Stephen King Kara Kule Cilt5 Calla'nın Kurtları



Yüklə 2,69 Mb.
səhifə27/54
tarix30.05.2018
ölçüsü2,69 Mb.
#52130
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   54

"Sofra duasını yapar mısın, Zalia?" dedi Tian.

Zalia buna memnun olmuş görünüyordu. Susannah daha sonra Ed-die'ye Tian'ın eskiden karısının dinini pek umursamadığını, ancak bu durumun Peder Callahan'ın Toplantı Salonu'ndaki beklenmedik desteğinden sonra değiştiğini söyledi.

"Başlarınızı eğin, çocuklar."

Dört baş öne eğildi (büyük çocuklar da sayılırsa altı). Lyman ve Lia gözlerini öyle sıkı yummuşlardı ki korkunç bir baş ağrısı çekiyor gibi görünüyorlardı. Kuyunun serin suyuyla yıkadıkları temiz ve soğuktan kızarmış ellerini önlerinde birleştirmişlerdi.

"Tanrım, verdiğin nimetler için sana şükürler olsun. Bize katılan dostlarımız için de şükrediyoz, birbirimize yararlı olacağımızı umuyoz. Teşekkürler deriz."

"Teşekkürler!" diye bağırdı çocuklar. Tia öyle bir bağırmıştı ki neredeyse camlar zangırdayacaktı.

"Tanrı Baba ve Oğlu İsa Adam adına."

"İsa Adam!" diye bağırdı çocuklar. Boynunda neredeyse Zalman ve Tia'nınkiler kadar büyük bir haç olan büyükbabanın dualar sırasında sakince burnunu karıştırdığını görmek Eddie'yi hem şaşırtmış, hem de eğ-lendirmişti.

"Amin."

"Amin!"


"ET.r diye haykırdı Tia.
5

Uzun masanın bir ucunda Tian, diğer ucunda Zalia oturuyordu. Çocuklar ayrı bir "çocuk masası"na gönderilmemişti (Susannah ve kuzenleri aileleri bir araya geldiğinde hep ayrı bir masaya oturtulur ve Susannah bundan nefret ederdi). Büyük ikizler, küçük ikizleri aralarına almış, masanın bir tarafına oturmuştu. Heddon, Lia'ya, Hedda ise Lyman'a yardım ediyordu. Masanın diğer tarafında Susannah ve Eddie yan yana oturuyordu. Devlerden biri Susannah'nın, diğeriyse Eddie'nin yanındaydı. Bebek, önce annesinin kucağında durmuş, oradan sıkılınca babasının kucağına geçmişti. Yaşlı adam, etini küçük parçalara ayırıp gerektiği zamanlarda çenesini silen Zalia'nın hemen yanında oturuyordu. Tian ara sıra bu durumu asık yüzle süzüyordu, ama Eddie hakkını vermeliydi, ağzını açıp tek acı söz etmedi. Büyükbabasıyla yaptığı tek konuşma, ekmek isteyip istemediğini sormak olmuştu.

"İstersem kendim alırım, kolum hâlâ iş görüyo," dedi yaşlı adam ve ekmek sepetini sözlerini kanıtlamak istercesine kaptı. Sepeti çevik bir hareketle almıştı ama o sırada reçel kâsesini devirerek önceki hareketinin başarısına gölge düşürdü. "Bok canına!"

Dört çocuk irileşmiş gözlerle birbirine baktı, sonra elleriyle ağızlarını örtüp kıkırdadılar. Tia başını geriye atıp anırırcasına güldü. O sırada dirseği Eddie'nin kaburgalarına çarptı ve genç adamı sandalyesinden aşağı yuvarlamasına ramak kaldı.

"Çocukların önünde öyle konuşmasan keşke," dedi Zalia devrilen kâseyi düzeltirken.

"Bağışla," dedi büyükbaba. Eddie söyleyen kendi torunu olsa yaşlı adamın yine böyle uysalca karşılık verip vermeyeceğini merak etti.

"Dur sana yardım edeyim, büyükbaba," dedi Susannah reçeli Za. lia'dan alarak. Yaşlı adam, onu nemli, neredeyse taparak bakan gözlerle izledi.

"Galiba kırk yıldır gerçek bir kahverengi derili kadın görmüyom," dedi büyükbaba, ona. "Eskiden pazar tekneleriyle gelirlerdi ama artık gelmiyo-lar."

"Umarım hâlâ var olduğumuzu görmek sizin için kötü bir sürpriz olmamıştır," dedi Susannah, yaşlı adama gülümseyerek. Büyükbaba da dişsiz ağzını göstererek sırıttı.

Et sert ama lezzetliydi, mısırlarsa neredeyse Andy'nin orman kıyısında hazırladığı yemekte olduğu kadar güzeldi. Çorba kâseleri neredeyse bulaşık leğeni kadar büyük olmalarına rağmen ikişer kez dolduruldu. Sos kabıysa üç kez dolduruldu. Ama Eddie'ye göre yemeklerin en lezizi pilavdı. Zalia üç çeşit pilav pişirmişti ve her biri, bir öncekinden güzeldi. Ama Jaffordslar pilavı insanların restoranlarda su içmesi gibi hiç etkilenmeden yemişti. Yemek, elmalı tartla sona erdi ve çocuklar oynamak üzere dışarı yollandı. Büyükbaba odada çınlayan bir geğirmeyle son noktayı koydu. "Teşekkürler derim," dedi Zalia'ya. "Her zamanki gibi çok lezzetliydi, Zee."

"Böyle iyi yediğini görünce seviniyom, büyükbaba," dedi Zalia.

Tian homurdandı ve, "Bu insanlar seninle Kurtlar hakkında konuşmak istiyo, büyükbaba," dedi.

"Sakıncası yoksa sadece Eddie konuşacak," dedi Susannah kararlı bir ifadeyle. "Ben sofrayı kaldırıp bulaşıkları yıkamaya yardım edeceğim."

"Gerek yok," dedi Zalia. Eddie, kadının Susannah'ya gözleriyle bir mesaj göndermeye çalıştığını düşündü {kal, senden hoşlandı) ama Susannah bunu ya fark etmedi ya da görmezden gelmeyi tercih etti.

"Hiç sorun değil," dedi uzun yılların deneyimiyle tekerlekli sandalyesine kolayca geçerek. "Kocamla konuşacaksın, değil mi, sai Jaffords?"

"Kurtlar çok uzun zaman öncesinde kaldı," dedi yaşlı adam ama pek isteksiz görünmüyordu. "Ayrıca yapabilir miyim bilmiyom. Aklım artık eskisi gibi yerinde diil."

"Hatırladığın kadarını dinlemek isterim," dedi Eddie. "Her kelimesini”-

Tia bu hayatında duyduğu en komik sözmüşçesine anırır gibi güldü.

Zal da aynısını yaptı ve sonra neredeyse ekmek tahtası büyüklüğündeki eliyle tabağında kalan patates püresini sıyırdı. Tian hızla aptal devin eline vurdu. "Yapma seni geri zekâlı. Kaç kere söyleyeceğiz?"

"Pekâlâ," dedi büyükbaba. "Dinleyeceksen anlatacağım, evlat. Zaten bugünlerde başka bir işe yaradığım da yok. Verandaya çıkmama yardım et. Lanet olasıca basamakları çıkmak inmekten daha zor. Kızım sen de pipomu görecek olursan getiriver. Pipo insanın düşünmesine yardım eder."

"Elbette getiririm," dedi Zalia, kocasının ekşi suratını görmezden gelerek. "Hemen."
6

"Bilmelisin ki bunlar çok uzun zaman önce oldu," dedi büyükbaba Zalia Jaffords, onu sallanan sandalyesine oturtup sırtını bir yastıkla destekledikten sonra. Bir yandan da keyifle piposunu tüttürüyordu. "O günden bu yana Kurtlar'ın kaç kez daha geldiğini bilmiyom ama o seferinde tam on dokuz hasat görmüştüm: Aradan geçen yılların sayısını şaşınyom artık."

Güneşin kaybolmak üzere olduğu kuzeybatıda gökyüzü, nefis bir renge bürünmüştü. Heddon ve Hedda'nın yardım ettiği Tian, ahırda hayvanlarla ilgileniyordu. Küçük ikizler mutfaktaydı. Tia ve Zalman ise avlunun uzak ucunda hiç kıpırdamadan, sessizce doğuya bakıyordu. National Geographic dergisinde görülebilecek taştan abidelere benziyorlardı. Eddie, onlara bakarken tüylerinin hafifçe ürperdiğini hissetti. Büyükbabanın aklı onlara nazaran daha başında gibiydi ve bu Eddie'yi memnun ediyordu. Belki yaşlı adamın ağzından işe yarar bir bilgi alabilirdi.

"Aradan geçen zamanın pek önemli olduğunu sanmıyorum, efendim," dedi.

Büyükbabanın kaşları yükseldi. Paslı kahkahalarından birini daha at-n- "Efendim ha! Bu sözü duymayalı uzun zaman oluyo. Kuzeyden misin?"

"Sanırım öyle," dedi Eddie.

Büyükbaba günbatımını izleyerek bir süre sessiz kaldı. Sonra Ed-die'ye şaşkınca baktı. "Yemek yedik mi?"

Eddie'nin yüreğine bir ağırlık çöktü. "Evet, efendim. Evin diğer tarafındaki uzun masada yedik."

"Sordum çünkü büyük tuvalete genellikle akşam yemeğinden sonra çıkarım. Öyle bir ihtiyaç hissetmediğimden sorayım dedim."

"Hayır. Yedik."

"Ah. Adın ne?"

"Eddie Dean."

"Ah." Yaşlı adam piposundan bir nefes çekti. "Kakaolu senin mi?" Eddie tam ne demek istediğini soracaktı ki büyükbaba ekledi. "Kadın."

"Susannah. Evet, benim karım."

"Ah."

"Efendim... büyükbaba... Kurtlar?" Ama Eddie, artık yaşlı adamdan bir şeyler öğrenebileceğini sanmıyordu. Belki Suze...



"Hatırladığım kadarıyla dört kişiydik," dedi büyükbaba.

"Beş değil mi?"

"Yoo, hayır, dörttük." Sesi kayıtsızdı. "Çok genç ve pervasızdık. Ölmüşüz, yaşamışız umurumuzda değildi. Diğerlerinin ne dediğine bakmayacak kadar da ateşliydik. Ben vardım... en yakın dostum Pokey Slidell vardı... bir de Eamon Doolin ve karısı kızıl saçlı Molly. İş tabak fırlatmaya gelince onun üstüne yoktu."

"Tabak mı?"

"Evet Oriza'nın Kardeşleri fırlatır. Zee de onlardan biridir. Söyleyeyim de size göstersin. Tuttukları yer dışında tüm kenarları keskinleştiril-miş tabakları var, anlarsın ya. Çok tehlikeli olabiliyolar! Okları ve yayı olan bir adam onların yanında çok aptal görünüyo. Görmen lazım."

Eddie bundan Roland'a bahsetmeyi aklının bir köşesine not etti. Tabak fırlatmanın işe yarayıp yaramadığını bilmiyordu ama bildiği bir şey vardı; silahları çok azdı.

"Kurt'u öldüren Molly'ydi..."

"Sen değil mi?" Eddie bunu duymayı hiç beklemiyordu. Gerçeklerle efsanelerin birbirlerine nasıl çözülmemecesine dolandığını düşündü.

"Yok, yok, ben diildim ama..." dedi büyükbaba. Gözleri parladı. "Birkaç kez ben öldürdüm demiş olabilirim. Yani bir hanımın bacaklarını ayırabilmek için. Yoksa sımsıkı kapalı oluyolar, bilirsin."

"Galiba."

"Onu öldüren Kızıl Molly ve fırlattığı tabağıydı, işin gerçeği bu. Yaklaşırken kaldırdıkları toz bulutunu görmüştük. Sonra kasabaya altı tekerlek kadar kala ayrıldılar."

"Nasıl yani?"

Büyükbaba, Kurtlar'ın üçe ayrıldığını göstermek için üç çarpık parmağını kaldırıp gösterdi.

"En büyük grup (toz bulutuna bakıp anlıyoduk) kasabanın merkezine, Took'un dükkânına yöneldi, ki bu akla uygundu zira bazıları çocuklarını dükkânın arkasındaki depoya saklamayı düşünüyodu. Took'un nakit parasını, değerli taşlarını ve eski birkaç silahını sakladığı gizli bir odası vardı. Ne kirli çıkıdır onlar!" Yine o gıcırtılı kahkahalarından birini patlattı. "İyi bir saklanma yeriydi, yaşlı tilki için çalışanlar bile orayı bilmiyo-du ama Kurtlar geldiğinde çocukları elleriyle koymuş gibi buldular ve yollarına çıkan herkesi öldürdüler. Hatta çocukları götürmemeleri için yalvaranları bile. Işıklı çubuklarıyla dükkânı ve geçtikleri her yeri ateşe verdiler. Kasaba o gün ucuz kurtuldu. Tamamen yanıp kül olabilirdi çünkü ışıklı çubukların ateşi bildiğimiz ateşe benzemiyo, suyla öyle kolayca sönmüyo. Hatta silahlarına su atarsan bu suyla besleniyolar! Daha yükseğe ulaşıyolar! Aynen öyle!"

Sözlerini vurgulamak için korkuluğun üzerinden tükürdü ve kurnaz bakışlarını Eddie'ye çevirdi.

"Söylemeye çalıştığım şu: torunum, sen veya senin kakao kız kaç kişiyi savaşmaya ikna ederseniz edin, Eben Took aralarında olmayacaktır. O dükkân tarihin başlangıcından beri onlara ait ve tekrar yandığını görmektense ölmeyi yeğlerler. Bir seferi o korkaklar için yetti de arttı bile. Anlı-yo musun?"

"Evet."

"Diğer iki toz bulutundan büyük olanı güneye, çiftliklere doğru yö. neldi. En küçük grup ise Doğu Yolu üzerinden küçük çiftliklere doğru ilerledi. Biz de oradaydık ve karşılarına çıktık."


Yaşlı adamın yüzü hatıraların etkisiyle aydınlandı. Eddie, adamın yüzünde bir zamanlar olduğu genç adamı göremedi, o yılların üzerinden çok fazla zaman geçmiş, o gençten bir eser kalmamıştı ama gözlerinde o gün hissetmiş olduğu heyecan, kararlılık ve korkuyu görebilmek mümkündü. Hepsi aynı duyguları hissetmiş olmalıydı. Eddie ne hissettiklerini çok iyi biliyordu, onun için tanıdık duygulardı. Yaşlı adam bunu yüzün-den anlamış olacak ki enerjisi tazelenmiş göründü. Elbette torunundan hiç böyle bir tepki almamıştı; Tian'ın korkak olduğu söylenemezdi, teşekkürler derim, ama sonuçta çapı belli, basit bir çiftçiydi. Ama bu adam... New York'lu Eddie... ömrü kısa olabilir ve hasta yatağında son bulmayabilirdi ama 'Riza adına, basit bir çiftçi olmadığı da muhakkaktı.

"Devam et," dedi Eddie.

"Evet, edeceğim. Bize doğru gelenler Nehir Yolu'nda ayrıldı ve bir kısmı pirinç tarlalarına doğru ilerlerken bir kısmı Peaberry Yolu'na çıktı. Pokey Slidell'in yüzünde tuhaf bir gülümsemeyle bana baktığını hatırh-yom. Sonra yayı tutmayan elini kaldırdı ve dedi ki..."
7

Pokey Slidell mevsimin son cırcırböceklerinin iki taraflarındaki yüksek otlardan yükselen sesleri eşliğinde, yanan sonbahar göğünün altında ona, "Seni tanıdığıma çok memnunum, Jamie Jaffords," dedi. "Bunu gönülden söylüyom." Yüzünde Jamie'nin o güne dek hiç görmediği bir gülümseme vardı ama hayatı boyunca bazılarının Kenar da dediği Hilalde yaşamış on dokuz yaşında bir genç olarak daha önce görmediği pek çok şey vardı. Görünüşe bakılırsa görme fırsatı da bulamayacaktı. Gülümseyişi tuhaftı ama korkudan eser yoktu. Jamie kendi yüzünde de benzer bir ifade olduğunu tahmin edebiliyordu. Babalarının güneşi altında duruyorlar, karanlığın yakında onları yutacağını biliyorlardı. Ölüm yanı başlarındaydı.

Yine de Pokey 'nin elini tutan eli güçlü ve kararlıydı. "Henüz beni tam nlamıyla tanımış diilsin, Pokey," dedi.

"Umarım buna fırsatım olur."

Toz bulutu bulundukları yere doğru hızla yaklaşıyordu. Bir dakika sonra belki daha da önce yaklaşan binicileri görebileceklerdi. Daha da önemlisi selenler onları görebilecekti.

"Bence hendeğe girsek iyi olur," dedi Eamon Doolin. Yolun sağ tarafını işaret etti. "Pusuda bekleriz. Kurtlar geçer geçmez de arkalarından saldırıp haklanz."

Molly Doolin dar, siyah, ipek pantolon ve yakası açık beyaz bir ipek gömlek giymişti. Boynunda yumruğunu kaldırmış Oriza'nın minik bir gümüşten figürü vardı. Molly sağ elinde kenarları keskini eştirilmiş mavi titanyum çelik tabağını tutuyordu. Tabağın üzeri, pirinç filizi motifleriyle oya gibi işlenmişti. Omzuna ipek işlemeli bir heybe asmıştı. İçinde beş tabak daha vardı. İkisi onun, üçü annesinindi. Saçları göz alıcı ışıkta öylesine parlıyordu ki kafası alev almış gibiydi. Yakında gerçekten alev alacaktı.

"İstediğini yapabilirsin, Eamon Doolin," dedi. "Bana gelince, olduğum yerde kalacağım ve geldiklerinde ikiz kardeşimin adını haykıracağım. Belki üzerimden geçip giderler ama ondan önce birini geberteceğim veya o kahrolası atlarının bacaklarını kesip atacağım."

Daha fazlası için zamanları kalmamıştı. Kurtlar, Arra'nın küçük çiftliğinin girişini belirten yokuşu geçip karşılarında belirdi ve dört Calla 'linin daha fazla konuşmaya fırsatı olmadı. Jamie sakin bir yapısı olan ve henüz yirmi üçünde olmasına rağmen saçları seyrelen Eamon Doolin'in arbaletini fırlatıp ellerini teslim olduğunu belirtircesine kaldırarak hendeğe atladığını görse hiç şaşmayacaktı. Ama genç adam karısının yanında yerini aldı ve arbale-tine kısa okunu yerleştirdi. Yayı çekerken gerilimden dolayı alçak bir ses duyuldu.

Çizmelerinin topuklarını toprak yola gömerek yan yana durdular. Yoldan geçişi engelliyorlardı. Jamie, içini bir lütuf gibi saran bir tatmin hissetti. Doğru olanı yapıyorlardı. Yolun ortasında öleceklerdi ama önemli değildi, kurtlar çocukları alırken çaresizce izleyip hiçbir şey yapmadan ölmekten yıydi. Hepsi, daha önce ikizini kaybetmişti. İçlerinde en yaşlı olan Pokey hhem ikizini, hem de küçük oğlunu kaybetmişti. Bu doğruydu. Kurtlar bu $e. kilde karşı geldikleri için kasabanın geri kalanını cezalandırabilirdi ama önemi yoktu. Doğru olanı yapıyorlardı.

"Haydi!" diye bağırdı Jamie ve okunu saldı. "Gelin sizi alçaklar! Gelin de okumun tadına bakın! Calla! Calla Bryn Sturgis!"

Biran, Kurtlar yaklaşmıyormuş, sadece oldukları yerde titreşiyormuş gj. bi bir his oldu içlerinde. Sonra atların daha önce boğuk ve belli belirsiz olan nal sesleri şiddetlenip keskinleşti. Kurtlar titreşen havanın içinden aniden fır. ladı. Pantolonları, atlan gibi griydi. Koyu yeşil pelerinleri arkalarında uçuşuyordu. Pelerinlerin başlıkları, maskelerini çevreliyordu (maske olmalıydılar). Maskeler, üzerlerine gelen dört atlının yüzünü öfkeli, korkunç kurt suratlan-na çevirmişti.

"Dörde karşı dört!" diye haykırdı Jamie. "Dörde karşı dört kişi! Olduğunuz yerde kalın, dostlar! Bir adım bile atmayınF'
Dört Kurt, gri atlar üzerinde hızla onlara yaklaşıyordu. Erkekler, arba-letlerini doğrulttu. Molly (saçlarından ziyade bir anda alev alan öfkesi yüzünden Kızıl Molly diye çağrılırdı) tabağını sol omzuna doğru kaldırdı. O an kızgın değil, sakin ve serinkanlı görünüyordu.

İki uçtaki iki Kurt'un ışıklı çubukları vardı. Silahlarını doğrulttular. Ortadaki ikisi, bir şey fırlatmak üzere yeşil eldivenler içindeki yumruklarını kaldırdı. Sneetch'ler diye düşündü Jamie soğuk bir ifadeyle. Ellerinde onlar var.

"Bekleyin çocuklar..." dediPokey. "Bekleyin... bekleyin... şimdi!"

Okunu saldı ve Jamie, okun sağdan ikinci Kurt'un başının hemen yanından geçtiğini gördü. Eamon'ın okuysa en soldaki atın boynuna isabet etmişti. At kişnedi ve Kurtlar son kırk metreye girdiği sırada yalpaladı. İkinci atın binicisi elindekini fırlattığı sırada yalpalayan at komşusuna çarptı. Fırlattığı, gerçekten de bir sneetch idi ama darbe yüzünden hedefe kilitlenenle-yecek kadar uzağa düşmüştü.

Jamie'nin oku, üçüncü atlının göğsüne isabet etti. Tam bir zafer çığlığı atacaktı ki sesi duyduğu dehşetle daha boğazından çıkamadan kesildi. Ok yaratığın göğsünden Andy'nin göğsünden veya Piç Kurusu'nda bir kayadan seker gibi sekmiş, hiçbir zarar vermemişti.

Zırh giyiyor, kahrolası pelerininin altında bir zırh var cehenneme gidesice...

Diğer sneetch havada düzgün bir kavis çizerek Eamon Doolin'in suratına isabet etti. Kafası, etrafa kemik, kan ve gri parçacıklar saçarak patladı. Sneetch birkaç metre daha ilerledikten sonra geri dönüp tekrar küçük gruba doğru uçtu. Jamie tam zamanında eğilerek başına çarpmak üzere olan, vızıldayan topu savuşturdu.

Molly yerinden hiç kıpırdamamıştı. Üzerine kocasının kanı ve beyin parçacıkları yağdığı sırada bile istifini bozmamıştı. "BU MINNIE İÇİN SİZİ OROSPU EVLATLARI!" diye haykırdı ve tabağını fırlattı. Aralarındaki mesafe artık yok denecek kadar azdı. Hızla fırlattığı tabak, elinden ayrılır ayrılmaz havaya yükseldi.

Fazla hızlı, hayatım, diye düşündü Jamie havada savrulan bir ışıklı çubuktan kaçmak için eğilirken (ışıklı çubuk da şiddetli bir şekilde vızıldıyordu). Fazla hızlı, aynen öyle.

Ama Molly'nin tabağı fırlattığı Kurt, atını doğruca yükselen tabağın üzerine doğru sürdü. Tabak, yaratığın kurt maskesiyle pelerininin başlığının birleştiği noktaya isabet etti. Tuhaf, boğuk bir ses duyuldu (çınnlj ve yaratık yeşil eldivenli ellerini kaldırarak gri atının üzerinden yere düştü.

Pokey ve Jamie vahşi birer çığlık attı ama Molly, bir başka tabak almak için sakince kesesine uzandı. Keskin olmayan bölümleri üste gelecek şekilde dizilmişlerdi. Tam tabağı çekip çıkarıyordu ki ışıklı çubuklardan biri kolunu kesip kopardı. Dudakları gerilip dişleri ortaya çıktı, sendeledi ve gömleği alev alırken tek dizi üzerine çöktü. Jamie, kadının yerde yatan kopuk elindeki tabağa uzanmaya çalıştığını görünce şaşırmaktan kendini alamadı.

Kalan üç Kurt, yanlarından geçip gitmişti. Molly'nin tabağının isabet ettiği yaratıksa toprak yolun üzerinde yatıyor, çılgınca sarsılıyordu. Yeşil eldivenler içindeki elleri sert hareketlerle havaya kalkıp iniyordu. "Ne yaparsın? Bu baş belalarından kurtulmak için ne yapabilirsin?" der gibiydi.

Kalan üç Kurt, atlarını bir gösteri ekibiymiş gibi müthiş bir uyumla çevi-nP üzerlerine doğru gelmeye başladı. Molly tabağı cansız parmaklarının arasından çekip aldı ve alevler içinde yere yıkıldı.

"Sağlam dur, Pokey!" diye bağırdı Jamie ölümleri puslu gökyüzü altında hızla onlara doğru yaklaşırken. "Tanrılar seni lanetlesin, olduğun yerde kal!" Doolinlerin yanan etlerinin kokusunun genzini doldurduğu o anda bile için. deki doğru olanı yaptıklarına dair his kaybolmamıştı. En başından beri bunu yapmaları gerekiyordu çünkü Kurtlar alt edilebiliyordu. Ama muhtemelen hayatta kalamayacak, dolayısıyla bir Kurt'u indirdiklerini kimseye anlatamayacaklardı. Kurtlar, yere düşen yoldaşlarını yanlarında götürecekler, kasabalılar onu görmedikleri için yenilmez olduklarına dair inançları iyice pekişecekti.

Pokey okunu fırlatınca titreşen yayın sesi duyuldu ve bundan bir iki saniye sonra bir başka sneetch havada uçarak genç adamın gövdesine çarptı. Pokey'nin bedeni, giysilerinin içinde patladı ve gömleğinin kol ağızlarından, düğme aralarından ve pantolonunun önünden dışan kan ve et parçacıktan fırladı. Jamie bu kez de en yakın dostundan arta kalanlara bulanmıştı. Kendi okunu da fırlattı ve gri atın gövdesinin yan tarafını hafifçe çizdiğini gördü. Eğilmenin işe yaramayacağını biliyordu ama yine de eğildi ve başının üzerinden bir şeyin geçtiğini duydu. Atlardan biri yanından geçerken ona sertçe çarptı ve Eamon'un daha önce saklanmayı önerdiği hendeğe yuvarladı. Ar-baleti elinden uçup gitti. Yattığı yerde kıpırtısızca, nefes almaya bile çekinerek yattı. Tek umudu, öldüğünü düşünerek yanından geçip gitmeleriydi. Elbette numarasına kanmayacaklardı, ama yapabileceği başka hiçbir şey yoktu. Ölmüş gibi donukça bakmaya çalıştı. Birkaç saniye sonra rol yapmasına gerek kalmayacağını biliyordu. Toprağın kokusunu alıyor, otların arasındaki cırcırböceklerinin sesini duyuyor, ölümünden önce sahip olacağı bu son anılara dört elle sarılıyordu. Göreceği son şeyin ise Kurtlar'ın sırıtan vahşi suratları olacağını biliyordu.

Nal sesleri yaklaştı.

Biri, geçerken ovucunu açtı ve bir sneetch fırlattı. Ama tam fırlattığı sırada atı, hâlâ yerde sarsılarak yatmakta olan Kurt'un (artık elleri pek fazla yükselmiyordu) üzerinden atladı. Sneetch, Jamie'nin bir hayli üzerinden uçup gitti. Genç adam avını arayıp tereddüt ettiğini neredeyse hissetmişti-Ama o kısa tereddüt anından sonra tarlaya doğru ilerledi.

Kurtlar, artlarında bir toz bulutu bırakarak doğuya doğru ilerledi. Sneetch, geri dönüp tekrar Jamie'nin üzerinden geçti. Bu kez daha yüksekten ve daha yavaş ilerliyordu. Gri atlar, elli metre sonra bir dönemeci aşarak gözden kayboldu. Jamie'nin son gördüğü, havada uçuşan yeşil pelerinleri oldu.

Her an bükülecekmiş gibi hissettiği titreyen bacakları üzerinde ayağa kalktı. Sneetch tekrar döndü ve bu kez dosdoğru üzerine geldi ama enerjisi tükeniyormuşçasına iyice yavaşlamıştı artık. Jamie sarsak adımlarla yola yürüdü, kendini Pokey'nin parçalanmış bedeninin yanına attı ve arbaletine uzandı. Bir tokmağı tutar gibi ucundan kavramıştı. Sneetch yavaşça ona doğru süzülüyordu. Jamie arbaleti omzuna doğru kaldırdı ve sneetch'e dev bir böcekmiş gibi vurdu. Pokey'nin yıpranmış çizmelerinin üzerine düşen sneetch, olduğu yerde vızıldayarak kaldı. Tekrar yükselmeye çalışıyor ama beceremiyormuş gibiydi.

"Al sana lanet olasıca!" diye bağırdı Jamie ve sneetch'in üzerine toprak atmaya başladı. Bir yandan da ağlıyordu. "Al işte! AW Sonunda tamamen gömdü. Topraktaki titreşim kısa bir süre daha devam ettikten sonra yok oldu.

Jamie Jaffords emekleyerek Molly'nin öldürdüğü canavarın yanına gitti. Ayağa kalkmaya mecali yoktu. Hâlâ hayatta olduğuna bile inanamıyordu. Yaratık ölüydü... en azından hiç kıpırdamadan yatıyordu. Jamie maskeyi çıkarıp altındakini görmek istiyordu. Önce yerde yatan yaratığı tekmeledi. Kurt'un bedeni sağa sola savruldu ama hâlâ kıpırtısızdı. Etrafa keskin, kötü bir koku yayıyordu. Eriyormuş gibi görünen maskeden leş kokulu bir duman yükseliyordu.

Ölmüş, diye düşündü daha uzun yıllar yaşayıp Calla'daki en yaşlı insan olacak olan genç adam. Evet, öldüğüne şüphe yok. Hadi öyleyse seni korkak! Eğil de maskesini çıkar!

Çıkardı. Yakıcı güz güneşinin altında çürüyen maskeye uzandı, çıkardı ve gördü...
8

Eddie, yaşlı adamın konuşmayı kestiğini bir süre fark etmedi. Hâlâ büyülenmişçesine duyduklarının etkisindeydi. Her şeyi gözlerinin önünde öyle iyi canlandırabiliyordu ki o gün Doğu Yolu'nda arbaletini bir beys-bol sopası gibi omzuna dayamış, yaklaşan sneetch'e vurmaya hazırlanan o olabilirdi.

Sonra Susannah, kucağında bir kâse tavuk yemiyle verandanın önünden geçti. Geçerken Eddie'ye merakla baktı ve genç adam birden geçmiş, ten sıyrılıp şimdiki zamana döndü. Oraya eğlenip hoş vakit geçirmeye gelmemişti. Böyle bir hikâyenin onu eğlendirebilmesi, hakkında bir ipucu veriyordu aslında.

"Ve?" diye sordu Eddie yaşlı adama Susannah kümese doğru uzaklaştığında. "Ne gördün?"

"Hı?" Büyükbaba, ona bomboş gözlerle bakıyordu. Bunu gören Eddie umutsuzluğa kapıldı.

"Ne gördün'! Maskeyi çıkarınca?"

Boş bakışlar bir süre daha orada kaldı (ışıklar yanıyor ama evde kimse yok). Ama sonra yaşlı adam geri döndü. Arkasına, eve baktı. Ambara ve civarına baktı. Sonra avluya ve etrafına bakındı.

Korkuyor, diye düşündü Eddie. Ölesiye korkuyor.

Eddie kendi kendine bunun sadece yaşlı adamın paranoyası olduğunu söylese de içi bir anda buz kesmişti.

"Yaklaş," diye mırıldandı büyükbaba ve Eddie yaklaştı. "Bunu söylediğim tek kişi, Tian'ın babası Luke. Ve o da uzun yıllar sonraydı. Bana bundan başka kimseye bahsetmememi söyledi. Ben de dedim ki, 'Ama Lukey, ya bir faydası olursa? Ya bir dahaki gelişlerinde bu bilgi işimize yararsa?'"


Yüklə 2,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   54




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin