Stephen King Kara Kule Cilt5 Calla'nın Kurtları



Yüklə 2,69 Mb.
səhifə42/54
tarix30.05.2018
ölçüsü2,69 Mb.
#52130
1   ...   38   39   40   41   42   43   44   45   ...   54

"Eddie? Nis'ten geri dön!" Roland parmaklarını Eddie Dean'in yü. zünün önünde şıklattı.

"Üzgünüm," dedi Eddie. "Tower'a gelince... hayır, ondan hoşlandığım söylenemez. Tanrım, kitaplarını öyle göndermek! Kahrolası evreni kurtarmaya yardım etmek için sıçtığım ilk basımlarını şartının bir parçası yapmak!"

"O bv şekilde düşünmüyor. Ve gelip onu bulamayınca dükkânını yakacaklarını biliyorsun. Kapının altına benzin döküp kitapçıyı ateşe verecekler. Camı kırıp içeri bir molotof kokteyli veya el bombası atacaklar. Bu hiç aklına gelmedi mi?"

Elbette gelmişti. "Şey, belki."

Homurtuyla gülme arası bir ses çıkarma sırası Roland'daydı. "Yapacaklarını biliyorsun. Adam en iyi kitaplarını kurtarmak istemiş. Ve şimdi Geçit Mağarası'nda pederin hazinesini saklayacak bir şeyimiz var. Gerçi şimdi bizim hazinemiz olduğu söylenebilir."

"Cesareti bana biraz sahte göründü," dedi Eddie. "Daha çok açgözlülük gibiydi."

"Herkes kılıcın, tabancanın veya geminin hizmetine alınmaz," dedi Roland. "Ama herkes ka'ya hizmet eder."
"Öyle mi? Kızıl Kral bile mi? Ya da Callahan'ın bahsettiği sığ adamlarla kadınlar?"

Roland cevap vermedi.

"Kurtulabilir," dedi Eddie. "Kedi değil, Tower."

"Çok komik," dedi Roland kayıtsızca. Bir kibrit çakıp sigarasını yaktı.

"Teşekkürler, Roland. O açıdan olgunlaşıyorsun. Bana Tower ve De-epneau'nun New York'tan sorunsuzca ayrılıp ayrılamayacağını sorsana."

"Ayrılacaklar mı?"

"Bence arkalarında bir iz bırakacaklar. Biz takip edebiliriz ama umarım Balazar'in adamları bu izi bulmaz. Beni en çok endişelendiren Jack ^ndolini. Adam fazla zeki. Balazar'a gelince, şu Sombra Şirketi'yle bir anlaşma yapmış."

"Vazgeçemeyecek kadar bulaşmış."

"Evet, sanırım öyle," dedi Eddie. "Bir anlaşma yapıldığında üzerine düşen kısmı kesinlikle yapması veya çok iyi bir mazereti olması gerektiğini biliyor. İşi yüzüne gözüne bulaştırırsa söylentiler başlar. Herkes Balazar'in eski etkinliğini kaybettiğinden, artık bir tehdit olmadığından bahseder. Tower'i bulup arsayı Sombra'ya satmasını sağlamak için üç haftaları daha var. Bu süreyi değerlendireceklerdir. Balazar FBI değil, ama güçlü bağlantıları var ve... Roland, Tower konusunda beni en çok kaygılandıran, tüm bunların onun gözünde gerçek olmaması. Sanki hayatı kendisinin değil de kitaplarındaki kahramanlardan birinin. Her şeyin yoluna girmesi gerektiğini düşünüyor."

"Dikkatsizce davranacağından korkuyorsun."

Eddie vahşi bir kahkaha attı. "Dikkatsizlik edeceğini biliyorum. Asıl soru, Balazar'in bunu fark edip etmeyeceği."

"Bir gözümüzün Bay Tower'in üzerinde olması gerekiyor. Güvenlik için ona göz kulak olmalıyız. Aklından geçen bu, değil mi?"

"Aynen öyle!" dedi Eddie. Bir süre sessizce düşündükten sonra ikisi birden gülmeye başladı. Gülme krizi geçince Eddie, "Kabul ederse Calla-han'ı gönderebiliriz diye düşünüyorum," dedi. "Muhtemelen aklımı kaçırdığımı düşünüyorsun ama..."

"Hiç de değil," dedi Roland. "O da bizden biri... ya da olabilir. Bunu ı!k görüşmemizde hissettim. Üstelik yabancı yerlere yolculuk etmeye alışık. Bugün konuyu ona açarım. Yarın da buraya gelir onu kapıdan..."

"Bırak ben yapayım," dedi Eddie. "Bir seferi sana yeter. En azından b'r süreliğine."

Roland, onu dikkatle süzdükten sonra izmaritini kayaların ardına Miattı. "Neden öyle dedin, Eddie?"

"Şuralarda saçların aklaşmış," dedi Eddie alnının üst kısmını göstere rek. "Ayrıca biraz tutuk yürüyorsun. Şimdi daha iyi ama o romatizma be. lası seni yine rahatsız etti galiba."

"Pekâlâ, dediğin gibi olsun," dedi Roland. Eddie sorunun sadece Bay Romatizma olduğunu düşündüğü sürece endişelenmesine gerek yoktu.

"Aslında onu mağaraya bu gece götürebilirim. Posta kodunu almaya yetecek kadar uzun bir süre geçecek," dedi Eddie. "Bahse girerim orada hava çoktan aydınlanmış olur."

"Hiçbirimiz bu patikaya karanlıkta tırmanmayacak," dedi Roland. "Mecbur kalmadıkça gece vakti buraya gelmeyeceğiz."

Eddie dik yokuşa ve düşen kaya yüzünden ip üstünde yürür gibi tehlikeli bir geçiş yapmaları gereken iki metrelik bölüme baktı. "Anlaşıldı."

Roland ayağa kalkmaya niyetlendi. Eddie uzanıp kolunu tuttu. "Birkaç dakika daha dinlen, Roland."

Roland, ona bakarak tekrar oturdu.

Eddie derin bir soluk alıp verdi. "Ben Slightman temiz değil," dedi. "Fitneci o. Bundan neredeyse eminim."

"Evet, biliyorum."

Eddie irileşmiş gözlerle ona baktı. "Biliyor musun? Nasıl olup,da..."

"Şüphelendim diyelim."

"Nasıl?"


"Gözlükleri," dedi Roland. "Calla Bryn Sturgis'de gözlükleri olan tek kişi, Baba Slightman. Haydi Eddie, gün bizi bekliyor. Konuşmaya yürürken devam edebiliriz."
17

Ama ilk başlarda devam edemediler zira patika çok dik ve dardı. Aşağı indikçe genişledi ve ilerlemek daha kolay hale geldi. Rahatça konuşabileceklerini gören Eddie, Roland'a kitaptan (Doğan veya Hogan) ve yazarın tartışmalı isminden bahsetti. Telif sayfasındaki garipliği anlatt'

Roland'ın bu kısmı tam olarak anladığından emin değildi) ve küçük Benny'njn de bu işe karışmış olabileceğini düşündüğünü söyledi. Bu biraz algınca bir fikirdi ama...

"Bence Benny Slightman babasına hakkımızda bilgi veriyor olsaydı jake bilirdi," dedi Roland.

"Emin misin?"

Roland bir süre duraksadı. Sonra başını iki yana salladı. "Jake babadan kuşkulanıyor."

"Sana öyle, mi söyledi?"

"Söylemesine gerek yoktu."

Başlarını kaldıran ve onları gördüklerine sevinmiş görünen atların yanına neredeyse varmışlardı.

"Şu an Rocking B'de," dedi Eddie. "Belki oraya gitsek iyi olur. Onu pederin evine getirmek için bir mazeret bula..." Sesi kesildi ve Roland'a dikkatle baktı. "Olmaz mı?"

"Olmaz."

"Neden?"


"Bu kısım Jake'e ait."

"Bu çok zor, Roland. Benny Slightman ile birbirlerinden çok hoşlanıyorlar. Babasının ihanetini Calla'nın öğrenmesini sağlayan kişi olursa..."

"Jake yapması gerekeni yapacak," dedi Roland. "Biz de öyle."

"Ama o hâlâ bir çocuk, Roland. Görmüyor musun?"

"Fazla uzun sürmeyecek," dedi Roland ve atma bindi. Eddie'nin, sağ bacağını eyerin üzerinden aşırırken yüzünde beliren anlık acıyı görmediğini umdu, ama Eddie elbette gördü.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM DOĞAN, İKİNCİ KISIM


1

Jake ve Benny Slightman aynı günün sabahını Rocking. B'nin içindeki üç ahırın üst katından alt katına saman balyaları taşıyıp, dağıtmakla geçirdi. Öğle sonrası için planları, Whye'da yüzüp su savaşı yapmaktı. Mevsim yüzünden iyice soğuyan derin bölgelerden uzak durulduğu sürece hâlâ keyifli olduğu söylenebilirdi.

Bu iki faaliyet arasında, yarım düzine işçiyle yemekhanede karınlarını tıka basa doyurdular. (Baba Slightman orada değildi, bir pazarlık için Telford'un Buckhead Çiftliği'ne gitmişti.) "Ben'in oğlunun bu kadar çok çalıştığını hiç görmemiştim," dedi Cookie masaya kızarmış patates koyarken. Oğlanlar tabağa hevesle saldırdı. "Bütün enerjisini tüketeceksin, Jake."

Jake'in niyeti de buydu zaten. Sabah saman balyalarını taşıyıp öğleden sonra yüzdükten sonra ambarın tepesinden güneş batana kadar yapacakları atlayışlar muhtemelen Benny'nin pilini bitirecek ve gece kütük gibi uyumasını sağlayacaktı. Asıl sorun, kendisinin muhtemelen aynı şey1 yapamayacak oluşuydu. Elini yüzünü yıkamak için tulumbanın başına gittiginde (güneş çoktan batmış, gökyüzü neredeyse kararmıştı) Oy'u da yama aldı. Yüzünü yıkadıktan sonra havada yakalaması için Oy'a su damlaları sıçrattı. Hayvan her bir damlayı hevesle yakaladı. Jake sonra tek dizi üzerine çökerek Hantal Billy'nin yüzünü şefkatle elleri arasına aldı. »Beni dinle, Oy."

"Oy!"

"Şimdi uyuyacağım ama ay doğduğunda beni uyandırmanı istiyorum. Sessizce. Anladın mı?"



"An!" Bu cevabın bir anlamı olabilirdi de, olmayabilirdi de. Fikir belirtmesi gerekse, Jake anlamı olduğunu söylerdi. Oy'a inancı büyüktü. Ya da belki bu sevgiydi. Ya da iki kavram aslında aynıydı.

"Ay doğduğunda. Ay de bakayım, Oy."

"Ay!"

Kulağa iyi geliyordu ama Jake yine de ay doğduğunda uyanmak için iç saatini de kuracaktı. Niyeti, Benny'nin babasıyla Andy'yi konuşurken gördüğü yere gitmekti. O garip buluşma o geceden beri kafasını meşgul ediyordu. Benny'nin babasının Kurtlar'la bir ilişkisi olduğuna inanmak istemiyordu (Andy'nin de) ama emin olmak zorundaydı. Çünkü Roland böyle yapardı. Başka bir sebep için olmasa bile sırf bunun için emin malıydı.



2

İki çocuk, Benny'nin odasında yattı. Tek yatak vardı ve elbette Benny yatağı konuğuna sunmuş, ama Jake kabul etmemişti. Sonunda kendilerince bir çözüm bulmuşlar, yatağa bir gece Benny'nin, sonraki geceyse Jake'in yatmasına karar vermişlerdi. Jake o gece yerde yatıyordu ve buna memnundu. Benny'nin kaz tüyü şiltesi fazla yumuşaktı. Ayın doğmasıyla birlikte uyanmayı planladığı bu gecede yerde yatması daha iyiydi. Ve daha güvenli. Benny ellerini başının altında birleştirmiş, tavana bakıyordu. Hantal Dilly'yi yatağa almıştı. Oy kıvrılıp virgül şeklini almış ve derin bir uykuya almıştı. Burnu, kıvrılan kuyruğunun altındaydı.

"Jake?" Bir fısıltı. "Uyuyo musun?"

"Hayır.


"Ben de." Bir duraksama. "Burada olduğun için çok mutluyum."

"Ben de öyle," dedi Jake samimiyetle.

"Bazen tek çocuk olmak insana kendini çok yalnız hissettiriyo."

"Bilirim... ben hep tek çocuktum." Jake duraksadı. "Kız kardeşin öldüğünde çok üzülmüşsündür."

"Bazen hâlâ üzülüyom." Neyse ki sıradan bir ses tonuyla söylenmiş, dinlemeyi bir nebze kolaylaştırmıştı. "Kurtlar'ı yendikten sonra biraz daha kalır mısınız sence?"

"Fazla uzun süre kalacağımızı sanmıyorum."

"Bir göreviniz var, diil mi?"

"Sanırım öyle."

"Nedir?"

Kara Kule'yi bularak onu ve Eddie, Susannah ve kendisinin geldiği New York'taki gülü kurtarmaktı, ama Jake ondan ne kadar hoşlanıyor olsa da bunu Benny'ye söylemek istemedi. Kule ve gül sırdı. Ka-tet'in işiydi. Ama yalan söylemek de istemiyordu.

"Roland o konularda fazla konuşmaz," dedi.

Daha uzun bir sessizlik oldu. Benny, Oy'u rahatsız etmemeye dikkat ederek yavaşça doğruldu. "Dinh'in beni biraz korkutuyo."

Jake bir süre düşündükten sonra, "Beni de biraz korkutuyor."

"Babamı da."

Jake birden alarma geçti. "Sahi mi?"

"Evet. Kurtlar'ı hallettikten sonra bize saldıracak olursanız şaşırmayacağını söylüyo. Sonra şaka yaptığını, ama o sert ifadeli yaşlı kovboyun onu ürküttüğünü söyledi. Sanırım dinh'mden bahsediyodu, diil mi?"

"Evet," dedi Jake.

Tam Benny'nin uykuya daldığını düşünmeye başlamıştı ki çocuk, "Geldiğin yerde odan nasıldı?" diye sordu.

Jake odasını düşünmeye başladı ve ilk anda gözünün önünde canlandırmakta bir hayli zorlandı. Odasını son düşünüşünden bu yana epey zaman geçmişti. İçindekileri hatırlayınca Benny'ye tarif etmeye utandı. Aslında arkadaşı Calla standartlarına göre iyi bir yaşam sürüyordu (Jake, Benny'nin yaşıtlarının pek azının kendi odasına sahip olduğunu tahmin edebiliyor^11) ama Jake'in odasının nasıl olduğunu duysa orayı bir prensin odası gibi düşünecekti. Bir televizyon, müzik seti, plaklar, kulaklık, Stevie Wonder ve Jackson Five posterleri, çıplak gözle görülemeyecek İcadar küçük varlıkları görmesini sağlayan mikroskop... Benny'ye tüm bu mucizevi eşyalardan bahsetmesi gerekiyor muydu?

"Bunun gibiydi, sadece bir de çalışma masam vardı," dedi sonunda.

"Yazmak için bir masa mı?" diye sordu Bermy tek dirseği üzerinde yükselerek.

"Eh, evet," dedi Jake. Ses tonu, başka ne için olabilir, der gibiydi.

"Kâğıt? Dolmakalem? Tüy kalem?"

"Kâğıt," dedi Jake. Hiç olmazsa bu, Benny'nin akıl sır erdirebileceği bir mucizeydi. "Ve dolmakalemler. Ama tüy kalemler yoktu. Tükenmez vardı."

"Tükenmezkalem mi? Anlamadım."

Jake anlatmaya başladı ama yarısına gelmişti ki bir horultu duydu. Doğrulup bakınca Benny'nin hâlâ yüzü ona dönük halde yattığını gördü. Ama gözleri artık kapalıydı.

Oy gözlerini açtı (karanlıkta parlıyorlardı) ve Jake'e göz kırptı. Sonra uyumaya devam etti.

Jake sebebini tam olarak anlayamadığı (veya anlamak istemediği) bir iç sıkıntısıyla Benny'ye uzunca bir süre baktı.

Sonunda o da uyudu.
3

Rüyasız geçen bir sürenin ardından bileğinde hissettiği basınçla uya-nır gibi oldu. Bir şey bileğini çekiştiriyordu. Baskı biraz daha artsa acıta-caktl- Dişler. Oy'un dişleri.

"Oy, yapma, kes şunu," diye mırıldandı ama Oy durmadı. Jake'in bj. leğini dişleri arasına almış, nazikçe iki yana sallıyor, arada çekiştiriyor^ Jake doğrulup mahmur gözlerle gecenin karanlığına bakana dek bileği^ bırakmadı.

"Ay," dedi Oy. Jake'in yanında, yerde oturuyordu. Çenesi bir sırıtışa açılmış, gözleri parlıyordu. Parlamaları gerekirdi, her birinin içinde minik birer beyaz ışık vardı. "Ay!"

"Evet," diye fısıldadı Jake ve hayvanın burnuyla ağzını tuttu. "§§§!" Sonra Oy'u bırakarak Benny'ye baktı. Çocuk yüzünü duvara dönmüştü ve gürültülü bir şekilde horluyordu. Top patlasa uyanmayacakmış gibiydi.

"Ay," dedi Oy usulca. Pencereden dışları bakıyordu. "Ay, ay. Ay."


4

Jake ata eyersiz binebilirdi ama Oy'a ihtiyacı vardı ve o koynunday-ken ata eyersiz binmek çok güç, neredeyse imkânsızdı. Neyse ki Overhol-ser'ın ona verdiği midilli son derece yumuşak başlıydı ve ahırdaki malzeme odasında bir çocuğun bile kolayca kullanabileceği eski bir alıştırma eyeri vardı.

Jake atı eyerledikten sonra Calla kovboylarının tekne dediği arka tarafa döşeğini bağladı. Ruger'm rulo edilmiş döşek içindeki ağırlığını hissedebiliyor, sıktığında şeklini anlayabiliyordu. Önünde koca bir cep olan toz önlüğü, malzeme odasının duvarında bir çiviye asılmıştı. Jake önlüğü aldı, çevirerek kalın bir kemere benzer bir hale getirdi ve beline bağladı. Okulda çocuklar sıcak günlerde bazen hırkalarını o şekilde bellerine bağlardı. Odası gibi bu görüntüler de çok geride kalmıştı. Kasabaya gelip ana caddede bir yürüyüş yaptıktan sonra ayrılan bir sirk konvoyunun bir parçası gibiydiler.

O hayat daha zengindi, diye fısıldadı kafasının derinliklerinde bir ses.

Bu daha gerçek, dedi daha da derinlerden bir başka ses.

Jake ikinci sese inanıyordu ama midilliyi yularından tutarak ahırdan çıkarıp evden uzaklaştırdığı sırada üzüntü ve tasanın kalbinde yarattığı aırlık hâlâ yok olmamıştı. Oy ayaklarının dibinde yürüyor, ara sıra başını göğe kaldırıp, "Ay, ay," diye mırıldanıyordu ama dikkati çoğunlukla yerdeki İÇ iÇe geçmiş kokulardaydı. Bu iş çok tehlikeliydi. Sadece De-var-Tete Whye'i geçip Calla'dan Gök Gürültüsü'ne gitmek bile başlı başına büyük bir tehlike arz ediyordu ve Jake bunun farkındaydı. Ama onu aS1l huzursuz eden, kalp kırıklığının yaklaştığına dair duyduğu histi. Benny'yi, Jake'in orada oluşuna çok sevindiğini söyleyen arkadaşını düşündü. Acaba bir hafta sonra da aynı şeyleri söylüyor olacak mıydı?

"Önemi yok," dedi iç çekerek. "Bu ka."

"Ka," dedi Oy, sonra başını kaldırdı. "At. Ka, ay. Ay, ka."

"Kes sesini," dedi Jake sevecen bir sesle.

"Kes, ka," dedi Oy sevimli bir ifadeyle. "Kes, ay. Kes, Ake. Kes, Oy." Aylardır bu kadar çok kelimeyi art arda söylememişti. Bunları söyledikten sonra sessizliğe büründü. Jake atı on dakika daha yürüttü ve içinden homurtular, horultular ve yellenme sesleri yayılan yatakhanenin yanından geçerek bir sonraki tepeye yöneldi. Doğu Yolu görüş alanına girdiğinde ata binmesinin güvenli olacağına karar vererek toz önlüğünü açtı, taktı ve Oy'u büyük cebe yerleştirerek ata bindi.


5

Andy ve Slightman'ın nehri geçtiği noktayı bulabileceğinden oldukça emindi, ama muhtemelen tek bir deneme şansı olacağından hiç riske girmemesi daha akıllıca olacaktı. Roland'ın böyle bir durum söz konusuyken "oldukça emin"in yeterince iyi olmadığını düşüneceğini biliyordu. Bu yüzden önce Benny ile çadır kurdukları yere, ardından o gece saklandığı, °na yarı yarıya gömülmüş bir gemiyi anımsatan granit çıkıntıya gitti. Oy yne kulağının dibinde hızla nefes alıp verdi. Jake yüzeyi parlak olan yuvarlak kayayı hemen gördü. Akıntıyla kayanın önüne sürüklenen kütük e hâlâ oradaydı zira nehrin akışında son birkaç haftadır hiçbir değişiklik °™amıştı. Hiç yağmur yağmamıştı ve Jake biraz da buna güvenmişti.

Benny ile çadır kurdukları düzlüğe geri döndü. Midillisini orada bir çalıya bağlı bırakmıştı. Yuları çözdü ve nehre doğru ilerlediler. Kıyıya varınca Oy'u önlüğün cebine yerleştirdi ve at üstünde karşıya geçtiler. Mj. dilli iri bir hayvan değildi, ama su seviyesi anca topuklarına kadar geliyordu. Bir dakikadan kısa bir süre içinde karşı kıyıya ulaştılar.

Diğer kıyıda her şey aynı görünüyordu ama değildi. Jake bunu hemen fark etti. Ay ışığına rağmen bu taraf her nasılsa daha karanlıktı. Geçiş yaptıkları sırada New York'ta hissettikleri gibi bir karanlık değildi, çınlamalar da yoktu ama ona biraz benziyordu. Karanlığın içinde, dikkatini çekecek aptalca bir şeyler yapmasını bekleyerek sinsice pusuya yatmış bir şeylerin varlığını hissedebiliyordu. Uç-Dünya'nın kıyısına gelmişti. Tüyleri ürperdi ve titredi. Oy başını kaldırıp ona baktı.

"Bir şeyim yok," diye fısıldadı Jake. "Sadece sistemimden atmam gerekiyordu."

Atından indi, Oy'u yere bıraktı ve toz önlüğünü yuvarlak kayanın gölgesine gizledi. Üzerine bir şey daha giymek isteyeceğini sanmıyordu. Gergindi ve terliyordu. Nehrin şırıltısı, duyulan tek sesti. Jake, birinin gelip gelmediğine bakmak için sık sık karşı tarafı kontrol ediyordu. Bir sürpriz istemiyordu. Başkalarının varlığı hissi hem çok kuvvetli, hem de huzursuz ediciydi. Devar-Tete Whye'in bu kıyısında iyiye dair hiçbir şey yoktu, Jake bundan emindi. Döşeğin içinden Ruger'ı çıkarıp askısını omzuna geçirdiğinde kendini daha iyi hissetti. Ruger, Jake'in her zaman hoşlanmadığı, bambaşka bir insan olmasına yol açıyordu. Ama orada, Whye'in diğer yakasında tabancanın ağırlığını kaburgalarında hissetmekten, o insan olmaktan son derece mutluydu. Silahşor olmaktan.

Doğudan ölmek üzere olan bir kadının canhıraş çığlığını andıran, tüyler ürpertici bir ses geldi. Jake sesin kaynağının bir dağ kedisi olduğunu biliyordu (bu sesi Benny ile nehirde yüzer veya balık tutarken birkaç kez duymuştu) ama yine de eli, ses kesilene dek Ruger'ının üzerinde kaldı. Oy ön patilerini aralamış, başını eğmiş, kalçasını kaldırmış, eğilir gibi duruyordu. Aslında bu pozisyon oyun oynamak istediği anlamına gelirdi ama ortaya çıkmış dişleri farklı bir mesaj veriyordu.

"Bir şey yok," dedi Jake. Elini yine döşeğin içine soktu (bir heybe almaya gerek görmemişti) ve kırmızı ekose bir kumaş parçası çıkardı. Baba Slightman'ın mendiliydi. Jake, onu dört gün önce kâhyanın düşürüp yerde unuttuğu yemekhaneden çalmıştı.

Hırsızlığa iyice alıştım, diye düşündü Jake. Önce babamın tabancası, simdi de Benny 'nin babasının mendili.

Roland'ın sesi cevap verdi. Yapman gereken şeyi yapıyorsun. Neden kendini yemeyi bırakıp işine bakmıyorsun?

Jake mendili elinde tutarak Oy'a baktı. "Bu filmlerde hep işe yarar," dedi Hantal Billy'ye. "Gerçek hayatta işe yarar mı bilmiyorum... özellikle de aradan haftalar geçmişken." Mendili boynunu uzatıp koklayan Oy'a uzattı. "Bu kokuyu bul, Oy. Bul ve takip et."

"Oy!" Ama hayvan orada öylece oturup Jake'e bakmaya devam etti.

"Koku, aptal," dedi Jake mendili tekrar koklatarak. "Bul onu! Şimdi!"

Oy ayağa kalktı, olduğu yerde iki kez döndü ve nehir kıyısı boyunca kuzeye doğru ilerlemeye başladı. Burnunu ara sıra kayalık zemine eğiyordu ama dağ kedisinin uzaktan gelen sesiyle daha çok ilgileniyor gibiydi. Jake, dostunu umudu azalarak izledi. Eh, Slightman'ın gittiği yönü görmüştü. O tarafa doğru yürüyüp neler olduğuna bakabilirdi hiç olmazsa.

Oy döndü, Jake'e doğru geldi ve durdu. Toprağı dikkatle kokladı. Slightman'ın sudan çıktığı yer miydi? Mümkündü. Oy düşünceli bir şekilde hafifçe havladıktan sonra sağına döndü... doğuya. İki kaya arasına yılan gibi süzüldü. Umutları biraz olsun yeşeren Jake, onu takip etti.
6

Biraz ilerlemişlerdi ki Jake, nehrin bu tarafındaki kayalık, engebeli arazide kıvrılarak ilerleyen bir patikayı takip ettiklerini fark etti. Sonra teknolojiden izler görmeye başladı: paslı bir kangal tel, topraktan çıkan bir tür çok eski devre kartı, kırık cam parçalan. İri bir kayanın ay ışığıyla olusan kara gölgesinde kırılmamış bir şişe gördü. Atından inip şişeyi aldı ve içindeki Tanrı bilir kaç yıllık (veya asırlık) sıvıyı toprağa boşalttı ve baktı. Şişenin üzerinde kabartma harflerle yazılmış tanıdık bir isim vardı: Nozz-A-La.

"Her yerde zengin serseriler hep aynı içkiyi içiyorlar," diye söylenerek, şişeyi tekrar yere bıraktı. Hemen ötede, buruşturulmuş bir sigara paketi vardı. Paketi düzeltince üzerinde başına kırmızı, şık bir şapka giymiş, kırmızı dudaklı bir kadın resmi olduğunu gördü. Uzun, zarif iki parmağı arasında bir sigara tutuyordu. Markası PARTİ idi.

Bu arada Oy, on on iki metre ötesinde durmuş, omzu üzerinden ona bakıyordu.

"Tamam," dedi Jake. "Geliyorum."

Başka patikalar, üzerinde ilerledikleri patikayla birleşiyordu. Jake bunun Doğu Yolu'nun bir uzantısı olduğunu anladı. Tek tük çizme izlerine ve daha küçük, daha derin izlere rastlamıştı. İzler, yüksek kayaların oluşturduğu, rüzgârdan korunaklı kuytu köşelerdeydi. Çizme izlerinin Slightman'a, derin izlerin ise Andy'ye ait olduğunu tahmin etti. Başka iz yoktu. Ama çok yakında olacaktı. Doğudan gelen Kurtlar'ın gri atlarının nal izleri. Onlar da derin izler olacaktı. Tıpkı Andy'ninkiler gibi.

Patika, bir tepenin doruğundan geçiyordu. Her iki tarafında, tuhaf şekilli, kollan çeşitli yönlere uzanmış kaktüsler vardı. Oy tepede durmuş, aşağıda bir şeye bakıyordu. Dişleri yine ortaya çıkmıştı. Jake, ona yaklaşırken kaktüslerin kokusu burun deliklerini doldurdu. Koku acımtırak ve keskindi. Ona babasının martinilerini hatırlatmıştı.

Midillisini Oy'un yanında durdurarak aşağı baktı. Tepenin altında, sağ tarafta parçalanmış bir beton yol vardı. Kayarak açılan giriş kapısı yarısına kadar açık halde donup kalmıştı. Muhtemelen Kurtlar sınır Cal-la'larındaki çocukları kaçırmaya başlamadan çok önce bu şekilde kalmıştı. Gerisinde, kıvrımlı metal çatısı olan bir bina vardı. Jake'in görebildiği tarafta küçük pencereler yan yana dizilmişti. İçlerinden süzülen kesintisiz beyaz ışığı görünce kalp atışları hızlandı. Meşale veya Roland'ın "kıvılcım ışığı" dediği ampullerden kaynaklanan bir ışık değildi. Bu tür beyaz ışığ1 sadece floresan lambalar yayabilirdi. Floresan lambalar New York'takı yaşamında ona hep iç sıkıcı, mutsuz yerleri hatırlatırdı: her malın daima indirimde olduğu ve istenilenin asla bulunamadığı dev mağazalar; öğretmenlerin monoton bir sesle Çin'deki eski ticaret yollarını veya Peru'daki mineral yataklarını hiç durmamacasına anlattığı, uyku getiren ve zil asla çalmayacakmış gibi gelen, yağmurun sesi eşliğinde geçirilen sıkıcı okul saatleri, insanın er geç kendini iç çamaşırlarıyla üşümüş halde ve utanç içinde muayene masasında yatar bulduğu doktor muayenehaneleri.

Ama o gece floresan lambaları Jake'i neşelendirmişti.

"Aferin oğlum!" dedi Oy'a.

Oy her zamanki gibi ismini tekrarlayarak karşılık vermek yerine Jake'in arkasında bir yere bakarak hırlamaya başladı. Aynı anda midilli hafifçe şaha kalkarak kişneai. Jake dizginleri çekerken o acımtırak (ama çok da nahoş sayılmayacak) cin ve ardıç kokusunun şiddetlendiğini fark etti. Etrafına bakındı ve sağındaki kaktüsün iki kolunun yavaşça kendisine doğru döndüğünü gördü. Hafif bir gıcırtı oldu ve beyaz bitki özü sıvısı kaktüsün gövdesinden aşağı süzülmeye başladı. Jake'e doğru sallanan kaktüs kollarının üzerindeki dikenler ay ışığında upuzun ve ürkütücü görünüyordu. Yaratık kokusunu almıştı ve karnı açtı.

"Gel," dedi Oy'a ve atını hafifçe mahmuzladı. Midilli, floresan lambaların aydınlattığı binaya doğru ilerledi. Oy hareket eden kaktüse güvensiz bir bakış fırlattıktan sonra onları takip etti.


7

Beton yola varınca durdular. Yolun yaklaşık elli metre ilerisinden (bir zamanlar bir yol olduğuna şüphe yoktu) tren rayları geçiyor ve alçak bir köprünün bulunduğu Devar-Tete Whye'a doğru ilerliyordu. Kasaba halkı oraya "geçit" diyordu. Callahan'ın söylediğine göre kasabanın eski sakinleri oraya şeytan geçidi diyordu.

"Deforme olanları Gök Gürültüsü'nden alıp getiren trenler bu raylar üzerinden geliyor," diye mırıldandı Jake. Işın'ın çekimini hissediyor muydu? Jake hissettiğinden emindi. Calla Bryn Sturgis'den ayrıldıklarında (ayrılabilirlerse) bu rayları takip edeceklerini tahmin ediyordu.


Yüklə 2,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   38   39   40   41   42   43   44   45   ...   54




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin