzünde kaldı ve sonra aniden silindi. Vermont'ta bir trenin raydan çıkması haberiyle Missouri'de banka soygunu haberinin arasında şu haber vardı:

ÖDÜL SAHİBİ "SOKAK MELEĞİ"NİN DURUMU KRİTİK

NEW YORK (AP) Amerika'nın evsizler, alkolikler ve uyuşturucu bağımlıları için kurulmuş en başarılı ve bilinen sığınma evinin sahibi ve genel müdürü olan; Hitler Kardeşler olarak bilinen grubun saldırısına uğrayan Rowan Magruder'ın durumu ciddiyetini koruyor. Hitler Kardeşler, sekiz yıldır New York'un beş bölgesinde faaliyet gösteriyor. Polise göre üç düzineden fazla saldırının ve iki adamın ölümünün faili bu grup. Magruder, grubun diğer kurbanlarının aksine ne zenci, ne de Yahudi, ama 1968'de kurduğu sığınak Home'un yakınında bir kapı eşiğinde, alnına Hitler Kardeşler'in imzası olan gamalı haç kazınmış halde bulundu. Magruder ayrıca birçok bıçak darbesine maruz kalmış.

1977'de Rahibe Teresa'nın Home'u ziyareti, yemek dağıtımına yardım etmesi ve sığınma evine gelen insanlarla birlikte dua etmesiyle ülke çapında tanınmıştı. Batı Yakası'nın "Sokak Meleği" olarak jagruder, 1980'de Vali Ed Koch tarafından Manhattan'da Yılın Adamı seçilmesinin ardından Newsweek'e. kapak olmuştu.

Magruder'a müdahale eden doktor, hayatta kalma şansını, en fazla onda üç olarak değerlendirdi. Magruder'a saldıranlar, alnına işaretlerini bırakmakla kalmamışlar, aynı zamanda gözlerini de kör etmişler. "Merhametli bir insan olduğumu düşünürüm," dedi doktor. "Ama bence, bunu yapanların kafaları kesilmeli."

Callahan, bunun'kendi' Rowan Magnıder'ı mı yoksa bir başkası mı olduğunu merak ederek yazıyı okudu. Belki bu Magruder, başka bir Amerika'da, başka bir insandı. Ama her nasılsa kendi Magnıder'ı olduğunu ve bu haberi bir şekilde gönnesi gerektiğini biliyordu. Artık 'gerçek dünya' dediği yerde olduğu muhakkaktı ve bunu bilmesinin tek sebebi, cüzdanındaki kâğıt parçası değildi. Bu bir his, bir tür tondu. Bir gerçek. Eğer öyleyse (ki öyle olduğunu biliyordu) gizli otoyollarda yolculuk ederken ne çok şey kaçırmıştı. Rahibe Teresa ziyarete gelmişti! Çorba dağıtmaya yardım etmişti! Hatta Cal-lahan'ın Kurbağa Yahnisi'nden dağıtmış bile olabilirdi! Neden olmasın, tarifini ocağın üzerine yapıştırmıştı. Ve ödül! Newsweek'e kapak! Bunu görmediğine üzülmüştü, ama insan gezici bir karnavalla yolculuk edip yük taşırken veya Enid, Oklahoma'daki rodeo alanının arkasındaki ahırlardan boğa pis ligi temizlerken dergileri düzenli bir şekilde takip edemiyordu.

O kadar utanıyordu ki utandığını bilmiyordu. Juan Castillo, "Neden ağlıyorsun, Donnie?" diye sorduğunda bile fark etmedi.

"Ağlıyor muyum?" diye sordu ve gözlerini sildi. Evet, ağlıyordu. Ama o zaman, utançtan ağladığının farkında değildi. Yaşadığı şoktan kaynaklandığını sanıyordu ve belki sebebin küçük bir parçası gerçekten de şoktu. "Evet, galiba öyle."

"Nereyegidiyorsun?" diye sordu Juan. "Öğle tatili bitmek üzere, ahbap."

"Gitmemgerek," dedi Callahan. "Doğuya dönmeliyim."

"Gidersenparanı alamazsın."

"Biliyorum," dedi Callahan. "Sorun değil."

Ne büyük bir yalandı. Çünkü her şey sorundu.

Her şey.
6

"Sırt çantamın içine dikilmiş birkaç yüz dolarım vardı," dedi Calıa. han. Kilisenin parlak güneşle yıkanan basamaklarında oturuyorlar^ "New York'a bir uçak bileti aldım. Hız çok önemliydi elbette ama tek se. bep bu değildi. Gizli otoyollardan uzaklaşmalıydım." Eddie'ye doğru ba. şını salladı. "Geçiş turnikeleri. İçki kadar bağımlılık yaratıyorlar..."

"Daha da fazla," dedi Roland. Onlara doğru yaklaşan üç kişi görü-yordu: Rosalita ve Tavery ikizleri; Frank ve Francine. Kızın elinde büyükçe bir kâğıt parçası vardı. Kâğıdı önünde öyle saygılı bir ifadeyle taşı-yordu ki neredeyse komik görünüyordu. "Başıboş dolaşmak en güçlü uyuşturucudur. Her gizli yol, bir düzine başka yola çıkar."

"Doğru söylersin, teşekkürler derim," dedi Callahan. Üzgün ve dalgın görünüyordu. Ve kaybolmuş gibi, diye düşündü Roland.

"Peder, hikâyenin geri kalanını dinlemeyi isteriz ama sanırım akşama dek beklemesi gerekecek. O vakte kadar dönemezsek yarın akşama da kalabilir. Genç dostumuz Jake birazdan burada olacak..."

"Bunu hissediyorsunuz, değil mi?" diye sordu Callahan. İlgilenmişti ama bakışlarında inanmazlık yoktu.

"Evet," dedi Susannah.

"O gelmeden önce içerde sakladığın şeyi görmek isterim," dedi Roland. "Eline nasıl geçtiği senin hikâyenin bir parçası. Bence..."

"Evet," dedi Callahan. "Öyle. Sanırım hikâyemin amacı o."

"...anlatılacağı zamanı beklemeliyiz. Şu an işler birikiyor."

"Her nasılsa öyle oluyor," dedi Callahan. "Zaman aylarca (hatta bazen yıllarca) duruyormuş gibi geliyor. Sonra her şey bir çırpıda gerçekleşiyor."

"Doğru," dedi Roland. "Gel de ikizlerle konuşalım, Eddie. Genç hanımın sende gözü var galiba."

"İstediği kadar bakabilir," dedi Susannah neşeyle. "Bakmaktan zarar gelmez. Senin için sorun olmazsa güneşin altında biraz daha oturmak istiyorum, Roland. Ata binmeyeli uzun zaman oldu. Bir taraflarımın ağridiginı söylememe gerek yok herhalde. Bacakların bir kısmının eksik ol-sı diğer bölgelerin yükünü arttırıyor."

"Keyfine bak," dedi Roland ama Eddie, Silahşor'un söylediği şeyi kas-rmediğini biliyordu. Roland, Susannah'nın bir süreliğine hiçbir yere ayrılmamasını istiyordu. Susannah'nın aynı hisse kapılmadığını ve Roland'ın asıl amacını anlamadığını umdu.

Roland, Rosalita ve ikizlerin yanına giderken Eddie'yle alçak sesle, kısaca konuştu. "Kiliseye pederle yalnız gireceğim. İçerdeki her neyse, sizi ondan uzak tutmaya çalışmadığımı bil. Gerçekten Siyah On Üç ise, ki öyle olduğuna inanıyorum onun yaklaşmaması daha iyi olur."

"Durumunun hassasiyeti yüzünden yani. Roland, Suze'un düşük yapmasını tercih edeceğini sanıyordum."

"Beni endişelendiren düşük olasılığı değil," dedi Roland. "Siyah On Üç'ün içindeki şeyi daha da kuvvetlendireceğinden korkuyorum." Durak-sadı. "Ya da ikisini. Bebeği ve koruyucusunu."

"Mia."


"Evet, o," dedi ve Tavery ikizlerine gülümsedi. Francine, tüm parlaklığını Eddie'ye saklayarak Roland'a formalite icabı gülümsedi.

"İzin verirseniz yaptığınızı bir göreyim," dedi Roland.

'Yeterli olduğunu umuyoz," dedi Frank Tavery. "Çok iyi olmayabilir. Korkuyoduk, anlarsınız ya. Hanımın verdiği kâğıt o kadar güzeldi ki, bir zarar vereceğimizden korktuk."

"En yumuşak kömürle çizdik. Çizimi Frank bitirdi. Benim ellerim çok titriyodu."

"Endişelenmeyin," dedi Roland. Eddie yaklaşıp Silahşor'un omzu üzerinden baktı. Harita müthiş ayrıntılıydı. Toplantı Salonu tam ortadaydı. Büyük Nehir/Devar-Tete kâğıdın sol kısmında yerini almıştı.
"Çocuklar bu muhteşem," dedi Eddie ve Francine bir an bayılacak-mı§ gibi göründü.

"Evet," dedi Roland. "Çok iyi bir iş çıkarmışsınız. Şimdi size saygısızlık gibi görünecek bir şey yapacağım."

İkizler merakla Silahşor'a bakıyordu.

Roland, ikizlerin dokunmaya bile korktuğu kâğıdı ikiye katladı. Ço-cuklar şaşkınca yutkundu. Rosalita Munoz da o kadar sesli olmamakla birlikte aynı tepkiyi gösterdi.

"Artık bir kâğıt parçası olmadığı için bu saygısızlık sayılmaz," dedi Roland. "Değerli bir alet oldu ve aletler itinayla korunmalıdır. Anlıyor musunuz?"

"Evet," dediler ama hâlâ şüpheleri olduğu belliydi. Roland'ın katlanmış haritayı özenle heybesine yerleştirdiğini görünce güvenleri biraz olsun yerine gelmişti.

"Çok teşekkür ederim," dedi Roland. Francine'in elini bir eline, Frank'inkini diğerine aldı. "Gözleriniz ve ellerinizle pek çok hayat kurtarmış olabilirsiniz."

Francine gözyaşlarına boğuldu. Frank sırıtana kadar kendi gözyaşlarını tutabildi. Sonra yaşlar çilli yanaklarına doğru süzüldü.


7

Eddie kiliseye doğru yürürlerken, "İyi çocuklar," dedi. "Çok yetenekliler."

Roland başını salladı.

"Birinin Gök Gürültüsü'nden salyaları akan bir geri zekâlı olarak döndüğünü düşünebiliyor musun?"

Hem de çok iyi düşünen Roland cevap vermedi.
8

Susannah, Eddie ile dışarıda kalmayı hiç tartışmadan kabullendi ve Silahşor, kadının boş arsaya girmekte gösterdiği gönülsüzlüğü hatırladı. Bir parçasının Roland ile aynı şeyden korkup korkmadığını merak etti. Eğer öyleyse savaş (Susannah'nın savaşı) şimdiden başlamış demekti. •

"Ne zaman seni çıkarmak için içeri geleyim?" diye sordu Eddie.

"İçeri gelelim demek istiyorsun herhalde," diye düzeltti Susannah.

Roland bir süre düşündü. İyi bir soruydu. Üzerinde kolları dirseklerine kadar kıvrılmış ekose bir gömlek ve kot pantolonla en üst basamakta beklemekte olan Callahan'a baktı. Ellerini önünde kenetlemişti. Roland, adamın kollarının oldukça kaslı olduğunu fark etti.

İhtiyar omuz silkti. "Uyuyor. Bir sorun olacağını sanmıyorum. Ama..." Bir elini Roland'a doğru uzatarak kalçasındaki tabancayı gösterdi. "Yerinde olsam içeri onunla girmezdim. Tek gözü açık uyuyor olabilir."

Roland kemerini çözerek diğer tabancayı taşıyan Eddie'ye uzattı. Sonra heybesini omzundan alıp Susannah'ya verdi. "Beş dakika," dedi. "Bir sorun olursa seslenirim." Ya da seslenemem, diye düşündü ama yüksek sesle söylemedi.

"Jake o zamana kadar gelmiş olur," dedi Eddie.

"Gelirlerse içeri girmesinler," dedi Roland.

"Slightmanlar ve Eisenhart içeri girmeye çalışmayacaktır," dedi Callahan. "Onlar Oriza'ya tapar. Pirinç Hanımı." Oriza ve Calla'nın diğer tanrıları hakkındaki düşüncelerini belirtmek istercesine yüzünü buruşturdu.

"O halde girelim," dedi Roland.
9

Roland Deschain'in inançlı bir dindara özgü batıl korkuyu son hissedişinden bu yana çok uzun zaman geçmişti. Bu korkuyu belki en son çocukluğunda hissetmişti. Ama Peder Callahan, mütevazı kilisesinin ahşap kapısını açar açmaz korku yüreğini görünmez elleriyle sıkıştırdı. Callahan kapıyı tutmuş, içeri girmesini bekliyordu.

Girişte, solgun bir halı vardı. Halının diğer tarafında iki açık kapı duruyordu. Onların gerisinde, iki tarafta tahta bankların sıralandığı genişçe bir salon vardı. En dipte, iki yanında, içlerinde beyaz çiçeklerin bulunduğu vazolar olan bir kürsü vardı. Çiçeklerin kokusu, içerideki durgun havayı istila etmişti. Cam vazolar, narin ve zarif görünüyordu. Kürsünün arkasındaki duvarda ise demirağacından bir haç vardı.

İhtiyar'ın gizli hazinesini duyabiliyordu ancak kulaklarıyla değil, kemiklerinde. Kesintisiz, alçak bir mırıltı. Gülün sesi gibi içinde bir güç barındırıyordu ama aradaki yegâne benzerlik buydu. Bu mırıltı, korkunç bir boşluğu anlatıyordu. New York'a geçiş yaptıklarında, görünen gerçekliğin ardında olduğunu hissettikleri o sonsuz boşluk. Bir sese dönüşen yokluk.

Evet, bizi götüren buydu, diye düşündü. Bizi New York'a, Callahan'm hikâyesine bakılırsa pek çok New York'tan birine götürdü, ama bizi herhangi bir yere ve zamana da götürebilirdi. Götürebilir...veya fırlatabilir.

Kemiklerin yerinde Walter'la yaptığı uzun görüşmenin sonucunu hatırladı. O zaman da geçiş yapmıştı, bunu şimdi anlıyordu. Ve bir büyüme hissi olmuştu; dünyadan, yıldızlardan, evrenden büyükmüş gibi hissetmesine sebep olan bir şişme duygusu. O güç burada, bu odadaydı ve onu korkutuyordu.

Tanrıya şükür ki uyuyor, diye düşündü ama bu düşünceyi ürkütücü bir fikir izledi: er ya da geç onu uyandırmak zorunda kalacaklardı. Er ya da geç, onu New York'a dönmek için kullanmaları gerekecekti.

Kapının yanında, bir sehpa üzerinde, bir kâse su vardı. Callahan parmaklarını suya soktuktan sonra istavroz çıkardı.

"Bunu artık yapabiliyor musun?" diye sordu Roland neredeyse fısıldayarak.

"Evet," dedi Callahan. "Tanrı beni geri kabul etti, Silahşor. Ama şu an sadece bir 'deneme süresi'nde olduğumu sanıyorum. Anlıyor musun?"

Roland başını salladı. Parmaklarını suya sokmadan Callahan'ı takip ederek içeri girdi.

Callahan sıraların arasındaki koridorda hızlı ve emin adımlarla ilerliyordu ama Roland, onun da en az kendisi kadar korktuğunu hissedebiliyordu. Adam o şeyden kurtulmak istiyordu elbette, o da vardı. Ama Roland yine de Callahan'ın cesaretini takdir etti.

Rahibin bölmesinin yan tarafında üç basamak vardı. Callahan basamakları tırmandı. "Senin gelmene gerek yok, Roland. Bulunduğun yerden rahatça görebilirsin. Anladığım kadarıyla şimdi alıp götürmeyi düşünmüyorsun?"

"Öyle," dedi Roland. Şimdi gerçekten fısıldıyorlardı.

"Güzel," diyerek tek dizi üzerine çöktü Callahan. Dizinden gelen çıtırtı, ikisini de yerinden sıçrattı. "Mecbur kalmasam içinde olduğu kutuya bile dokunmazdım. Onu buraya koyduğumdan beri dokunmadım zaten. Evinde testere kullandığım için Tann'dan af dileyerek buraya gizli bir bölme yaptım."

"Çıkar," dedi Roland. Tüm duyuları alarma geçmiş, mırıltıda olabilecek herhangi bir değişimi kolluyordu. Tabancanın kalçasındaki güven veren ağırlığını özlemişti. Buraya ibadet etmek için gelen insanlar İhtiyar'ın sakladığı korkunç şeyin varlığını hissedemiyor muydu? Herhalde hissetmiyorlardı, yoksa uzak dururlardı. Aslında böyle bir şeyi saklamak için buradan iyisi bulunamazdı; cemaatin saf inana, kürenin etkisini biraz olsun azaltabilirdi. Hatta sakinleştirebilir ve böylece uykusunu derinleştirebilirdi.


Yüklə 2,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   54




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin