Stephen King Kara Kule Cilt5 Calla'nın Kurtları



Yüklə 2,69 Mb.
səhifə44/54
tarix30.05.2018
ölçüsü2,69 Mb.
#52130
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   ...   54

Bu arada Benny'nin babası, Algul Siento adındaki yerde olan Finli o' Tego'ya rapor vermeye devam ediyordu.

"Tavery ikizlerinin çizdiği haritada bize gösterdiği maden, Gloria. Ve Gloria, Sesler Mağarası'ndan sadece bir kilometre uzaklıkta. Ama piç kurusu bir baş belası. Bir başka tahmin sunabilir miyim?"

"EVET."


"Gloria'ya giden vadi, güneyde, dört yüz metre kadar içerde ikiye ayrı-lıyo. Çatalın diğer ucunda bir başka maden var. Adı Redbird Two. Dinh'leri, ahaliye çocukları Gloria'ya saklayacağını söylüyo. Bu hafta içinde yapacağı toplantıda da böyle diyeceğini sanıyom. Kurtlar'la savaşma izni isteyeceği toplantıda. Ama zamanı geldiğinde çocukları Redbird'e saklayacağını tahmin ediyom. Oriza'nın Kardeşleri'ni mağara ağ ana ve üstüne nöbetçi olarak yerleştirecektir. Bu kadınları hafife almasanız iyi olur."

"KAÇ KİŞİ?"

"Sarey Adams'ı da dahil ederse beş sanırım. Ayrıca arbaletli adamlar. Kara derili kadının da aralarında olacağını tahmin ediyom, çok iyi olduğunu söylüyolar. Hatta belki içlerinde en iyisi. Ama öyle ya da böyle, çocuklann nerede olacağını biliyoz. Onları böyle bir yere tıkması bir hata ama bunu bilmiyo. Tehlikeli biri ama eski kafalı. Muhtemelen bu strateji daha önce işine yaradığı için tekrar baş vuruyo."

Elbette öyleydi. Eyebolt Kanyonu'nda, Latigo'nun adamlarına karşı.

"Şimdi önemli olan, Kurtlar geldiğinde onun, genç adamın ve çocuğun nerede olacağı. Bunu toplantıda söyleyebilir. Orada olmazsa daha sonra Eisenhart'a söyleyecektir."

"YA OVERHOLSER'A?"

"Hayır, Eisenhart, ona destek verecek ama Overholser karşı çıkacak."

"NEREDE OLACAKLARINI ÖĞRENMEK ZORUNDASIN."

"Biliyom," dedi Slightman. "Andy ile öğrenip bu lanetli yere tekrar geleceğiz. Ama Oriza ve İsa Adam'a yemin ederim, ondan sonra üzerime düşeni tamamlamış olacağım. Artık gidebilir miyiz?"

O tiz ıslık tekrar duyuldu. Jake dişlerini gıcırdatarak sona ermesini bekledi. Bir süre sonra yine sessizlik oldu. Finli o'Tego hattan ayrılmıştı.

"İşimiz bitti mi?" diye sordu Slightman.

"Kalmak için bir sebebin yoksa bitti," dedi Andy.

"Burada sana farklı görünen bir şey var mı?" diye aniden sordu Slightman. Jake'in içi bir anda buz kesti.

"Hayır," dedi Andy. "Ama insanların önsezilerine büyük saygım vardır. Bir şey mi hissettin, sai?"

Jake'e neredeyse bir dakika sürmüş gibi gelen bir duraksama oldu ama çok daha kısa sürdüğünü biliyordu. Oy'un başını bacağına yaslayıp bekledi.

"Hayır," dedi Slightman sonunda. "Kurtlar'ın gelişi yaklaştıkça tedirginliğim arttı sanırım. Tanrım, bir an önce bitsin artık! Bundan nefret ediyom!"

"Doğru olanı yapıyorsun, sai." Jake, Slightman'ı bilmiyordu ama Andy'nin zoraki sempatisi dişlerini gıcırdatmasına sebep oluyordu. "Başka seçeneğin yok. Calla Bryn Sturgis'de kardeşi ölmüş tek ikize sahip olmak senin suçun değil. Bununla ilgili çok güzel bir şarkı biliyorum. Belki söylememi..."

"Kes sesini!" diye bağırdı Slightman boğuk sesle. "Kes sesini, seni aptal metal yığını! Ruhumu satmış olmam sana yetmiyo mu? Bir de senin saçmalıklarını dinlemek zorunda mıyım?"

"Kırdıysam, sadece varsayımsal olarak sahip olduğum kalbimin en derinlerinden af dilerim," dedi Andy. "Bir başka deyişle, özür dilerim." Sesi içten gibiydi. Söylediği her kelimeyi kastetmiş gibi. Ama Jake, Andy'nin gözlerinin sessiz kahkahalarla ışıldadığından adı gibi emindi.
12

Komplocular binadan ayrıldı. Hoparlörlerden acayip, anlamsız bir melodi yayıldı (en azından Jake için bir anlamı yoktu) ve ardından sessizlik çöktü. Midillisini bulmalarını, geri dönmelerini, onu aramalarını, bulmalarım, öldürmelerini bekledi. İçinden yüz yirmiye kadar saydı, Dogan'a geri dönmediklerini görünce ayağa kalktı (sistemindeki yüksek doz adretıalin yaşlı bir adam gibi tutuk hareket etmesine sebep olmuştu) ve kon-trol odasına gitti. Tam vardığı sırada, binanın önündeki harekete duyarlı parlak ışıklar söndü. Tepenin üzerini gösteren monitöre bakınca Do-gan'm son ziyaretçilerinin nöbetçi kaktüslerin arasından geçmekte olduğunu gördü. Kaktüsler bu kez hareket etmedi. Besbelli derslerini almışlardı. Jake boyları arasında büyük fark olan Slightman ve Andy'nin uzaklaşmasını izledi. Babası ne zaman Mutt ve Jeff gibi iki tip görse, şunları vodvile koyun, derdi. Elmer Chambers'ın yapabileceği en iyi espri bu kadardı işte.

Jake, onlar gözden kaybolduktan sonra yere baktı. Toz yoktu elbette. Ne toz, ne de izler. Bunu içeri girer girmez fark etmeliydi. Roland kesinlikle fark ederdi. Roland her şeyi görürdü.

Jake oradan bir an önce ayrılmak istiyordu, ama kendini beklemeye zorladı. Harekete duyarlı ışıkların artlarından yandığını fark ederlerse muhtemelen bir dağ kedisi olduğunu düşüneceklerdi (ya da Benny'nin ar-midillo dediği hayvan) ama bu Jake için yeterince iyi değildi. Zaman geçirmek için odadaki kontrol panellerini incelemeye koyuldu. Üzerlerinde LaMerk Endüstri ismi vardı. Bununla birlikte GE ve IBM gibi tanıdık markalar ve daha önce hiç görmediği bir isim de vardı; Microsoft. Bu cihazların hepsinin üzerinde MADE IN USA yazısı bulunuyordu. LaMerk ürünlerinde ise böyle bir yazı yoktu.

Gördüğü klavyelerden bazılarının (en az iki düzine görmüştü) bilgisayarları kontrol ettiğinden oldukça emindi. Başka hangi cihazlar vardı? Ne kadarı hâlâ çalışıyordu? Buraya stoklanmış silahlar var mıydı? Bu so-mnun cevabının olumsuz olduğunu tahmin etti. Silah varsa bile muhtemelen yok edilmişlerdi veya el koyulmuştu. Yapanın Haberci Robot Andy (ve birçok özellik) olduğundan neredeyse hiç şüphesi yoktu.

Sonunda binadan ayrılabileceğine karar verdi. Son derece dikkatli olmalı, atını yavaşça sürmeli ve Rocking B'ye arka taraftan, hiç fark edilmeden gitmeliydi. Aklına bir başka soru geldiğinde kapıya yaklaşmıştı. Oy ile Dogan'z yaptıkları ziyaretin bir kaydı olabilir miydi? Bir yerlerde w video kasete kaydedilmiş olabilir miydi? Ekranlara döndü ve kontrol odasını gösteren monitöre uzun uzun baktı. Oy ile yine görünüyorlardı.

Kamera öyle bir yere yerleştirilmişti ki odada olup ona yakalanmamak mümkün değildi.

Boş ver, Jake, dedi Silahşor kafasının içinden. Yapabileceğin hiçbir şey yok, onun için boş ver. Etrafı kurcalamaya kalkarsan arkanda bir iz bırakma ihtimalin artar. Bir alarmı harekete geçirmen bile mümkün.

Alarmı harekete geçirme düşüncesi onu ikna etti. Oy'u kucağına aldı (daha çok kendini rahatlatmak için) ve dışarı çıktı. Midillisi tam bıraktığı yerdeydi, ay ışığı altında sakince otluyordu. Toprak üzerinde hiçbir iz yoktu... ama Jake kendisinin de iz bırakmadığını gördü. Andy kuru toprakta iz bırakacak kadar ağırdı ama o değildi. Muhtemelen Benny'nin babası da.

Kes şunu. Varlığını fark etselerdi geri dönerlerdi

Jake bunun doğru olduğunu düşündü ama yine de Üç Ayı'nın evinde parmak uçlarına basarak yürüyen küçük kız gibi huzursuzdu. Midillisini çöl yoluna götürüp toz önlüğünü taktı ve Oy'u önündeki büyük cebe koydu. Midilliye binerken Oy'un eyer topuzuna çarpmasına sebep oldu.

"Ah, Ake!" dedi Oy.

"Sessiz ol, koca bebek," dedi Jake midilliyi nehre doğru döndürürken. "Ses çıkarmamalıyız."

"Ake," diyerek göz kırptı Oy. Jake elini cebe sokarak hayvanın en sevdiği yeri kaşıdı. Oy gözlerini kapatıp boynunu olabildiğince uzattı ve sırıttı.

Jake nehre vardıklarında midilliden inip bir kayanın ardından iki tarafa da dikkatle baktı. Hiçbir şey görmedi, ama kalbi, karşıya geçene dek küt küt attı. Bir yandan da Benny'nin babası, onu görüp gecenin o vaktinde orada ne aradığını soracak olursa ne cevap vereceğini düşünüyordu. Kimseyle karşılaşmadı. İngilizce derslerinde yaratıcı yazım ödevlerinde hep A alırdı ama şimdi insanın korktuğu sırada pek de yaratıcı olamayacağını anlıyordu. Benny'nin babası, onu görecek olursa enselenmiş olacaktı. Bu kadar basitti.

Kimseye fark ettirmeden Rocking B'ye vardı, ahıra gitti ve midilliyi bölmesine bıraktı. Her yer sessizdi ve Jake buna memnundu.


13

Jake Benny'nin odasına dönünce yerine yattı ve örtüyü çenesine kadar çekti. Oy yine yatağa çıktı ve kıvrılarak uyku pozisyonunu aldı. Benny uykusunda mırıldanarak döndü ve hayvanı okşadı.

Jake uyuyan çocuğa karışık hislerle baktı. Benny'den, dürüstlüğünden, eğlenceye duyduğu iştahtan, üzerine düşen işleri hiç gocunmadan hevesle yapmasından hoşlanıyordu. Çocuğun bir şeyi komik bulduğunda çınlayan kahkahasını, pek çok konuda uyuşmalarını seviyordu ve...

Ve o geceye kadar Benny'nin babasını da seviyordu.

Benny'nin (a) babasının bir hain olduğunu ve (b) onu ele verenin arkadaşı olduğunu öğrendiğinde ona nasıl bakacağını hayal etmeye çalıştı. Jake öfkeyle başa çıkabileceğini düşündü. Kırgınlık, daha zor olacaktı.

Sadece kırılacak mı sence? Tekrar düşünsen iyi olur. Benny Slight-man'ın hayatında fazla dayanak yok ve bu olay hepsini yıkacak.

Babasının bir hain ve casus olması benim suçum değil.

Ama Benny'nin suçu da değildi. Slightman'a sorulacak olsa o da muhtemelen bunun kendi suçu olmadığını, mecbur kaldığını söyleyecekti. Jake bunun kısmen doğru olduğunu düşündü. Bir babanın gözünden bakılacak olursa tamamen doğruydu. Calla'nın ikizlerinde Kurtlar'a lazım olan ne vardı? Büyük ihtimalle beyinlerindeki bir şeydi. Tek çocuklarda olmayan bir tür enzim veya salgı olabilirdi. Belki "ikiz telepatisi" varsayımsal olgusunu yaratan bir enzim veya salgıydı. Her ne ise, muhtemelen Benny Slightman'da da vardı zira Benny tek çocuk gibi görünmesine rağmen aslında değildi. Kız kardeşi ölmüştü. Eh, bu çetrefilli bir durumdu, değil mi? Özellikle de kalan tek çocuğunu seven bir baba için. Oğlunun elinden alınmasını göze alamayan bir baba için.

Ya Roland, onu öldürürse? O zaman Benny sana nasıl bakar?

Roland bir keresinde, bir başka dünyada Jake Chambers'a iyi bakacağına söz vermiş ve sonra karanlığa düşmesine izin vermişti. Jake bundan büyük bir ihanet olamayacağını düşünmüştü. Artık bundan o kadar emin değildi. Hem de hiç değildi. Bu mutsuz düşünceler uzun bir süre uyumasına izin vermedi. Sonunda, günün ilk ışıklarının ufukta belirmesinden yarım saat kadar önce hafif ve huzursuz bir uykuya daldı.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM FARELİ KÖYÜN KAVALCISI
1

"Biz ka-tet'iz," dedi Silahşor. "Çoktan oluşmuş tekiz." Callahan'ın şüpheyle ona baktığını gördü (görmemek imkânsızdı) ve başını salladı. "Evet peder, sen de bizden birisin. Ne kadar süre için bilmiyorum ama öyle. Bunu dostlarım da biliyor."

Jake başını salladı. Eddie ve Susannah da öyle. Büyük çadırdaydılar. Roland, Jake'in hikâyesini dinledikten sonra papaz konutunda toplanmak istememiş, arka avluyu bile yeterince güvenli bulmamıştı. Slightman veya Andy'nin (hatta belki Kurtlar'ın bir başka casusunun) oralara kameralar ve dinleme cihazları yerleştirmiş olabileceğini düşünüyordu. Gökyüzü, yağmur yağacakmışçasına griydi, ama hava, mevsim sonuna yaklaşmalarına rağmen hâlâ beklenmeyecek kadar sıcaktı. Yurttaşlık bilincine sahip bazı hanımlar veya beyler Roland ve dostlarının ilk gece kendilerini tanıttıkları platformun etrafına düşmüş yaprakları tırmıklarla toplamıştı. Sahnenin alt kısmındaki otlar yemyeşildi. Birkaç kişi uçurtma uçuruyor, çiftler el ele dolaşıyor, mallarını sergileyen açık hava satıcıları, hem müşterilerini, hem de alçak bulutları dikkatle gözlüyordu. Calla Bryn Sturgjs'e geldikleri ilk gece ahaliyi müzikleriyle coşturan grup, yine aynı yu-varlak sahnede yeni parçaları prova ediyordu. Kasabalılardan bazıları birkaç kez Roland ve dostlarıyla sohbet etme niyetiyle yanlarına gelecek olmuş, Roland'ın gülümsemeden başını iki yana sallaması üzerine tek kelime etmeden hızla uzaklaşmıştı. Tanıştığımıza-çok-sevindim türünde politik sohbetlerin zamanı geçmişti.
"Toplantıya dört gün kaldı," dedi Roland. "Bu kez sadece erkeklerin değil, tüm kasaba halkının gelmesini istiyorum."

"Elbette öyle olmalı," dedi Susannah. "Tabak fırlatan kadınlar, yeterli silahımızın olmayışının getirdiği dezavantajı biraz olsun azaltıyor, o lanet salonda bulunmaya hakları var."

"Herkes gelecekse Toplantı Salonu yeterli olmayacaktır," dedi Callahan. "Tüm ahalinin oraya sığması imkânsız. Meşaleleri yakar ve toplantıyı burada yaparız."

"Ya yağmur yağarsa?" diye sordu Eddie.

"Yağarsa insanlar ıslanır," dedi Callahan omuz silkerek.

"Toplantıya dört, Kurtlar'ın gelmesine dokuz gün var," dedi Roland. "Büyük ihtimalle her şey sona ermeden önce bu şekilde kafalarımız temiz halde oturarak yapacağımız son görüşme bu. Burada fazla kalmayacağız, o yüzden vaktimizi boşa harcamayalım." Ellerini uzattı. Birini Susannah, diğerini Jake tuttu. Birkaç saniye içinde beşi de el ele tutuşmuş, küçük bir halka oluşturmuştu. "Birbirimizi görüyor muyuz?"

"Çok iyi görüyorum," dedi Jake.

"Evet, Roland," dedi Eddie.

"Açık seçik, tatlım," dedi Susannah gülümseyerek.

Yakınlarında otları koklamakta olan Oy bir şey demedi ama o tarafa bakıp göz kırptı.

"Peder?" diye sordu Roland.

"Sizi çok iyi duyuyor ve görüyorum," dedi Callahan hafif bir gülümsemeyle. "Ve aranıza dahil olduğum için mutluyum. En azından şimdilik öyle."


2

Roland, Eddie ve Susannah, Jake'in hikâyesinin büyük bir bölümünü duymuştu; Jake ve Susannah da Eddie ve Roland'ın hikâyesinin çoğunu dinlemişti. Callahan bu görüşme sırasında ikisini birden dinledi. Gözleri dinlerken irileşmiş, ağzı bir karış açılmıştı. Jake dolabın içine saklandığını söylediği sırada istavroz çıkardı. Eddie'ye ise, "Kadınlarla çocukları öldüreceğini söylerken blöf yapıyordun elbette, değil mi?" diye sordu.

Eddie bu soruyu düşünürken yüzünde hafif bir gülümsemeyle gri gökyüzüne baktı. Sonra tekrar Callahan'a döndü. "Roland bana rahip olarak çağrılmak istemeyen biri için son günlerde rahiplere fazlasıyla yakışacak bir tutum sergilediğini söyledi."

"Karının hamileliğine son verme fikrinden bahsediyorsan..."

Eddie bir elini kaldırdı. "Belirli bir konudan bahsetmiyorum diyelim. Burada yapılacak bir işimiz var ve bunun için yardımına ihtiyaç duyuyoruz. Son istediğimiz şey, Katolik zırvalarının yolumuza taş koyması. Onun için evet, blöf yapıyordum diyelim ve devam edelim. Bu senin için uygun mu? Rahip?"

Eddie'nin yüzünde gergin bir gülümseme vardı. Elmacık kemikleri üzerinde kırmızı lekeler belirmişti. Callahan, onu düşünceli bakışlarla inceledi ve başını salladı. "Evet," dedi. "Blöf yapıyordun. Tamam, devam edelim."

"Güzel," dedi Eddie ve Roland'a baktı.

"İlk soru Susannah'ya," dedi Roland. "Basit bir soru. Kendini nasıl hissediyorsun?"

"Gayet iyi," dedi Susannah.

"Gerçekten mi?"

Susannah başını salladı. "Evet. Teşekkürler derim."

"Şuralarda baş ağrıları yok, değil mi?" Roland sol şakağına dokundu.

"Yok. Ayrıca günbatımından hemen sonra ve gündoğumundan hemen önce hissettiğim o gerginlik hissi de gitti. Ve bana bir bak!" Bir elini göğüslerinden karnına, oradan sağ kalçasına indirdi. "Şişlik biraz azaldı.

Roland... bir keresinde vahşi hayvanların (vahşi kediler gibi etoburlar veya geyik, tavşan gibi otoburlar) bebeklerini doğurmaları daha kötü sonuçlar vereceği için içlerinde yok ettiklerini okumuştum. Sence..." Umutla ona bakarak sustu.

Roland bu hoş fikrin doğru olabileceğini söylemek isterdi ama yapamazdı. Ve ka-tet içinde gerçekleri gizlemek artık söz konusu değildi. Başını iki yana salladı. Susannah'nm yüzündeki umut dolu ifade, yerini hüsrana bıraktı.

"Uykuları son günlerde olaysız, bu kadarını söyleyebilirim," dedi Eddie. "Mia'dan bir iz yok."

"Rosalita da aynısını söylüyor," dedi Callahan.

"B'tşıma nöbetçi mi diktin?" diye sordu Susannah, Detta'nınkini andıran bir ses tonuyla. Ama gülümsüyordu.

"Ara sıra gözünü üzerinde tutmasını istediğim oldu," diye kabul etti Callahan.

"Susannah'nm bebeğini artık bir kenara bırakalım," dedi Roland. "Kurtlar'ı konuşmamız gerek. Onları ve birkaç ufak noktayı."

"Ama Roland..." diye başladı Eddie.

Roland bir elini kaldırdı. "Düşünülmesi gereken pek çok sorun olduğunu biliyorum. Ne kadar acil olduklarını da. Ama dikkatimiz dağılacak olursa Calla Bryn Sturgis'de ölebileceğimizi de biliyorum ve ölü silahşorların kimseye faydası olmaz. Yollarına da devam edemezler. Haksız mıyım?" Hepsine teker teker baktı. Kimse karşılık vermedi. Uzaklardan bir yerlerden şarkı söyleyen çocukların sesi geliyordu. Neşe dolu, tiz ve masum seslerdi. Commala ile ilgili bir şarkıydı.

"Konuşmamız gereken bir başka konu var," dedi Roland. "Seni ilgilendiriyor, peder. Ve Geçit Mağarası'nı. Bulunmamış kapıdan geçip ülkene tekrar gidebilir misin?"

"Şaka mı yapıyorsun?" Callahan'm gözleri parlamıştı. "Kısa süreliğine de olsa geri dönme şansı, ha? Ne zaman gidiyorum?"

Roland başını salladı. "Bugün ilerleyen saatlerde mağaraya tırmanı-nzve kapıdan geçmene yardım ederim. Boş arsanın nerede olduğunu bitiyorsun, değil mi?"

"Elbette. Diğer yaşamımda önünden binlerce kez geçmiş olmalıyım."

"Posta kodu meselesini de iyice anladın, değil mi?" diye sordu Eddie.

"Bay Tower dediğini yaptıysa tahta çitin sonunda, Kırk Altıncı So-kak'a bakan tarafında yazılı olacak. Bu arada, müthiş bir fikir olduğunu belirtmeliyim."

"Kodu al, tarihi de öğren," dedi Roland. "Tarihi mümkün oldukça takip etmeliyiz, Eddie o konuda haklı. Kodu al ve geri dön. Büyük çadırdaki toplantıdan sonra kapıdan tekrar geçmen gerekecek."

"Bu kez Tower ve Deepneau'nun New England'da olduğu yere gideceğim," diye tahmin yürüttü Callahan.

"Evet," dedi Roland.

"Onları bulursan daha çok Bay Deepneau ile konuş," dedi Jake. Herkes ona dönünce kızardı ama gözlerini Callahan'dan çekmemişti. "Bay Tower inatçı olabilir..."

"Bu yüzyılın en hafife alan yorumu," dedi Eddie. "Sen oraya varana dek muhtemelen bir düzine sahaf ve Indiana Jones'un On Dokuzuncu Sinir Krizi'nin Tanrı bilir kaç adet ilk basımını bulmuş olacak."

"... ama Bay Deepneau seni dinleyecektir," diye devam etti Jake.

"Dinle, Ake," dedi Oy ve çimlerin üzerine sırtüstü yattı. "Dinle, Oy!"

Jake hayvanın karnını kaşıyarak sözlerine devam etti. "Bay Tower'i bir şey yapmaya ikna edebilecek biri varsa o da Bay Deepneau."

"Tamam," dedi Callahan başını sallayarak. "Anlıyorum."

Şarkı söyleyen çocukların sesleri yaklaşmıştı. Susannah seslerin geldiği yöne döndü ama çocuklar henüz görünmüyordu; Nehir Caddesi'nde olduklarını tahmin etti. Eğer öyleyse Took'un Dükkânı'nın oradan ana caddeye döndükten sonra görülebileceklerdi. Dükkânın verandasındaki birkaç kişi ayağa kalkmış, çocukların gelmesini bekliyordu.

Bu arada Roland, Eddie'ye hafif bir gülümsemeyle bakıyordu. "Bir keresinde farz etmek kelimesini kullandığımda, senin dünyandan komik bir şey söylemiştin."

Eddie sırıttı. "Farz etmek insanın ve karşısındakinin burnunu boka sokar. Bunu mu kastetmiştin?"

Roland başını salladı. "Doğru bir söz. Şimdi bir tahmin yapacağım (bir çivi çakacağım) ve hayatta kalma umutlarımızı ona asacağım. Hoşuma gitmiyor ama başka bir seçenek göremiyorum. Tahmin şu: Kurtlar'la sadece Ben Slightman ve Andy işbirliği yapıyor. Yani zamanı geldiğinde onları halledersek gizlilik içinde hareket edebiliriz."

"Onu öldürmeyin," dedi Jake neredeyse duyulamayacak kadar alçak bir sesle. Oy'u iyice kendine çekmiş, başını ve boynunu sert hareketlerle hızla okşuyor, Oy buna sabırla katlanıyordu.

"Ne dedin, tatlım?" diye sordu Susannah eğilip bir elini kulağına götürerek. "Duyama..."

"Onu öldürmeyin!" Sesi bu kez boğuk ve titrekti. Gözyaşlarının akmak üzere olduğu belliydi. 'Benny'nin babasını öldürmeyin." Lütfen.

Eddie uzanıp elini çocuğun ensesine şefkatle koydu. "Jake, Benny'nin babası sırf kendi oğlunu kurtarmak için yüz çocuğu Kurtlar'la Gök Gürültü-sü'ne göndermeye razı oluyor. Çocukların ne halde geri döndüğünü biliyorsun."

"Evet ama o başka seçeneği olmadığını düşünüyor çünkü..."

"Bize katılıp Kurtlar'la savaşabilirdi," dedi Roland. Sesi donuk ve korkunçtu. Bir cesedin sesi gibi.

"Ama..."


Ama ne? Jake bilmiyordu. Bu konuyu defalarca düşünmüştü ama hâlâ bilmiyordu. Gözyaşları aniden yanaklarından aşağı süzülmeye başladı. Callahan, ona uzandı. Jake uzatılan eli itti.

Roland içini çekti. "Hayatta kalması için elimizden geleni yaparız. Bu kadarına söz verebilirim. Ama bu ona iyilik mi olur, kötülük mü bilemem. Önümüzdeki haftadan sonra kasaba hâlâ ayakta duruyor olsa bile Slıghtmanlar için burada hayat sona ermiş olacak. Hilal üzerinde, kuzeyde veya güneyde bir başka kasabada yaşamak zorunda kalacaklar. Ve dinle, Jake: Benny Slightman'ın dün gece, babası ve Andy arasında geçen konuşmayı duyduğunu bilmesine gerek yok."

Jake, ona umut etmeye cesaret edemiyormuşçasına baktı. Baba Sllghtman umurunda değildi, ama Benny'nin babasını ele verenin o olduğunu bilmesini istemiyordu. Korkaklık ediyor olabilirdi ama Benny'nin bilmesini istemiyordu işte. "Sahi mi? Emin misin?"

"Şu aşamada hiçbir şeyden emin olmak mümkün değil ama..." Şarkı söyleyen çocuklar, Roland sözlerini bitiremeden köşeyi döndü. Gümüş bacakları ve altın rengi gövdesi günün donuk aydınlığında hafifçe ışıldayan Haberci Robot Andy'nin liderliğinde ilerliyorlardı. Robot geri geri yürüyordu. Bir elinde, rengârenk ipek şeritlerin bağlı olduğu bir ar-balet oku tutuyordu. Susannah robotun 4 Temmuz'daki geçit törenlerinin yürüyüş liderlerine benzediğini düşündü. Göğsündeki ve başındaki hoparlörlerden gayda sesleri yayılıyor, elindeki sopayı abartılı hareketlerle bir o tarafa, bir bu tarafa sallıyordu.

"Ulu Tanrım," dedi Eddie. "Tıpkı Fareli Köyün Kavalcısı gibi."
3

"Commala gel bana!

Ananın bir oğlu var!

Onu severken baba

Odalar geldi dar!"

Andy bu kısmı tek başına söyledikten sonra elindeki sopayla çocukları işaret etti. Çocuklar neşeyle şarkıya devam etti.

"Commala gel gel!

Baba aldı bir tane!

Öyle böyle esti yel!

Ana tek kaldı evde!"

Neşe dolu kahkahalar göğe yükseldi. Susannah çıkardıkları gürültüye aldanıp sayılarının çok fazla olduğunu sanmış ama yanılmıştı. Jake'in hikâyesini dinledikten sonra Andy'yi çocuklarla haşır neşir görmek kalbinin buz kesmesine sebep oluyordu. Boğazında ve sol şakağında öfkeli bir zonklamanın başladığını hissetti. Eddie haklıydı, Andy tıpkı Fareli Köyün kavalcısı gibiydi.

Robot şimdi süslü sopasını on üç on dört yaşlarında görünen güzel bir kıza çevirdi. Susannah kızın Anselmler'in çocuklarından biri olduğunu düşündü. Tian Jaffords'un çiftliğinin hemen güneyindeki küçük çiftlik onlarındı. Kız, hızlı ve neşeli şarkının bir sonraki kıtasını billur gibi bir sesle söyledi.

"Commala gel yine!

Vakit oldu öğle!

Pirinçleri ekelim

Bol bol her yere!"

Sonra diğer çocuklar yine hep bir ağızdan söylemeye başladı. Susannah, çocukların sayılarının gerçekten de onları ilk görüşünde düşündüğünden fazla olduğunu gördü. Çok daha fazla. Kulakları gözlerinden iyi görürdü ve bunun için çok iyi bir sebebi vardı.

"Commala gel bir!

Baba aptal değildir!

Ana pirinci eker

Çünkü işini bilir!"

Grup ilk bakışta küçük görünüyordu çünkü yüzlerin çoğu aynıydı. Örneğin Anselmlerin kızının yüzü, yanındaki oğlanmkiyle neredeyse aynıydı. İkiz kardeşi. Andy'nin başını çektiği çocukların neredeyse tamamı ikizlerdi. Susannah aniden bunun ne kadar tuhaf olduğunu fark etti. Midesi bir anda altüst oldu. Sol gözünün üzerinde hafif bir sancı hissetti. Eli, hassas noktaya yöneldi.

Hayır, dedi kendi kendine. Bunu hissetmiyorum. Elini zorla indirdi. Kaşını ovmasına gerek yoktu. Acımayan bir yeri niye ovuşturacaktı?

Andy sopasını sekiz yaşından büyük olamayacak, çalımla yürüyen tombul bir oğlana çevirdi. Tiz ve çocuksu sesi, diğerlerini güldürdü.

"Commala gelsin! Ne yapacağını bilirsin!

Pirinçleri ek ki Çocukların semirsinf

Diğer çocuklar coşkuyla ona katıldı.

"Commala gel haydi!

En iyisi pirinçti!

Eğlence başlasın Hasat zamanı geldi!"

Andy, Roland'ın ka-tet'ini gördü ve sopasını onlara doğru neşeyle salladı. Çocuklar da el sallıyordu... peşinden gittikleri robotun istediği olduğu takdirde yarısı salyaları akan birer beyinsiz olarak dönecek olan çocuklar. Acıyla feryat ederek devleşecekler ve genç yaşta öleceklerdi.

"Siz de el sallayın," dedi Roland elini kaldırarak. "Babalarınızın hatırına hepiniz el sallayın."


Yüklə 2,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   ...   54




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin