Stephen King Kara Kule Cilt5 Calla'nın Kurtları



Yüklə 2,69 Mb.
səhifə48/54
tarix30.05.2018
ölçüsü2,69 Mb.
#52130
1   ...   44   45   46   47   48   49   50   51   ...   54

Bu mümkün değil. İçeride sadece birkaç dakika kaldım. Küçük su dökecek kadar.

Belki bu doğruydu. Belki o birkaç dakika haricinde içeride olan Mia'ydı.

"Hayır," dedi.""Olamaz."

Ama muhtemelen öyleydi. Mia henüz kontrolü tamamen ele geçirecek kadar güçlü değildi ama güçlendiği muhakkaktı. Zamanı geldiğin^ dizginleri ele geçirecekti.

Lütfen, diye yalvardı Susannah dengesini sağlamak için bir elini tu-valetin duvarına dayayarak. Üç gün daha ver, Tanrım. Üç gün daha ver ve çocukları kurtarmak için elimden geleni yapayım, sonra her şeye razıyım. Her şeye. Ama lütfen...

"Üç gün daha," diye mırıldandı. "Kurtlar'a yenilirsek zaten bir şey fark etmeyecek. Üç gün daha, Tanrım. Dinle beni, yalvarırım."


10

Tian ve Eddie ertesi gün Andy'yi aramaya çıktı ve robotu Doğu ve Nehir yollarının kesiştiği yerde buldu. Andy ciğerlerini patlatacak kadar yüksek sesle şarkı söylü...

"Olmaz," dedi Eddie, Tian ile robota yaklaşırlarken. "Öyle denemez çünkü ciğerleri yok."

"Anlamadım?" dedi Tian.

"Yok bir şey," dedi Eddie. "Önemli değil." Ama düşüncelerinin izlediği yol (ciğerlerden genel anatomiye) aklına bir soru getirmişti. "Tian, Calla'da doktor var mı?"

Tian, ona şaşkın, biraz da eğlenen bir ifadeyle baktı. "Bizim yok, Eddie. Zamanı ve ücretlerini ödeyecek parası olan zenginler doktora gider. Biz ise hastalandığımızda Kardeşler'den birine gideriz."

"Oriza'nın Kardeşleri."

"Evet. İlaç iyiyse (genellikle öyledir) iyileşiriz. Değilse, kötüleşiri1 Toprak sonunda her derde deva olur, anlıyosun diil mi?"

"Evet," dedi Eddie bu insanların deforme olan çocukları böyle t»r hayat görüşünün bir parçası haline getirmelerinin ne kadar zor olacağı1"

düşünerek. Deforme olup dönenler er geç ölüyordu, ama ondan önce yıllar boyunca... sadece can çekişiyordu.

"Zaten bir adam için önemli üç kutu vardır," dedi Tian, şarkı söyleyen robota yaklaşırlarken. Eddie doğuda, Calla Bryn Sturgis ile Gök Gürültüsü arasındaki bölgede gökyüzüne yükselen toz bulutları olduğunu görebiliyordu ama bulundukları yerde en ufak bir esinti bile yoktu.

"Kutu mu?"

"Evet, öyle," dedi Tian. Sonra çabuk hareketlerle kaşına, göğsüne ve poposuna dokundu. "Kafakutusu, memekutusu ve bokkutusu." Sonra içten bir kahkaha attı.

"Buralarda öyle mi diyorsunuz?" diye sordu Eddie gülümseyerek.

"Şey... kendi aramızda evet," dedi Tian. "Ama hiçbir saygıdeğer hanımefendi masasında kutuların böyle isimlendirildiğini duymamıştır herhalde." Başına, göğsüne ve poposuna tekrar dokundu. "Akılkutusu, yü-rekkutusu, anahtarkutusu."

"Bu sonuncusu ne anlama geliyor?" diye sordu Eddie. "Kıçınızı ne tür bir anahtar açıyor?"

Tian durdu. Andy'nin görebileceği bir yerdeydiler ama robot onları görmemiş gibi davranıyor, Eddie'nin anlamadığı bir dilde, operaya benzer bir şey söylemeye devam ediyordu. Ara sıra şarkının bir parçasıymış gibi kollarını kaldırıyor veya göğsünde kavuşturuyordu.

"Dinle beni," dedi Tian kibarca. "Bir erkek, pek çok parçadan oluşmuştur. Parçaların en üstünü ise erkeğin düşünceleridir."

"Ya da kadının," dedi Eddie gülümseyerek.

Tian ciddi bir ifadeyle başını salladı. "Evet ama biz konuşurken daha Çok erkeği kullanırız, çünkü bilirsin, kadınlar erkeklerin nefeslerinden yaratılmıştır."

"Öyle mi diyorsunuz?" diye sordu Eddie New York'tan ayrılıp Or-ta-Dünya'ya gelmeden önce tanıştığı kadın hakları savunucularını hatırlayarak. Havva'nın Adem'in kaburgasından yapıldığına inanmayanların bu "kre ne tepki göstereceğini merak ediyordu.

"Evet," dedi Tian. "Ama eskilerin dediğine göre ilk insanı Oriza Hanım doğurmuş. Can-ah, can-tah, annah, Oriza, derler. Yani, 'Tüm nefesler kadından gelir.'"

"Bana şu kutulardan bahset."

"En iyisi ve önemlisi, içinde fikirleri ve hayalleri barındıran akıldır. Sonra kalp gelir. İçinde barındırdığı sevgi, üzümü, neşe, mutluluk..."

"Duygular."

Tian kafası karışmışçasına ona baktı. "Siz hepsine tek isim mi veriyo-sunuz?"

"Geldiğim yerde öyle."

"Ah," dedi Tian. Tam olarak anlamış sayılmazdı ama konuyu uzatmak istemediği belliydi. Bu kez poposuna değil, apış arasına dokundu. "Son kutu, bizim alçak-commala dediğimiz işleri kapsar: sevişmek, tuvalete gitme':, birine sebepsizce zulmetmek gibi."

"Ya bir sebep varsa?"

"Ah, ama o zaman zulmetmek olmaz, diil mi?" diye sordu Tian. "Sebebi varsa akılkutusundan veya yürekkutusundan geliyodur."

"Bu çok ilginç," dedi Eddie, ama aslında pek sayılmazdı. Zihninde düzgünce sıralanmış üç kasa canlandırabiliyordu. En tepede akıl, sonra yürek, en altta ise hayvani aktiviteler ve insanların bazen hissettiği mantıksız öfke vardı. Tian'ın zulmetmek kelimesini belirli bir davranışlar bütününü kapsıyormuşçasına kullanması dikkatini çekmişti. Bu mantıklı mıydı? Üzerinde düşünmeye değerdi ama o an, bunun için uygun zaman değildi.

Andy hâlâ güneş altında ışıltılar saçarak şarkı söylüyordu. Eddie, mahallede bazı çocukların, ben Sevil Berberi'yim, yakalarsam fena beceririm, diye bağırdıktan sonra çılgınlar gibi gülerek kaçtıklarını hatırladı.

"Andy!" diye seslendi ve robot hemen şarkısını kesti.

"Seni selamlıyorum, Eddie! Uzun günler ve hoş geceler dilerim!" "Ben de sana," dedi Eddie. "Nasılsın?"

"İyiyim, Eddie!" dedi Andy hararetle. "İlk seminion'dan önce şarkı söylemeyi çok severim."

"Seminion mu?"

"Kış gerçek yüzünü göstermeden önce esen sert rüzgârlara öyle deriz," diye açıkladı Tian ve Whye'in diğer yakasındaki toz hortumlarını gösterdi. "İlk rüzgâr fırtınası yaklaşıyo. Kurtlar'ın geldiği gün veya onun ertesi gün buraya ulaşacağını sanıyom."

"Kurt günü, sai," dedi Andy. '"Seminion gelir, sıcak günler biter,' derler." Eddie'ye doğru eğildi. Parlayan kafasının içinden tıkırtılar geliyor, mavi gözleri yanıp sönüyordu. "Eddie, çok ayrıntılı ve karmaşık bir burç haritası hazırladım ve Kurtlar'a karşı büyük bir zafer kazandığınızı gördüm! Muhteşem bir zafer! Düşmanlarını yok edecek ve güzel bir hanımla tanışacaksın!"

'Güzel bir hanıma sahibim zaten," dedi Eddie nezaketini korumaya çalışarak. Mavi gözlerin bu şekilde hızla yanıp sönmesinin ne anlama geldiğini biliyordu; piç kurusu ona gülüyordu. Eh, diye düşündü. Umarım birkaç gün sonra hâlâ gülüyor olursun, Andy.

"Evet ama kısa bir süre önce sai Tian'a da söylediğim gibi pek çok evli erkek kaçamak yapar."

"Karılarını sevenler yapmaz," dedi Tian. "Daha önce de böyle demiştim, şimdi de diyom."

"Andy, eski dostum," dedi Eddie. "Buraya Kurtlar'ın geleceği gece bize yardım edip edemeyeceğini sormaya geldik. Bize küçük bir iyilik yapabilecek misin?"

Andy'nin metal göğsünün derinliklerinden tıkırtılar yükseldi. Mavi gözleri bu kez telaşlanmış gibi süratle yanıp sönüyordu. "Keşke yapabil-seydim, sai," dedi robot. "Dostlarıma yardım etmeyi elbette çok isterim ama istesem de yapamayacağım pek çok şey var."

"Programın yüzünden."

"Evet." Andy'nin o ukala, seni-gördüğüme-sevindim ses tonu yok olmuştu. Şimdi bir makineye daha çok benziyordu. Geri çekildiğinde hep "öyle oluyor, diye düşündü Eddie. Çok dikkatli davrandığına şüphe yok. Çok tecrübelisin, değil mi Andy? Bazen sana teneke yığını diyorlar, bazen de Sornıezden geliyorlar, ama son gülen iyi gülüyor ve sonunda şarkını söyleyerek sana hakaret edenlerin kemiklerinin üzerinde yürüyorsun. Ama bu kez öyle olmayacak, ahbap. Olmayacak.

"Ne zaman yapılmıştın, Andy? Merak ediyorum. LaMerk üretim merkezinden ne zaman çıktın?"

"Uzun zaman önce, sai." Mavi gözler şimdi son derece yavaş bir şekilde yanıp sönüyordu. Artık gülmüyordu.

"İki bin yıl olmuş mudur?"

"Sanırım daha da önce, sai. İçkilerle ilgili çok hoş bir şarkı biliyorum. Eminim çok hoşunuza..."

"Belki başka zaman. Dinle sevgili dostum, binlerce yıl önce program-landrysan Kurtlar programında nasıl yer alıyor?"

Andy'nin içinden bir şey kırılmışçasına sert bir çıtırtı duyuldu. Tekrar konuştuğunda sesi, Eddie'nin daha önce ormanın kıyısında duyduğu soğuk, ifadesiz tona bürünmüştü. Öfkelendiğinde Bosco Bob'ın sesinin büründüğü tondu bu.

"Şifreniz nedir, sai Eddie?"

"Bu yoldan daha önce geçmiştik, değil mi?"

"Şifre. On saniyeniz var. On... dokuz... sekiz..."

"Bu şifre meselesi çok işine geliyor, değil mi?"

"Şifre yanlış, 5a/ Eddie. İki... bir... sıfır. Bir deneme hakkınız daha var. Deneyecek misiniz, sai Eddie?"

Eddie, ona parlak bir gülümsemeyle baktı. "Seminion yaz mevsiminde eser mi, sevgili dostum?"

Daha çok tıkırtı ve çıtırtı oldu. Andy'nin bir tarafa eğilmiş başı, diğer tarafa eğildi. "Anlamadım, New York'lu Eddie?"

"Üzgünüm. Aptal bir insan gibi davranıyorum, değil mi? Hayır, tekrar denemek istemiyorum. Şimdi değil. Sana hangi konuda yardım isteyeceğimizi söyleyeyim, sen de programının izin verip vermeyeceğini söyle. Bu senin için uygun mu?"

"Elbette, Eddie."

"Pekâlâ." Eddie uzanıp Andy'nin ince, metal kolunu tuttu. Pürüzsüz metal, her nasılsa nahoş bir his veriyordu. Yağlı gibiydi. Eddie yine de elini çekmedi ve sesini bir sır veriyormuşçasına alçalttı. "Bunu sana sır saklamada çok iyi olduğun için söylüyorum."

"Ah, elbette öyleyim, sai Eddie! Kimse Andy'den iyi sır saklayamaz!" Robot yine o ukala, kendini beğenmiş tavrına bürünmüştü.

"Şey..." Eddie parmak uçlarına yükseldi. "Eğil."

Yüksek teknolojiyle üretilmiş bir robot olmadığı halde kalbinin bulunacağı yerden mırıltılar yükselen Andy eğildi. Eddie kendini sırrını paylaşan küçük bir çocuk gibi hissederek olabildiğince uzandı.

"Pederde Kule'nin bizim katımızdan gelen silahlar var," diye mırıldandı. "İyi silahlar."

Andy başını çevirdi. Gözleri, sadece şaşkınlık anlamına gelecek bir şekilde pırıl pırıl parlıyordu. Eddie hiç renk vermedi, ama içten içe sırıtıyordu.

"Gerçekten mi, Eddie?"

"Evet, teşekkürler derim."

"Peder çok güçlü silahlar olduğunu söyledi," dedi Tian. "Çalışırlarsa onlarla Kurtlar'ı mahvedebiliriz. Silahları kasabanın kuzeyine götürmeliyiz ama çok ağırlar. Kurt Arifesi'nde silahları bir at arabasına yüklememize yardım eder misin, Andy?"

Sessizlik. Tıkırtılar.

"Bahse girerim programı izin vermeyecektir," dedi Eddie üzgünce. "Güçlü kuvvetli yeterince adam bulabilirsek belki..."

"Yardım edebilirim," diye araya girdi Andy. "Bu silahlar nerede, sair

"Şimdi söylemesek daha iyi," dedi Eddie. "Kurt Arifesi'nde bizimle pederin evinde buluş, tamam mı?"

"Saat kaçta geleyim?"

"Altı gibi sana uyar mı?"

"Altı. Kaç silah olacak? Hiç olmazsa bu kadarını söyleyin ki gerekli enerji seviyesini hesaplayayım."

Bir yalancı diğerini tanır, dostum, diye neşeyle düşündü Eddie ama yüzü ifadesizdi. "Bir düzine, en fazla on beş tane. Her biri yüz, yüz elli kilo çeker. Bir kilonun ne kadar olduğunu biliyor musun, Andy?"

"Evet, teşekkürler derim. Bir kilogram, bin gram eder. Ağır silahlar-mış gerçekten, sai Eddie! Ateş edebilecekler mi?"

"Çalışacaklarından büyük ölçüde eminiz," dedi Eddie. "Değil mi, Ti-an?"

Tian başını salladı. "Bize yardım edecek misin?"

"Memnuniyetle. Saat altıda, pederin evinde."

"Teşekkürler, Andy," dedi Eddie. Uzaklaşmaya başladı, sonra durup geri döndü. "Bundan kimseye bahsetmeyeceksin, anlaşıldı mı?"

"Aksini söylemediğiniz sürece hayır, sai."

"Kurtlar'ın öğrenmesini isteyeceğimiz son şey, elimizde güçlü silahlar olduğu."

"Elbette," dedi Andy. "Ne güzel bir haber bu. İyi günler, sai."

"Sana da, Andy," dedi Eddie. "Sana da."


11

Tian, Andy'yle konuştukları yerden sadece üç kilometre uzakta olan Jaffords çiftliğine dönerlerken, "Sence inandı mı?" diye sordu.

"Bilmiyorum," dedi Eddie. "Ama çok şaşırdı, sen de fark ettin mi?" "Evet," dedi Tian. "Fark ettim."

"Emin olmak için gelip bakmak isteyecektir, bu kadarından eminim." Tian gülümseyerek başını salladı. "Dinh'iniz çok zeki." "Öyledir," dedi Eddie. "Kesinlikle."


12

Jake bir kez daha uyanık halde uzanmış, Benny'nin odasının tavanını seyrediyordu. Oy yine kıvrılıp kuyruğunu burnunun üzerine atarak bir virgül şeklini almış, Benny'nin yatağında uyuyordu. Jake ertesi gece, ka-tet'iy\e birlikte yine Peder Callahan'ın evinde olacaktı ve gitmek için sabırsızlanıyordu. Ertesi gece Kurt Arifesi'ydi ve Roland, ondan önceki son gecesini Rocking B'de geçirmesinin daha iyi olacağını söylemişti. "Sona bu kadar yaklaşmışken şüphe uyandırmayı istemeyiz," demişti. Jake, onu çok iyi anlıyordu ama bu, içinde bulunduğu durumdan hoşlandığı anlamına gelmezdi. Kurtlar'la çarpışma düşüncesi yeterince kötüydü zaten. Ama sonrası daha beterdi. Benny'nin iki gün s»onra ona nasıl bakacağını düşündükçe içi içini yiyordu.

Belki hepimiz ölürüz, diye düşündü. O zaman bu konuda endişelenmek zorunda kalmam.

Bu fikir, içinde bulunduğu ruh halinde ona çekici bile görünmüştü.

"Jake? Uyuyo musun?"

Jake bir an için uyuyor numarası yapmayı düşündü ama içinden bir ses, böyle korkakça davranmanın ona yakışmadığını söylüyordu. "Hayır," dedi. "Ama uyumaya çalışsam iyi olacak, Benny. Yarın gece uyuyabileceğimi sanmıyorum."

"Herhalde uyuyamazsın," diye saygıyla fısıldadı Benny. "Korkuyo musun?"

"Tabi ki," dedi Jake. "Beni ne sanıyorsun, deli mi?"

Benny dirseğinin üzerinde doğruldu. "Sence kaç tanesini öldüreceksin?"

Jake bir süre düşündü. Bunu düşünmek kendini hasta gibi hissetmesine yol açıyordu ama yine de düşündü. "Bilmiyorum. Yetmiş Kurt gelirse sanırım en az on tanesini haklamaya çalışmalıyım."

Kendini Bayan Avery'nin İngilizce dersini düşünür buldu. Tavanda ^ılı, içleri ölü sineklerle dolu sarı küreleri hatırladı. Ve koridorda yürürken her fırsatta ona çelme takmaya çalışan Lucas Hanson'ı. Tahtada ya-

zıh, öğelerine ayrılmış cümleleri. Her zaman V yakalı süveterler giyen ve ona âşık olan (en azından Mike Yanko'nun iddiası buydu) Petra Jesser-ling'i. Bayan Avery'nin tekdüze sesini. Öğle yemekleri sonrasında sırasında oturup uyanık kalmaya çalışmasını. Calla Bryn Sturgis adındaki küçük kasabanın kuzeyine gidip çocuk kaçıran canavarlarla savaşacak olan o küçük okul çocuğu muydu gerçekten? O çocuk, otuz altı saat sonra bağırsakları dışarı çıkmış, o sneetch denen şeylerle vurulup parçalanmış halde toprağın üzerinde yatıyor mu olacaktı? Bu mümkün olamazdı elbette, değil mi? Kâhyaları Bayan Shaw, onun için ekmek dilimlerinin kabuklarını ayıklar, bazen de ona "Bama," derdi. Babası, ona yüzde on beşlik bahşişin nasıl hesaplanacağını öğretmişti. Böyle çocuklar ellerinde tabancalarla, canavarlarla savaşırken ölmezdi, değil mi?

"Yirmi tanesini geberteceğine bahse girerim!" dedi Benny. "Keşke ben de yanında olabilseydim! Omuz omza çarpışırdık! Bam! Bam! Bam! Sonra tabancalarımızı tekrar doldururduk!"

Jake doğrulup oturdu ve ona gözlerinde merakla baktı. "Yapar miydin?" diye sordu. "Yapabilseydin?"

Benny bir süre düşündü. Yüzünde aniden daha yaşlı, daha akıllıymış gibi bir ifade belirmişti. Sonra başını iki yana salladı. "I-ıh. Korkardım. Gerçekten korkuyo musun?"

"Hem de nasıl," dedi Jake.

"Ölmekten mi?"

"O da var ama en çok başarısız olmaktan korkuyorum."

"Olmayacaksın."

Söylemesi kolay, diye düşündü Jake.

"Küçük çocuklarla birlikte gitmek zorunda kalırsam babam da bizimle geleceği için sevinirim," dedi Benny. "Arbaletini yanına alacak. Onu kullandığını hiç görmüş muydun?"

"Hayır."


"Oldukça iyidir. Kurtlar'dan biri sizi atlatacak olursa babam icabına bakacaktır. Göğüslerindeki o solungaçlı yeri bulur ve ateşF

Ya Benny solungaç meselesinin bir yalandan ibaret olduğunu bilseydi? diye düşündü Jake. Çocuğun babasının düşmana iletmesi umulan yanlış bir bilgi olduğunu? Ya...

Eddie kafasının içinde konuştu. O çok bilmiş ifadesi ve Brooklyn aksanıyla konuşmuştu. Balıklar bisiklete binebilse Fransa'daki kahrolası her nehir Fransa Turu'nun bir parçası olurdu.

"Benny, gerçekten uyumaya çalışmam gerek."

Benny tekrar uzandı. Jake de öyle. Tavana bakmaya devam etti. Oy'un çocuğun yatağında yatmasından, çocuğa bu kadar ısınmasından bir anda nefret etti. Her şeyden nefret ediyordu. Eşyalarını toplayıp ödünç midillisine binerek oradan uzaklaşacağı saatler binlerce yıl uzaktaymış gibiydi.

"Jake?"


"Ne var, Benny, ne?"

"Bağışla. Sadece buraya geldiğin için ne kadar mutlu olduğumu söyleyecektim. Birlikte çok eğlendik, diil mi?"

"Evet," dedi Jake ve benden daha büyük olduğuna kimse inanmaz, diye düşündü. Beş yaşında falan gibi konuşuyor. Zalimce bir düşünceydi ama Jake bu şekilde düşünmediği takdirde ağlamaya başlayabileceğini hissediyordu. Bu son geceyi Rocking B'de geçirmesini istediği için Ro-land'dan nefret ediyordu. "Evet, eğlendik. Hem de çok çok."

"Seni özleyeceğim. Bahse girerim kasabaya siz silahşorların heykelini dikerler."

"Ben de seni özleyeceğim."

"Işını takip edip değişik yerlere yolculuk edeceğin için çok şanslısın. Ben muhtemelen ömrümün sonuna kadar bu bok gibi yerde kalacağım."

Hayır, kalmayacaksın. Biraz şansınız varsa ve gitmenize izin verirlerse babanla pek çok yer gezeceksiniz. Bence ömrünün geri kalanını bu bok gibi yeri hayal ederek ve özleyerek geçireceksin. Yuvam dediğin yeri. Ve bunun sorumlusu ben olacağım. Gördüm... ve anlattım. Ama başka seçeneğim var Kıydı?

"Jake?"


Daha fazla tahammül edemeyecekti, çıldırmak üzereydi. "Uyu artık Benny. Ve bırak ben de biraz uyuyayım."

"Tamam."


Benny duvara doğru döndü. Solukları bir dakika içinde yavaşladı Bir süre sonraysa horlamaya başladı. Jake neredeyse gece yarısına kadar uyanık yattıktan sonra uyuyabildi. Ve bir rüya gördü. Rüyasında Roland Doğu Yolu'nda diz çökmüş, yüzünü nehrin yatağından üzerine doğru gelen çok sayıdaki Kurt'a çevirmişti. Tabancalarını tekrar doldurmayı deniyordu ama iki eli de tutuk, birinin de parmaklan eksikti. Kurşunlar işe yaramayan ellerinden kayıp yere düştü. Kurtlar, onu ezip üzerinden geçtiği sırada hâlâ tabancasını doldurmaya çalışıyordu.
13

Kurt Arifesi'nde şafak vaktiydi. Eddie ve Susannah, pederin konuk odasının penceresinin önünde durmuş, Rosa'nın kulübesine doğru inen eğimli araziye bakıyordu.

"Roland onda bir şey buldu," dedi Susannah. "Onun adına seviniyorum."

Eddie başını salladı. "Kendini nasıl hissediyorsun?"

Susannah gülümseyerek ona baktı. "İyiyim," dedi. Ciddiydi. "Ya sen, canım?"

"Gerçek bir çatı altında, gerçek bir yatakta uyumayı özleyeceğim, ama bir an önce işe koyulmak için sabırsızlanıyorum. Bunların dışında iyiyim."

"İşler ters giderse uyuyacağın yer konusunda endişelenmen gerekmeyecek."

"Doğru," dedi Eddie. "Ama bir terslik olacağını sanmıyorum. Ya sen?"

Sert bir rüzgâr, Susannah cevap veremeden evi bir anlığına sarstı. Se-minion günaydın diyor, diye düşündü Eddie.

"Bu rüzgâr hoşuma gitmedi," dedi Susannah. "Hiç hesapta yoktu."

Eddie ağzını açtı.

"Ka hakkında bir şey söylersen burnuna yumruğu yersin."

Eddie ağzını kapadı ve fermuvarını çekiyormuş gibi bir hareket yaptı Susannah yine de yumruğunu kaldırdı ve Eddie'nin burnuna bir tüy gibi hafifçe dokundu. "Kazanma şansımız oldukça yüksek," dedi. "İşler uzun bir süredir istedikleri gibi yürüyormuş. Bu da temkini biraz olsun elden bırakmış olabilecekleri anlamına gelir. Blaine gibi kendilerine fazlasıyla güveniyorlardır."

"Evet, Blaine gibi."

Susannah, onu kalçasından tutarak kendine çevirdi. "Ama işler yine de ters gidebilir. Bu yüzden hâlâ baş başayken sana bir şey söylemek istiyorum, Eddie. Seni çok seviyorum." Hiç oramatize etmeden, basitçe konuşmuştu.

"Biliyorum," dedi Eddie. "Ama sebebini biliyorsam namerdim."

"Seni seviyorum çünkü kendimi bir bütün gibi hissetmemi sağlıyorsun," dedi Susannah. "Gençken aşkın iki şey olabileceğini düşünür, hangisi olduğuna bir türlü karar veremezdim. Ya muhteşem, olağanüstü bir gizem ya da bir grup Hollywood'lu film yapımcısının ekonomik buhran yıllarında bilet satabilmek için uydurduğu bir balondu."

Eddie gülümsedi.

"Şimdi herkesin kalbinde bir delikle doğduğuna inanıyorum. Hayatımız boyunca o deliği doldurabilecek insanı arıyoruz. Sen... Eddie, sen beni tamamlıyorsun." Elini tutup onu yatağa çekti. "Ve şimdi de bir başka deliği doldurmanı istiyorum."

"Bu güvenli mi, Suze?"

"Bilmiyorum," dedi Susannah. "Ve aldırmıyorum."

Yavaşça seviştiler, hızları sadece son anlarda arttı. Susannah yüzünü Eddie'nin omzuna gömerek hafif bir çığlık attı. Eddie doruk noktasına varmadan hemen önce, dikkat etmezsem onu kaybedeceğim, diye düşündü. Mwı/ bildiğimi bilmiyorum, ama bu bir gerçek. Öylece ortadan kaybolacak.

"Ben de seni seviyorum," dedi yan yana uzandıklarında.

"Evet," dedi Susannah, elini tutarak. "Biliyorum ve çok mutluyum."

"Birini mutlu etmek güzel," dedi Eddie. "Bunu hissi bilmiyordum." M

"Önemi yok," dedi Susannah ve Eddie'nin dudaklarının kenarını buktü. "Çabuk öğreniyorsun." m


14

Rosa'nın küçük oturma odasında bir salıncaklı sandalye vardı. Tek elinde kilden bir kap tutan Silahşor, çıplak halde orada oturuyordu. Sigara içiyor, bir yandan da gündoğumunu izliyordu. Şafağı orada bir kez daha görüp göremeyeceğinden emin değildi.

Onun gibi çırılçıplak olan Rosa yatak odasında ı çıktı ve eşikte durup ona baktı. "Kemiklerin nasıl? Söyle yalvarırım."

Roland başını salladı. "Senin şu yağ, mucizeler yaratıyor."

"Fazla uzun sürmeyecek."

"Doğru," dedi Roland. "Ama bir başka dünya var (dostlarımın dünyası). Belki orada bana iyi gelecek bir şey vardır. İçimden bir ses, kısa bir süre sonra oraya gideceğimizi söylüyor."

"Daha çok savaş mı?"

"Sanırım öyle, evet."

"Ne olursa olsun buraya tekrar gelmeyeceksiniz, diil mi?"

Roland, ona baktı. "Hayır."

"Yorgun musun, Roland?"

"Ölümüne."

"O halde yatağa geri gel, olmaz mı?"

Roland sigarayı söndürüp ayağa kalktı. Gülümsedi. Daha genç bir adamın gülümsemesiydi. "Teşekkürler derim."

"İyi bir adamsın, Gilead'lı Roland."

Silahşor bunu bir süre düşündükten sonra başını iki yana salladı. "Hayatım boyunca ellerim herkesten hızlıydı ama iyi biri olma konusunda hep yavaş kaldım."

Rosalita, ona elini uzattı. "Gel, Roland. Gel bana." Ve Roland gitti.
15

Roland, Eddie, Jake ve Peder Callahan öğle sonrasının ilk saatlerinde atları üzerinde Doğu Yolu'na gitti (aslında Devar-Tete Whye'in konumuna bakılacak olursa şimdi kuzey yolu olmuştu). Eyerlerinin arkasına bağladıkları katlanmış döşeklerin içine kürekler gizlenmişti. Hamileliği sebebiyle kazma görevinden muaf tutulmuş olan Susannah daha büyük bir çadır kurup akşam yemeği hazırlıkları yapan Oriza'nın Kardeşleri'ne yardıma gitmişti. Calla Bryn Sturgis, ayrıldıkları sırada kasabada panayır varmışçasına dolmaya başlamıştı bile. Ama neşeli haykırışlar, coşkulu danslar, çatapat sesleri, eğlenceli yarışmalar yoktu. Ne Andy'yi, ne de Ben Slightman'ı görmüşlerdi ve bu gayet iyiydi.

"Tian?" diye sordu Roland, Eddie'ye, aralarına çöken sessizliği bozarak.

"Saat beşte benimle pederin evinde buluşacak."

"Âlâ," dedi Roland. "Buradaki işimizi saat dörde kadar bitiremezsek sen tek başına gidersin."

"İstersen ben de seninle gelirim," dedi Callahan. Çinliler, birinin hayatını kurtaranın, o kişinin hayatından ömür boyu sorumlu olduğuna inanırdı. Callahan bu konu üzerine daha önce pek kafa yormamıştı, ama Ed-die'yi Geçit Mağarası'nın önündeki uçurumun kenarından geri çektiğinden beri bu inanışın yerinde olabileceğini düşünüyordu.

"Bizimle kalsan daha iyi olur," dedi Roland. "Eddie bu meseleyi halledebilir. Senin için burada başka bir iş var. Kazmanın yanı sıra yani."

"Öyle mi? Nasıl bir iş?" diye sordu Callahan.

Roland yolun ilerisindeki toz hortumlarını işaret etti. "Dua et de şu lanet rüzgâr uzaklaşsın. Ne kadar çabuk olursa o kadar iyi. Yarın sabahtan önce mutlaka uzaklaşmış olması gerek."

"Hendek için mi endişeleniyorsun?" diye sordu Jake.

"Hendek sorun çıkarmayacak," dedi Roland. "Beni endişelendiren Oriza'nın Kardeşleri. Tabak fırlatmak, normal şartlar altında bile hassas bir iş. Kurtlar geldiğinde şiddetli rüzgâr olursa isabet oranlan, dolayısıy]a da başarı şansımız büyük ölçüde azalacaktır." Elini tozlu ufka doğru kaldırdı. "Delah."


Yüklə 2,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   44   45   46   47   48   49   50   51   ...   54




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin