Stephen King Kara Kule Cilt5 Calla'nın Kurtları



Yüklə 2,69 Mb.
səhifə41/54
tarix30.05.2018
ölçüsü2,69 Mb.
#52130
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   54

"İlk ve en önemli konu, on beş temmuzdan önce New York'tan ayrılmanız, Bay Tower. Çünkü geri gelecekler. Muhtemelen bu ikisi değil, Ba-lazar'ın kullandığı başka adamlar olacak. Ve bize bir ders vermek için fazlasıyla hevesli olacaklar. Balazar despotun teki." Eddie bu kelimey1 Susannah'dan öğrenmişti. Genç kadın, Tik-Tak Adam için bu sözcüğü kullanmıştı. "İş yapma tarzını bilirim. Bir tokat yerse iki tokat atar. Burnuna yumruk yerse çenenizi kırar. Bir el bombası atılsa torpille geri döner-"

Tower inledi. Abartılı bir sesti ve başka koşullar altında olsalardı Eddie kendini tutamayıp gülebilirdi. Ama bu koşullar altında değil. To-wer'a söylemek istediği her şey hafızasına geri dönüyordu. Bu işi halledebilirdi. Tanrı adına, başarabilirdi.

"Muhtemelen beni ellerine geçiremeyecekler. Başka yerlerde işlerim var. Tepelerin ardında, çok uzaklarda olacağım söylenebilir. Sana düşen, seni de ele geçirememelerini sağlamak."

"Ama mutlaka... az önce yaptıklarından sonra... kadınlar ve çocuklar hakkında söylediklerine inanmasalar bile..." Tower'in camı çatlak gözlüğünün gerisinden bakan gözleri, Grand Army Plaza'yı cesetlerle doldurmak hakkında söylediklerinde ciddi olmadığını itiraf etmesi için Eddie'ye adeta yalvarıyordu. Ama Eddie bu konuda ona istediğini veremeyecekti.

"Dinle, Cal. Balazar gibi adamlar için inanmak veya inanmamak önemli değildir. Onların işi, sınırları zorlamaktır. Koca Burun'u korkuttum mu? Hayır, sadece bayılttım. Jack'i korkuttum mu? Evet. Ve etkisi hemen geçmeyecek, çünkü Jack'in kuvvetli bir hayal gücü var. Çirkin Jack'i korkutmuş olmam Balazar'ı etkileyecek mi? Evet... ama vazgeçmesine yetecek kadar değil. Artık daha temkinli olacaktır, hepsi bu."

Eddie tezgâhın üzerine doğru eğilerek Tower'a dürüstçe baktı.

"Çocukları öldürmek istemiyorum, tamam mı? Bunu açıklığa kavuşturalım. Şeyde... bir başka yerde diyelim... çocukları kurtarmak için hayatlarımızı tehlikeye atıyoruz. Ama onlar insan çocuklar. Jack, Tricks Posti-no ve Balazar gibi adamların hayvanlardan farkı yok. İki ayaklı kurtlar. Kurtların insan yavruları olur mu? Hayır, dünyaya daha çok kurt getirirler. Erkek kurtlar dişi insanlarla mı çiftleşir? Hayır, dişi kurtlarla çiftleşir-'w. Yani oraya gitmek zorunda kalırsam (mecbur kalırsam giderim) kendi kendime bir kurt sürüsünü ortadan kaldıracağımı söyleyeceğim. Bundan fazlasını değil. Azını da değil."

"Tanrım, söylediklerinde çok ciddisin," dedi Tower. Soluğunu verir-ken, alçak sesle konuşmuştu.

"Kesinlikle," dedi Eddie. "Ama asıl önemli olan, senin peşinden gele. cek olmaları. Öldürmek için değil, kendi taraflarına çevirmek için. Burada kalırsan sonu sakatlanmaya varan zararlar görebilirsin, Cal. Önümüzdeki ayın on beşine kadar gidebileceğin bir yer yok mu? Yeterince paran var mı? Benim yok ama sanırım biraz bulabilirim."

Eddie kafasının içinde Brooklyn'e gitmişti bile. Balazar, Bernie'nin Berber Dükkânı'nın arka odasında poker partileri düzenlerdi, bunu herkes bilirdi. Hafta içi oynanmıyor olabilirdi ama dükkânda daima nakit bulunurdu. Yeterince...

"Aaron'ın biraz parası var," diyordu Tower gönülsüzce. "Pek çok kez yardım etmeyi teklif etti. Hep reddetmiştim. Bana bir tatile ihtiyacım olduğunu da söyleyip durur. Sanırım az önce benzettiğin adamlardan kaçmam gerektiğini düşünüyor. Ne istediklerini merak ediyor ama sormuyor. Asabidir, çabuk sinirlenir ama centilmendir." Tower kısaca gülümsedi. "Belki Aaron ile birlikte tatile çıkabiliriz, genç adam. Ne de olsa bunun için bir başka fırsat bulamayabiliriz."

Eddie kemoterapi ve radyasyon tedavisinin Aaron Deepneau'yu en az dört yıl daha ayakta tutacağından emindi ama o an, bunu söylemenin zamanı değildi. Manhattan Zihin Lokantası'nın kapısına doğru baktı ve diğer kapıyı gördü. Hemen ardında mağaranın ağzı vardı. Bağdaş kurmuş halde oturan Silahşor'un siluetini seçebiliyordu. Eddie ne kadar süre önce gittiğini, Roland'ın o boğuk, ama hâlâ çıldırtıcı geçiş çınlamalarını ne zamandır dinlemekte olduğunu merak etti.

"Atlantic City yeterince uzak olur mu?" diye sordu Tower çekinerek.

Eddie bu düşünce üzerine neredeyse titreyecekti. Gözünün önünde, şehir dolusu kurdun arasında dolaşan iki tombul (yaşlı ama hâlâ leziz) koyun canlanmıştı.

"Orası olmaz," dedi Eddie. "Orası hariç her yere gidebilirsiniz."

"Maine veya New Hampshire nasıl? Belki on beş temmuza kadar göl kenarında bir kulübe kiralayabiliriz."

Eddie başını salladı. O bir şehir çocuğuydu. Kötü adamları New gngland'ın kuzeyinde, ekose bereleri ve yelekleri içinde sandviçlerini yiyip Ruffino'larını içerken hayal edemiyordu. "Daha iyi," dedi. "Oradayken kendine bir avukat bulsan fena olmaz."

Tower kahkahalara boğuldu. Eddie başını hafifçe eğmiş, gülümseyerek ona bakıyordu. İnsanları güldürmek güzel bir şeydi ama neye güldüklerini bilince daha da güzel oluyordu.

"Üzgünüm," dedi Tower bir iki dakika sonra. "Aaron bir avukattı da. Ondan küçük olan bir kız, iki erkek kardeşi hâlâ avukatlık yapıyor. New York'un, hatta Birleşik Devletler'in en nadide antedine sahip olmakla övünüyorlar, 'DEEPNEAU.'"

"Bu işleri hızlandırır," dedi Eddie. "New I-ngland'da tatil yaparken Bay Deepneau'nun bir kontrat hazırlamasını istiyo..."

"New England'da saklanırken," dedi Tower. Suratı birden asılmıştı. "New England'da bir deliğe sinmişken."

"Nasıl tanımlayacağın sana kalmış," dedi Eddie. "Kontratı mutlaka hazırlattırman gerekiyor. Arsayı bana ve dostlarıma satacaksın. Tet Şir-keti'ne. Başlangıç olarak sadece bir dolar alacaksın ama sonunda dolgun bir ücret alacağın neredeyse garanti."

Daha da fazlasını söyleyecekti ama sustu. Kitabı, Doğan ya da Hogan her neyse, onu almak üzere elini uzattığında Tower'm yüzünde beliren isteksizlik ifadesi geri dönmüştü. İfadeyi nahoş kılan, hemen altındaki aptallıktı... derinde değil, yüzeyin altındaydı. Ah, Tanrım, benimle mücadele edecek. Olup biten onca şeye rağmen benimle savaşacak. Neden? Çünkü sahip olduklarından ayrılmaya tahammülü yok.

"Bana güvenebilirsin, Cal," dedi asıl sorunun güven olmadığını bildiği halde. "Sana garanti veririm. Dinle beni, yalvarırım."

"Seni hiç tanımıyorum. Öylece içeri girdin ve..."

"...ve hayatını kurtardım, unutma."

Tower'm yüzünde inatçı bir ifade belirdi. "Beni öldürmeyeceklerdi. Kendin söyledin."

"Ama en sevdiğin kitapları yakacaklardı. En değerlileri."

"Onlar en değerli kitaplarım değil. Ayrıca blöf yapıyor olabilirlerdi."

Eddie tezgâhın üzerinden atlayıp parmaklarını Tower'in şişko boğa-zina gömme isteğinin yok olmasını, hiç olmazsa hafiflemesini '"'mit ederek derin bir nefes aldı. Kendi kendine Tower'in inadının iyi oir özellik olduğunu, aksi takdirde arsayı Sombra Şirketi'ne çoktan satmış olacağım hatırlattı. Gül ezilip yok olacaktı. Ya Kara Kule? Eddie gül yok olduğu an Kule'nin de Tanrı'nın bir parmak hareketiyle yerle bir olan Babil'deki kule gibi yıkılacağını düşünüyordu. Işınların kaynağı olan makineler iflas edene dek, yüz veya bin yıl daha durmayacaktı. Bir anda küllere dönüşecek ve yok olacaktı. Ya sonra? Kızıl Kral'a, geçiş karanlığının hükümdarına selam olsun.

"Cal, arsayı bana ve dostlarıma satarsan başın beladan kurtulacak. Sadece bu da değil, sonunda dükkânını ömrünün sonuna dek rahatça ayakta tutabilmene yetecek kadar paran da olacak." Aklına aniden bir şey geldi. "Hey, Holmes Dişçilik diye bir şirket biliyor musun?"

Tower gülümsedi. "Kim bilmiyor ki? Onların diş iplerini kullanıyorum. Ve diş macunlarını. Gargaralarını da denedim ama çok keskin geldi. Neden sordun?"

"Çünkü Odetta Holmes benim karım. Kurbağa Gremlin gibi görünebilirim ama aslında Kahrolası Prens'im."

Tower uzunca bir süre sessiz kaldı. Eddie sabırsızlanmasına rağmen kendine hâkim olarak müdahale etmeden bekledi. Tower sonunda, "Aptallık ettiğimi düşünüyorsun," dedi. "Silas Marner, hatta daha kötüsü, Ebenezer Scrooge gibi davrandığımı düşünüyorsun."

Eddie, Silas Marner'ın kim olduğunu bilmiyordu ama Tower'in kastettiğini anlamıştı. "Şöyle söyleyelim," dedi. "Yaşadıklarından sonra senin için neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar veremeyecek kadar aptal değilsin."

"Bunun benim için akılsızca cimrilik etmek olmadığını belirtmek zorundayım; temkin de söz konusu. New York'ta, Manhattan'da arsaların ne denli değerli olduğunu biliyorum ama konu sadece bu değil. Arkada bir şey var. Belki Ulysses'imdsn daha değerli bir şey."

"Öyleyse neden kasanda değil?"

"Çünkü olduğu yerde kalması gerekiyor," dedi Tower. "Her zaman orada oldu. Belki seni veya senin gibi birini bekliyordu. Ailem bir zamanlar Kaplumbağa Koyu'nun tamamına sahipti ve... şey, bekle. Bekleyebilir mısın/

"Evet," dedi Eddie.

Başka seçeneği mi vardı?
11

Eddie, Tower gidince tabureden inerek sadece kendisinin görebileceği kapıya gitti. İçine baktı. Çınlamaları hafifçe duyabiliyordu. Annesinin sesi daha netti. "Neden oradan ayrılmıyorsun?" diye sordu annesi acıklı bir sesle. "Her şeyi daha da beter edeceksin, Eddie. Hep öyle yaparsın."

Bu annem, diye düşündü ve Silahşor'a seslendi.

Roland kurşunlardan birini kulağından çıkardı. Eddie kurşunu çıkaran elinin tutuk hareketlerini fark etmişti ama o an bunu düşünecek zamanı yoktu.

"İyi misin?" diye seslendi.

"Evet. Sen?"

"Evet, ama... buraya gelebilir misin, Roland? Biraz yardıma ihtiyacım var."

Roland bir süre düşündükten sonra başını iki yana salladı. "Gelirsem kutu kapanabilir. Muhtemelen kapanır. O zaman kapı da kapanır ve orada kalırız."

"Lanet şeyi bir taş parçası veya bir kemikle açık tutamaz mısın?"

"Hayır. İşe yaramaz," dedi Roland. "Küre çok güçlü."

Ve seni etkiliyor, diye düşündü Eddie. Roland'ın yüzünde, ıstanavar-lann zehri damarlarında dolaşırken olan bitkin ifade vardı.

"Pekâlâ," dedi.

"Olabildiğince acele et."

"Ederim."


12

Arkasına döndüğünde Tower'in şaşkınca baktığını gördü. "Kiminle konuşuyordun?"

Eddie kenara çekilerek kapıyı gösterdi. "Orada herhangi bir şey gö. rüyor musun, sai?"

Calvin Tower gösterilen yere baktı, başını iki yana sallayacak oldu, sonra daha dikkatli baktı. "Bir dalgalanma," dedi sonunda. "Bir fırının üzerindeki sıcak hava gibi. Kim var orada? Ya da ne var?"

"Şu an için hiç kimse diyelim. Elindeki nedir?"

Tower elindekini kaldırdı. Çok eski görünümlü bir zarftı. Üzerine bakır harflerle Stefcı* *7

Şimdi bir yere varıyor olabiliriz işte, diye düşündü Eddie.

"Bu zarfın içinde bir zamanlar büyük-büyük-büyükbabamm vasiyeti vardı," dedi Calvin Tower. "On dokuz Mart 1846 tarihli bir vasiyetname. Şimdiyse zarfta üzerine tek bir isim yazılmış tek bir sayfa var. O ismin ne olduğunu söyleyebilirsen istediğini yapacağım, genç adam."

Ve böylece karşıma yeni bir bilmece çıkıyor, diye düşündü Eddie dalgınca. Ama bu kez söz konusu olan dört kişinin hayatı değil, tüm varoluştu.

Neyse ki kolay bir bilmece, diye düşündü.

"Deschain," dedi Eddie. "İlk isim ise ya dinh'imin adı olan Roland, ya da babasının adı Steven olmalı."

Calvin Tower'in yüzünde tek bir damla bile kan kalmamış gibiydi. Eddie, adamın hâlâ nasıl ayakta durabildiğine şaşıyordu. "Yüce Tanrım," dedi Tower.

Titreyen ellerle zarftan çok eski, kenarları tırtık tırtık olmuş bir kâğıt parçası çıkardı. Yüz otuz bir yıldan fazla süren yolculuğu sonunda bu zaman ve mekâna ulaşan bir yolcuydu. Katlanmıştı. Tower kâğıdı açıp Stefan Toren'ın yazdığı kelimeleri ikisinin de görebileceği şekilde tezgâhın üzerine koydu:
13

On beş dakika daha konuştular. Konuşmanın bir kısmı önemli sayılırdı ama işin can alıcı kısmı, Tower'a b üyük-büyük-büyükbabasının İç Savaş'ın başlamasından on dört yıl önce yazdığı ismi söyleyince hallolmuştu.

Eddie konuşmaları sırasında Tower'a dair korkutucu bir gerçeğin farkına varmıştı. Adama saygı duyuyordu (Balazar'ın adamlarına yirmi saniyeden fazla direnebilen herkese saygı duyardı) ama ondan hoşlandığı söylenemezdi. Tower'da bir tür kasıtlı aptallık vardı. Eddie bunun psikologunun başının altından çıktığını ve kendi kendine oluştuğunu düşünüyordu; Tower'a kendi başının çaresine bakabilmesini, kendi gemisinin kaptanı, kaderinin yazarı, geleceğinin mimarı olduğunu falan söylüyor olmalıydı. Bencil bir pislik olmayı haklı çıkaran, hatta asilce olduğunu iddia eden tüm doğru kelimeler ve telkinler. Eddie, Tower tek dostunun Aaron Deepneau olduğunu söylediğinde hiç şaşırmadı. Onu şaşırtan, Tower'in bir arkadaşının olmasıydı. Böyle bir adam asla ka-tet olamazdı. Kaderlerinin böylesine birbirine bağlı olduğunu bilmek Eddie'yi huzursuz ediyordu.

Ka 'ya güvenmek zorundasın. Ka 'nın varoluş sebebi bu, değil mi?

Elbette öyleydi. Ama Eddie bundan hoşnut olmak zorunda değildi.
14

Eddie, Tower'a üzerinde Ex Liveris yazan bir yüzüğü olup olmadığını sordu. Tower bir an aklı karışmışçasına baktıktan sonra güldü ve, "Ex Libris demek istedin sanırım," dedi. Raflardan birini incelemeye başladı bir kitap buldu ve Eddie'ye kapaktaki plakayı gösterdi. Eddie başını salladı.

"Hayır, yok," dedi Tower. "Ama benim gibi bir adamın öyle bir yüzüğe sahip olması kimseyi şaşırtmazdı, değil mi?" Dikkatle Eddie'ye baktı. "Neden sordun?"

Tower'in şu an pek çok ayrı Amerika'nın gizli otoyollarını keşfe çıkmış bir adamı gelecekte kurtarma sorumluluğu, Eddie'nin açmayı tercih edeceği bir konu değildi. İstediğini o an için almış görünüyordu ve Siyah On Üç Roland'ı bitap düşürmeden önce bulunmamış kapıya dönmeliydi.

"Boş ver. Öyle bir yüzük gördüğün takdirde alsan iyi olur. Bir şey daha var, ondan sonra gideceğim."

"Nedir?"


"Ben gider gitmez buradan ayrılacağına söz vermeni istiyorum."

Tower yine huzursuz göründü. Eddie, onunla biraz daha vakit geçirse adamın bu yönünden nefret edeceğini biliyordu. "Şey... doğruyu söylemek gerekirse bunu yapabilir miyim bilmiyorum. Akşamüstleri işler genellikle yoğun olur... insanlar mesaiden sonra kitaplara göz gezdirmek için uğrar... Bay Briçe da Irwin Shaw'un radyo ve McCarthy döneminin ilk zamanlarıyla ilgili bir romanı olan The Troubled Air'e bakmak için gelecekti... ayrıca randevularımı kontrol etmem gerekiyor ve..."


Önemsiz ayrıntılar üzerine mızıldanmayı sürdürdü.

Eddie son derece sakin bir ifadeyle sordu. "Toplarınızı sever misiniz, Bay Tower? Onlara onların size olduğu kadar bağlı mısmızdır?"

Öylece çekip gittiği takdirde Sergio'yu kimin besleyeceğini düşünen Tower, aniden durdu ve bu sözcüğü ilk kez duymuş gibi şaşkınca ona baktı.

Eddie yardımsever bir edayla başını salladı. "Hayalarınız. Teslisleriniz. Sperm torbalarınız."

"Bunun ne ilgisi var anlamı..."

Eddie'nin kahvesi bitmişti. Fincanına biraz krema döküp içti. Or-ta-Dünya'da bu lezzetten mahrum kalmıştı. "Burada kaldığın takdirde sa-katlanabileceğim söylerken son derece ciddiydim. Muhtemelen işe hayalarınla başlarlar. Sana bir ders verme amacıyla. Ne zaman olacağına gelince, bu sadece trafiğin durumuna bağlı."

"Trafik," dedi Tower ifadesiz bir sesle.

"Evet," dedi Eddie kahve kremasını brendiymiş gibi yudumlayarak, »geliş zamanları Jack Andolini'nin Brooklyn'e dönüş süresine ve Bala-zar'm bir minibüs dolusu adamı toplama hızına bağlı. Jack'in telefon etmeyi akıl edemeyecek kadar sersemlemiş olduğunu umuyorum. Bala-zar'ın yarına kadar bekleyeceğini mi sanıyordun? Kevin Blake ve 'Cimi Dretto gibi adamlarla bir durum değerlendirme toplantısı mı yapacaktı?" Eddie iki parmağını kaldırdı. Bir başka dünyanın toprağı tırnaklarının arasında birikmişti. "Birincisi, bu adamların krfası çalışmaz; ikincisiyse, Balazar onlara güvenmez.

"Balazar her başarılı despotun yapacağını yapacaktır, Cal: anında tepki gösterecek, hızla müdahale edecektir. İş çıkışı trafiği onları biraz yavaşlatacaktır, ama saat altıda, en geç altı buçukta hâlâ burada olursan hayalarına veda edebilirsin. Bir bıçakla kesip yarayı o küçük lambalarla dağlayacaklar... ne deniyordu onlara... Bernz-O-Matics..."

"Yeter," dedi Tower. Şimdi yüzü beyaz değil, yeşile dönmüştü. Özellikle de yanakları. "Village'da bir otele gideceğim. Şansı yaver gitmemiş yazarlara ve sanatçılara ucuz oda sunan oteller var. Çirkin ama idare eder. Aaron'ı ararım ve yarın sabah kuzeye doğru yola çıkarız."

"Güzel. Ama önce gideceğiniz şehre karar vermelisin," dedi Eddie. "Benim veya dostlarımdan birinin seninle temas kurması gerekebilir."

"Bu dediğini nasıl yapacağım? New England'da hiçbir şehri bilmiyorum!"

"Village'daki otele gidince birkaç telefon görüşmesi yap," dedi. "Bir Şehir seç ve arkadaşın Aaron'ı yarın sabah New York'tan ayrılmadan ön-^ boş arsaya gönder. Şehrin posta kodunu çitin üzerine yazsın." Eddie'nin aklına pek de hoş olmayan bir fikir geldi. "Posta kodları var, değil mi? Yani icat edildiler, değil mi?"

Tower, ona çıldırmış gibi baktı. "Elbette posta kodları var."

"Tamam. Kodu Kırk Altıncı Sokak tarafına, çitin sona erdiği yere yazsın. Anladın mı?"

"Evet ama..."

"Muhtemelen yarın sabah dükkânın önüne nöbetçi bırakmayacaklardır (akıllıca davranıp sıvıştığını düşüneceklerdir) ama birilerini bırakırlarsa İkinci Cadde tarafına bırakırlar. Kırk Altıncı Sokak tarafına bırakırlarsa da adamların gözleri onu değil, seni arıyor olacak."

Tower hafifçe gülümsemişti. Eddie rahatladı ve gülümsemeye karşılık verdi. "Ama...? Ya Aaron'ı da arıyor olurlarsa?"

"Ona her zamanki tarzının dışında kıyafetler giymesini söyle. Kot pantolon î?iyen biriyse, takım elbise giysin. Takım elbise giyen türde biriyse..."

'Kot pantolon giysin."

"Evet. Havanın bugünkü gibi güneşli olacağını varsayarsak güneş gözlükleri fena bir fikir olmayabilir. Siyah camlı, sıradan gözlükler taksın. Dikkat çekici olmasın. Asılı ilanlardan birini okuyacakmış gibi çite yaklaşsın, rakamları yazsın ve oyalanmadan uzaklaşsın. Söyle ona, Tanrı aşkına işi eline yüzüne bulaştırmasın."

"Posta kodunu öğrendikten sonra bizi nasıl bulacaksınız?"

Eddie, Took'un Dükkâm'm ve verandasındaki salıncaklı sandalyelere oturup kasabalılarla yaptıkları konuşmayı hatırladı. Herkesin onları görüp sorular sormasına izin vermişlerdi.
"O bölgedeki hırdavatçı dükkânına gidin. Sohbet edin ve ilgilenen herkese oraya bir kitap yazmak veya resim yapmak için gittiğinizi söyleyin. Ben sizi bulurum."

"Tamam," dedi Tower. "Güzel plan. Bu işte iyisin, genç adam."

Eddie, bunun için yaratılmışım, diye düşündü ama söylemedi. "Gitmem gerek," dedi onun yerine. "Çok uzun kaldım."

"Gitmeden önce bana bir konuda yardım etmen gerek," dedi Tower ve konuyu açıkladı.

Eddie'nin gözleri onu dinlerken irileşmişti. Tower sözlerini bitirince patladı. "Dalga mı geçiyorsun?"

Tower başını önünde havanın hafifçe titreştiği dükkân kapısına doğ-salladı. İkinci Cadde'nin kaldırımlarında yürüyen yayaların bir anlığına serap gibi görünmesine sebep oluyordu. "Orada bir kapı var. Öyle söylenin ve sana inanıyorum. Kapıyı göremiyorum ama bir şey görüyorum."

"Aklını kaçırmışsın," dedi Eddie. "Kafayı yemişsin." Böyle bir istekte bulunabilen adamla kaderlerinin iç içe geçmiş olması fikrinden kesinlikle hoşlanmıyordu. Nasıl böyle bir şey talep ederdi?

"Belki öyle, belki değil," dedi Tower. Kollarını göğsünde birleştirmişti. Sesi yumuşak, ama bakışları tavizsizdi. "Söylediklerini ancak bu şekilde yaparım. Bir başka deyişle anlattığın çılgınlığa sadece bu şartla uyarım."

"Off, Cal, Tanrı aşkına! Tanrı ve İsa Adam aşkına! Senden sadece Stefan Toren'ın vasiyetinde talep ettiği şeyi yapmanı istiyorum."

Tower'in tavrında hiçbir değişiklik olmadı, hatta kararlılığı daha da arttı. "Stefan Tören öldü, bense yaşıyorum. Sana şartımı söyledim. Şimdi tek soru bunu..."

"Tamam, tamam, PEKÂLA!" dedi Eddie ve fincanındaki beyaz sıvının kalanını içti. Sonra kartonu başına dikerek tamamını bitirdi. Biraz ek kuvvete ihtiyaç duyacak gibiydi. "Haydi," dedi. "Yapalım şunu."
15

Roland, kitapçının içini görebiliyordu ama hızla akan bir nehrin dibine bakmak gibiydi. Eddie'nin acele etmesini diledi. Kurşunları kulakla-nna iyice sokmuştu ama geçiş çınlamalarını yine de duyabiliyordu ve korkunç kokulan engelleyecek hiçbir şeyi yoktu: bir an sıcak metal ve çürük et, sonra bozuk peynir, ardından yanık soğan. Gözleri yaşarmıştı. Kapının ötesinin bulanık görünmesinin bir sebebi de bu olmalıydı.

Çınlamalardan ve kokulardan çok daha beteri, kürenin hastalığın sarmaya başladığı eklemlerine sinsice sızması ve içlerinin kırık cam parçalarıyla dolu olduğu hissini vermesiydi. O ana kadar sağlam elinde keneni gösteren birkaç sancıdan fazlası olmamıştı, ama Roland bunun için Sevınmemesi gerektiğini biliyordu. Kutu açık durduğu ve Siyah On Üç önünde hiçbir engel olmaksızın kapkara parladığı sürece hissettiği sancı, lar artacaktı. Küre kutunun içine tekrar kapatıldığında eklem ecelinin y0ı açtığı sancıların birazı yok olabilirdi ama Roland tamamen kaybolacakla-rını sanmıyordu. Ve bu sadece başlangıç olabilirdi.

Korkunç bir zonklama, önsezisinden dolayı onu tebrik etmek ister-cesine sağ kalçasına yerleşti. Roland'a, içinde ılık, eriyik kurşun olan bir çantaymış gibi geliyordu. Sağ eliyle masaj yapmaya başladı... sanki bir faydası olacakmış gibi.

"Roland!" Ses boğuk ve uzaktı (kapının ötesinde gördüğü diğer şey. ler gibi suyun altından geliyormuş hissi vardı) ama Eddie'nin sesi olduğu-na şüphe yoktu. Roland başını kalçasından kaldırınca Eddie ve Tower'm bir tür sandığı bulunmamış kapıya doğru taşıdığını gördü. Kitaplarla do-luymuş gibi görünüyordu. "Roland, bize yardım edebilir misin?"

Sancı kalçalarına ve dizlerine öylesine çöreklenmişti ki Roland ayağa kalkıp kalkamayacağından bile emin değildi... ama kalktı. Hem de çevik bir hareketle. Eddie'nin keskin gözlerinin durumunun ne kadarını yakaladığını bilmiyordu ama daha fazlasını görmelerini istemiyordu. En azından Calla Bryn Sturgis'deki maceraları sona erene dek.

"Biz iterken çek!"

Roland anladığını belirtmek için başını salladı ve kitap sandığı kapıdan içeri itildi. Tuhaf ve baş döndürücü bir an boyunca mağaranın yansı sağlam ve net iken Manhattan Zihin Lokantası'nda kalan kısmı titreşip dalgalandı. Sonra Roland sandığı tutup mağaraya çekti. Ağır sandık, çakıl ve kemik yığınlarını dağıtarak mağaranın zemini üzerinde kaydı.

Hayaletağacından kutunun kapağı, sandık kapıdan geçer geçmez kapanmaya başladı. Kapı da öyle.

"Hayır, olmaz," diye mırıldandı Roland. "Hayır, olmaz, seni piç." Sağ elinin kalan iki parmağını kapağın altına soktu. Parmaklarını soktuğu an kapı durdu ve aralık kaldı. Ve bu kadarı yeterdi. Artık dişleri bile zangır-diyordu. Eddie, Tower ile son bir konuşma yapıyordu ama evrenin sırlarıyla ilgili olsa bile Roland'ın umurunda değildi.

"Eddie!" diye kükredi. "Eddie, buraya gel!"

Neyse ki Eddie daha fazla oyalanmadan çantayı alıp geldi. Roland, o kapıdan geçtiği an kutuyu kapadı. Bulunmamış kapı, hafif bir ses çıkararak kapandı. Çınlamalar kesildi. Roland'ın eklemlerinin alev alev yanmasına sebep olan zehir yok oldu. Hissettiği rahatlama öylesine büyüktü ki kendini tutamayarak haykırdı. Sonraki on saniye boyunca tek yapabildiği, çenesi göğsüne düşmüş, gözleri kapalı halde ağlamamaya çalışarak durmak oldu.

"Teşekkürler derim," diyebildi sonunda. "Teşekkürler derim, Eddie."

"Lafı bile olmaz. Haydi mağaradan çıkalım, ne dersin?"

"Evet," dedi Roland. "Tanrılar, evet."
16

"Ondan pek hoşlanmadın, değil mi?" diye sordu Roland.

Eddie'nin bulunmamış kapıdan geçerek geri dönmesinin üzerinden on dakika geçmişti. Mağaranın ağzından biraz uzaklaşıp patikanın üzerinde, kayalar arasında kuytu bir girintide durdular. Saçlarını savurup gömleklerini üzerlerine yapıştıran şiddetli rüzgârın etkisi burada çok fazla hissedilmiyor, ama ara sıra kendini gösteriyordu. Roland bunun için minnettardı. Ateş yakmadaki yavaşlığı ve beceriksizliği için bir mazeretti. Yine de Eddie'nin gözlerini üzerinde hissediyordu. Bir zamanlar Andoli-ni ve Biondi gibi dünyadan habersiz olan Brooklyn'li genç adam artık çok şey görüyordu.

"Tovver'ı kastediyorsun sanırım."

Roland, ona alaycı bir ifadeyle baktı. "Başka kimi kastediyor olabilirim? Kediyi mi?"

Eddie homurdanmayla gülme arası bir ses çıkardı. Temiz havayı de-nn derin içine çekmeyi sürdürüyordu. Geri dönmek güzeldi. New York'a bedenen gitmek, geçiş yapmaktan bir açıdan iyiydi, her şeyin gerisinde var olan karanlık ve incelik hissi yoktu, ama şehrin kokusu tek kelimeyle berbattı. Çoğunlukla arabalar ve egzozdu (yağlı mazot bulutları en beterdi) ama daha binlerce kötü koku vardı. Çok fazla sayıda olan insanla-n karışık kokusu da oldukça baskındı ve kullandıkları parfümlerin pej, işe yaradığı söylenemezdi. Bir sürü gibi bir araya geldiklerinde ne kadar kötü koktuklarını fark etmiyorlar mıydı? Eddie fark etmediklerini düşündü. Eskiden kendisi de onlardan biriydi. Bir zamanlar New York'a dönmek için her şeyi yapar, öldürmeyi bile göze alırdı.


Yüklə 2,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   54




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin