Stephen King Kara Kule Cilt5 Calla'nın Kurtları



Yüklə 2,69 Mb.
səhifə52/54
tarix30.05.2018
ölçüsü2,69 Mb.
#52130
1   ...   46   47   48   49   50   51   52   53   54

Ama dönemeden Susannah topa doğru bir tabak fırlattı. Tabak, uluyarak doğruca hedefe uçtu. Çarptığı an hem o, hem de sneetch kıvılcımlar saçarak parçalandı. Parçaları mısırların arasına doğru uçtu ve bazılarının alev almasına sebep oldu.

Roland tabancasını tekrar doldurdu. Dumanlar tüten namlusu bir anlığına ayaklarının arasına çevrildi. Jake'in gerisinde duran Eddie de aynı işlemi yapıyordu.

Bir Kurt atını maden yolunun girişindeki hareketsiz robot yığınının üzerinden atlattı. Pelerini arkasında dalgalanıyordu. Rosa'nın fırlattığı tabaklardan biri başlığını yırtarak altındaki radar cihazını bir anlığına gözler önüne serdi. Ayının uşaklarının düşünce şapkaları yavaşça ve arada takılarak dönüyordu; oysa bu robotunki öylesine hızlı dönüyordu ki şekli seçilemiyordu. Metalik bir bulanıklıktan ibaretti. Tabağın çarpmasıyla bir anda yok oldu ve Kurt, Overholser'ın sürdüğü en öndeki arabayı çeken hayvanların üzerine doğru düştü. Atlar korkuyla gerileyince arabayı ittiler ve arkadaki arabayı çeken, kişneyip şaha kalkan hayvanlar arada kalarak ezilme tehlikesi yaşadı. Kaçmaya çalıştılar, ama arabalar arasında sıkışıp kalmışlardı. Overholser'ın arabası sarsıldı, sonra devrildi. Etkisiz hale gelen Kurt'un atı yola çıktı, yerde yatan bir başka Kurt'a takıldı ve bacakları ayrılarak yere yuvarlandı.

Roland'm aklı başından gitmişti; gözleriyse her şeyi görüyordu. Tabancası gibi tekrar doldurulmuştu. Maden yolunda ilerlemiş olan Kurtlar, umduğu gibi diğerlerinin hareketsizce yatan bedenlerinin oluşturduğu yığının gerisinde kalmıştı. Kasaba tarafındaki on beş Kurt'un sayısı ikiye inmişti. Sağdakiler ise hendeğin üç Oriza Kardeş'in ve Susannah'nın bulunduğu tarafını kapatmaya çalışıyordu. Roland kendi tarafında kalan iki Kurt'u Eddie ve Jake'e bırakarak Susannah'ya destek olmak için hızla yanına gitti ve üzerlerine gelen on Kurt'a ateş etmeye koyuldu. Kurt-lar'dan biri, bir sneetch fırlatmak üzere elini kaldırdı, ama Roland'ın kurşunu, o fırlatamadan düşünce şapkasını parçaladı. Rosa bir başka Kurt'u hakladı, Margaret Eisenhart ise bir diğerini.

Margaret bir tabak daha almak için eğildi. Tekrar doğrulduğu sırada bir ışıklı çubuk, başını bedeninden ayırdı. Saçları anında alev aldı. Alevler içindeki kopuk baş, sipere doğru yuvarlandı. Benny'nin tepkisi anlaşılabilirdi, kadın yıllar boyu onun için neredeyse ikinci bir anne olmuştu. Yanan kafa hemen yanına düşünce çocuk onu dehşetle bir kenara itip panik ve korkuyla körleşmiş halde, çığlık çığlığa siperden çıktı.

"Benny, hayır, geri dön!" diye bağırdı Jake.

Kalan iki Kurt, vızıldayan gümüş topları yerde panik içinde emekleyen çocuğa fırlattı. Jake, sneetch'lerden birini havadayken vurdu ama diğerine ateş etme fırsatı olmadı. Gümüş top, Benny Slightman'ın göğsüne çarptı ve çocuğun bedeni bir anda infilak etti. Bir kolu koparak avucu yukarı bakacak şekilde yolun üzerine düştü.

Susannah, Margaret Eisenhart'ı öldüren Kurt'un düşünce şapkasını bir tabakla parçaladıktan sonra Jake'in arkadaşını öldüreni de aynı şekilde etkisiz hale getirdi. Tam biri hendeğin içine girip atı göğsüyle Roland'ı yere yıktığı sırada keselerinden iki yeni Riza çıkarıp yaklaşan Kurtlar'a döndü. Silahşor'u yere yıkan Kurt, kılıcını ona doğru savurdu. Kılıç, Su-sannah'ya kırmızıyla turuncu karışımı, son derece parlak bir neon tüpünü hatırlatmıştı.

"Hayır, seni aşağılık teneke yığını!" diye haykırarak sağ elindeki tabağı fırlattı. Tabak, parlayan kılıcı parçaladı ve kılıcın kabzası patlayarak Kurt'un kolunu kopardı. Hemen ardından, Rosa'nın fırlattığı tabak düşünce şapkasını kopardı ve robot, yanlamasına yere düştü. Korkunç maskesi, dehşetle birbirlerine sokulan Tavery ikizlerine doğru dönmüştü. Birkaç saniye sonra erimeye ve üzerinden dumanlar tütmeye başladı.

Jake bir \ andan Benny'nin adını haykırıyor, bir yandan Ruge < 'ı dolduruyor, ölü arkadaşının kanları içinde yola doğru bilinçsizce yürüyordu. Sol tarafında Roland, Susannah ve Rosa, akının kuzey kanadını oluşturan Kurtlar'dan kalan beşinin işini bitirmekteydi. Biniciler, atlarının dizginlerini şaşkınca çekiştiriyor, böyle şartlar altında ne yapacaklarını bilemez halde daireler çiziyordu.

"Yanma birini ister misin, evlat?" diye sordu Eddie. Yolun kasabaya yakın bölümünde olan Kurtlar'ın hepsi etkisiz hale getirilmiş, bedenleri yol üzerine saçılmıştı. İçlerinden sadece biri hendeğe ulaşabilmişti. Kafası çukurun içinde, çizmeli ayakları havada olduğu halde kıpırtısızca yatıyordu. Bedeninin geri kalanı yeşil pelerinle sarılmıştı. Kozasından çıkmaya çalışırken ölen bir böceğe benziyordu.

"Tabi," dedi Jake. Konuşuyor muydu yoksa sadece düşünüyor muydu? Bilmiyordu. Sirenler kulakları sağır edercesine ötüyordu. "Nasıl istersen. Benny'yi öldürdüler."

"Biliyorum. Çok kötü."

"Ölen o kahrolası babası olmalıydı," dedi Jake. Ağlıyor muydu? Bilmiyordu.

"Bence de. Al sana bir hediye." Eddie, Jake'in avucuna çapları yaklaşık beş santimetre olan birkaç top bıraktı. Yüzeyleri çeliğe benziyordu, ama Jake toplardan birini sıkınca hafifçe içeri çöktüğünü hissetti. Bir çocuğun sert plastikten yapılmış oyuncağını sıkmak gibiydi. Üzerlerindeki Icüçük plakada şunlar yazıyordu:

"SNEETCH"

HARRY POTTER MODELİ

Seri # 465-11-AA HPJKR

DİKKAT PATLAYICI

Plakanın hemen solunda bir düğme vardı. Jake'in zihninin uzak bir bölümü, Harry Potter'ın kim olduğunu merak etti. Muhtemelen sne-etch'in mucidiydi.

Madenlere giden yolun başındaki ölü Kurt yığınına vardılar. Makineler için ölü tanımını kullanmak belki doğru değildi, ama Jake üst üste yığılmış kıpırtısızca yatan Kurtlar için başka bir sözcük düşünemiyordu. Evet, ölüydüler. Ve Jake bundan vahşice bir memnuniyet duyuyordu. Arkalarında bir patlama oldu. Ardından son derece büyük bir acı veya zevkle atılmış bir çığlık duydular. Hangisi olduğu o an Jake'in umurunda değildi. Tüm dikkati, ölü robotların oluşturduğu yığının gerisinde kapana kısılmış Kurtlar'a yönelmişti. Sayıları on sekiz ila yirmi dört arasındaydı.

En öndeki Kurt, vızıldayan ışıklı çubuğunu havaya kaldırmış, yüzü hafifçe yoldaşlarına dönük bir şekilde duruyordu. Sonra dönerek ışıklı çubuğunu yola doğru salladı. Ama o bir ışıklı çubuk değil, diye düşündü Eddie. Yıldız Savaşları filmindekiler gibi bir ışın kılıcı. Ama bu ışın kılıçları bir film efektinden ibaret değil; gerçekten öldürüyor. Burada neler oluyor? Eh, en öndeki herif diğerlerini toparlamaya çalışıyordu, o kadarı açıktı. Eddie vaazı kısa kesmeye karar verdi. Başparmağıyla, kendine sakladığı üç sneetch'ten birinin düğmesine bastı. Top, avucunda titreşip vızıldamaya başladı.

"Hey, Gün ışığı!" diye seslendi.

En öndeki Kurt dönüp ona bakmadı. Eddie, sneetch'i yavaşça havaya fırlattı. Fırlatıldığı hız göz önüne alınırsa topun Kurt cesetleri yığınının yirmi otuz metre ötesinde yere düşüp yuvarlanması gerekirdi. Ama hızı giderek artan sneetch, havada yükselerek öndeki Kurt'un vahşice sırıtan maskesine çarptı. Yaratığın boyundan yukarısı, düşünce şapkası da dahil olmak üzere bir anda havaya uçtu.

"Haydi," dedi Eddie. "Sen de dene. Onları kendi silahlarıyla haklamanın ayrı bir zevki..."

Jake, ona aldırmadan elindeki sneetch'len yere bıraktı ve ölü Kurt yığınının üzerinden atlayarak madenlere giden yolda yürümeye başladı.

"Jake? Jake, bence bu hiç iyi bir fikir..."

Bir el, Ec'die'nin kolunu yakaladı. Tabancasını kaldırıp hemen dönen Eddie, karşısında Roland'ı görünce sakinleşti. "Seni duymuyor," dedi Silahşor. "Gel. Onunla birlikte çarpışacağız."

"Bekle, Roland, bekle." Rosa'ydı. Üstü başı kana bulanmıştı. Eddie, kadının üstündekinin zavallı sai Eisenhart'ın kanı olduğunu tahmin etti. Görebildiği kadarıyla Rosa'nın herhangi bir yarası yoktu. "Tabaklarımın tadına bakacaklar."
16

Tam geri kalan Kurtlar saldırıya geçtiği sırada Jake'in yanına vardılar. Birkaçı, sneetch fırlattı. Roland ve Eddie topları havadayken kolayca imha etti. Jake sağ bileğini sol eliyle destekleyerek Ruger'ıyla dokuz el ateş etti. Her atışında Kurtlar'dan biri ya geriye savrulup eyerden düştü, ya da yan tarafa kayarak diğer atların ayakları altında ezildi. Rosa tabanca boşalınca Leydi Oriza'nın ismini haykırarak onuncuyu hakladı. Zalia Jaffords da yanlarına gelmişti. On birinciyi de o indirdi.

Yan yana duran Roland ve Eddie, Jake, Ruger'ı doldururken ateş etmeye devam etti. Kalan sekiz Kurt'u ikisi rahatça haklayabilirdi (sayılarının on dokuz olması Eddie'yi nedense hiç şaşırtmamıştı) ama son ikisini Jake'e bıraktılar. Çocuk ışıklı kılıçlarını çoğu çiftçi için son derece korkutucu olabilecek bir şekilde havada savurarak üzerlerine doğru gelen iki Kurt'un sol tarafta olanının düşünce şapkasını vurdu. Kalan son Kurt kılıcını ona doğru sallayınca kenara çekildi.

Kurt'un atı, yolun sonundaki ölü robot yığınının üzerinden atladı. Susannah, Doğu Yolu'nun karşısında, eriyen maskeler ve yeşil pelerinli kıpırtısız makineler arasında oturuyordu. Margaret Eisenhart'ın kanı onun üzerine de sıçramıştı.

Roland, Jake'in sonuncuyu bacaklarının alt kısmı olmadığı için yanlarına gelemeyen Susannah'ya bıraktığını anlayarak başını salladı. Jake o sabah korkunç bir olaya tanık olmuş, büyük bir şok yaşamıştı, ama Roland, çocuğun iyi olacağına inanıyordu. Onları pederin evinde beklemekte olan Oy'uh da şüphf.siz çok katkısı olacak, kederinin üstesinden gel-" mesi için çocuğa yardım edecekti.

"Leydi o-RIZA!" diye haykırdı Susannah ve Kurt dizginleri çekip atını doğuya döndürürken son tabağını fırlattı. Tabak kendine has bir çığlık atarak havada uçtu ve yeşil başlığın üst kısmını parçaladı. Son çocuk hırsızı bir anlığına eyerin üzerinde kaldı. Titriyor, alarm sirenleri ötüyor, gelemeyecek yardım için işaret veriyordu. Sonra sertçe geriye savruldu, havada bir parende attı ve yere düştü. Siren sesi kesilmişti.

Ve böylece, diye düşündü Roland, beş dakikamız sona erdi. Tabancasının duman tüten namlusuna donuk bir ifadeyle baktı ve kılıfına geri koydu. Yere düşen robotların sirenleri birer birer kesiliyordu.

Zalia, ona kafası karışmış bir halde şaşkınca bakıyordu. "Roland!" dedi.

"Evet, Zalia."

"Bitti mi? Bitmiş olabilir mi? Gerçekten?"

"Bitti," dedi Roland. "Altmış bir tane saydım ve hepsi de hendekte veya iki yol üzerinde yatıyor."

Tian'ın karısı bir süre öylece durup bu bilgiyi sindirmeye çalıştı. Sonra, pek fazla şaşırmayan bir adamı şaşırtacak bir şey yaptı. Üzerine atladı, sımsıkı sarıldı ve yüzünü ıslak öpücüklere boğdu. Roland buna bir süre daha katlandıktan sonra kadını hafifçe kendinden uzaklaştırdı. Hastalık hissi yaklaşıyordu. İşe yaramazlık hissi. Buna benzer savaşlarda sonsuza dek, birbiri ardına çarpışacakmış, burada ıstanavarlara bir parmak, belki bir başka yerde zeki bir cadıya bir göz kaptıracak ve Kara Kule'nin her savaşın ardından yaklaşmak yerine biraz daha uzaklaştığını görecekmiş gibi hissediyordu. Ve tüm bu süre içinde eklem eceli bedenini tamamen istila ederek kalbine doğru sinsice ilerleyecekti.

Kes sunu, dedi kendi kendine. Bunlar saçmalık, öyle olduğunu sen de biliyorsun.

"Başka Kurtlar gönderirler mi, Roland?" diye sordu Rosa.

"Gönderecek başka Kurt kalmamış olabilir," dedi Roland. "Varsa da sayıları mutlaka daha az olacaktır. Artık onları öldürmenin sırrını biliyorsunuz, değil mi?"

"Evet," diyerek vahşice sırıttı kadın. Bakışları, daha sonra ona öpücüklerden çok daha fazlasını verebileceğini ima ediyordu.

"Mısır tarlasına girip diğerlerinin yanma gidin," dedi Roland, ona. "Zalia ile ikiniz. Artık gelebileceklerini, tehlikenin geçtiğini söyleyin. Leydi Oriza bugün Calla'ya yardım etti. Arthur Eld'in soyundan olanlara da."

"- "Sen de gelmeyecek misin?" diye sordu Zalia. Bir adım gerilemişti. Yanakları alev alev yanıyordu. "Gelip seni kutlamalarına fırsat vermeyecek misin?"

"Belki daha sonra kutlamaları kabul ederiz," dedi Roland. "Şimdi an-tet olarak konuşmamız gerekiyor. Çocuk kötü bir şok yaşadı, biliyorsunuz."

"Evet," dedi Rosa. "Tamam. Hadi gel, Zee." Uzanıp Zalia'nın elini tuttu. "Gel de müjdeyi verelim."


17

İki kadın yolun karşısına geçip zavallı Benny'nin parçalanmış cesedinin etrafından dolaşarak mısır tarlasına doğru ilerledi. Zalia, çocuğunun vücut parçalarını sadece giysilerin bir arada tuttuğunu gördü ve öğrendiğinde babasının yaşayacağı kâbusu düşünerek ürperdi.

Genç adamın kısa bacaklı hanımı hendeğin kuzey ucunda, etrafa saçılmış Kurt cesetlerini inceliyordu. Tamamen etkisiz hale gelmemiş, yeniden harekete geçmek isteyen bir Kurt buldu. Robotun yeşil eldivenli elleri kriz geçiriyormuş gibi kontrolsüzce titriyordu. Susannah, Zalia ve Ro-sa'nın bakışları altında soğukkanlılıkla bir kaya parçası aldı ve gözünü bile kırpmadan düşünce şapkasından geri kalan parça üzerine indirdi. Kurt anında hareketsiz kaldı. Etrafa yaydığı alçak vızıltı kesildi.

"Biz diğerlerine haber vermeye gidiyoz, Susannah," dedi Rosa. "Ama önce seni kutlamak istedik. Seni gerçekten çok seviyoz!"

Zalia başını salladı. "Teşekkürler deriz, New York'lu Susannah. Hem de çok çok, kelimelerle anlatılamayacak kadar çok." "Evet, öyle," dedi Rosa.

H&mm-sai başını kaldırıp onlara tatlı tatlı gülümsedi. Rosalita bir an için karşısındaki koyu tenli yüzde olmaması gereken bir şey görmüş gibi şüpheyle baktı. Mesela Susannah Dean'in artık orada olmadığını görmüş gibi. Sonra bakışlarındaki şüphe yok oldu. "Müjdeyi vermeye gidiyoz, Susannah," dedi.

"Tadını çıkarın," dedi hiçliğin kızı Mia. "Çocukları alıp getirin. Tehlikenin sona erdiğini söyleyin ve inanmayanlara ölüleri saydırın."

"Pantolonunun paçaları ıslanmış," dedi Zalia.

Mia ciddi bir ifadeyle başını salladı. Karnı, bir başka sancıyla taş gibi olmuştu ama hiç renk vermedi. "Korkarım bu kan." Çiftçinin karısının başsız cesedini işaret etti. "Onun kanı."

Kadınlar el ele, mısır tarlasında ilerlemeye başladı. Mia, yolu geçip yanına gelen Roland, Eddie ve Jake'i izledi. Bu karşılaşma tehlikeli olabilirdi. Susannah'nın savaştan çıkmış dostlarının yüzlerindeki hafifçe şaşkın ifadeyi görünce o kadar da tehlikeli olmayabileceğini düşündü. Davranışlarında bir tuhaflık görürlerse muhtemelen onun da hâlâ çarpışmanın etkisinde olduğunu düşüneceklerdi.

Fırsat kollaması gerektiğini düşündü. Bekleyecek... ve kaçacaktı. Bu arada karın kasları, sancılar yüzünden şiddetle kasılıyordu.

. Nereye gittiğini bilecekler, diye fısıldadı bir ses. Kafasının içinden değil, karnından geliyordu. Bebesinin sesi. Ve doğru söylüyordu.

Küreyi yanında götür, dedi ses. Giderken onu yanına al. Onlara içinden geçip seni takip edebilecekleri bir kapı bırakma.

Evet.
18

Ruger'la tek el ateş edildi ve bir at öldü.

Yolun aşağısından, pirinç tarlalarından neşe dolu haykırışlar yükseldi. Zalia ve Rosa müjdeyi vermiş olmalıydı. Sonra mutlu seslerin arasından kederli bir çığlık yükseldi. Kötü haberleri de vermişlerdi.

Jake Chambers, devrilmiş arabanın tekerleği üzerine oturmuştu. İyi olan üç atın dizginlerini çözmüştü. İki bacağı kırık olan dördüncü at, ağzından köpükler saçarak yardım dilenircesine Jake'e bakmış, çocuk hayvanın acısına son vermişti. Şimdiyse oturmuş, ölü dostuna bakıyordu. Toprak, Benny'nin kanıyla ıslanmıştı. Benny'nin kolunun ucundaki eli, Tanrı'yla tokalaşmak istercesine avucu yukarı bakar halde duruyordu. Hangi Tanrı? Son dedikodulara göre Kara Kule'nin tepesindeki oda boştu.

Leydi Oriza'nın pirinçlerinin arasından bir başka kederli haykırış yükseldi. Slightman mıydı, yoksa Vaughn Eisenhart mı? Jake kâhyayla çiftçinin, işçiyle işverenin sesinin o mesafeden ayırt edilemediğini düşündü. Bundan alınacak bir ders var mıydı yoksa sevgili Piper'daki Bayan Avery'nin dediği GGSK mıydı, yani gerçek görünen sahte kanıt?

Giderek daha da aydınlanan gökyüzüne dönük duran el, kesinlikle gerçekti.

Ahali şarkı söylemeye başlamıştı. Jake şarkıyı tanıdı. Roland'ın Calla Bryn Sturgis'deki ilk gecelerinde söylediği şarkıydı.

"Gel-gel-commala

Pirinç düşsün toprağa

Kız ve erkek kardeşler

Çabuk geçer mevsimler

Bir nehir akar uzağa

İzler bizi O-ri-za..."

Şarkı söyleyen ahali aralarından geçerken pirinçler, Roland'ın meşalelerin aydınlığında yaptığı gibi neşeyle dans edercesine dalgalanıyordu. Bazıları çocuklarını kucaklarında taşıyor, buna rağmen bir o yana bir bu yana sallanarak dans ediyorlardı. Bu sabah hepimiz dans ettik, diye düşündü Jake. Bu düşüncenin ne anlama geldiğini bilmiyordu. Tek bildiği, doğru olduğuydu. Dans ettik. Bildiğimiz yegâne dans. Benny Slightman? Dans ederken öldü. Sai Eisenhart da öyle.

Roland ve Eddie yanına geldi. Susannah o an erkek erkeğe olmaları gerektiğini düşünüyormuş gibi hafifçe geride kalmıştı. Roland sigara içiyordu. Jake başını sigaraya doğru salladı.

"Şunlardan bana da bir tane sar, olur mu?"

Roland kaşlarını kaldırarak Susannah'ya döndü. Susannah omuz sil-kerek başını salladı. Roland bir sigara sarıp Jake'e uzattı. Sonra bir kibriti ateşleyerek sigarayı yaktı. Devrik arabanın tekerleği üzerinde oturan Jake sigaradan nefesler çekiyor, dumanı bir süre ağzının içinde tuttuktan sonra üflüyordu. Ağzı tükürükle doldu. Aldırmadı. Tükürükten kurtulmak, bazı şeylerin aksine çok kolaydı. Dumanı içine çekmeye yeltenmedi.

Roland tepenin altına bakınca koşan iki adamın ilkinin mısır tarlasına girdiğini gördü. "Bu Slightman," dedi. "Güzel."

"Neden, Roland?" diye sordu Eddie.

"Çünkü sai Slightman suçlamalar yapacak," dedi Roland. "Öyle kederli olacak ki onu kimlerin duyduğunu veya sahip olduğu bilgilerin bu sabahki olaylarla bağlantısını ortaya çıkarabileceğini umursamayacak."

"Dans," dedi Jake.

Dönüp ona baktılar. Elinde sigarası, solgun bir yüz ve düşünceli bir ifadeyle arabanın tekerleği üzerinde oturuyordu. "Bu sabahki dans."

Roland bunu bir süre düşündükten sonra başını salladı. "Sabahki dansla bağlantısını," diye değiştirdi sözünü. "Buraya yeterince çabuk gelirse onu vaktinde susturabiliriz. Gelmezse, oğlunun ölümü, Ben Slight-man'ın commala'smm başlangıcı olacak."


19

Slightman çiftçiden neredeyse on beş yaş gençti ve çarpışma alanına diğerinden epey önce vardı. Bir süre boyunca tek yaptığı, siperin uzak ucunda durup oğlunun parçalanmış cesedine bakmak oldu. Artık çok fazla kan yoktu (toprak çoğunu açgözlülükle emmişti) ama kopuk kol hâlâ aynı yerde duruyor ve her şeyi anlatıyordu. Roland'ın kolu yerinden oynatması, pantolonunun önünü açıp çocuğun cesedine işemesi kadar abes bir davranış olurdu. Oğul Slightman, ilerlediği yolun sonundaki açıklığa varmıştı. Ölümün nerede ve nasıl gerçekleştiğini görmek, en yakın akrabası olan babasının hakkıydı.

Adam yaklaşık beş saniye boyunca sessizce baktıktan sonra derin bir soluk aldı ve korkunç bir çığlık attı. Eddie'nin kanını dondurmuştu. Bakışları Susannah'yı aradı ama genç kadını etrafta göremedi. Gittiği için onu suçlamıyordu. Kötü bir sahneydi. Hatta en kötüsüydü.

Slightman önce soluna, sonra sağma baktı. Sonra bakışlarını karşıya çevirdi ve devrik arabanın yanında kollarını göğsünde kavuşturmuş halde duran Roland'ı gördü. İlk sigarasını içmekte olan Jake hâlâ tekerleğin üzerinde oturuyordu.

"SEW diye haykırdı Slightman. Arbaletini eline aldı. "BUNU SEN YAPTIN! SEN!"

Eddie silahı adamın elinden ustaca bir hareketle alıverdi. "Hayır, ahbap," diye mırıldandı. "Buna ihtiyacın yok. Bırak da senin için ben taşıyayım."

Slightman, onu duymamış gibiydi. İnanılmazdı ama havadaki sağ eli hâlâ arbaletin yayını geriyormuş gibi hareketler yapıyordu.

"OĞLUMU ÖLDÜRDÜN! BENİ CEZALANDIRMAK İÇİN! SENİ OROSPU ÇOCUĞU!KATİL PİÇ..."

Roland, Eddie'nin hâlâ tam olarak inanamadığı ürkütücü bir hızla arkasına geçerek kolunu Slightman'ın boynuna doladı ve çekti. Bu hareket, adamın ardı ardına sıraladığı suçlamaların kesilmesini sağlamıştı. Silahşor, onu iyice kendine çekti.

"Beni dinle," dedi Roland. "Kulaklarını iyice aç ve dinle. Yaşamın veya onurun zerre kadar umurumda değil. Biri harcanmış, diğeriyse uzun zaman önce yok olmuş. Ama oğlun öldü ve onun onuru fazlasıyla umurumda. Şimdi sesini kesmezsen, ben keseceğim, aşağılık solucan. Evet? Ne yapacaksın? Benim için fark etmez. Diğerlerine buraya gelip oğlunu görünce çılgına döndüğünü, tabancamı çalıp oğlunun yanına gitmek için kafana bir kurşun sıktığını söylerim. Karar ver. Ne yapacaksın?"

Eisenhart bitap düşmüştü ama hâlâ mısırların arasında ilerliyor, bir yandan da çatlak sesle karısının ismini haykırıyordu. Margaret! Margaret! Cevap ver, bir tanem! Sesini duyayım, yalvarırım /"

Roland, Slightman'ı bırakarak adama sert bir ifadeyle baktı. Slightman, korkunç gözlerini Jake'e çevirdi. "Dinh'in beni cezalandırmak için oğlumu öldürdü mü? Bana gerçeği söyle, soh."

Jake, sigaradan son bir nefes çekti ve yere fırlattı. Ölü atın yanına düşen izmaritten dumanlar tütmeye devam ediyordu. "Ona baktın mı hiç?" diye sordu Benny'nin babasına. "Bunu hiçbir kurşun yapamaz. Sai Eisenhart'm kopan başı yuvarlanarak üzerine düşünce... o an duyduğu dehşetle siperden çıktı." Dehşet kelimesini daha önce hiç yüksek sesle söylememiş olduğunu fark etti. Gerek duymamıştı. "Üzerine iki sneetch attılar. Birini vurdum ama..." Yutkundu. "Diğeri... onu da vuracaktım... denedim, ama..." Yüzünde acı dolu bir ifade vardı. Sesi titriyordu. Ama gözleri kuruydu... ve bir şekilde Slightman'ınkiler kadar da korkunç. "Diğerini vurma fırsatım olmadı." Başını eğdi ve ağlamaya başladı. Roland kaşlarını kaldırıp Slightman'a baktı.

"Pekâlâ," dedi Slightman. "Nasıl olduğunu anlayabiliyom. Evet. Söyleyin bana, o ana dek cesurca davrandı mı? Söyleyin, yalvarırım."

"Jake ile ikizlerden birini buraya kadar getirdiler," dedi Eddie, Ta-very ikizlerini göstererek. "Oğlanı. Ayağı bir çukura girmiş. Jake ve Benny, ayağını çukurdan kurtarıp çocuğu taşımış. Oğlun çok cesurdu."

Slightman başını salladı. Gözlüklerini çıkarıp daha önce hiç görmemiş gibi baktı. Birkaç saniye göz hizasında tuttuktan sonra yere atıp çizmesinin topuğuyla ezdi. Roland ve Jake'e neredeyse özür dilercesine baktı. "Sanırım görmem gereken her şeyi gördüm," dedi ve oğlunun yanına gitti.

Vaughn Eisenhart, mısırların arasından fırladı. Karısını gördü ve ulurcasına haykırdı. Sonra gömleğinin önünü yırttı ve karısının adın- tekrarlayarak sağ eliyle bağrını yumruklamaya başladı.

"Tanrım," dedi Eddie. "Roland, onu durdursan iyi olur."

"Durduran ben olmayacağım," dedi Silahşor.

Slightman, oğlunun kopuk kolunu yerden aldı ve avucunu Eddie'nin neredeyse tahammül edilemez bulduğu bir şefkatle öptü. Sonra kolu, oğlunun göğsünün üzerine koydu ve yanlarına döndü. Yüzü, gözlükler olmayınca çıplak gibi görünüyordu. "Jake bir battaniye bulmama yardım eder misin?"

Jake, ona yardım etmek için arabanın tekerleğinden kalktı. Eisenhart sipere girmiş, karısının yanık başını bağrına basmış, bir bebeği uyu-turcasına sallıyordu. Mısırların arasından, "Pirinç Şarkısı"nı söyleyerek yaklaşan çocukların ve refakatçilerinin sesi geliyordu. Eddie önce kasaba tarafından gelen sesin, çocuklarla refakatçilerin seslerinin yankısı olduğunu sandı ama sonra, Calla'nm geri kalanının da şarkıya katıldığını anladı. Biliyorlardı. Şarkıyı duymuş ve anlamışlardı. Geliyorlardı.

Lia Jaffords'u kucağında tutan Peder Callahan, mısırların arasından çıktı. Küçük kız, onca gürültüye rağmen uyuyordu. Callahan, Kurtlar'ın yola yığılmış cesetlerine baktı ve bir elini kaldırıp havaya titrekçe bir haç çizdi.

"Tanrı'ya şükürler olsun," dedi.

Roland, Callahan'ın yanına gitti ve havaya haçı çizen eli tuttu. "Bana da bir tane çiz."

Callahan, ona anlamaz gözlerle baktı.

Roland başını Vaughn Eisenhart'a doğru salladı. "Karısına bir şey olduğu takdirde kasabadan lanetiyle ayrılacağımı söylemişti."

Daha da fazlasını söyleyebilirdi ama gerek yoktu. Callahan anladı ve Roland'ın kaşının üzerine bir haç çizdi. Tırnağı, geçtiği yerde Roland'm uzun bir süre boyunca hissedeceği bir sıcaklık bırakmıştı. Eisenhart hiçbir şey söylemedi ama Roland, pederden bu fazladan korumayı istediği için asla pişman olmadı.
20

Kaybedilen iki kişi için duyulan keder ve Kurtlar'a karşı kazanılan zaferin coşkusu, Doğu Yolu üzerinde birbirine karıştı, ama kederde bile bir neşe pırıltısı vardı. Kayıpların kazançlarla hiçbir şekilde eşit olamayacağını hissediyorlardı. Eddie bunun doğru olduğunu düşündü. Yani ölen, insanın kendi karısı veya oğlu olmadığı sürece.


Yüklə 2,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   46   47   48   49   50   51   52   53   54




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin