Stephen King Kara Kule Cilt5 Calla'nın Kurtları



Yüklə 2,69 Mb.
səhifə46/54
tarix30.05.2018
ölçüsü2,69 Mb.
#52130
1   ...   42   43   44   45   46   47   48   49   ...   54

Kafalarının içmde başkalarının sesini duyan sadece Eddie ve Ja':e değildi; Tian zihninde büyükbabasının sesini duyuyordu. Dişlerinin neredeyse tamamını kaybetmiş, sözcükleri geveleyen Jamie değildi konuşan. Yirmi yıl önceki haliydi; yine yaşlı ama küstahlık veya aylaklıkla karşılaştığında okkalı bir tokat indirebilecek kadar güçlü kuvvetli. Bir zamanlar Kurtlar'la savaşmış olan Jamie Jaffords. Tian önceleri bundan şüphe duymuştu ama artık duymuyordu. Çünkü Roland büyükbabasına inanıyordu.

Hadisene! diye söylendi kafasındaki ses. Daha ne bekliyosun? Sadece bir isim söyleyip kenara çekileceksin! Adamı takdim et ve bırak gerisini kendisi yapsın.

Tian sessiz kalabalığa bir süre daha baktı. Renkleri değişmeyen (çünkü bu gece parti yoktu) meşalelerin sabit, turuncu aydınlığında gözlerini ona dikmişlerdi. Bir şey söylemek istiyordu, belki buna ihtiyacı vardı. Sonu iyi de olabilirdi, kötü de. Ama Tian'ın bunda katkısı vardı, belki bunu belirtmek istiyordu.

Doğudaki karanlıkta şimşekler anlık, sessiz patlamalarla göğü aydınlatıyordu.

Peder gibi kollarını göğsünde kavuşturan Roland, Tian ile göz göze geldi ve başını salladı. Silahşor'un mavi gözleri, meşalelerin sıcak ışığında bile buz gibiydi. Neredeyse Andy'ninkiler kadar soğuktu. Ama bu küçük hareket, Tian'a ihtiyaç duyduğu cesareti verdi.

Tüyü alıp havaya kaldırdı. Kalabalığı oluşturanlar nefes bile almıyor gibiydi. Bir ekinkargası, uzaklarda bir yerde öttü.

"Bundan kısa bir süre önce Toplantı Salonu'nda karşınızda durup size inandıklarımı anlattım," dedi Tian. "Geldiklerinde Kurtlar'ın sadece çocuklarımızı diil, kalplerimizi ve ruhlarımızı da götürdüğünü söyledim. Her gelişlerinde bizi daha derinden yaralıyolar. Bir ağacın gövdesini yeterince derin oyarsanız ölür. Bu, kasabamız için de geçerli."

Hiç anne olmamış Rosalita Munoz'un sesi akşam karanlığını yararak kulaklara ulaştı. "Doğru söylüyo, teşekkürler derim! Dinleyin, dinleyin onu ahali!"

"Dinleyin, onu iyi dinleyin!" sesleri yükseldi.

"Peder o gece kuzeybatıdan Silahşor'un gelmekte olduğunu söyledi. Işının Yolu üzerinde ilerliyolardı. Bazıları ona inanmadı ama peder doğru söylüyodu."

"Aynen öyle," sesleri duyuldu. "Peder doğru söyledi." Bir kadın, "İsa'ya şükürler olsun! Tann'nın anası Meryem'e hamt olsun!" diye bağırdı.

"O zamandan beri aramızdalar. İsteyen herkes onlarla konuşabildi. Yardım etmekten başka hiçbir şey..."

"Aptallık edip onlara fırsat verirsek arkalarında bir ceset yığını bırakarak yollarına devam edecekler!" diye kükredi Eben Took.


Kalabalıktan şaşkın nidalar yükseldi. Wayne Overholser, tepkiler dindiğinde, "Kes sesini!" diye bağırdı.

Took, Calla'nın önemli çiftçisi ve en iyi müşterisi olan Overholser'a dönerek şaşkınca baktı.

"Dinh'l&n, Gilead'lı Roland Deschain," dedi Tian. Bunu herkes biliyordu ama efsanevi isimlerin dile getirildiğini duymak kalabalıkta mırıltılara sebep oldu. "Eskiden var olan İç-Dünya'dan. Onu dinleyecek misiniz? Ne dersiniz, ahali?"

Kalabalık coşkuyla karşılık verdi. "Dinleyin onu! Dinleyin! Onu her zaman dinleriz! Dinleriz, teşekkürler deriz?' Ve Tian'ın başlarda ne olduğunu anlayamadığı ritmik bir ses duyuldu. Sonra anladı, neredeyse gülüm-seyecekti. İnsanlar kısa çizmelerinin topuklarını çimlere vuruyorlardı.

Tian elini uzattı. Roland öne çıktı. Bu sırada topuk sesleri daha da yükseldi. Kadınlar da yumuşak ayakkabılarıyla ellerinden geldiğince erkeklere katılıyordu. Roland basamakları tırmandı. Tian tüyü ona verdi, Hedda'nın elini tuttu ve diğer ikizlere kendisini takip etmelerini işaret ederek sahneden indi. Roland tüyü, sadece sekiz parmağı kalmış elleri arasında tutuyordu. Topuk sesleri sonunda kesildi. Ahalinin korku ve uumut dolu yüzlerini aydınlatan meşalelerin ışığı hafifçe titreşiyordu.

Ekinkargasinm sesi duyulmaz olmuştu. Doğuda karanlık, şimşeklerle bölünüyordu.

Silahşor kalabalığın karşısında tek başına duruyordu.
2

Çok uzunmuş gibi gelen bir süre boyunca tek yaptığı, kasaba sakinlerine bakmak oldu. Her korku dolu gözde aynı şeyi görüyordu. Daha önce defalarca görmüştü, okuması çok kolaydı. Bu insanlar açtı. Aç karınlarını bir şeylerle doyurma ihtiyacı duyuyorlardı. Yazın en sıcak günlerinde Gi-lead sokaklarında gezen börekçiyi ve pek çok insan o börekler yüzünden hastalandığı için annesinin ona seppe-sai dediğini hatırladı. Seppe-sai, ölüm-satıcısı anlamına geliyordu.

Evet, diye düşündü Roland. Ama biz para almıyoruz. Bu düşünce üzerine yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. Keskin yüz hatları biraz olsun yumuşadı ve kalabalıktan huzursuzlukla karışık rahatlama belirten bir iç çekiş yükseldi. "Calla'ya gelip sizinle tanıştığımıza memnunum, dinleyin beni, yalvarırım." Sessizlik.

"Bize kapınızı açtınız. Biz de size açıldık. Değil mi?" "Öyle, Silahşor!" diye bağırdı Vaughn Eisenhart. "Evet!" "Bizi olduğumuz gibi görüp yaptığımız şeyi kabul ediyor musunuz?" Bu kez cevap veren Mannilerin şefi Henchick oldu. "Evet Roland, teşekkürler deriz. Eld'in soyundansınız, Kara'ya karşı savaşan Beyaz'sınız."

Kalabalıktan daha uzun bir iç çekiş yükseldi. Arka taraflarda bir kadın ağlamaya başladı.

"Calla ahalisi, yardım ve kurtarıcı arıyor musunuz?"

Eddie'nin vücudu katılaştı. Bu soru, Calla Bryn Sturgis'de kaldıkları süre içinde pek çok kişiye ayrı ayrı sorulmuştu ama o gece sahnedeyken sorulmasının fazlasıyla riskli olduğunu düşünüyordu. Ya hayır derlerse?

Eddie kısa süre sonra boşuna endişelendiğini anladı. Roland kalabalığın nabzını tutma konusunda son derece başarılıydı. Birkaç kişi hayır cevabı verdi (Haycoxlar, Tooklar ve Telfordlar karşı çıkanların başını çekiyordu) ama kalabalığın geri kalanı coşkuyla kükredi: "EVET, TEŞEKKÜRLER DERİZr Overholser'ın da aralarında olduğu birkaç kişi çekimser kaldı. Eddie pek çok olayda bunun en akıllıca hamle olacağını düşündü. En azından en politik yaklaşımdı. Ama bu, sıradan bir durum değildi; söz konusu olan, orada bulunan insanların çoğu için hayatlarının en önemli kararıydı. On Dokuz Ka-Tet'i Kurtlar'ı yenecek olursa kasabanın insanları kimlerin reddettiğini, kimlerin çekimser kaldığını çok iyi hatırlayacaktı mutlaka. Wayne Dale Overholser'ın bir yıl sonra hâlâ o bölgenin en büyük çiftçisi olup olmayacağını merak etti.

Roland konuşmaya başlayınca Eddie tüm dikkatini ona çevirdi. Takdir ve dikkatini. Eddie doğup büyüdüğü yerde pek çok yalan duymuş, kendisi de bazıları çok iyi olan epey yalan söylemişti. Ama Roland konuşmasını yarıladığında, daha önce yalanın bir sanat gibi dâhice söylendiğine hiç tanık olmadığını anladı. Ve...

Etrafına baktı ve tatmin olmuş bir ifadeyle başını salladı.

Her bir kelimesini yutuyorlardı.
3

"Bu sahnede, karşınızda olduğum son sefer," diye başladı Roland. Pirinç dansını yapmıştım. Bu gece..."

George Telford araya girdi. Fazla kaypak, sinsi bir tipti ama Eddie adamın, şartlar aleni bir şekilde aleyhine gelişirken atılıp öyle sesini du. yurma cesaretini takdir etmişti.

"Evet, hatırlıyoz. Çok da iyi dans etmiştin! Ölüm dansını nasıl yapa. çaksın peki, Roland? Söyle yalvarırım."

Kalabalıktan onaylamaz mırıltılar yükseldi.

"Nasıl yapacağım önemli değil," dedi Roland. Hiç rahatsız olmuş görünmüyordu. "Çünkü Calla'da dans ettiğim günler sona erdi. Bu kasabada işimiz var. Benim ve dostlarımın. Misafirperverlik gösterdiniz, teşekkürler deriz. Bizden yardım istediniz, ben de beni iyi dinlemenizi istiyorum. Kurtlar bir haftadan kısa bir süre sonra gelecek."

Kalabalıktan onaylayan bir iç çekiş yükseldi. Zaman iyice kayganlaş-mıştı ama herkes beş günün ne kadar sürdüğünü az çok biliyordu.

"Gelmelerinden bir önceki gün akşam vakti Calla'daki on yedi yaşın altındaki tüm ikizlerin şurada toplanmasını istiyorum." Roland sol tarafındaki çadırı işaret etti. Çadırı, Oriza'nın Kardeşleri kurmuştu. O gece pek çok çocuk orada toplanmıştı. Aralarından sadece yüz kadarı risk altındaydı. Yaşça büyük olan çocuklar, toplantı süresince küçüklere göz kulak olmakla görevlendirilmişti. Oriza'nın Kardeşleri de ara sıra gidip çocukları kontrol ediyordu.

"Çadıra hepsi birden sığmaz, Roland," dedi Ben Slightman.

Roland gülümsedi. "Ama daha büyüğüne sığarlar, Ben. Kardeşler'in daha büyüğünü bulabileceğinden eminim."

"Aynen öyle! Ve onlara unutamayacakları bir ziyafet sunarız!" diye bağırdı Margaret Eisenhart cesurca. Bunu kısa süren neşeli gülüşmeler izledi. İnsanlar, Kurtlar kazanırsa çadırdaki çocukların yarısının kendi isimlerini bile hatırlayamayan geri zekâlılar olarak döneceğinin bilincindeydi.

"Ertesi sabah işimize erkenden başlayabilmemiz için onları Kurt Ari-fesi'nde bu çadırda tutacağım," dedi Roland. "Bana söylenenlere göre Kurtlar'ın günün hangi vaktinde geleceğini önceden bilmemiz mümkün değil- Sabah, öğlen veya akşam vakti gelebilirlermiş. Erken gelip çocukları böyle savunmasız yakalamalarına izin vermek dünyanın en büyük aptallığı olur."

"Ya Kurtlar bir gün erken gelirse?" diye bağırdı Eben Took vahşice. »Ya da Kurt Arifesi dediğin gece?"

"Yapamazlar," dedi Roland. Jamie Jaffords'un hikâyesi göz önüne alındığında aksine ihtimal vermek zordu. Andy ve Ben Slightman'ın önlerindeki beş gün ve gece boyunca serbestçe hareket etmesine izin vermesinin sebebi, yaşlı Jaffords'un hikayesiydi. "Uzak mesafeden geliyorlar ve yolculuğun tümünü at üstünde geçirmiyorlar. Programları çok önceden kesinleşmiş."

"Nereden biliyosunuz?" diye sordu Louis Haycox.

"Söylemesem daha iyi," dedi Roland. "Kurtlar'ın çok keskin kulakları olabilir."

Bunun üzerine herkes düşüncelere dalınca bir sessizlik oldu.

"Aynı gece (Kurt Arifesi'nde) çocukları kasabanın kuzeyine götürmek için Calla'daki en büyük on iki arabanın buraya getirilmesini istiyorum. Sürücülere ben karar vereceğim. Çocuklara göz kulak olacak görevliler de onlarla gidecek ve yanlarında kalacak. Çocukları nereye götüreceklerini sormayın, o konudan da bahsetmememiz en iyisi."

Çoğu, çocukların nereye götürüleceğini bildiğini sanıyordu elbette: Gloria'ya. Bu gibi haberler, Roland'ın da çok iyi bildiği gibi çabucak yayılırdı. Ben Slightman biraz daha etraflı düşünmüş, Gloria'nın güneyindeki Redbird Two'yu da akıl etmişti ama bunun Roland için hiçbir sakıncası yoktu.

George Telford yine bağırdı. "Onu dinlemeyin, ahali, yalvarırım size! Dinleseniz bile ruhlarınız ve kasabanın iyiliği için dediklerini yapmayın! Söyledikleri çılgınlık! Çocuklarımızı saklamayı daha önce de denedik ve ■§e yaramadığını gördük! İşe yarasa bile Kurtlar kasabamızı yakıp yerle bir edecek, mahvedecek ve..."

"Kes sesini korkak!" dedi Henchick. Sesi kırbaç gibi saklamıştı.

Telford yine de konuşmaya devam edecek oldu ama en büyük oğlu kolunu tutarak onu susturdu. Yere vurulan topuk sesleri yine duyuldu Telford, Eisenhart'a hayretle bakıyordu. Sen de mi bu çılgınlığın bir parça-sisin, der gibiydi.

Büyük çiftçi başını iki yana salladı. "Bana öyle bakmanın bir faydası yok, George. Benim yerim, karımın yanı. O da Eld ile birlikte."

Bunun üzerine alkışlar yükseldi. Roland sabırla alkışların dinmesini bekledi.

"Telford haklı. Kurtlar çocukların saklandığı yeri büyük ihtimalle öğrenecek. Ama geldiklerinde ka-tei'im onları karşılamak üzere hazır bekliyor olacak. Onlar gibilerle ilk kez karşılaşmıyoruz."

Onaylayan bir kükreyiş yükseldi. Topuklar vuruldu, alkışlar tekrar başladı. Telford ve Eben Took etraflarına bir tımarhanede uyanmış insanların şaşkınlığıyla, irileşmiş gözlere bakıyordu.

Roland sessizlik tekrar çöktüğünde, "Kasabalılardan bazıları, iyi silahlara sahip bazı sakinler bizimle birlikte savaşmayı kabul etti. Ama bu kısmı da henüz bilmeniz gerekmiyor." Ama elbette Oriza'nın Kardeşleri, duruşlarıyla her şeyi belli ediyordu. Eddie, Roland'ın konuşmayı, insanları olduğu gibi ustaca idare edişini hayranlıkla izliyordu. Gözlerini devirip ona gülümseyen Susannah'ya göz ucuyla baktı. Susannah'nın koluna dokunan eli soğuktu. Bu gecenin sona ermesini istiyordu. Eddie, karısının hislerini çok iyi anlıyordu.

Telford son bir kez çabaladı. "Beni dinleyin, ahali! Bunların hepsi daha önce denendi!"

Bu kez karşılık veren Jake Chambers oldu. "Ama silahşorlar denemedi, sai Telford."

Kalabalıktan yine bir uğultu yükseldi. Topuklar vuruldu, alkışlar tekrar başladı. Roland'ın sessizliği sağlamak için ellerini kaldırması gerekti.

"Kurtlar'ın çoğu, çocukların bulunduğunu düşündüğü yere gidecek ve işlerini orada bitireceğiz," dedi. "Daha küçük gruplar çiftlikleri taramaya kalkabilir, bazıları kasabaya gelebilir. Ve evet, biraz yakıp yıkabilir, zarar verebilirler."

Başlarını sallayıp sessizce, saygıyla dinliyorlar, bir sonraki noktaya ondan önce varıyorlardı. Tıpkı Roland'ın istediği gibi.

"Yanan bir binanın yerine yenisi inşa edilebilir. Ama deforme olmuş bir çocuğu eski haline getiremezsiniz."

"Evet," dedi Rosalita. "Deforme olmuş bir kalbi de öyle."

Onaylayan mırıltılar duyuldu. Çoğu kadındı. Calla Bryn Sturgis'de (ve çoğu yerde) erkekler ciddi durumlar söz konusuyken kalplerden bahsetmezdi.

"Şimdi beni dinleyin, çünkü size bu kadarını son kez söyleyeceğim: Kurtlar'ın tam olarak ne olduğunu biliyoruz. Jamie Jaffords, zaten şüphelenmekte olduğumuz gerçekleri bize açıkladı."

Şaşkınlık belirten mırıltılar oldu. Başlar çevrildi. Torununun yanında duran Jamie sırtını dikleştirip göğsünü ileri çıkarmayı kısa süreliğine de olsa başardı. Eddie, adamın Roland'ın bir sonraki sözlerini duyunca sükûnetini koruyabilmesini diledi. Burnunu sokup Roland'ın anlatacaklarını yalanlayacak olursa işleri çok zorlaşabilirdi. En azından Slightman ve Andy'yi vaktinden önce yakalamaları gerekebilirdi. Ve Finli o'Tego (Ben Slightman'ın Doğan''dan rapor verdiği ses) Kurtlar gelmeden önce bu ikisinden bir haber alamazsa şüphelenebilirdi. Eddie, kolundaki elin kıpırdadığını hissetti. Susannah, şans için parmaklarını çaprazlamıştı.
4

"Maskelerin ardındaki yaratıklar canlı değil," dedi Roland. "Kurtlar, Gök Gürültüsü'nde hüküm süren vampirlerin ölü hizmetkârları."

Bu dikkatle tasarlanmış saçmalık üzerine kalabalıktan şaşkın mırıltılar yükseldi.

"Kurtlar, dostlarım Eddie, Susannah ve Jake'in zombi dediği yaratıklar. Beyinlerine veya kalplerine isabet etmedikçe yay, arbalet veya kurşunlarla öldürülemezler." Roland sözlerini vurgulamak için göğsünün sol tarafına dokundu. "Ve kasabalara akın yaptıklarında giysilerinin altına zırhlar giyiyorlar elbette."

Henchick başını sallıyordu. Kurtlar'ın daha önceki gelişlerini hatırla-yan yaşlı kadın ve erkekler de başlarını sallıyordu. "Bu çok şeyi açıklıyor," dedi. "Ama nasıl..."

"Başlıklarının altına taktıkları miğferler yüzünden onları başlarından vurmamız mümkün değil," dedi Roland. "Ama böyle yaratıkları Lud'da da görmüştük. Zayıf noktaları şurası." Tekrar göğsüne dokundu. "Yaşayan ölüler nefes almaz, ama kalplerinin üst tarafında bir tür solungaç var. Üzerini zırhla kapatırlarsa ölürler. Onları bu noktadan vuracağız."

Bu sözlerin üzerine alçak bir uğultu oldu. Sonra büyükbabanın heyecan dolu tiz sesi duyuldu. "Evet kesinlikle öyle! Molly Doolir. tabağı birinin tam orasına isabet ettirmişti. Yaratık o zaman bile ölmemişti ama yere düşmüştü!"

Eddie parmakları kasılan Susannah'nın kısa tırnaklarını kolunda hissetti ve dönüp ona bakınca kendini tutamamış, sırıtıyor olduğunu gördü. Jake'in yüzünde de benzer bir ifade vardı. İşler hassasken doğru şekilde davranacak kadar kurnazsın, ihtiyar, diye düşündü Eddie. Senden şüphelendiğim için üzgünüm. Andy ve Slightman nehrin karşısına geçip bu boku rapor etsin bakalım! Roland'a düşmanların (kendine Finli o'Tego diyen biri tarafından temsil edilen bilinmeyen kişiler) bu saçmalığı yutup yutmayacağını sormuş, Whye'in bu kıyısına yüz yıldan fazla süredir akınlar düzenliyorlar ve sadece bir kayıpları olmuş, karşılığını almıştı. Bana kalırsa her şeye inanırlar. Şu an en zayıf noktaları, kendilerine duydukları aşırı güven.

"İkizlerinizi Kurt Arifesi'nde, akşam saat yedide buraya getirin," dedi Roland. "Oriza'nın Kardeşleri ellerinde, üzerlerinde isim listesi olan yazı tahtalarıyla bekliyor olacak. İçeri giren her çiftin isminin üstünü çizecekler. Saat dokuzdan önce tüm çocukların gelmiş olmasını umuyorum."

"Benim çocuklarımın isimlerinin üzerini çizemeyeceksiniz!" dedi kalabalığın gerisinden öfkeli bir ses. Sesin sahibi önündeki insanları ite kaka Jake'in yanına kadar geldi. Güneyde küçük bir pirinç tarlası olan kısa boylu bir adamdı. Roland, hafızasının dağınık içeriğini taradı (dağınıktı ama hiçbir şey atılmazdı) ve sonunda adamın ismini buldu: Neil Faraday. Roland ve ka-tet'i uğradığında evinde olmayan (veya onlarla görüşmek istemeyen) az sayıda insandan biriydi. Tian'ın dediğine göre çalışkan bir adamdı ama ayyaşın tekiydi. Görünüşünden de belli oluyordu. Gözlerinin altında koyu halkalar vardı, yanaklarındaki mor damarlar ilk bakışta göze çarpıyordu. Çapaçul bir görünümü vardı. Ama Telford ve Took ona, şaşkınlıkla karışık minnet dolu gözlerle baktı. Tımarhanede aklı başında biri daha, diyordu bakışları. Tanrılara şükürler olsun.

"Çocukları yine de alacaklar ve sonra kasabayı yakıp yıkacaklar," dedi Faraday. "Onlara karşı koymazsam çocuklarımdan birini götürecekler, ama hiç olmazsa geride üç çocuğum ve sağlam çiftliğim kalacak!" Faraday etrafına alaylı bir küçümsemeyle baktı. "Varınızı yoğunuzu kaybedin de aklınız başınıza gelsin. Aptallar!" Arkasında hatırı sayılır miktarda aklı karışmış insan bırakarak geldiği yere döndü. Küçümseyici konuşması kalabalık üzerinde Telford ve Took'un önceki çabalarından daha etkili olmuştu.

Çok fakir olabilir ama önümüzdeki sene Took'un Dükkânı'ndan kredi almakta zorlanacağını hiç sanmam, diye düşündü Eddie. Tabi dükkân hâlâ yerinde olursa.

"Sai Faraday kendince haklı olabilir ama umarım önümüzdeki birkaç gün içinde fikrini değiştirir," dedi Roland. "Umarım fikrini değiştirmesini sağlarsınız. Çünkü değiştirmezse geriye üç çocuğu da kalmayabilir" Sesini biraz yükselterek devam etti. "Toprağını iki katır ve karısının yardımıyla sürmek pek hoşuna gitmeyecektir."

Telford öfkeden kıpkırmızı olmuş bir yüzle sahneye yaklaştı. "İstediğini elde etmek için söylemeyeceğin şey yok, diil mi? İşine gelince her yalanı söylersin, diil mi?"

"Yalan söylemem, her cevabı bildiğimi de iddia edemem," dedi Ro-•and. "Birkaç ay önce Kurtlar'ın varlığından bile bihaberken sizde öyle bir mtiba uyandırdıysam bağışlayın, yalvarırım. Ama size iyi geceler dilemeden önce bir hikâye anlatmama müsaade edin. Gilead'da küçük bir ç0. cukken, İyi Adam'ın gelişinden ve onu takip eden büyük yangından önce baronluğun doğusunda bir ağaç çiftliği vardı."

"Ağacın çiftliği mi olurmuş?" diye sordu biri alayla.

Roland gülümsedi ve başını salladı. "Sıradan ağaçların, hatta demir-ağaçlarının çiftliği olmaz belki. Ama bahsettiğim ağaçlar çiçekaçandı. Çok hafif, bir o kadar da güçlü bir ağaç. Tekneler için en iyi ağaç oydu. Kesilen ince bir parça neredeyse havada süzülürdü. Bin dönümden fazla arazi üzerinde düzgün sıralar halinde on binlerce çiçekaçan vardı ve hepsinin bakımıyla baronluğun korucusu ilgileniyordu. Ve bırakın çiğnenmeyi, çiğnenmesi akıldan bile geçirilmeyen bir kural vardı: iki ağaç kesen, üç ağaç diker."

"Evet," dedi Eisenhart. "Sığırlar için de aynısı geçerli. Biz de sattığımız veya kestiğimiz her hayvana karşılık dört hayvan tutarız. Gerçi çoğu çiftçinin durumu bunu yapacak kadar iyi değil."

Roland gözleriyle kalabalığı taradı. "On yaşıma bastığım yaz, çiçekaçan ormanına bir hastalık bulaştı. Örümcekler bazı ağaçların üst dallarında beyaz ağlar ördüler ve o ağaçlar tepeden aşağı doğru çürüyüp öldü. Hastalık köklere ulaşmadan önce gövdelerinin ağırlığı yüzünden devrildiler. Korucu olan biteni gördü ve tüm sağlam ağaçların kesilmesini emretti. Çok geç olmadan hâlâ sağlam olan ağaçları kurtarmak istemişti, anlıyor musunuz? İki kes, üç dik kuralının bir anlamı kalmamıştı. Ertesi yaz, Gilead'ın doğusundaki çiçekaçan ormanları yok oldu."

Kasabalılardan çıt çıkmıyordu. Meşaleler cızırdıyordu. İnsanlar bakışlarını Silahşor'un üzerinden bir anlığına bile çekmemişti.

"Burada, Calla'da, Kurtlar bebekleri hasat ediyor ve aldıklarına karşılık başkalarını vermeye tenezzül etmiyorlar."

Kalabalıktan yine mırıltılar yükseldi.

"Kurtlar alıyor ve bekliyor. Alıyor... bekliyor. Onlar için hava hoş, çünkü insanlar bebek yapmaya devam ediyor. Ama bu kez farklı bir şey oluyor, hastalık geliyor."

Took hışımla konuştu. "Evet, hastalık sizsiniz, siz en kötü..." Derken ujri hafifçe vurup başındaki şapkayı düşürdü. Eben Took sorumluyu yakalamak için hızla döndü ve karşısında yüz ifadeleri pek de dostça olmayan yaklaşık elli kişi buldu. Şapkasını hışımla alıp göğsüne bastırdı ve tek kelime etmedi.

"Buradaki bebek üretiminin durduğunu görürlerse bu gelişlerinde sadece ikizlerden birini almayacak, bütün çocukları götürecekler," dedi Roland. "Çocuklarınızı o akşam yedide buraya getirin. Size tavsiyem bu."

"Onlara başka seçenek bıraktın mı ki?" diye bağırdı Telford. Yüzü korku ve öfkeyle bembeyaz olmuştu.

Roland buna yeterince katlanmıştı. Sesi sertleşip yükseldi ve aniden parlayan masmavi gözlerin soğukluğu Telford'un gerilemesine sebep oldu. "Senin endişelenmene gerek yok nasılsa, sai. Kasabadaki herkesin de bildiği gibi, bütün çocukların büyümüş. Şimdi, neden çeneni kapamıyorsun?"

Gök gürültüsü gibi bir alkış ve yere vurulan topukların sesleri bu sözleri takip etti. Telford başını saldırmaya hazırlanan bir boğa gibi omuzlarının arasına çekerek bağırışlara ve suçlamalara olabildiğince göğüs gerdi. Sonra dönüp kalabalığı yararak yürümeye başladı. Took da onu takip etti. Birkaç dakika sonra ikisi de gitmişti. Bundan kısa bir süre sonra da toplantı bitti. Oylama yapılmamıştı. Roland, onlara oylama gerektirecek bir şey söylememişti.

Susannah'nın sandalyesini içeceklerin durduğu uzun masaya doğru iten Eddie, oylamaya gerçekten de gerek kalmadığını düşündü.
5

Roland fazla zaman geçirmeden Ben Slightman'ın yanına gitti. Kâhya, elinde bir fincan kahve ve üzerinde bir dilim pasta olan bir tabakla bir Meşalenin altında duruyordu. Çocukların Kurt Arifesi'nde toplanacağı Çadırda şimdi meşrubat, kahve ve pasta ikram ediliyordu. Bekleyen insanların oluşturduğu sıra, koca bir yılanı andırıyordu. Alçak sesle konuşmalar duyuluyor ama pek fazla gülüşme olmuyordu. Jake ve Benny biraz ötede, çimlerin üzerinde Oy ile birlikte top oynuyordu. Hantal Billy ne-şeyle havlıyordu ama çocuklar, kuyruktaki insanlar gibi durgun görünü-yordu.

"Güzel konuşmaydı," dedi Slightman kahve fincanını Roland'ınkine hafifçe vurarak.

"Öyle mi dersin?"

"Evet. Elbette hepsi istediğin cevabı vermeye hazırdı. Belki Faraday senin için bir sürpriz olmuştur ama çok iyi idare ettin doğrusu."

"Sadece gerçekleri söyledim," dedi Roland. "Kurtlar yara alır ve sayıları azalırsa zararın neresinden dönülse kârdır mantığıyla mümkün olduğu kadar çocuğu alıp götürmeye çalışacaktır. Efsaneler anlatıldıkça büyür ve yirmi üç yıl, bunun için yeterince uzun bir süre. Calla ahalisi Gök Gü-rültüsü'nde binlerce, hatta belki milyonlarca Kurt olduğunu sanıyor ama bence bu doğru değil."

Slightman, ona dürüst bir ilgiyle bakıyordu. "Neden?"

"Çünkü her şey eskiyip yok oluyor," dedi Roland basitçe. "Bana bir söz vermeni istiyorum."

Slightman, ona ihtiyatla baktı. Gözlüklerinin camları, meşalelerin aydınlığında parladı. "Yapabilirsem yaparım, Roland."

"Oğlunun dört gece sonra burada olmasını sağla. Kız kardeşi öldü, ama muhtemelen bu onu Kurtlar'ın gözünde tek çocuk yapmaz, yani hâlâ tehlikede. Almaya geldikleri şey oğlunda da olabilir."

Slightman hissettiği rahatlamayı gizlemeye çalışmadı. "Tabi, burada olacak. Aksini düşünmemiştim zaten."

"Güzel. Yapabilirsen sana bir görev vereceğim."

İhtiyatlı bakış geri döndü. "Nasıl bir görev?"

"Biz Kurtlar'la savaşırken çocuklara göz kulak olmak için altı kişinin yeteceğini düşünmüştüm, ama sonra Rosalita çocukların'paniğe kapılabi-leceğini söyledi ve o durumda ne yapacağımı sordu."

"Ah, ama çocuklar bir mağarada olacak, diil mi?" diye sordu Slight-man sesini alçaltarak. "Çocuklar korksa bile bir mağarada fazla uzağa kaçamaz."

"Ama karanlıkta bir duvara çarpıp yaralanabilirler veya bir yarığa düşebilirler. Bağırış çağırışlar, dumanlar ve silah sesleri paniğe kapılmalarına sebep olursa hepsi birden karanlıkta bir yarığa düşebilir. Çocukla-rln başında on kişi bırakmaya karar verdim. Senin de onlardan biri olmanı istiyorum."


Yüklə 2,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   42   43   44   45   46   47   48   49   ...   54




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin