Stephen King Kara Kule Cilt5 Calla'nın Kurtları



Yüklə 2,69 Mb.
səhifə43/54
tarix30.05.2018
ölçüsü2,69 Mb.
#52130
1   ...   39   40   41   42   43   44   45   46   ...   54

Ayaklarını üzengilerden çıkararak olduğu yerde bir dakika kadar daha kaldıktan sonra midilliyi parçalanmış yol üzerinden binaya doğru ilerletti. Bina, Jake'e askeri bir üsteki Quonset kulübesini hatırlatmıştı. Kısa bacaklı Oy, kırılıp ayrılmış beton parçaları arasında yürümekte zorlanıyordu. Yol, atı için de tehlikeliydi. Yarıya kadar açık halde donmuş olan giriş kapısını arkalarında bırakınca atından indi ve yularını bağlayabileceği bir yer aradı. Yakınlarda çalılar vardı, ama içinden bir ses fazla yakın olduklarını söylüyordu. Çok göz önündeydiler. Midilliyi sert toprağa doğru götürdü, durdu ve Oy'a baktı. "Orada kal!"

"Kal! Oy! Ake!"

Jake bir kaya kümesinin ardında bir başka çalılık buldu. Midilliyi oraya bağlayabileceği kadar güvenli görünüyordu. İşini bitirince midillinin kadifemsi burnunu okşadı. "Fazla uzun sürmez," dedi. "İyi olacaksın, değil mi?"

Midilli burnundan sertçe nefes verip başını salladı. Jake bunun hiçbir anlamı olmadığını biliyordu. Muhtemelen fazla temkinli davranıyordu. Yine de sonradan üzülmekten iyiydi. Beton yola geri dönüp Oy'u kucağına aldı. Doğrulur doğrulmaz göz kamaştırıcı parlak bir ışık yandı ve onu mikroskop camında bir böcek gibi olduğu yere mıhladı. Bir koluyla Oy'u tutan Jake, diğer eliyle gözlerini gölgeledi. Oy gözlerini kırpıştırarak inledi.

Ne bir uyarı, ne de kendini tanıtmasına dair bir komut vardı. Tek duyulan, rüzgârın hafif hışırtısıydı. Jake ışıkların açılma sebebinin hareket alıcıları olduğunu tahmin etti. Ardından ne gelecekti? Çift kutuplu bilgisayarlarca yönlendirilen makineli tüfek ateşi mi? Takip ettikleri Işm'ın başlangıcındaki açıklıkta Roland, Eddie ve Susannah'yla öldürdüklerine benzer küçük ama ölümcül robotlar mı belirecekti? Belki bir keresinde televizyonda izlediği, ormanda geçen filmdeki gibi üzerine bir ağ atılacaktı.

Jake başını kaldırıp baktı. Ağ falan yoktu. Makineli tüfekler de. Derin çatlakların etrafından dolaşarak tekrar yürümeye başladı. Derin bir çukurun üzerinden atladı. Bundan sonra beton yol nispeten düzeliyordu. "Artık inebilirsin," dedi Oy'a. "Amma da ağırsın. Dikkat et yoksa rejime başlaman gerekecek."

Jake parlak ışık yüzünden gözlerini kısarak karşıya baktı. Işıklar, binanın çatısının hemen altına dizilmişti. Jake'in gölgesi, ardında kapkara uzanıyordu. İkisi sağ, ikisi sol tarafında olmak üzere dört dağ kedisi cesedi gördü. Üçünün sadece iskeleti kalmıştı. Dördüncü ceset, çürüme aşamasının sonlarmdaydi ama Jake, bir kurşuna ait olmak için fazla büyük olan deliği görebiliyordu. Bir arbalet okuyla açılmış olabileceğini düşündü. Rahatlatıcı bir düşünceydi. Teknolojik silahlar burada işbaşında değildi. Yine de kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırıp Calla'ya dönmemesi düpedüz çılgınlıktı. Değil mi?

"Çılgınlık," dedi.

"Lık," dedi ayaklarının dibinde duran Oy.

Bir iki dakika sonra kulübenin kapısına vardılar. Kapının üst tarafındaki paslı çelik plakada şunlar yazılıydı:

KUZEY MERKEZ POZİTRONİK, LTD. Kuzeydoğu Koridoru Kavis Çeyrek Dairesi

KARAKOL 16

Orta Güvenlik SÖZLÜ GİRİŞ KODU GEREKLİ

Kapının üzerindeki, olduğu yerde, kalan tek vidayla çarpık bir şekilde asılı duran bir başka plaka vardı. Bir espri miydi? Bir tür lakap mı? Jake ikisi birden olabileceğini düşündü. Harfler pas ve Tanrı bilir kaç yıldır uÇuşan kumların aşındırmasıyla belirsizleşmişti ama yine de okunuyordu.

DOGAN'A HOŞ GELDİNİZ


8

Jake kapının kilitli olmasını bekliyordu ve haklı çıktı. Kapının kolu aşağı yukarı pek az oynuyordu. Yeniyken bu kadar bile oynamadığını tahmin edebiliyordu. Kapının solunda, üzerinde bir düğme ve hoparlör kafesi bulunan paslı bir başka levha vardı. Altında, SÖZLÜ yazıyordu. Jake düğmeye uzandığı an binanın çatısının altında sıralanan ışıklar söndü ve her yeri ilk anda zifiri bir karanlığa gömdü. Zaman ayarları var, diye düşündü Jake gözlerinin karanlığa alışmasını beklerken. Kısa bir süreliğine yanık kalıyorlar. Ya da belki Eski İnsanlar'ın artlarında bıraktığı her şey gibi onlar da artık yoruluyor.

Gözleri ay ışığına uyum sağlayınca kapının yanındaki giriş levhasını tekrar görebildi. Giriş kodunun ne olabileceğine dair bir fikri vardı. Düğmeye bastı.

"KAVİS ÇEYREK DAİRESİ KARAKOL 16'YA HOŞ GELDİNİZ," dedi bir ses. İrkilen Jake, çığlık atmamak için kendini zor tuttu. Bir ses duymayı beklemişti ama Mono Blaine'in sesine bu kadar benzemesini ummuyordu. Sesin alçalıp bir John Wayne homurtusuna dönüşerek onunla alaylı bir şekilde konuştuğunu duyar gibi olmuştu. "BURASI ORTA GÜVENLİKLİ BİR KARAKOLDUR. LÜTFEN SÖZLÜ GİRİŞ KODUNU. SÖYLEYİN. ON SANYENİZ VAR. DOKUZ... SEKİZ..."

"On dokuz," dedi Jake.

"GİRİŞ KODU YANLIŞ. BİR HAKKINIZ DAHA VAR.. BEŞ... DÖRT... ÜÇ..."

"Doksan dokuz," dedi Jake.

"TEŞEKKÜRLER."

Kapı açıldı.
9

Oy ile birlikte ona, Roland'ın onları Blaine'in beşiğine gidiş yolunu gösteren çelik topu takip ederek içinden geçirdiği, Lud Şehri 'nin altındaki dev kontrol bölgesini hatırlatan bir odaya girdiler. Bu oda daha küçüktü elbette ama kontrol panelleriyle düğmeler tıpkı oradakiler gibiydi. Bazı konsolların önünde çalışanların yerlerinden kalkmadan bir diğer konsolun önüne gidebileceği türde tekerlekli sandalyeler vardı. İçerinin havası tazeydi ama Jake, havanın içeri girmesini sağlayan makinenin ara sıra teklediğini ve tuhaf tıkırtılar çıkardığını duyabiliyordu. Kontrol panellerinin dörtte üçünün ışıkları yanıyordu ama geri kalanlar kapkaraydı. Yaşlı ve yorgun: bu konuda haklıydı. Bir köşede, haki renk bir üniformadan geri kalanlar içinde sırıtan bir iskelet vardı.

Odanın bir tarafında televizyon monitörleri sıralanmıştı. Jake'e babasının evdeki çalışma odasını hatırlattılar. Ama babasının odasında üç televizyon vardı (her yayın şebekesi için bir tane), buradaysa... saydı. Otuz taneydiler. Üçünde görüntü karlıydı, ne gösterdiklerini seçemiyor-du. Bir tanesinde görüntü hızla aşağıdan yukarı kayıyordu. Dördü kapkaranlıktı. Geri kalanlarda görüntüler vardı. Jake büyülenmişcesine bu ekranlara baktı. Yarım düzinesi, iki şekilsiz kaktüsün koruduğu tepe de dahil olmak üzere çölün çeşitli bölgelerini gösteriyordu. İki tanesinde karakolun (Doğan) arkadan ve giriş yolu tarafından görüntüsü vardı. Bunların altındaki üç ekranda Dogan'm içinden görüntüler vardı. Biri, mutfağa benzer bir odayı gösteriyordu. İkincisinde, sekiz kişinin kalabileceği küçük bir yatakhane görünüyordu (Jake üst ranzalardan birinde bir başka iskelet gördü). Üçüncü ekran, Jake'in içinde bulunduğu odayı yüksek bir açıdan gösteriyordu. Jake ekranda kendisini ve Oy'u görebiliyordu. Monitörlerden birinde tren raylarının bir bölümü, bir diğerinde Küçük Wh-ye'ın o taraftan çekilen ay ışığı altında güzel bir görüntüsü vardı. Sağ uzak köşedekinde ise üzerinden rayların geçtiği köprü görülüyordu.

Jake'i afallatan, diğer sekiz ekrandaki görüntülerdi. Biri, o an kapalı ye karanlık olan Took'un Dükkânı'nı gösteriyordu. Bir diğeri, büyük çadiri. İkisi, Calla'nın ana caddesinden iki bölümü. Bir başkası, Huzurun Hanımı Kilisesi'ni ve biri Callahan'ın evinin oturma odasını... evin içini gösteriyordu! Jake, pederin kedisi Sırnaşık'ın şöminenin önünde uyuduğunu görebiliyordu. Diğer ikisinde, Jake'in Manni köyü olduğunu tahmin ettiği yerden görüntüler vardı (oraya hiç gitmediği için emin olamıyordu).

Bu kameralar hangi cehennemde, diye düşündü Jake. Nasıl oluyor da kimse onları fark etmiyor?

Muhtemelen çok küçük oldukları içindi. Ve gizlenmiş oldukları için. Gülümseyin, gizli kameradasınız!

Ama kilise... Pederin evi... bu binalar birkaç yıl öncesine kadar Calla'

Jake bilmiyordu ama içinde kimin yapmış olabileceğine dair korkunç bir his vardı. Tanrı'ya şükür ki konuşmaların büyük bölümünü verandada ve avluda yapmışlardı. Yine de, Kurtlar (veya efendileri) ne kadarını biliyordu? Bu cehennemden çıkmış kahrolası makineler ne kadarını kaydetmişti?

Ve yayınlamıştı?

Jake ellerinde acı hissetti ve yumruklarını sıktığını, tırnaklarının avuçlarına gömüldüğünü ancak o zaman fark etti. Açmak için kendisini zorlaması gerekti. Hâlâ içten içe kapıdaki sesin (Blaine'inkine çok benzeyen sesin) ona kim olduğunu ve orada ne aradığını sormasını bekliyordu. Ancak pek harabe sayılmayacak oda oldukça sessizdi; aletlerin alçak mırıltısı ve havalandırma cihazının ara sıra duyulan tıkırtıları dışında bir ses yoktu. Jake omzu üzerinden geriye baktığında havalı menteşeleri olan kapının arkasından kapanmış olduğunu gördü. Bu onu pek endişelendirmedi, muhtemelen içeriden kolayca açılacaktı. Açılmazsa da sevgili doksan dokuz çıkmasına yardım edecekti. İlk gece büyük çadırda kendisini kasaba ahalisine tanıtışını hatırladı. O gecenin üzerinden çok uzun zaman geçmiş gibi geliyordu. Ben Elmer'ın oğlu, Eld soyundan Jake Chambers, demişti onlara. Doksan ve Dokuz ka-tet'i. Neden öyle demişti? Bilfiyordu. Tek bildiği, böyle şeylerin tekrar karşısına çıktığıydı. Okuldayken, Bayan Avery onlara William Butler Yeats'ten "İkinci Varış" adlı şiiri okumuştu. Şiirde bir şahinin havada giderek genişleyen daireler çizmesinden bahsediliyordu. Ama burada daireler değil, spiraller vardı. Çünkü On Dokuz Ka-Tet'i (ya da Doksan Dokuz, Jake ikisinin aynı olabileceğini düşünüyordu) için her şey, içlerinde bulundukları ve etraflarını saran dünya yaşlanıp gevşeyerek yok olmaya yüz tutmuşken tüm bunların aksine giderek sıkışıyor ve iç içe geçiyordu. Dorothy'yi büyücülerin ve tarla-şanların hüküm sürdüğü Oz Diyarı'na uçuran hortuma kapılmak gibi bir şeydi. Aynı şeyleri tekrar tekrar, giderek artan bir sıklıkta görmeleri Jake'e son derece mantıklı geliyordu çünkü...

Ekranlardan birinde bir hareket dikkatini çekti. Benny'nin babası ve Haberci Robot Andy tepenin üzerindeki nöbetçi kaktüslerin yanından geçiyordu. Kaktüslerin kollarının yolu kapatmak, belki de dikenlerini avlarına geçirmek niyetiyle uzandığını gördü, ama dikenleri Andy için bir tehlike teşkil etmiyordu. Kolunu savurdu ve kaktüsün uzanmış dalını parçaladı. Yere düşen dalın koptuğu yerden beyaz, yapışkan bir sıvı boşalıyordu. Belki de bitki özü değildi akan. Belki kandı. Diğer taraftaki kaktüs telaşla yollarından çekilmişti. Andy ve Ben Slightman bir anlığına durdular. Belki bu konuyu tartışıyorlardı. Ekrandaki görüntü, adamın dudaklarının kıpırdayıp kıpırdamadığını anlayabileceği kadar net değildi.

Jake'i korkunç, boğucu bir panik sarmıştı. Vücudu Jüpiter veya Satürn gibi dev bir gezegenin yerçekimine kapılmışçasına aniden ağırlaşmıştı. Nefes alamıyordu; göğsü dümdüzdü. Masaldaki küçük kız tam ona göre olan küçük yatakta uyurken ÜçAyı'nın eve dönüp alt kata indiğini duyarak uyansaydı aynen böyle hissederdi, diye düşündü bayılmamak için mücadele ederken. Jake çorbayı içmemiş, Bebek Ayı'nın sandalyesini kırmamıştı ama artık çok fazla sır biliyordu. Ve onlar da tek bir sırrı oluşturuyordu. Dev bir sırrı.

Şimdi de patikada ilerliyorlardı. Dogan'a. geliyorlardı.

Oy boynunu olabildiğince uzatmış, endişeyle ona bakıyordu ama Jake onu hayal meyal görüyordu. Gözlerinin önünde siyah benekler uçuşuyordu. Birazdan bayılacaktı. Onu burada yerde yatar halde bulacaklardı. Oy, onu korumaya çalışabilirdi ama Andy, o olmazsa Ben Slightman hayvanın işini bitirecekti. Dışarıda dört ölü dağ kedisi vardı ve Ben Slight-man'ın en azından birini öldürdüğünü biliyordu. Havlayan ufak bir Hantal Billy, onun için kolay lokma olacaktı.

Böyle korkaklık mı edeceksin, diye sordu Roland'm sesi kafasının içinden. Senin gibi bir korkağı öldürmeye niye tenezzül etsinler? Neden seni de babalarının yüzünü unutanlarla birlikte batıya göndermesinler?

Bu onu kendine getirdi. En azından kendine gelmeye yaklaşmıştı. Ciğerlerini acıtacak kadar derin bir nefes aldı ve yavaşça "verdi. Sonra yüzüne sert bir tokat indirdi.

"AkeF diye bağırdı Oy ayıplayan (neredeyse şok olmuş) bir sesle.

"Önemli değil," dedi Jake. Mutfağı ve yatakhaneyi gösteren monitörlere baktı ve ikincisinde karar kıldı. Mutfakta arkasına veya altına saklanabileceği hiçbir şey yoktu. Bir dolap olabilirdi ama ya yoksa? O zaman hapı yutmuş demekti.

"Gel, Oy," dedi ve parlak beyaz ışıkla aydınlanan odanın diğer tarafına doğru yürüdü.
10

Yatakhanede çok eski baharat kokularının hayaletleri vardı: tarçın ve karanfil. Jake zihninin bir köşesinde, kâşifler tarafından ilk kez bulunduklarında piramitlerin altındaki mezarların da bu şekilde kokup kokmadığını düşündü. Köşedeki ranzanın üst katından sarkan bir iskelet, ona hoş geldin dercesine gülümsüyordu. Biraz kestirmek ister misin? Ben uzun bir şekerleme yapıyorum! Kaburgalarının arasında ipeksi örümcek ağları vardı. Jake örümceklerin iskeletin kaburgaları arasındaki boşlukta kaç nesildir yaşadığını dalgınca merak etti. Bir yastığın üzerinde gördüğü çene kemiği, anıların beynine üşüşmesine sebep oldu. Silahşor bir keresinde, öldüğü bir dünyada buna benzer bir kemik bulmuş ve onu kullanmıştı.

Anıların ve düşüncelerin yüzeyinde iki soğuk soru ve daha da soğuk bir karar vardı. Sorular, oraya varmalarının ne kadar süreceği ve midillisini fark edip etmeyecekleriydi. Slightman atla gelmiş olsaydı Jake'in tatlı midillisi mutlaka dostça kişneyip selam verirdi, Jake bundan emindi. Neyse ki Slightman son seferde olduğu gibi yayan gelmişti. Hedefinin nehrin sadece bir kilometre kadar doğusunda olduğunu bilseydi Jake de yayan gelirdi. Gerçi Rocking B'den ayrılırken bir hedefi olup olmadığını bile bilmiyordu.

Kararıysa, varlığı keşfedildiği takdirde hem teneke adamı, hem de kanlı canlı adamı öldürmekti. Yani yapabilirse. Andy çetin ceviz çıkabilirdi ama patlak mavi gözleri zayıf noktasıymış gibi görünüyordu. Onu kör edebilirse...

Tanrı isterse su olur, dedi artık iyi günde kötü günde daima kafasının içinde olan Silahşor. Şimdi yapman gereken, saklanmak. Ama nereye?

Ranzalara saklanamazdı. Odayı gösteren monitörde tüm yataklar görünüyordu ve iskelet taklidi yapması imkânsızdı. Gerideki rafların altına saklansa? Riskliydi ama işini görebilirdi... yine de...

Jake bir başka kapı gördü. Hemen fırlayıp kolu indirdi ve kapıyı açtı. Bir gardıroptu ve gardıroplar daima iyi bir saklanma yeri olarak düşünülürdü, ama bunun içi ağzına dek tozla kaplı elektronik parçalarla doluydu. Kapısını açınca birkaçı yere düşmüştü.

"Hay aksi!" diye fısıldadı Jake. Yere düşenleri alıp dolaba tıktıktan sonra kapısını kapattı. Pekâlâ, yataklardan birinin altına saklanmak zorunda kalacaktı...

"KAVİS ÇEYREK DAİRESİ KARAKOL 16'YA HOŞ GELDİNİZ," diye gürledi kayıtlı ses. Jake yüzünü buruşturdu ve sol tarafında, yarı açık duran bir başka kapı gördü. Kapıyı mı deneseydi yoksa hemen bir yatağın altına mı süzülseydi? Sadece bir seçeneği uygulayacak vakti vardı. "BURASI ORTA GÜVENLİKLİ BİR KARAKOLDUR."

Jake kapıya yöneldi. Kararını hızla uygulaması iyi olmuştu zira Slightman kayıttaki konuşmanın bitmesini beklemeden kodu girmişti.

"Doksan dokuz," diyen sesi hoparlörlerden yayıldı ve kayıtlı ses ona teşekkür etti.

Kapının ardı bir başka gardıroptu ama bu boş sayılırdı. İçilme sadece bir iki küflenmiş gömlek ve bir askıya atılmış toz içinde bir panço vardı. Dolabın içi de panço kadar tozluydu. Oy içine girer girmez üç kez hapşırdı.

Jake tek dizi üzerine çöktü ve kolunu hayvanın boynuna doladı. "İkimizi de öldürmek istemiyorsan daha fazla hapşırmak yok," dedi. "Sessiz ol, Oy."

"Oy, Oy," diye fısıldadı Hantal Billy göz kırparak. Jake uzanıp kapıyı çekti ve daha önce olduğu gibi beş santim kadar aralık bıraktı. En azından öyle olduğunu umuyordu.


11

Onları duyabiliyordu... hatta fazla iyi duyuyordu. Görünüşe bakılırsa binanın her yerinde mikrofonlar ve hoparlörler vardı. Bunu fark etmek Jake'i rahatlatmamıştı. Çünkü Oy ve Jake onları duyabiliyorsa...

Kaktüslerden bahsediyorlardı. Daha doğrusu sadece Slightman konuşuyordu. Telaşlı olduklarını söylüyor ve bunun sebebini merak ediyordu.

"Büyük ihtimalle dağ kedileridir, sai," dedi Andy kendini beğenmiş bir sesle. Eddie, Andy'nin Jake'in görmeyi dört gözle beklediği Yıldız Sa-vaşlan'nda. bir robot olan C3PO'ya benzediğini söylemişti. Jake filmi bir aydan kısa bir süreyle kaçırmıştı. "Biliyorsunuz, çiftleşme mevsimleri."

"Saçma," dedi Slightman. "Kaktüslerin dağ kedilerini yakalayıp yiyebilecekleri bir şey sandığını mı söylüyosun? Orada biri varmış. Hem de kısa bir süre önce."

Jake'in içi, aklına gelen düşünceyle buz kesti: Dogan'm zemini tozlu muydu? Kontrol panellerine ve monitörlere öylesine dalmıştı ki zemine dikkat etmemişti. Oy ile yerde ayak izlerini bırakmışlarsa içerideki ikisi çoktan fark etmiş olmalıydı. Belki de kaktüslerden konuşuyormuş gibi yaparak sinsice yatakhaneye yaklaşıyorlardı.

Jake Ruger'ı eline aldı ve başparmağını emniyetinin üzerine koyarak bekledi.

"Vicdan azabı hepimizi korkak yapar," dedi Andy o bilme-nin-iyi-olduğunu-düşündüm sesiyle. "Bu benim uyarlamam..."

"Kes sesini, seni vida ve kablo yığını," diye hırladı Slightman. "Ben..." Bir çığlık attı. Jake, Oy'un kaskatı kesildiğini ve tüylerinin dikleştiğini hissedebiliyordu. Hantal Billy hırlamaya başladı. Jake, hayvanın ağzını tuttu.

"Bırak!" diye bağırdı Slightman. "Bırak beni!"

"Elbette, sai Slightman," dedi Andy sabırsız bir sesle. "Sadece dirseğinizde ufak bir sinire bastırdım, biliyorsunuz. Yüksek basınç uygulamadıkça kalıcı bir zararı olmaz."

"Neden öyle bir şey yapacaksın ki?" Slightman'ın sesi incinmiş gibi geliyordu. Neredeyse mızıldanıyordu. "Bütün istediklerini, hatta daha da fazlasını yapmıyo muyum? Oğlum için hayatımı tehlikeye atmıyo muyum?"

"Ve birkaç ekstra kıyak için," dedi Andy ipek gibi bir sesle. "Gözlüklerin... heybende taşıdığın müzik kutusu... ve elbette..."

"Neden yaptığımı ve foyam ortaya çıkarsa bana ne olacağını biliyo-sun," dedi Slightman. Sesindeki mızıldanma yok olmuştu. Şimdi ciddi, biraz da bitkindi. Jake, adamı giderek artan bir dehşetle dinliyordu. Oradan sağ salim kurtulup Benny'nin babasını ele verecekse kalpsiz bir adamı ele vermek isterdi. "Doğru, birkaç şey aldım, teşekkürler derim. Hayatım boyunca tanıdığım insanlara ihanet etme yolunda daha iyi görebilmek için gözlükler aldım. Geceleri umursamadan bahsettiğin vicdanımın sesini bastırması ve uyuyabilmeme yardım etmesi için bir müzik kutusu aldım. Şimdi de sen gözlerim yuvalarından fırlayacakmış gibi hissetmeme sebep oluyosun."

"Diğerlerinin beni itip kakmasına izin veriyorum," dedi Andy. Sesi yine değişmişti. Jake yine Blaine'i düşündü ve korkusu daha da arttı. Ti-an Jaffords bu sesi duyarsa ne olurdu? Ya da Vaughn Eisenhart? Over-holser? Ahalinin geri kalanı? "Sürekli üzerime geliyorlar ama el kaldırmak bir yana, itiraz bile etmiyorum. 'Buraya gel, Andy. Oraya git, Andy. Şu aptal şarkıyı kes, Andy. Çeneni kapa. Bize geleceğimizi söyleme çünkü duymak istemiyoruz.' Ben de söylemiyorum. Kurtlar'ın gelişi hariç. Çünkü onları üzecek şeyleri duymak istiyorlar, ben de söylüyorum; her gözyaşı damlası benim için bir altın parçasıyla eşdeğerdir. 'Aptal bir ampul ve kablo yığınından başka bir şey değilsin,' diyorlar bana. 'Bize hava durumunu anlat, bebeğe ninni söyle, sonra def ol git,' diyorlar. Ben de öyle muamele etmelerine göz yumuyorum. Ben çocukların oyuncağı, herkesin şamar oğlanı, aptal Andy'yim. Ama senden aynı muameleyi kabul etmeyeceğim, sai. Kurtlar işlerini bitirdikten sonra birkaç yıl daha Cal-la'da yaşamayı umuyorsun, değil mi?"

"Öyle olduğunu biliyosun," dedi Slightman. Sesi öylesine alçaktı ki Jake söylediklerini zar zor duyuyordu. "Ve bunu hak ediyom."

"Sen ve oğlun, ikiniz de Calla'da yaşayacak, teşekkürler commala diyeceksiniz! Ama bu, dış dünyadan gelen yabancıların ölümünden çok sessiz kalmama bağlı. Bunu istiyorsan bana saygılı davranman gerek."

"Bu çok saçma," dedi Slightman kısa bir duraklamanın ardından. Dolabın içinde saklanan Jake de aynı fikirdeydi. Bir robotun saygı görmek istemesi saçmaydı. Ama boş bir ormanda devriye gezen dev bir ayı, çift kutuplu bilgisayarların sırlarını öğrenmeye çalışan bir katil ve sadece yeni bilmeceler duymak ve çözmekle ilgilenen bir tren de saçmaydı. "Ve ayrıca, yalvarırım dinle beni, kendime bile saygım yokken sana nasıl saygı duyacağım?"

Bu soruya karşılık olarak çok yüksek, mekanik bir tıkırtı duyuldu. Jake mantıksızlığın devrelerini yakmakla tehdit ettiği sırada Blaine'in de buna benzer sesler çıkardığını hatırladı. Sonra Andy, "Cevap yok. On dokuz," dedi. "Bağlantı kur ve rapor ver, sai Slightman. Şu işi bitirelim."

"Pekâlâ."

Otuz kırk saniye boyunca tek duyulan, klavye tıkırtıları oldu. Sonra Jake'in yüzünü buruşturmasına, Oy'un ise boğazının derinliklerinden inlemesine yol açan tiz bir ıslık sesi duyuldu. Jake daha önce hiç buna benzer bir ses duymamıştı. O, 1977 New York'undandı ve modem sözcüğünün onun için hiçbir anlamı yoktu.

Tiz ses aniden kesildi ve bir dakika kadar sessizlik oldu. Ardından: --BURASI ALGUL SIENTO. BEN FİNLİ O'TEGO. LÜTFEN ŞİFRENİZİ GİRİN. ON SANİYENİZ..."

"Cumartesi," dedi Slightman ve Jake kaşlarını çattı. Bu mutluluk veren gün ismini bu dünyada daha önce duymuş muydu? Sanmıyordu.

"TEŞEKKÜRLER. ALGUL SIENTO ONAYLIYOR. HATTA-yiZ." Tiz ses kısa süreliğine tekrar duyuldu. Sonra: "RAPOR VER, CUMARTESİ."

Slightman, Roland ve daha genç olanı, içinde muhtemelen Manniler tarafından ortaya çıkarılmış bir kapı bulunan Sesler Mağarası'na tırmanırken seyrettiğini söyledi. Dediğine göre uzak-göreni kullanmış ve bu sayede oldukça iyi görebil...

"Teleskop," dedi Andy. O kendini beğenmiş ses tonu geri dönmüştü. "Onlara teleskop deniyor."

"Raporu sen vermek ister misin, Andy?" diye soğukça sordu Slightman.

"Bağışla," dedi Andy uzun süre eziyet edilmiş birinin sesiyle. "Bağışla, bağışla, devam et, devam et."

Bir sessizlik oldu. Jake, Slightman'm robota dik dik baktığını tahmin edebiliyordu. Sonunda tekrar konuştu.

"Atlarını aşağıda bırakıp tırmandılar. Yanlarında ağırmış gibi nöbetleşe taşıdıkları pembe bir çanta vardı. İçinde köşeli bir şey vardı, teleskop uzak-görenden seçebiliyodum. İki tahmin sunabilir miyim?"

"EVET."

"Birincisi şu, çantada pederin en değerli kitaplarından birkaçı olabilir. Eğer öyleyse asıl görev tamamlandıktan sonra bir Kurt onları ortadan kaldırması için mağaraya gönderilmeli."



"NEDEN?" Ses buz gibiydi. Jake insan sesi olmadığından kesinlikle emindi. Ses onu korkutuyor ve kendini aciz hissetmesine sebep oluyordu.

"Rahibe bir mesaj olması için!" dedi Slightman sebep açık seçik orta-daymış gibi.

"RAHİP ÇOK YAKINDA HİÇBİR MESAJ ALAMAYACAK KONUMDA OLACAK," dedi ses. "İKİNCİ TAHMİNİN NEDİR?"

Slightman tekrar konuştuğunda sesi titriyordu. Jake hain piçin korktuğunu umdu. Evet, tek oğlunu koruyor olabilirdi ama bu ona ihanet etme hakkı...

"Haritalar olabilir," dedi Slightman. "Kitapları olan bir adamın haritaları da olabileceğini düşündüm. Onlara Gök Gürültüsü'ne giden Doğu Bölgeleri'nin haritalarını vermiş olabilir. Bir sonraki duraklarının orası olacağını saklamadılar. Gerçi hayatta kalsalar bile haritalar işlerine yaramayabilir. Önümüzdeki sene kuzey, muhtemelen doğu olacak, ondan sonraki yıl ise güney."

Jake tozlu dolapta aniden Andy'nin rapor veren Slightman'ı izlediğini gördü. Robotun mavi ışıklar saçan gözleri parlıyordu. Slightman bilmiyordu (Calla'da kimse bilmiyordu) ama bu mavi pırıltı, DNF-44821-V-63'ün neşelendiğinin belirtisiydi. Aslında Slightman'a gülüyordu.

Çünkü gerçeği biliyor, diye düşündü Jake. Çantada gerçekte ne olduğunu biliyor. Bir kutu kurabiyesine bahse girerim.

Bundan emin olabilir miydi? Dokunuşu bir robot üzerinde kullanması mümkün müydü?

Düşünebiliyorsa dokunabilirsin, dedi Silahşor kafasının içinden.

Şey... belki.

"İçindeki her neyse, çocukları gerçekten vadilere götüreceklerinin bir göstergesi," diyordu Slightman. "Ama o mağaraya saklayacak duller elbette."

"Hayır, o mağaraya olmaz, tabi," dedi Andy. Sesinde her zamanki küçümseme vardı ama Jake, mavi gözlerinin deli gibi parladığını hayal edebiliyordu. "O mağarada çok fazla ses var, çocuklar korkacaktır! Aynen öyle!"

DNF-44821-V-63, Haberci Robot. Haberci! Slightman ihanetle sulanabilirdi ama Andy nasıl suçlanabilirdi? Yapması gerekeni yapıyordu, göğsündeki plakada bu açık seçik görülüyordu. Bunca zamandır gözlerinin önündeydi. Tanrılar!


Yüklə 2,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   39   40   41   42   43   44   45   46   ...   54




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin