Stephen King Kara Kule Cilt5 Calla'nın Kurtları



Yüklə 2,69 Mb.
səhifə40/54
tarix30.05.2018
ölçüsü2,69 Mb.
#52130
1   ...   36   37   38   39   40   41   42   43   ...   54

Eddie yavaşça yaklaşıyordu. Sessiz olmaya gayret etmesine rağmen gizlenmeye çalışmıyordu. Hâlâ kimse onu görmemişti. Bu dünyadan ayrıkken o da bu kadar salak mıydı? Tam olarak baskın bile sayılmayacak b°yle bir yaklaşım karşısında o kadar mı tedbirsiz, dünyadan bihaberdi? Herhalde öyleydi. Roland'ın ona ilk zamanlarda küçümsemeyle bakması-na şaşmamalıydı.

"Ben... dinliyorum."

"Sende Bay Balazar'ın senin Ufysses'im istediğin kadar çok istedin bir şey var. Bu dolaptaki kitaplar sözde satılık ama hiçbirini satmadığına bahse girerim çünkü onlardan... ayrılmaya... tahammül edemiyorsun, o boş arsadan ayrılamadığın gibi. Bak sana olacakları anlatayım. George üzerinde 7500 yazan bu kitabın üzerine benzin dökecek ve ateşe verece-ğim. Sonra küçük hazine dolabından bir başka kitap alacağım ve senden on beş temmuz günü arsayı Sombra Şirketi'ne satacağına dair sözlü taahhüt isteyeceğim. Anlaşıldı mı?"

"Ben..."


"Bana o sözlü taahhüdü verdiğin an bu görüşme sona erecek. Vermezsen ikinci kitabı yakacağım. Sonra üçüncüsünü. Dördüncüsünü. Ama ortağımın sabrının dörtten sonrasına dayanacağını garanti edemem."

"Haklısın," diye araya girdi George Biondi. Eddie artık uzansa Koca Burun'a dokunacak kadar yakındı ama varlığını hâlâ fark etmemişlerdi.

"Sanırım o noktada dolabın her yerine benzin döküp kitapların hepsini..."

Andolini sonunda göz ucuyla hareketi yakalamıştı. Ortağının sol omzunun gerisine bakınca yanık tenli, ela gözlü genç bir adamın dikkatle bakmakta olduğunu gördü. Elinde dünyanın en eski, en büyük altıpatları gibi görünen sahte bir tabanca vardı. Sahte olmalıydı. Bir film setinden çıkmışa benziyordu.

"Sen de kim..." diye başladı Jack.

Eddie Dean'in yüzü, Jack sözünü bitiremeden neşe ve mutlulukla aydınlandı ve yakışıklılığın da ötesine geçerek güzellik diyarına girdi. "George!" diye bağırdı. Uzun bir süreden sonra en sevdiği dostunu tekrar görmüş birinin sevinciyle haykırmıştı. "George Biondi! Tanrım, hâlâ Hud-son'ın bu yakasındaki en kocaman gagaya sahipsin! Seni gördüğüme çok sevindim, ahbap!"

İnsan denen hayvanın yaradılışında, ismiyle çağrıldığında yabancılara cevap vermesini sağlayan bir özellik vardır. Çağıran kişinin ifadesi sevecen ve samimiyse, aynı şekilde karşılık vermeye meyillidir. George "Koca Burun" Biondi, içinde bulundukları duruma rağmen ona neşeyle sesle-en kişiye hiç alarma geçmeden, gülümseyerek döndü. Eddie, Roland'ın tabancasının kabzasını suratına sertçe indirdiğinde gülümsemesi hâlâ silinmemişti. Andolini'nin gözleri keskindi, ama üç kez inen kabzayı doğru düzgün seçemedi bile. İlk darbe gözlerin arasına, ikinci sağ gözün hemen üzerine, üçüncüyse sağ şakağa inmişti. İlk iki darbe sonucu boğuk çarpma sesleri çıkmış, üçüncünün ardından mide bulandırıcı bir çıtırtı olmuştu. Gözleri devrilip akları ortaya çıkan Biondi boş bir çuval gibi yere yığıldı. Dudakları meme arayan sabırsız bir bebeğinkiler gibi kıpırdıyordu. Kavanoz, gevşeyen parmaklarının arasından kayıp beton zemine düştü ve kırıldı. Benzin kokusu bir anda keskinleşti.

Eddie, Biondi'nin ortağına tepki verme fırsatı tanımadı. Koca Burun cam parçaları ve dökülmüş benzinin içinde kıvranırken Andolini'nin üzerine atıldı.


7

Calvin Tower (hayata Calvin Tören olarak başlamıştı) hemen rahatlayıp Tanrım, çok şükür kurtuldum hissine kapılamadı. İlk düşüncesi, Onlar kötü ama bu daha da beter, oldu.

Yeni gelen adam, loş depoda kendi gölgesiyle birleşmiş ve boyu üç metreye ulaşmış gibi görünüyordu. Alev alev olmuş gözleri yuvalanndan fırlamıştı. Gerilmiş dudaklarının arasından görünen dişleri köpekbalıkla-nnınkileri andırıyordu. Bir elinde, on yedinci yüzyıla dair hikâyelerde anlatılanlara benzer, neredeyse alaybozan tüfeği büyüklüğünde bir tabanca vardı. Andolini'yi spor ceketinin yakasından tutup duvara fırlattı. Gangsterin kalçası cam dolaba çarptı ve dolap devrildi. Tower, iki adamın da zerre kadar aldırmadığı dehşet dolu bir çığlık attı.

Balazar'ın adamı, yalpalayarak sol tarafına doğru kaçmaya çalıştı. Siyah saçları başının arkasında toplanmış diş gösteren adam bir iki adım 8'taıesine izin verdikten sonra çelme takarak serseriyi yere düşürdü ve lr dizini göğsüne bastırdı. Dev tabancanın namlusunu adamın çenesinin altına dayamıştı. Serseri kurtulma amacıyla başını çevirmeye çalıştı. Yeni gelen, namluyu daha da bastırdı.

Balazar'ın adamı çizgi filmlerdeki ördeklere benzeyen cırtlak bir sesle, "Güldürme beni salak," dedi. "Elindekinin gerçek olmadığını biliyorum."

Gölgesiyle birleşip bir dev boyutuna ulaşmış görünen yeni adam tabancayı çekip horozunu kaldırarak deponun gerisinde bir yere doğrulttu. Tower Tanrı bilir ne söylemek için ağzını açtı ama tek kelime edemeden gök gürültüsünü andıran, kulakları sağır edici bir ses duyuldu. Makinenin namlusundan sapsarı alevler fışkırdı. Tabanca yine serserinin çenesinin altına dayandı.

"Şimdi ne düşünüyorsun, Jack?" diye soludu yeni gelen. "Hâlâ sahte olduğunu mu sanıyorsun? Ben ne düşünüyorum söyleyeyim: bu tetiği bir dahaki çekişimde beynin havaya uçacak, işte aklımdan geçen bu."
8

Eddie, Jack Andolini'nin gözlerinde korku gördü ama panik yoktu. Bu onu pek şaşırtmadı. Nassau'daki kokain olayında işler ters gidince onu yakalayan Jack Andolini'ydi. Karşısındaki on yaş genç haliydi, ama daha yumuşak olduğu söylenemezdi. Bir zamanlar ulu bilge keş Henry Dean tarafından Yaşlı Ucube adı takılan Andolini, bir mağara adamının çıkık alnına ve dev bir çeneye sahipti. Elleri öyle büyüktü ki karikatür gibi görünüyordu. Parmaklarının eklem yerlerinden kıllar fışkırıyordu. Yaşlı Ucube aynı zamanda Yaşlı Salak gibi görünüyordu ama aptal olduğu kesinlikle söylenemezdi. Aptallar, Enrico Balazar gibi adamların sağ kolu olacak kadar yükselemezdi. Jack belki henüz o konuma ulaşmamıştı ama Eddie'nin gömleğinin altında iki yüz bin dolar değerinde Bolivya tozuyla JFK Havaalanı'na indiği 1986'da ulaşacaktı. Andolini o dünyada, o zaman ve mekânda // Roche'un has adamıydı. Ama Eddie'ye göre bu dünyada, erken emekliliğe çok yakındı. Her şeyden emekli olacak gibiydi-

Tabancanın namlusunu daha da bastırdı. Havadaki barut ve benzin kokusu o kadar yoğundu ki kitapların boğucu kokusunu bile bastırmıştı. Gölgeler içinde bir yerlerde olan dükkânın kedisi Sergio öfkeyle tısladı, gelli ki bölgesinde gürültü olmasını pek onaylamıyordu.

Andolini yüzünü buruşturdu ve başını hafifçe sola çevirdi. "Yapma, ahbap-o şey sıcak!"

"Beş dakika sonra senin olacağın kadar sıcak değil," dedi Eddie. "Ama beni dinlersen akıbetin farklı olabilir, Jack. Bu durumdan kurtulma şansın az ama hiç yok değil. Dinleyecek misin?"

"Seni tanımıyorum. Sen bizi nereden tanıyorsun?"

Eddie tabancanın namlusunu Yaşlı Ucube'nin çenesinin altından çekti ve Roland'm altıpatlarının dayandığı yerde kırmızı bir halka olduğunu gördü. Ya sana bundan on yıl sonra benimle karşılaşacağını ve bunun senin ka'n olduğunu söylersem? Ya da ıstanavarlar tarafından yeneceğini? Gucci mokasenler içindeki ayaklarından başlayıp yukarı doğru çıkacaklarını söylesem? Andolini, ona inanmayacaktı elbette. Eddie gösterene dek Roland'm eski tabancasının ateş edeceğine inanmadığı gibi. Ve bu olasılıklar düzleminde (Kule'nin bu katında) ıstanavarlara yem olmayabilirdi. Çünkü bu dünya diğerlerinden farklıydı. Bu, Kule'nin On Dokuzuncu Katı'ydı. Eddie bunu hissedebiliyordu. Daha sonra irdeleyebilirdi, şimdi değil. Düşünme eylemi o an çok güçtü. O an içinden geçen bu iki adamı öldürüp Brooklyn'e giderek Balazar'ın fef'inin geri kalanını ortadan kaldırmaktı. Eddie tabancanın namlusunu Andolini'nin çıkık elmacık kemiklerinden birine dayadı. Tetiği çekmemek için kendini zor tutuyordu. Andolini bunu gördü. Gözlerini kırpıştırarak dudaklarını ıslattı. Eddie'nin dizi hâlâ göğsü üzerindeydi. Eddie, adamın göğsünün körük gibi inip kalktığını hissedebiliyordu.

"Soruma cevap vermedin," dedi Andolini'ye. "Onun yerine bir soru sordun. Bunu bir daha yaparsan suratını tabancanın kabzasıyla dağıtacağım. Sonra dizkapaklarından birine ateş edip ömrünün sonuna kadar to-Pal kalmanı sağlayacağım. Seni öldürmeden pek çok yerinden vurabilirim. Bana aptal ayağı yapma. Aptal değilsin (belki işveren seçimin hariç) ve ben bunu gayet iyi biliyorum. Şimdi tekrar soruyorum: dinleyecek mi-sin?"

"Başka seçeneğim var mı?"

Eddie yine aynı afallatıcı hızla tabancayı Andolini'nin suratına indirdi. Elmacık kemiğinin kırılmasıyla keskin bir çıtırtı duyuldu. Andolini'nin, Eddie'ye Queens Midtown Tüneli gibi görünen sağ burun deliğin-den kan boşalmaya başladı. Andolini acı, Tower şokla haykırdı.

Eddie tabancanın namlusunu yine Andolini'nin çenesinin altına dayadı. Gözlerini ondan ayırmadan Tower'a, "Gözünüz diğerinin üzerinde olsun, Bay Tower," dedi. "Kıpırdarsa bana haber verin."

"Sen kimsin?" dedi Tower melercesine.

"Bir dost. Kıçınızı kurtarabilecek tek kişi de diyebilirsiniz. Şimdi diğeriyle ilgilenin, ben de işimi yapayım."

"Pe... pekâlâ."

Eddie Dean tüm dikkatini Andolini'ye çevirdi. "George'u saf dışı bıraktım, çünkü George aptalın teki. Mesajımı iletse bile inanmayacaktır. Kendin inanmazsan başkalarını nasıl ikna edebilirsin, değil mi ama?"

"Haklısın," dedi Andolini. Eddie'ye dehşetle karışık büyülenmiş bir ifadeyle bakıyor, muhtemelen karşısındaki yabancının nasıl biri olduğunu az çok anlamaya başlıyordu. Roland, bunu ondan bile önce, Eddie'nin hiçbir işe yaramayan bir uyuşturucu bağımlısı olduğu zamanlarda anlamıştı. Jack Andolini, bir silahşor görüyordu.

"Elbette haklıyım," dedi Eddie. "İşte iletmeni istediğim mesaj: Tower'a dokunulmayacak."

Jack başını iki yana sallıyordu. "Anlamıyorsun. Tower'da birinin istediği bir şey var. Patronum, ona istediğini alacağını söyledi. Söz verdi. Ve patronum verdiği sözü daima..."

"Tutar, biliyorum," dedi Eddie. "Ama bu kez tutamayacak ve bu onun hatası olmayacak. Çünkü Bay Tower arsasını Sombra Şirketi'ne satmamaya karar verdi. Arsayı şeye... Tet Şirketi'ne satacak. Anlaşıldı mı?"

"Seni tanımıyorum, bayım. Ama patronumu tanırım. .Vazgeçmeyecektir."

"Vazgeçecek. Çünkü Tower'in satacak bir şeyi olmayacak. Arsa artık ona ait olmayacak. Beni iyi dinle, Jack. Ka-mai değil, ka-me dinle." Aptalca değil, akıllıca.

Eddie yüzünü adamınkine yaklaştırdı. Andolini akları kanlanmış, yuvalarından fırlamış ela gözlere ve sadece bir öpücük uzaklıktaki vahşice gerilmiş dudaklara bakakalmıştı.

"Bay Tower hayal edebileceğinden çok daha güçlü ve amansız insanların koruması altına girdi, Jack. // Roche onların yanında Woods-tock'taki çiçek çocuklar gibi kalır. Ona Calvin Tower'i taciz etmeye devam etmekle eline hiçbir şey geçmeyeceğini söyle. Aksi halde varını yoğunu kaybedebilir."

"Yapamam..."

"Sana gelince, Gilead'ın işaretinin bu adamın üzerinde olduğunu bil. Ona tekrar dokunacak (veya dükkânından içeri adım atacak) olursan Brooklyn'e gelir ve karınla çocuklarını gebertirim. Sonra annenle babanı bulur, onları da öldürürüm. Sonra teyzelerinle amcalarının işini bitiririm. Hâlâ hayattaysalar büyükannenle büyükbabanı öldürürüm. Seni en sona bırakırım. Bana inanıyor musun?"

Jack Andolini burnunun dibindeki surata (kanlı gözlere, gerilmiş dudaklara) bakmaya devam etti ama gözlerindeki korku giderek artıyordu. İşin ash, gerçekten inanıyordu. Bu adam her kimse, Balazar ve arsa meselesi hakkında epey bilgiliydi. Hatta bu konuda Andolini'den fazlasını biliyor bile olabilirdi.

"Benim gibilerden daha çok var," dedi Eddie. "Ve hepimizin amacı aynı: ..." Neredeyse gülü korumak diyecekti. "Calvin Tower'i korumak. Gözümüz kitapçı dükkânı ve Tower'in üzerinde olacak. Tower'in arkadaşlarını da gözleyeceğiz. Mesela Deepneau'yu." Eddie bu ismi duyan Andolini'nin şaşkınca baktığını görünce memnun oldu. "Kim buraya gelip fower'ı taciz etmeye kalkarsa önce tüm ailesini, sonra kendisini temizleyeceğiz. Bu George, 'Cimi Dretto, Tricks Postino... ve kardeşin Claudio •Çin de geçerli elbette."

Andolini'nin gözleri her isimde daha da irileşmişti. Kardeşinin adı^ duyunca yüzünü buruşturup gözlerini bir anlığına kapadı. Eddie mesajı, nın açıkça anlaşıldığını düşündü. Andolini'nin Balazar'ı ikna edip edeme, yeceği ayrı bir konuydu. Ama bir anlamda bunun pek önemi yok, diye ge. çirdi içinden soğukça. Tower arsayı bize sattıktan sonra ona ne yapacakları önemsiz, değil mi?

"Bu kadar şeyi nereden biliyorsun?" diye sordu Andolini.

"Nereden bildiğimi boş ver. Sen mesajı ilet yeter. Balazar'a söyle, Sombra'daki dostlarına arsanın artık satılık olmadığını haber versin. Onlara satılık değil. Ve patronuna Tower'in Gilead'dan sert adamların koruması altında olduğunu ilet."

"Sert?..."

"Balazar'ın şimdiye dek dalaştığı herkesten daha tehlikeli adamlar," dedi Eddie. "Sombra Şirketi'nin adamları dahil. Israr ederse Brooklyn'de Grand Army Plaza'yı dolduracak kadar çok ceset olacağını belirt. Ve cesetlerin çoğu kadınlarla çocuklara ait olacak. Balazar'ı ikna etmeye bak."

"Ben... deneyeceğim, ahbap."

Eddie ayağa kalkıp geriledi. Benzin ve cam parçaları arasında kıvrılmış yatan Biondi kıpırdanıp inlemeye başlamıştı. Eddie, Roland'm tabancasıyla Jack'e kalkmasını işaret etti.

"Elinden geleni yapsan iyi olur."
9

Tower iki fincana koyu kahve doldurdu ama kendisininkini içemedi. Elleri çok titriyordu. Eddie, adamın yaptığı birkaç denemeyi izledikten sonra acıyarak kahvesinin bir kısmını kendi fincanına döktü.

"Şimdi dene," diyerek yarısına kadar dolu fincanı dükkânın sahibine doğru itti. Tower gözlüklerini tekrar takmıştı ama bir sapı yamuk olduğu için gözlük yüzüne tam oturmuyordu. Ayrıca sol camı üzerinde boydan boya ilerleyen, şimşeği andıran bir çatlak vardı. İki adam mermer tezgahın başındaydı. Tower tezgâhın arkasına geçmişti. Eddie ise taburelerden birine tünemişti. Tower, Andolini'nin yakmakla tehdit ettiği kitabı yanında getirip kahve makinesinin yanına koymuştu. Kitabı gözünün önünden ayırmaya korkuyor gibiydi.
Tower fincanı titreyen eliyle dudaklarına götürüp (Eddie adamın iki elinde de yüzük olmadığını fark etmişti) sonuna kadar içti.

"Daha iyisin ya?" diye sordu Eddie.

"Evet." Tower on dakika önce uzaklaşan gri arabanın geri dönmesini bekliyormuşçasına camdan dışarı bakıyordu. Sonra Eddie'ye döndü. Genç adamdan hâlâ korkuyordu ama duyduğu dehşet, Eddie tabancasını "arkadaşımın yağmacı-bohçası" dediği çantaya koyduğunda azalmıştı. Çanta renksiz deridendi ve bir fermuvar yerine iplerle kapanıyordu. To-wer'a göre genç adam, çantaya büyük tabancayla birlikte korkutucu taraflarını da koymuştu. Bu iyiydi çünkü Tower'in genç adamın serserilerin tüm ailelerini öldüreceğine dair tehdidinin sadece bir blöf olduğuna inanmasına yardım ediyordu.

"Dostun Deepneau bugün nerede?" diye sordu Eddie.

"Onkoloğunda. Aaron iki yıl önce büyüğünü yaparken klozette kan görmeye başladı. Genç bir adam olsa "kahrolası hemoroit," diye düşünerek gidip bir ilaç alırdı. Ama yetmişlerine gelince insan en kötüsünü düşünüyor. Durumu kötüymüş ama umutsuz değilmiş. O yaştayken kanser daha yavaş ilerliyor; Koca K bile yavaşlıyor. Düşününce komik geliyor, değil mi? Her neyse, radyasyon tedavisi yaptılar ve yok olduğunu söylediler, ama Aaron söz konusu kanserken temkini elden asla bırakmamak gerektiğini söylüyor. Her üç ayda bir kontrole gidiyor. Şimdi de orada. İyi ki burada değildi. Yaşlıdır maşlıdır ama öfkelendi mi çıldırır."

Aaron Deepneau'yu Jamie Jaffords ile tanıştırsak iyi anlaşırlardı, diye düşündü Eddie. Satranç yerine şato oyunu oynar ve eski günleri yâd ederlerdi.

Tower bu arada hüzünle gülümsüyordu. Gözlüğünü düzeltti. Bir an 'Çin düzgün duran gözlük sonra tekrar eski halini aldı. Yamukluk, çatlaktan daha kötüydü. Adamın hem kırılgan, hem de aklını kaçırmış gibi görünmesine sebep oluyordu. "O çabuk alevlenir, ben ise korkağın tekiyim-cllr- Belki de bu yüzden arkadaşız, birbirimizi tamamlıyoruz."

"Belki kendine fazla yükleniyorsundur," dedi Eddie.

"Sanmam. Psikologuma göre A-erkek baba ve B-dişi anneden olma bir çocuğun nasıl olacağına dair tipik bir örnekmişim ve..."

"Bağışla Calvin, ama bunlar beni hiç ilgilendirmiyor. Caddenin üzerindeki boş arsayı satmamışsın, bu bana yeter."

"O konuda pek bir şey yaptığım söylenemez," dedi Calvin Tower asık suratla. "O da bu..." Kahve makinesinin yanındaki kitabı aldı. "...ve yakmakla tehdit ettiği diğer kitaplar gibi. Onlardan ayrılmaya tahammül edemiyorum. Böyle bir sorunum var. İlk karım boşanmak istediğinde ona sebebini sormuştum. Bana, 'Seninle evlendiğim sırada anlamamıştım. Seni iyi bir erkek sanmıştım ama hiçbir şeyi atamayan sorunlu bir ruh hasta-sıymışsın,' dedi."

"Arsa kitaplardan farklı," dedi Eddie.

"Öyle mi? Gerçekten öyle mi düşünüyorsun?" Tower büyülenmişçe-sine ona bakıyordu. Kahve fincanını kaldırınca Eddie titremesinin hafiflediğini görüp memnun oldu.

"Sen öyle düşünmüyor musun?"

"Bazen orayı rüyamda görüyorum," dedi Tower. "Tommy Graham'ın şarküterisi iflas edip binayı yıktırdığımdan beri oraya gitmiyorum. Ve bir de çiti yaptırmıştım, elbette. Binayı yıktırmak kadar pahalıya patlamıştı. Orada bir çiçek tarlası olduğunu görüyorum. Güller. Ve sadece Birinci Cadde'ye değil, sonsuzluğa dek uzanıyorlar. Komik bir rüya, değil mi?"

Eddie, Calvin Tower'in böyle rüyalar gördüğünden emindi. Gözlüğün biri çatlak camlarının ardındaki gözlerde bir şey daha gördüğünü sandı. Tower bu rüyayı anlatmayacağı tüm diğer rüyaların temsilcisi gibi görüyordu.

"Evet," dedi Eddie. "Bana şu kahveden bir fincan daha doldurur musun? Sonra da şu görüşmeyi yapalım."

Tower tekrar gülümsedi ve Andolini'nin yakmakla tehdit ettiği kitabı kaldırdı. "Görüşme. Bu kitapta da ona benzer kelimeler kullanılıyor."

"Sahi mi?"

"Hı-hı."


Eddie elini uzattı. "Bakayım."

Tower önce tereddüt etti ve Eddie, adamın yüz ifadesinin karmaşık hislerle kısa süreliğine sertleştiğini gördü.

"Haydi ama Cal, onunla kıçımı silecek değilim."

"Tabi. Elbette. Üzgünüm." Tower o an rezalet çıkardığı bir gecenin ardından kendine gelen bir alkolik gibi gerçekten üzgün görünüyordu. »Ben sadece... bazı kitaplar benim için çok önemlidir. Ve bu kitap da en nadir olanlardan biri."

Kitabı, gözlerini naylon kabın içine çevirince kalbi duracakmış gibi olan Eddie'ye uzattı.

"Ne oldu?" diye sordu Tower. Fincanını tezgâha sertçe bıraktı. "Ne var?"

Eddie cevap vermedi. Kapakta, bir Quonset kulübesine benzer yuvarlak, çam ağacından inşa edilmiş, ahşap, küçük bir binanın çizimi vardı. Hemen yanında geyik derisinden bir pantolon giymiş Kızılderili bir savaşçı duruyordu. Üzeri çıplaktı. Bir savaş baltasını göğsüne dayamıştı. Arka planda beyaz dumanları mavi gökyüzüne yükselen eski tip bir buharlı lokomotif yeşil çayırlarda ilerliyordu.

Kitabın ismiDogan'âı. Yazarı ise Benjamin Slightman Jr.

Tower uzaklardan bir yerden bayılıp bayılmayacağım soruyordu. Eddie biraz daha yakından gelen bir sesle bayılmayacağım söyledi. Benjamin Slightman Jr. Yani genç Ben Slightman. Ve...

Kitabı geri almaya çalışan Tower'in tombul elini itti. Sonra parmağıyla teker teker üzerlerinde durarak yazarın ismindeki harfleri saydı. Elbette on dokuz taneydiler.


10

Tower'in kahvesinden bir fincan daha içtikten sonra kitabı tekrar eline aldı.

"Onu bu kadar özel yapan nedir?" diye sordu. "Ben kısa bir süre ön-02yazarla aynı ismi taşıyan biriyle tanıştım. Ama senin için..."

Aklına bir fikir gelen Eddie yazarın bir resmini görme umuduyla ki-tabı çevirip arkasına baktı. Ama bulduğu, iki satırlık kısa bir biyografiyi. "BENJAMIN SLİGHTMAN JR. Montana'da bir hayvan çiftliği sahibidir. Bu ikinci romanıdır." Bunun altında ise bir kartal resmi ve bir slogan vardı-

SAVAŞ BONOSU SATIN ALIN!

"Senin için nesi özel? Yedi bin beş yüz papel etmesinin sebebi ne?"

Tower'in yüzü aydınlandı. On beş dakika önce ölesiye korkuyordu oysa şimdi bunu tahmin etmek mümkün değildi. Tower tutkusunun pençele-rindeydi. Roland için Kara Kule neyse bu adam için de kitapları oydu.

Kitabı Eddie'nin görebileceği şekilde kaldırdı. "Gördüğün Doğan, değil mi?"

"Evet."

Tower kitabı açtı ve hikâyenin özetlendiği kapak içini gösterdi. "Ya burada?"



"Doğan," dedi Eddie. '"Eski batıdan heyecan dolu bir hikâye ve bir kızılderili savaşçının kahramanca hayatta kalma çabası.' Eee?"

"Şimdi şuraya bak!" dedi Tower zafer dolu bir ifadeyle ve kitabın başlık sayfasını açtı. Eddie sayfaya baktı.

Hogan" Benjamin Slightman Jr.

"Anlamadım," dedi Eddie. "Ne var bunda?"

Tower gözlerini devirdi. "Tekrar bak."

"Neden bana ne olduğunu söylemi..."

"Hayır, tekrar bak. Israr ediyorum. İşin zevki, keşfetmekte, Bay Dean. Her koleksiyoncu aynı şeyi söyler. Pul olsun, para olsun, kitap olsun, zevki keşfetmektedir."

Kapağı tekrar çevirdi ve Eddie bu kez gördü. "Kapakta isim yanlış yazılmış, değil mi? Hogan yerine Doğan."

Tower mutlu bir ifadeyle başını salladı. "Hogan, kapaktaki çizimde eördüğün gibi bir kızılderili kulübesidir. Doğan ise... şey, bir anlamı yok. Yanlış basılmış kapak kitabın değerini bir şekilde arttırıyor ama şimdi... şuna bak...

Telif sayfasını açıp kitabı Eddie'ye uzattı. Tarih, 1943'tü; bu da arka kapaktaki kartalı ve slogam açıklıyordu. Kitabın ismi Hogan'dı, bir gariplik yok gibi görünüyordu. Tam soracaktı ki Tower'in gösterdiği şeyi fark etti.

"Yazarın ismindeki Jr. kısmını kaldırmışlar, değil mi?"

"Evet! Evet!" dedi Tower kendi kendini kucaklamak istiyormuş gibi. "Kitap yazarın babası tarafından yazılmış gibi! Philadelphia'daki bibliyografi kongresinde telif hakları üzerine konferans veren bir avukata bu kitaptan bahsetmiştim. Adam bana basit bir hata yüzünden Slightman Jr.'m babasının kitap üzerinde hak iddia edebileceğini söyledi! İnanılmaz, değil mi?"

"Gerçekten de öyle," dedi Eddie Baba Slightman'ı düşünerek. Ve Oğul Slightman'ı. Jake'in oğul Slightman ile çabucak arkadaş olmasını ve bunun Calla New York'ta oturup kahve içerken içinde uyandırdığı kötü hissi düşünüyordu.

Hiç olmazsa Ruger'ı götürdü, diye geçirdi içinden.

"Bana bir kitabın değerli olması için bunun yettiğini mi söylüyorsun?" diye sordu Tower'a. "Kapakta yanlış basılmış bir harf, birkaç tane de içerde ve hop... kitap yedi bin beş yüz papel ediyor."

"Pek sayılmaz," dedi şok içinde görünen Tower. "Ama Bay Slightman üç muhteşem Kovboy romanı yazdı ve üçü de kızılderililerin bakış açısın-dandı. Hogan, ikincisi. Savaştan sonra Montana'da su ve mineral haklarıyla ilgili bir işe başladı ve sonra (işin ironisi burada) bir grup kızılderili tarafından öldürüldü. Kafa derisi yüzüldü. Bir dükkânın önünde içiyor-larmış..."

Took'un Dükkânı, diye düşündü Eddie. Her şeyimle iddiaya girebilirim.

"—ve Bay Slightman hoşlarına gitmeyecek bir şey söylemiş. Sonra da- eh, olan olmuş."

"Sahip olduğun tüm değerli kitapların benzer hikâyeleri mi var?" çjj. ye sordu Eddie. "Yani onları değerli kılan içerikleri değil, böyle tesadüf-ler mi?"

Tower güldü. "Nadir kitap koleksiyonu yapan çoğu kişi kitapların kapağını bile açmaz, genç adam. Açıp kapamak kitap sırtına zarar verir. Ve dolayısıyla satış fiyatını düşürür."

"Bu sana biraz hastalıklı bir davranış gibi gelmiyor mu?"

"Pek sayılmaz," dedi Tower ama yanakları hafifçe kızarmıştı. Bir parçasının Eddie'yi haklı bulduğu belliydi. "Bir müşteri Hardy'nin Tess of the D'Urbervilles, romanının imzalı bir ilk baskısı için sekiz bin dolar ödüyor-sa kitabı sadece bakılıp dokunulamayacağı güvenli bir yere koyması çok mantıklı. Okumak isteyen, ikinci el bir karton kapaklı kitap alabilir."

"Buna inanıyorsun," dedi Eddie şaşkınca. "Gerçekten inanıyorsun."

"Şey... evet. Kitaplar çok değerli nesneler olabiliyor. Değerleri farklı sebeplerden yükselebiliyor. Bazen sadece yazarın imzası buna yeter. Bazen de (bunun gibi) bir basım hatası. Ya da fazlasıyla az sayıda basılmış bir ilk basım kitap olabilir. Bunların buraya geliş sebebinle bir ilgisi var mı, genç adam? Görüşmek istediğin konu bu muydu?"

"Hayır, sanırım değildi." Ama tam olarak ne hakkında görüşmek istiyordu? Biliyordu; Andolini ve Biondi'yi depodan çıkarıp gri arabaya doğru birbirlerini destekleyerek, sendeleyerek yürümelerini ve ardından uzaklaşmalarını izlerken kafasında her şey çok netti. Herkesin kendi işine baktığı ve başkalarını umursamadığı New York'ta bile bir hayli dikkat çekmişlerdi. İkisinin de kanaması vardı ve gözlerindeki ifade, BANA NE OLDU BÖYLE? diyordu. Evet, o sırada her şey netti. Kitap (ve yazarın ismi) kafasını karıştırmıştı. Kitabı Tower'dan alıp tekrar görmemek için yüzüstü tezgâha bıraktı. Sonra düşüncelerini toparlamaya çalıştı.


Yüklə 2,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   36   37   38   39   40   41   42   43   ...   54




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin