Stephen King Kara Kule Cilt5 Calla'nın Kurtları



Yüklə 2,69 Mb.
səhifə25/54
tarix30.05.2018
ölçüsü2,69 Mb.
#52130
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   54

"Margaret buna gerek yok," dedi Eisenhart sallanan sandalyesinde huzursuzca kıpırdanarak.

"Ah, ama belki vardır. Daha önce konuştuğumuzla ilgili. Her şeyin bir bedeli var. Çocuklarımız Kurtlar'ın korkusu olmadan rahatça büyüdü. İlk iki çocuğumuz, Tom ve Tessa, son gelişlerinden bir ay kadar önce doğmuştu. Diğerleri de onları izledi."

"Margaret..."

Kadın, onu duymazdan gelerek konuşmaya devam etti. "Ama çocuklarının kendileri kadar şanslı olmayacağını biliyolardı. Bu yüzden gittiler. Bazıları Kavis'in kuzeyine, bazıları güneyine. Kurtlar'ın gelmeyeceği bir yer aramaya gittiler."

Kocasına baktı. Roland ile konuşuyordu ama son sözleri kocasınaydı.

"Her çiftten biri; Kurtlar'ın ganimeti bu. Her yirmi küsur yılda pek çok aileden alıp götürdükleri bu. Biz hariç. Bizim bütün çocuklarımızı aldılar. Her... birini..." Uzanıp elini Roland'ın dizine koydu. "Görmüyo musun?"

Arka verandaya sessizlik çöktü. Kesilmeye mahkûm sığırlar aptalca böğürüyordu. Mutfaktan çocuk kahkahaları ve Andy'nin sesi geliyordu.

Eisenhart'ın başı öne eğilmişti. Roland sadece adamın çalı gibi bıyıklarını görüyordu, ama ağladığını veya ağlamamak için çaba gösterdiğini anlamak için yüzünü görmesine gerek yoktu.

"Tüm Kavis'in pirinçlerini verseler, yine de seni üzmek istemezdim," dedi ve kocasının omzunu sonsuz bir şefkatle okşadı kadın. "Hâlâ annelerini özleyecek veya babalarına akıl danışacak kadar gençler. Ama yine de gittiler işte. Bu da güvenliğin bedeli." Bir eli kocasının omzunda, diğeri hâlâ önlüğünün altında, Eisenhart'a bir süre daha baktı. "Şimdi bana ne kadar kızgın olduğunu söyleyebilirsin."

Eisenhart başını iki yana salladı. "Kızgın değilim," dedi boğuk sesle.

"Peki fikrini değiştirdin mi?"

Eisenhart yine başını iki yana salladı.
"Seni inatçı ihtiyar," dedi kadın ama sesi şefkatliydi. "Keçi gibi inatçısı teşekkürler derim."

"Düşünüyom," dedi adam başını kaldırmadan. "Hâlâ düşünüyom ve bu da benden beklenmeyecek bir davranış. Genellikle bir karar verdiğimde asla geri dönmem ve konu orada kapanır.

"Roland anladığım kadarıyla genç Jake, Overholser ve diğerlerine ormanda silahla bir gösteri yapmış. Biz de sana seni şaşırtacak bir gösteri sunabiliriz. Maggie içeri git de Oriza'nı al."

"Gerek yok," dedi kadın elini sonunda önlüğünün altından çıkararak. "Yanımda getirmiştim zaten."


4

Hem Detta'nın, hem de Mia'nın tanıyacağı, iç içe geçmiş narin dese-niyle mavi bir tabaktı. Bir ana yemek tabağı. Roland deseni tanıdı; pirinç filiziydi. Sai Eisenhart parmak eklemlerini tabağa vurunca ilginç bir çınlama duyuldu. Porselene benziyordu ama değildi. O halde cam mıydı? Bir çeşit cam olabilir miydi?

Elini, yüzünde silahlara saygı duyan bir adamın ifadesiyle uzattı. Kadın tereddüt ederek dudağını ısırdı. Roland kilisenin dışındaki öğle yemeğinden önce geri taktığı kemerinden altıpatlarını çekip aldı. Kabzasını ona doğru tutarak uzattı.

"Hayır," dedi Margaret derin bir iç çekişin ardından. "Ateşli demirini bana rehin vermene gerek yok, Roland. Vaughn, sana evimize getirecek kadar güveniyosa ben de Oriza'mı verecek kadar güvenebilirim. Ama tutarken dikkat et yoksa parmağından olabilirsin ve gördüğüm kadarıyla daha fazlasını kaybetmeye tahammülün yok."

Tabağa (sai'nin Oriza'sına) tek bir bakış bile uyarının ne kadar yerinde olduğunu anlamaya yeterdi. Roland aynı anda büyük bir heyecan ve beklenti hissetti. Esaslı bir yeni silah görmeyeli uzun zaman olmuştu. Hele bunun gibisine hiç rastlamamıştı.

Tabak cam değil, metaldi; hafif, güçlü bir alaşım. Sıradan bir yemek tabağı büyüklüğündeydi. Çapı otuz santimden biraz fazla olabilirdi. Kenarının dörtte üçü, ustura keskinliğindeydi.

"Acele ediyo olsan bile tutulması gereken yeri karıştırmak mümkün değil," dedi Margaret. "Çünkü görüyosun ya..."

"Evet," dedi Roland takdir dolu bir sesle. İki pirinç filizi üst üste gelerek Yüksek Harfler'den Zn'yi oluşturuyordu. Bu harfler hem zi (sonsuzluk), hem de şimdi anlamına geliyordu. Bu filiz saplarının kesiştiği noktada (bunu desenin genelinden sadece çok dikkatli gözler ayırt edebilirdi) tabağın kenarı hem kör, hem de nispeten daha kalındı. Tutmak için idealdi.

Roland tabağı çevirdi. Altında, ortada metal bir çıkıntı vardı. Jake görse, onu birinci sınıftayken cebinde okula götürdüğü plastik kalemtıraşa benzetebilirdi. Hayatında hiç kalemtıraş görmemiş olan Roland bu çıkıntıyı bir böceğin geride bıraktığı yumurta kabuğuna benzetti.

"Tabak uçarken çıkan ıslık sesi buradan geliyo, anlarsın ya," dedi kadın. Roland'm dürüst takdirini görmüş, yanakları renklenmiş, gözleri parlıyordu. Roland bu hevesli ses tonunu daha önce pek çok kez duymuştu. Ama son duyuşundan beri çok zaman geçmişti.

"Başka bir amacı yok mu?"

"Hayır," dedi Margaret. "Ama ıslık sesi çıkarmalı. Bu hikâyenin bir parçası ne de olsa, diil mi?"

Roland başını salladı. Elbette öyleydi.

Margaret Eisenhart'ın dediğine göre Oriza'nın Kardeşleri, başkalarına yardım etmeyi seven kadınların kurduğu bir grup...

"Ve dedikodu yapmayı seven kadınlar," diye homurdandı Eisenhart ama sesi müşfikti.

"O da var, evet," dedi karısı.

Cenaze törenlerinde, festivallerde yemek yapıyorlardı (önceki gece büyük çadırdaki yemek Oriza'nın Kardeşleri'nin eseriydi). Bazen eşyalarını yangında veya altı yedi yılda bir Devar-Tete Whye'm tasmasıyla meydana gelen sel felaketlerinde kaybetmiş zor durumdaki aileler için yeni giysiler dikiyor, battaniyeler örüyorlardı. Büyük çadırın bakımını Toplan-Salonu'nun iç ve dış temizliğini onlar yapıyordu. Gençler için danslar düzenliyorlar ve onlara eşlik ediyorlardı. Bazen zenginler ("Took gibiler," dedi Margaret) onları düğünlerde yemek yapmaları ve bu tip özel günlerin organizasyonu için tutuyordu. Evet, kendi aralarında dedikodu yapıyorlardı, bunu inkâr etmiyordu. Aynı zamanda iskambil, Nokta oyunu ve Şato oyunu da oynuyorlardı.

"Ve tabak fırlatıyorsunuz," dedi Roland.

"Evet," dedi kadın. "Ama şunu bilmelisin ki biz bunu sadece eğlenmek için yapıyoz. Avcılık erkeklerin işi ve oklarıyla bu işi çok iyi yapıyo-lar." Kocasının omzunu tekrar okşadı, ama Roland bu kez kadının biraz huzursuz olduğunu gözlemledi. Ayrıca adamlar arbaletleri kullanmakta o kadar usta olsaydı kadın muhtemelen yanlarına önlüğünün altında bu ölümcül silahla gelmezdi. Eisenhart da onu o yönde cesaretlendirmezdi zaten.

Roland tütün kesesini açtı, Rosalita'nın verdiği ince kâğıtlardan birini aldı ve tabağın keskin kenarına sürttü. Anında ikiye bölünen kâğıdın diğer yarısı yere doğru süzüldü. Sadece eğlenmek için, diye düşündü Roland. Neredeyse gülümseyecekti.

"Hangi metal bu?" diye sordu. "Biliyor musunuz?"

"Andy titanyum olduğunu söylüyo," dedi Margaret. "Kuzeyden, Calla Sen Chre'deki eski fabrika binasından geliyo. Orada pek çok kalıntı varmış. Hiç gitmedim ama hikâyeleri duydum. Tüyler ürpertici."

Roland başını salladı. "Ya tabaklar? Onlar nasıl yapılıyor? Andy biliyor mu?"

Kadın başını iki yana salladı. "Ya bilmiyo ya da söylemiyo. Hangisi olduğunu bilmiyom. Calla Sen Chre'nin kadınları yapıp diğer Calla'lara yolluyomuş."

"Kadınlar yapıyor," dedi Roland düşünceli bir ifadeyle. "Hanımlar."

"Bir yerlerde hâlâ çalışıp bunları yapan bir makine var, hepsi bu," dedi Eisenhart. Roland, adamın sesindeki katı savunma tonu karşısında eğlenmeyle karışık bir şaşkınlık duydu. "Eminim tek yaptıkları bir düğmeye basmaktır."

Margaret, ona kadınlara has bir gülümsemeyle baktı ama hiçbir şey söylemedi. Muhtemelen tabakların nasıl yapıldığını bilmiyordu. Ama bir evliliğin nasıl yürüdüğünü bildiği muhakkaktı.

"Demek buranın kuzeyinde ve güneyinde, Kavis boyunca başka Kardeşler de var," dedi Roland. "Ve hepsi de tabak fırlatıyor."

"Evet, Calla Sen Chre'den güneydeki Calla Divine'a kadar. Daha kuzeyi ve güneyi bilmiyom. Yardım etmeyi ve konuşmayı severiz. Ayda bir kez, Leydi Oriza'nın Gri Dick'e yaptığının anısına tabaklarımızı fırlatırız ama pek azımız bu konuda iyidir."

"Sen iyi misin, sai?"

Kadın dudağını ısırarak bir süre sessiz kaldı.

"Göster ona," diye söylendi Eisenhart. "Göster de şu iş bitsin."


5

Çiftçinin karısı önde, Eisenhart arkada, Roland en geride basamakları indiler. Mutfak kapısı arkalarında açıldı ve çarpılarak kapandı.

"Ulu tanrılar, Eisenhart hanım tabak fırlatacak!" diye neşeyle haykırdı Benny Slightman. "Jake! Gözlerine inanamayacaksın!"

"Onları içeri gönder, Vaughn," dedi kadın. "Bunu görmelerine gerek yok."

"Yoo, baksınlar," dedi Eisenhart. "Bir kadının iyi iş çıkardığını görmek onlara zarar vermez."

"Çocukları gönder, Roland, olmaz mı?" Yüzü kızarmış halde Silah-şor'a baktı. Çok güzel görünüyordu. Verandaya çıktığı andan on yaş genç gibiydi. Roland, kadının bu durumda tabağı nasıl fırlatacağını nierak etti. Bunu görmeyi çok istiyordu zira pusuya düşürmek çabukluk gerektiren, duyguları harekete geçiren zorlu bir işti.

"Kocana katılıyorum, bırakalım izlesinler."

"İstediğiniz gibi olsun," dedi Margaret. Roland, kadının hoşnut olduğunu, seyirci istediğini gördü ve umudu kuvvetlendi. Bu saçları kırlaşmaya yüz tutmuş, küçük göğüslü, orta yaşlı güzel kadının bir avcının kalbine sahio olduğuna dair duyduğu inanç, an be an artıyordu. Bir silahşor kalbi ,gğildi, ama Roland o noktada birkaç avcıya {katillere) hiç hayır demezdi.

Kadın ambara doğru sert adımlarla yürüdü. Ambar kapısının önündeki korkuluklara elli metre uzaklıktaydılar ki Roland omzuna dokunarak onu durdurdu.

"Hayır, bu mesafe fazla," dedi Margaret.

"Bundan daha uzağa fırlattığını gördüm," dedi kocası, Margaret'in öfkeli yüz ifadesine hiç aldırmadan. "Gördüm."

"Ama o zaman yanımda Eld'in soyundan bir Silahşor yoktu," dedi kadın ama daha fazla ilerlemeye yeltenmedi.

Roland ambar kapısına gitti ve sol taraftaki korkuluğun balkabağın-dan oyulmuş sırıtan kafasını aldı. Ambara girdi. İçeride yeni toplanmış patateslerin koyulduğu bir bölme vardı. Bir patates aldı ve az önce kafasını çıkardığı korkuluğun omuzları üzerine koydu. Oldukça iri bir patatesti ama aradaki fark yine de çarpıcıydı. Korkuluk şimdi bir karnavaldaki Bay Küçükkafa gibi görünüyordu.

"Oh, Roland, hayır!" dedi kadın şok içinde. "Bunu asla yapamam!"

"İnanmıyorum," dedi Roland ve kenara çekildi. "Fırlat."

Bir an için yapmayacağını düşündü. Margaret, kocasına bakındı. Eğer Eisenhart hâlâ yanında olsaydı muhtemelen tabağı kocasına verecek ve elinin kesilip kesilmediğini hiç düşünmeden eve koşacaktı. Ama Vaughn Eisenhart basamakların önüne dönmüştü. Çocuklar basamaklara çıkmışlar, oradan izliyorlardı. Benny Slightman ilgiyle, Jake ise dikkatli bir ifadeyle kadına bakıyordu. Kaşları çatılmış, gülümsemesi yüzünden silinmişti.

"Roland, ben..."

"Hiçbir şey duymak istemiyorum, hanım, yalvarırım. Yaptığını görmek istiyorum. Fırlat."

Kadının gözleri irileşti ve tokat yemiş gibi hafifçe geriledi. Sonra yüzünü ambara döndü ve sağ elini, sol omzunun üzerine kaldırdı. Tabak, kırmızıdan mora dönen akşam aydınlığında parladı. Margaret'in dudakları ince, beyaz bir çizgi halini aldı. Her şey bir an için kıpırtısız kaldı.

"Riza!" diye bağırdı öfke dolu, tiz bir sesle ve kolunu hızla indirerek tabağı fırlattı. Eli açıldı, işaret parmağı tam olarak tabağın gittiği yönü gösteriyordu. Avludakiler içinde (atları güden yamaklar da durmuş izliyordu) sadece Roland'm gözleri tabağın havadaki yolculuğunu takip ede-bilecek kadar keskindi.

Müthiş! dedi içinden sevinçle.

Toprak avlunun üzerinden uçan tabak, inlemeyle uluma arası bir ses çıkararak ilerliyordu. Kadının elini terk ettikten en fazla iki saniye sonra hedefini bulmuştu. Korkuluğun kafasının yerinde duran patates artık iki parçaydı. Tabak, ambarın kapısına saplanmış, sallanıyordu.

Çocuklar neşe ve heyecanla bağırdı. Benny elini yeni arkadaşının öğrettiği gibi kaldırdı ve Jake arkadaşının eline vurdu.

"Çok iyiydiniz, sai Eisenhart!" dedi Jake.

"Tam isabet! Teşekkürler derim!" dedi Benny.

Roland, kadının dudaklarının bu iyi niyetli ama talihsiz övgü üzerine yılan görmüş bir atınkiler gibi gerildiğini gördü. "Çocuklar," dedi. "Yerinizde olsam içeri giderdim."

Benny şaşkındı. Bununla birlikte Margaret Eisenhart'a bakan Jake, durumu anladı. Yapman gerekeni yapardın... sonra etkisi kendini gösterirdi. "Gel, Ben," dedi.

"Ama..."


"Haydi." Jake, yeni arkadaşını gömleğinden yakaladı ve mutfağa doğru çekti.

Roland, kadının başı öne eğik, tepkiyle titrer halde durmasına bir süreliğine izin verdi. Yanakları hâlâ kıpkırmızıydı, ama teni diğer her yerde kireç gibiydi. Roland, kadının kusmamak için mücadele ettiğini tahmin etti.

Ambar kapısına gitti, kapıya saplanmış tabağı çekip aldı. Saplandığı yerden çekip çıkarmak için göstermesi gereken çaba onu şaşırtmıştı. Tabağı getirip kadına uzattı. "Aletin."

Kadın bir an için tabağı almadı. Roland'a katıksız bir nefretle bakıyordu. "Neden benimle alay ediyosun, Roland? Vaughn'un beni Manni Klanı'ndan aldığını nereden bildin? Söyle bize, yalvarırım."

Sebep güldü elbette (gülün dokunuşunun geride bıraktığı bir önsezi) aına yüzünden de anlaşılıyordu; yaşlı Henchick'inkine tıpa tıp benzeyen yüzünden. Ama bildiklerini nasıl bildiği bu kadını ilgilendirmezdi. Başını iki yana salladı. "Hayır. Ama seninle alay etmiyorum."

Margaret Eisenhart ani bir hareketle Roland'ın boynunu kavradı. Elleri, ateşi varmışçasına sıcaktı. Onu kendine çekerek kulağını seğiren dudaklarına yaklaştırdı. Roland, kadının Calla Bryn Sturgis'in büyük çiftçisi için insanlarını terk edişinden bu yana gördüğü tüm karabasanların kokusunu alabildiğini düşündü.

"Dün gece Henchick ile konuştuğunu gördüm," dedi Margaret. "Onunla yine konuşacak mısın? Konuşacaksın, diil mi?"

Kadının tutuşuyla mıhlanmış gibi duran Roland başını salladı. Marga-ret'in gücü, kulağında hissettiği nefesi onu afallatmıştı. Herkesin, hatta böyle bir kadının bile içinde bir deli saklanıyor olabilir miydi? Bilmiyordu.

"Güzel. Teşekkürler derim. Ona Redpath Klanı'ndan Margaret'in kâfir kocasıyla çok mutlu olduğunu söyle. Hâlâ mutlu." Kavrayışı sıkılaştı. "Ona hiçbir şeyden pişman olmadığımı söyle! Benim için bunu yapar mısın?"

"Evet, hanımefendi."

Kadın keskin kenarından hiç korkmadan tabağı ondan çekip aldı. Tabağı elinde hissetmek onu biraz olsun sakinleştirmiş gibiydi. Gözyaşları içinde ona baktı. "Babamla mağara hakkında mı konuştunuz? Geçit Mağarası?"

Roland başını salladı.

"Üzerimize ne getireceksin, Silahşor?"

Eisenhart yanlarına geldi. Kararsız gözlerle onu seçtiği için halkından ayrılıp sürgün hayatı yaşayan karısına döndü. Margaret, ona bir an için onu hiç tanımıyormuşçasına baktı.

"Ka'nm istediğini yapacağım," dedi Roland.

"Ka!" dedi kadın dudağını bükerek. Yüzündeki aşağılayıcı ifade onu Şaşırtıcı derecede çirkinleştirmişti. Çocuklar o an onu görseler muhteme-ten korkarlardı. "Her bela çıkaranın bahanesi budur! Al da mazeretini diğer pisliklerle birlikte başına çal!"

"Ka ne isterse onu yapacağım. Sen de öyle," dedi Roland.

Kadın, ona anlamıyormuşçasına baktı. Roland boynunu kavrayan eli elleri arasına alıp acıtmayacak şekilde sıktı.

"Sen de öyle."

Margaret, ona bir an baktıktan sonra gözlerini indirdi. "Evet," diye mırıldandı. "Öyle, hepimiz onun istediğini yapacağız." Başını kaldırıp tekrar Roland'a baktı. "Henchick'e mesajımı iletecek misin?"

"Evet, daha önce de dediğim gibi ileteceğim."

Kararan avluda uzaklarda bir kuşun ötüşünden başka ses duyulmuyordu. Yamaklar hâlâ çitlere dayanmış duruyorlardı. Roland, onlara doğru yürüdü.

"İyi akşamlar, beyler."

"Dileriz iyisindir, Silahşor," dedi biri ve alnına dokundu.

"Siz daha iyi olasınız," dedi Roland. "Hanım tabağı fırlattı, çok da ustaydı, değil mi?"

"Teşekkürler derim," diye onayladı bir başka adam, "Hanımın paslı olduğunu kimse söyleyemez."

"Kesinlikle değil," dedi Roland. "Şimdi size bir şey söyleyeceğim, beyler. Kulağınıza küpe olsun."

Söyleyeceği şeyi merak ederek ona baktılar.

Roland başını kaldırıp gökyüzüne doğru gülümsedi. Sonra tekrar adamlara döndü. "Bahse girerim bundan başkalarına bahsetmek isteyeceksiniz. Gördüklerinizi anlatacaksınız."

Adamların bunları kabullenmekten pek hoşlanmadığı belliydi. İhtiyatla Roland'a bakıyorlardı.

"Bu konuya dair herhangi birine tek kelime bile ederseniz sizi öldürürüm," dedi Roland. "Anladınız mı?"

Eisenhart omzuna dokundu. "Roland bence..."

Silahşor, ona hiç bakmadan omuz silkti ve elinden kurtuldu. "Anladınız mı?"

Adamlar başlarını salladı.

"Bana inanıyor musunuz?"

Tekrar başlarını salladılar. Ürkmüş görünüyorlardı. Roland buna memnun oldu. Korkmakta haklıydılar. "Teşekkürler derim."

"Teşekkürler derim," diye tekrarladı adamlardan biri. Yüzü ince bir ter tabakasıyla kaplanmıştı.

"Evet," dedi ikincisi.

"Çok çok teşekkürler derim," dedi diğeri.

Eisenhart tekrar denedi. "Roland, dinle beni, yalvarırım..."

Ama Roland dinlemedi. Kafasına yepyeni fikirler üşüşmüştü. İzleyecekleri yol bir anda tüm ayrıntılarıyla gözlerinin önünde belirmişti. Yolları hiç olmazsa bu taraftaydı. "Robot nerede?" diye sordu çiftçiye.

"Andy mi? Galiba çocuklarla birlikte mutfağa gitti."

"Güzel. İçerde bir oda var mı?" Baş nı ambara doğru salladı.
"Evet."

"O halde oraya gidelim. Sen, hanımın ve ben."

"Onu bir süreliğine eve götürmek isterdim," dedi Eisenhart. Onu senden uzakta herhangi bir yere götürmek istiyorum, diyordu bakışları.

"Görüşmemiz uzun sürmeyecek," dedi Roland dürüstçe. Gereken her şeyi görmüştü zaten.


6

Ambardaki odada bir çalışma masası ve tek bir sandalye vardı. Margaret sandalyeye, Eisenhart ise alçak bir tabureye oturdu. Roland, yere çömelerek sırtını duvara yasladı. Heybesi önünde duruyordu. Karıkoca-ya, ikizlerin çizdiği haritayı göstermişti. Eisenhart söylediğini ilk anda kavrayamamıştı (belki hâlâ tam olarak anlayamamıştı) ama kadın hemen kavradı. Roland, onun Mannilerin yanından ayrılmış olmasına hiç şaşmıyordu. Manniler barış içinde yaşayan insanlardı. Margaret Eisenhart o tür biri değildi, içinde gizli bir savaşçı vardı. Yüzeyin altına bakabilen herkes bunu görürdü.

"Bundan kimseye bahsetmeyeceksiniz," dedi Roland.

"Yoksa bizi de çobanlar gibi öldürür müsün?" diye sordu kadın.

Roland, ona sabırlı bir bakış fırlatınca da kızardı.

"Bağışla, Roland. Biraz sinirliyim. Tabağı fırlatmak böyle etkiler ya-ratabiliyo."

Eisenhart, karısına sarıldı. Margaret bu kez hareketi memnuniyetle kabul ederek başını kocasının omzuna yasladı.

"Grubunuzda başka kimler bu kadar iyi fırlatıyor?" diye sordu Roland. "Başka kimse var mı?"

"Zalia Jaffords," dedi kadın hemen.

"Sahi mi?"

Kadın başını hızla salladı. "Zalia, benim durduğum yerin yirmi adım gerisinden o patatesi tam ortasından bölebilirdi."

"Başka?"


"Diego'nun karısı Sarey Adams. Ve Rosalita Munoz."

Bunu duyan Roland'ın kaşları yükseldi.

"Evet," dedi kadın. "Zalia'dan sonra en iyimiz Rosie'dir." Kısa bir an duraksadı. "Ve ben sanırım."

Roland üzerinden dev bir yük kalkmış gibi hissediyordu. New York'tan bir şekilde silah getirmeleri gerekeceğini veya nehrin doğu yakasından bulmak zorunda kalacaklarını düşünmeye başlamıştı. Ama görünüşe bakılırsa bunlara gerek kalmayacaktı. Güzel. New York'ta başka işleri vardı; Calvin Tower'la ilgili işleri. Bu ikisini mecbur kalmadıkça birbirine karıştırmaya hiç niyeti yoktu.

"Dördünüzle İhtiyar'ın evinde görüşmek istiyorum. Sadece dördünüzle." Bakışları kısa bir an için Eisenhart'a döndü, sonra tekrar kadına yöneldi. "Kocalar gelmeyecek."

"Hop, dur bakalım," dedi Eisenhart.

Roland elini kaldırıp onu susturdu. "Daha hiçbir şeye karar verilmedi."

"Umurumda değil," dedi Eisenhart.

"Sus bir dakika," dedi Margaret, ona. "Bizimle ne zaman görüşmek istiyosun?"

Roland bir hesap yaptı. Yirmi dört, hatta belki sadece yirmi üç gün kalmıştı ve daha görmeleri gereken pek çok şey vardı. İhtiyar'ın kilisesinde saklı duran şeyle de ilgilenmek zorundaydılar. Ve yaşlı Manni, Henc-hick...

Ama sonra o gün gelecek ve her şey şok edici bir çabuklukta olup bitecekti, biliyordu. Hep öyle olurdu. Beş, en fazla on dakika sonra her şey iyiye veya kötüye doğru sonuçlanırdı.

Önemli olan, o beş dakika gelip çattığında her açıdan hazır olmaktı.

"On gün sonra," dedi. "Akşam. Dördünüzü de işbaşında görmek istiyorum."

"Pekâlâ," dedi kadın. "O kadarını yapabiliriz. Ama Roland... kocam onay vermezse Kurtlar'a tabak fırlatmak bir yana, parmağımı bile kıpırdatmam."

"Anlıyorum," dedi Roland, kadının hoşuna gitse de gitmese de söylediğini yapacağını bilerek. Zamanı geldiğinde hepsi Silahşor'un dediğini yapacaktı.

Odanın tek penceresinin camı kirli ve örümcek ağlarıyla kaplıydı, ama avluda yürüyen Andy'nin parlayan mavi gözlerinin alacakaranlıkta ışıldadığını görebiliyorlardı. Robot kendi kendine mırıldanıyordu.

"Eddie, robotların belli başlı görevleri yerine getirmek için programlandığını söylüyor," dedi. "Andy, ona verdiğiniz işleri yapıyor mu?"

"Çoğunlukla evet," dedi Eisenhart. "Her zaman diil. Ve sürekli etrafta da olmuyo, anlarsın ya."

"Sadece aptalca şarkılar söylemek ve fal bakmak için yapılmış olmasına inanmak zor," dedi Roland düşünceli bir ifadeyle.

"Belki Eski İnsanlar, ona hobiler eklemişti," dedi Margaret Eisenhart. "Asıl görevleri zamanla yok olmuş ve geride sadece hobiler kalmış olabilir. O da onlar üzerine yoğunlaşıyodur."

"Sence onu, Eski İnsanlar mı yapmış?"

"Başka kim olabilir?" diye sordu Vaughn Eisenhart. Andy gitmişti. Karanlık avlu artık boştu.

"Doğru, başka kim olabilir," dedi Roland. Yüzünde hâlâ düşünceli bir ifade vardı. "Gereken zekâ ve donanım başka kimde olacaktı? Ama Eski İnsanlar, Kurtlar'ın Calla'ya saldırmaya başlamasından iki bin yıl önce gitmişti. Daha fazlası da olabilir. Benim bilmek istediğim, Andy'yi Kurtlar'dan bahsetmemesi için kimin veya neyin programladığı. Kurtlar hakkında tek söylediği, size geleceklerini haber vermesi. Onun kadar ilgin+ değil, ama bir başka merak uyandıran soru daha var: size başka bir şey söyleyemiyorsa (ya da söylemiyorsa) bu kadarını niçin söylüyor?"

Eisenhart ve karısı yıldırım çarpmışa dönmüş, birbirlerine bakıyordu. Roland'ın söylediğini daha önce hiç düşünmedikleri belliydi. Silahşor buna şaşırmamış ama biraz hayal kırıklığına uğramıştı. Söylediği gün gibi ortadaydı. Ama aklını çalıştırana. Galiba çocukları tehlikedeyken Cal-la'nın insanları fazla ayrıntılı düşünemiyordu.

Kapı çalındı. "Gel!" dedi Eisenhart.

Gelen Ben Slightman'dı. "Tüm hayvanlar yerlerine yerleştirildi, patron. " Gözlüklerini çıkarıp gömleğine sildi. "Çocuklar da Benny'nin çadırını alıp gitti. Andy de onları yakından izliyor olacak, yani merak etmeyin." Roland'a baktı. "Dağ kedilerinin gelmesi için henüz erken ama gelirlerse Andy, oğluma arbaletiyle en az bir atış şansı verecektir. Benny ıskalayacak olursa Andy hayvanla çocukların arasına girip siper olacak. Tamamen savunma yapmak için programlanmış, bunu değiştirebilmemiz mümkün olmadı ama kediler gelmeye devam ederse..."

"Andy onları parça parça edecektir," dedi Eisenhart. Sesinde bir memnuniyet tınısı vardı.

"Hızlı, değil mi?" diye sordu Roland.

"Aynen öyle," dedi Slightman. "Öyle uzun ve hantal göründüğüne bakmayın. İstediğinde şimşek gibi hareket edebilir. Herhangi bir dağ kedisinden çok daha hızlı. Gücünü ant-nomiklerden aldığına inanıyoz."

"Muhtemelen öyledir," dedi Roland dalgınca.

"Boş verin onu," dedi Eisenhart. "Ama söylesene Ben, sence Andy neden Kurtlar hakkında hiç konuşmuyo?"

"Programı..."

"Evet ama Roland'ın sen gelmeden hemen önce belirttiği gibi (ki biz bunu daha önceden düşünebilmeliydik) onu programlayan Eski İnsan-lar'sa, onlar Kurtlar'ın gelmesinden çok uzun zaman önce yok olmuştu... sence burada bir çelişki yok mu?"

Baba Slightman başını salladı ve gözlüklerini taktı. "Eski günlerde Kurtlar'a benzer bir şeyler olmalı, sizce de öyle diil mi? Belki Kurtlar'a

colc benzedikleri için Andy, onları ayırt edemiyodur. Aklıma gelen tek açıklama bu."


Yüklə 2,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   54




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin