Stephen King Kara Kule Cilt6 Susannah'nın Şarkısı



Yüklə 1,46 Mb.
səhifə26/30
tarix30.10.2017
ölçüsü1,46 Mb.
#22902
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   30

BEŞ

İsimleri Cheney, Goodman, Schwerner; 19 Haziran 1964'te Beyaz Balyoz'un altında kalanlar onlar. Ah Discordia!


ALTI

Blue Moon Motor Hotel adında bir yerde kalıyorlar, Oxford, Mississip-pi'nin zenci tarafında. Blue Moon'un sahibi Lester Bambry adında bir adam. Kardeşi John, Oxford'un İlk Afro-Amerikan Metodist Kilisesi'nin papazı, şükürler olsun der misiniz, amin der misiniz.

1964 yılının temmuz ayının 19'u; Cheney, Goodman ve Schwerner'in kaybolmasından tam bir ay sonrası. Philadelphia civarında kaybolmalarından üç gün sonra John Bambry'nin kilisesinde bir toplantı yapıldı ve yerel unci eylemciler kalan üç düzine civarı kuzeyli beyaza olanların ışığında evlerine gitmekte elbette özgür olduklarını söyledi. Ve bazıları gitti, yüce Tanrı, tma Odetta Holmes ve diğer on sekizi kaldı. Evet. Blue Moon Motor Ho-M'de kalıyorlar. Ve bazı geceler arka tarafa gidiyorlar, Delbert Anderson gi-ürını getiriyor ve şarkı söylüyorlar.
"I Shall Be Released"in söylüyorlar ve

"John Henry"yi söylüyorlar (yüce Tanrı, İlah-bombası deyin) ve ma

"Blowin in the Wind"in söylüyorlar

Rahip Gary Davis'ten "Hesitation Blues"u söylüyorlar, hoş, müstehcen sözlerine gülüyorlar: bir dolar bir dolardır, bir onluk bir onluktur ev do. lusu çocuğum var hiçbiri benim değil ve

"I Ain't Marchin Anymore"u söylüyorlar.

Anılar Ülkesi'nde, Önce Krallığı'nda şarkı söylüyorlar

kanı kaynatan gençlik yıllarında, vücutlarının gücü, akıllarının güveniyle söylüyorlar

Discordia 'yi inkâr etmek için

can toi'yı inkâr etmek için

Yaratıcı Gan'ı, Kötülüğü... yok eden Gan'ı tasdik etmek için söylüyorlar

bu isimleri bilmiyorlar

tüm bu isimleri biliyorlar

kalp, söylemesi gerekeni söylüyor

kan, kanın bildiğini biliyor

Işın'm Yolu'ndayüreklerimiz tüm sırlan biliyor

ve şarkı söylüyorlar

söylüyorlar

Odetta başlıyor ve Delbert Anderson çalıyor:

"Bitmeyen üzüntülerin kadınıyım... her günümde bela gördüm... yaşlı Kentucky'ye... veda ediyorum..."
YEDİ
Mia böylece Bulunmamış Kapı'dan Anılar Ülkesi'ne götürüldü, Lester Bambry'nin Blue Moon Motor Hotel'inin arkasındaki otlarla kaplı bahçeye nakledildi ve duydu...

(duyuyor)


SEKİZ

Mia daha sonra Susannah olacak kadının şarkısını duyuyor. Diğerleri de teker teker ona katılıp şarkıyı söylemeye başlıyor, artık bir koro halinde söylüyorlar. Başlarının üzerindeki Mississippi ayı parlak ışıklarıyla yüzlerini (kimisi siyah, kimisi beyaz olan yüzleri), otelin arkasından geçen ve güneye, 5 Ağustos 1964'te arkadaşlarının fena halde çürümüş cesetlerinin bulunacağı kasabaya, Longdale'e doğru inen demiryolunun soğuk, çelik raylarını aydınlatıyor; James Cheney yirmi bir, Andrew Goodman yirmi bir, Michael Schwerner yirmi dört yaşında; ah Discordia! Ve karanlığa tapanlar, orada ışıldayan Kırmızı Göz ile mutlu oluyor.

Hepsinin şarkı söylediğini duyuyor.

Bütün dünyayı dolaşmaya mahkûmum... Fırtınada ve rüzgârda, yağmurda ve çamurda... Kuzey demiryolunda ilerlemeye mahkûmum...

Hafızanın gözünü bir şarkıdan daha iyi hiçbir şey açamaz ve Det ile fca-arkadaşları ayın gümüşi ışıkları altında şarkı söylerken Odetta'nın anıları Mia'yı yükseltip taşıyor. Mia böylece kol kola girmiş halde bir başka Şarkıyı,

(oh kalbimin derinliklerinde... gerçekten inanıyorum...)

hissettiklerini en iyi ifade ettiğine inandıkları şarkıyı söylediklerini görüyor. Caddenin iki yanına toplanmış, onları izleyen insanların yüzleri lefretle çarpılmış. Onlara doğru havada sallanan yumruklar nasırlı. Yanaklarını ıslatacak, saçlarını kirletecek, giysilerini lekeleyecek tükürükleri savurmak için dudaklarını büzen kadınların bacakları çorapsız, ayakkabılan ise yıpranmış yumrulardan ibaret. İş tulumu giymiş erkekler var (Oshkosh-by-gosh biri şükürler olsun desin). Temiz beyaz süveterler giymiş, saçlarının üstü dümdüz tıraş edilmiş genç erkekler her bir kelimeyi belirgin bir şekilde telaffuz ederek Odetta'ya bağırıyor: Mississippi kampusuna adım atan! Her bir! Kahrolası! Kara köpeği! Öldüreceğiz!

Ve korkuya rağmen arkadaşlık. Korku yüzünden dostluk. İnanılmayacak kadar önemli bir şey yaptıkları hissi: etkisi yıllarca hissedilecek bir bağ. Amerika'yı değiştirecekler. Bedeli kansa, ödeyecekler. Şükürler olsun deyin, yüce Tanrı, yüksek sesle amin deyin.

Sonra Darryl adındaki beyaz çocuk geliyor, önce topalladığı için gelemiyor ama daha sonra başarıyor ve Odetta'nın gizli yarısı (bağıran, kahkahalar atan, çirkin yarısı) hiç yaklaşmıyor. Darryl ve Det Mississippi ayının altında, sabaha dek kaşık pozisyonunda uyuyor. Cırcırböceklerini dinleyerek yatıyorlar. Baykuşları dinleyerek. Yirminci yüzyıla doğru dönen dünyanın yumuşak mırıltısını dinliyorlar. Gençler, kanları kaynıyor ve her şeyi değiştirebileceklerinden bir an için bile şüphe etmiyorlar.

Elveda gerçek aşkım...

Blue Moon Motor Hotel'in arkasındaki otlar arasında söylediği şarkı bu; ayın altında söylediği şarkı bu.

Yüzünü bir daha asla göremeyeceğim...

Odetta Holmes'un hayatının zirve noktası ve Mia orada! Görüyor, hissediyor, muhteşem ve bazılarına göre aptalca umudunda kayboluyor (ah ama şükürler olsun diyorum, hepimiz İlah-bombası diyoruz). Sürekli korku duymanın arkadaşları nasıl değerli kıldığını; her yemeğin her lokmasına nasıl lezzet kattığını; zamanı yavaşlatıp kadife geceye uzanan her günün sonsuzmuş gibi görünmesine yol açmasını anlıyor ve James Che-ney'nin öldüğünü biliyorlar

(doğru)


Andrew Goodman'ın öldüğünü biliyorlar

(şükürler olsun deyin)

Michael Schwerner'in (içlerinde en yaşlısı ama hâlâ yirmi dördünde bir bebek) öldüğünü biliyorlar.

(Var gücünüzle amin deyin!)

İçlerinden herhangi birinin Longdale ya da Philadelphia çamurlarında ölü bulunabileceğini biliyorlar. Herhangi bir zamanda. Blue Moon'un arkasındaki şarkılı gecenin ertesi akşamı, Odetta da dahil olmak üzere pek çoğu hapse atılacak ve aşağılanma süreci başlayacak. Ama bu gece arkadaşlarıyla, sevgilisiyle birlikte ve hepsi bir; Discordia uzaklaştırılmış. Bu gece kollarını birbirlerine dolayıp sallanarak şarkı söylüyorlar.

Kızlar kadın, erkekler adam diyor söylerken.

Birbirlerine duydukları sevgi Mia'yı eziyor, inandıklarının basitliği karşısında coşkuya kapılıyor.

Önce gülemeyecek, ağlayamayacak kadar şaşkın olduğu için sadece büyülenmiş bir şekilde dinliyor.


DOKUZ

Sokak şarkıcısı dördüncü kıtaya başlarken Susannah da ona katıldı. Once çekingendi ama şarkıcının cesaret veren gülümsemesi üzerine sesi kuvvetlendi ve genç adamınkini bastırdı:

Kahvaltıda hamur lokması yedik Aksam yemeğinde fasulye ve ekmek Madencilerin aksam yemeği yok Bir tutam samana diyorlar yatak...
ON

Bu kıtadan sonra susan şarkıcı Susannah-Mia'ya mutlulukla karışa şaşkınlıkla baktı. "Bu kıtayı bilen tek kişi olduğumu sanıyordum," dedi "Özgürlük Savaşçıları böyle söylü..."

"Hayır," dedi, Susannah usulca. "Onlar değil. Hamur lokması kıtasını söyleyenler seçmen-kayıtçılardı. '64 yazında Oxford'a gelen insanlar, üç genç öldürüldüğünde."

"Schwerner ve Goodman," dedi, genç adam. "Diğerinin adını hatırlayanla..."

"James Cheney," dedi, Susannah usulca. "Saçları o kadar güzeldi ki." "Onu tanıyormuş gibi konuşuyorsunuz," dedi, adam. "Ama... otuzdan fazla görünmüyor sunuz?"

Susannah özellikle o akşam otuzdan çok daha yaşlı göründüğünü biliyordu ama tek bir şarkıyla gitar kutusundaki paranın miktarında elli dolar artış olması genç adamın görüşünü etkilemiş olabilirdi elbette.

"Annem '64 yazını Neshoba Kasabası'nda geçirmişti," dedi, Susannah ve rasgele seçilmiş bir söz (annem) bedenini ele geçiren kadın üzerinde hayal edebileceğinden çok daha fazla hasar bıraktı. Bu sözcük, Mia'nm kalbini yarıp açtı.

"Vay canına, sıkı bir anneymiş!" dedi, genç adam gülümseyerek. Sonra gülümsemesi soldu. Gitar kutusundaki elliliği bulup ona uzattı. "Lütfen bunu geri alın. Sizinle şarkı söylemek bir zevkti, hanımefendi."

"Yapamam," dedi, Susannah gülümseyerek. "Mücadeleyi unutma, o bana yeter. Ve sana uyarsa Jimmy'yi, Andy'yi ve Michael'ı unutma. Bana çok iyi geleceğini biliyorum."

"Lütfen," diye ısrar etti, genç adam. Yine gülümsüyordu ama gülümsemesi bu kez huzursuzdu, Anılar Ülkesi'nde Blue Moon'un yabani otlarla kaplı arka bahçesinde, otelin derme çatma binasıyla demiryolu raylarının arasında, ay ışığı altında şarkı söyleyen gençlerden herhangi biri olabilirdi. Tıpkı onlar gibi güzel ve gençliğinin pervasız baharındaydı ve o an onu o kadar çok seviyordu ki! Bebesi bile genç adamın ışıltısı karşısında ikinci plana düşmüş gibiydi. Ele geçirdiği bedenin sahibinin anılarının yarattığı sahte bir ışıltı olduğunu biliyor ama yine de başka yönlerden gerçek olabileceğinden şüpheleniyordu. Emin olduğu bir şey vardı: Dis-cordia'nın gücüne kafa tutmak için gereken saf cesareti ancak kendisi gibi ölümsüzlüğe sahip olup daha sonra vazgeçmiş bir yaratık takdir edebilirdi. İnançları kişisel güvenliğin önüne koyup o narin güzelliği riske atmak.

Parayı geri al, onu mutlu et, dedi, Susannah'ya ama öne çıkıp Susan-nah'ya bunu yaptırmayacaktı. Onun seçimine bırakıyordu.

Susannah cevap veremeden Dogan'da alarmlar çalmaya başladı ve ortak zihinleri kırmızı ışık ve gürültüyle doldu.

Susannah o yöne döndü ama Mia, onun adım atmasına fırsat vermeden omzunu pençe gibi eliyle kavrayarak onu durdurdu.

Neler oluyor? Sorun ne?

Bırak beni!

Susannah, Mia'nın kavrayışından kurtuldu ve tekrar yakalamasına fırsat vermeden kayboldu.


ON BİR

Susannah'nın Dogan'ı yanıp sönen kırmızı panik ışıklarıyla aydınlan-ıııştı. Tavandaki hoparlörlerden kulakları sağır edecek, tiz bir ses yayılıyordu. Televizyon ekranlarından ikisi hariç hepsi (biri hâlâ Lex ve Altmı-SWa Sokak'ın köşesindeki sokak şarkıcısını, diğeri de uyuyan bebeği gös-teriyordu) kararmıştı. Çatlak zemin Susannah'nın ayaklarının altında sarsiliyor, tozlar yerden yükseliyordu. Kontrol panellerinden biri kararmıştı diğeriyse alevler içindeydi.

Durum çok kötü görünüyordu.

Dogan'ın Blaine'e benzeyen sesi, bu düşüncesini doğrulamak istercesine ortalığı inletti. "UYARI!" diye bağırdı. "SİSTEMDE AŞIRI YÜK-LENME! ALFA SEKTÖRÜNDE GÜÇ AZALTIMI OLMAZSA BÜTÜN SİSTEM 40 SANİYE SONRA KAPANACAK!"

Susannah, Dogan'a daha önce yaptığı ziyaretlerde Alfa Sektörü diye bir yer olduğunu hatırlamıyordu, ama yerini gösteren yeni bir tabela gördüğünde nedense hiç şaşırmadı. Tabelanın yakınındaki kontrol panellerinden biri aniden alevler içinde kaldı ve etrafa turuncu kıvılcımlar saçıldı. Bir sandalyenin oturma bölümü de kıvılcımlar yüzünden yanmaya başladı. Tavandaki kaplamalar, kabloları beraberlerinde sürükleyerek yere düşüyordu.

"ALFA SEKTÖRÜ'NDE GÜÇ AZALTIMI OLMAZSA BÜTÜN SİSTEM 30 SANİYE SONRA KAPANACAK!"

Ya DUYGUSAL HARARET göstergesi?

"Boş ver," diye mırıldandı kendi kendine.

Pekâlâ ya BEBE? Ya o?

Susannah bir an düşündükten sonra anahtarı UYKUDA konumundan UYANiK'a getirdi ve huzursuz edici mavi gözler hemen açılarak şiddetli bir meraka benzeyen bir ifadeyle Susannah'ya çevrildi.

Roland'ın çocuğu, diye düşündü Susannah acı veren, tuhaf ve karmaşık duygularla. Ve benim. Ya Mia? Bir ka-mai'den fazlası değilsin, kızım-Senin için üzgünüm.

Evet, ka-mai. Sadece aptal değil, ka'mn aptalı-kader aptalı.

"ALFA SEKTÖRÜ'NDE GÜÇ AZALTIMI OLMAZSA BÜTÜN SİSTEM 25 SANİYE SONRA KAPANACAK!"

Demek ki bebeği uyandırmak bir işe yaramamış, en azından Do-gan'daki kötü gidişatı durdurmamıştı. B Planı'na geçme vaktiydi.

Saçma DOĞUM ŞİDDETİ düğmesine uzandı. Tıpkı annesinin kullandığı fırının düğmelerine benziyordu. Düğmeyi 2'ye geriletmek zor olmuş ve canını fazlasıyla yakmıştı. Düğmeyi diğer yöne çevirmek ise çok kolay ve acısızdı. Kafasının içinde, derinlerde bir yerde, bir grup kas saatlerce gergin kalmış ve sonunda gevşiyormuş gibi bir rahatlama hissediyordu.

Hoparlörlerin çığlığı kesildi.

Susannah DOĞUM şiDDETi'ni 8'e çevirdi, orada duraksadı, sonra omuz silkti. Artık fark etmiyordu, bu iş bitecekti. Düğmeyi 10'a kadar çevirdi. Aynı anda feci bir acı karnını sertleştirdi ve sonra aşağı inerek leğen kemiğini sardı. Susannah çığlık atmamak için dudaklarını sıkıca kapamak zorunda kaldı.

"ALFA SEKTÖRÜ'NDE GÜÇ AZALTIMI SAĞLANDI," dedi ses ve sonra alçalıp Susannah'nın çok iyi tanıdığı bir John Wayne mırıltısına dönüştü. "ÇOK TEŞEKKÜRLER, KÜÇÜK KOVBOY KIZ."

Susannah çığlık atmamak için dudaklarını bir kez daha sıkıca kapamak zorunda kaldı; bu kez sebebi acı değil, dehşetti. Kendi kendine Mono Blaine'in öldüğünü ve bu sesin kendi bilinçaltından kaynaklanan kötü bir eşek şakası olduğunu hatırlatması korkusunu yok edememişti.

"DOĞUM... BAŞLADI," dedi yüksek ses, John Wayne taklidini bırakarak. "DOĞUM... BAŞLADI." Sonra dişlerini sıkmasına sebep olan korkunç (ve genizden gelen) Bob Dylan taklidiyle şarkı söylemeye başladı. "İYİ Kİ DOĞDUN... BEBEK!... MUTLU YILLAR... SANA!... İYİ Kİ DOĞDUN... SEVGİLİ MORDREDL. MUTLU YILLAR... SANA!"

Susannah arkasındaki duvarda asılı bir yangın söndürme cihazı olduğunu hayal etti. Arkasını döndüğünde duvarda bir yangın söndürücü vardı elbette (ancak üzerindeki küçük levhada gördüğü YANGINLARI SADECE siz VE SOMBRA ÖNLEYEBİLİR yazısını hayal etmemişti... o ve Ayı Smokey şapkalı Işın'ın Shardik'inin bir başka şakacının eseri olan çizimini). Tavandan yere düşen kaplamaların etrafından dolaşarak çatlak zemin üzerinde yangın söndürücüye doğru hızla ilerlerken bir başka acı dalgası içj. ne yararcasına girdi ve iki büklüm olup rahmindeki korkunç kayadan kurtulma isteği yaratarak karmyla bacaklarını sancı alevlerine boğdu.

Uzun sürmeyecek, diye düşündü kısmen Susannah'ya, kısmen de Det-ta'ya ait bir sesle. Hayır, hanımefendi. Bu bebe ekspres trenle geliyor!

Ama sonra sancı bir nebze hafifledi. Duvardan yangın söndürücüyü çekip aldı, siyah borusunu kontrol paneline doğrulttu ve tetiğine bastı. Bembeyaz köpük, siyah borudan fışkırıp kontrol panelini kapladı. Uğursuz bir tıslama sesi duyuldu ve ortalığa yanık saça benzeyen bir koku yayıldı.

"YANGIN... SÖNDÜRÜLDÜ," diye bildirdi, Dogan'ın sesi. "YANGIN... SÖNDÜRÜLDÜ." Sonra yine aniden değişip ağır bir İngiliz lordu aksanına büründü. "PEK GÜZEL BİR GÖSTERİ, SEW-ZANNAH, KE-SİN-LİK-LE MUHTEŞEM!"

Dogan'ın mayın tarlasına dönmüş zemini üzerinde temkinle yürüyüp mikrofonu kaptı ve iletim düğmesine bastı. Başının üzerindeki hâlâ çalışmakta olan monitörlerden birinde Mia'nın yine yürümeye başladığını ve Altmışıncı Sokak'ın karşısına geçtiğini görebiliyordu.

Sonra üzerinde kızarmış domuz resmi olan yeşil tenteyi gördü ve yüreğine bir ağırlık çöktü. Altmışıncı'yı değil, Altmış Birinci'yi geçiyordu. Vücut çalan annesürtük hedefine varmıştı.

"Eddie!" diye bağırdı mikrofona. "Eddie veya Roland!" Hatta tüm ekibi tamamlayabilirdi. "Jake! Peder Callahan! Dixie Pig'e vardık ve bu kahrolası bebeği doğuracağız! Yapabilirseniz bizim için gelin ama dikkatli olun!"

Başını kaldırıp tekrar monitöre baktı. Mia artık yolun Dixie Pig tarafına geçmiş, yeşil tenteye bakıyordu. Tereddütlüydü, DIXIE PIG yazısını okuyabiliyor muydu? Muhtemelen hayır ama resmi anladığı muhakkaktı. Gülümseyen, kızaran domuz resmi. Doğum artık başlamış olduğu için fazla duraksamayacaktı.

"Eddie gitmem gerek. Seni seviyorum, tatlım! Ne olursa olsun bunu sakın unutma! Asla unutma! Seni seviyorum! Bu..." Gözleri mikrofonun gerisindeki panellerdeki yarım daire şeklindeki göstergeye takıldı. İğne, kırmızı bölgeden çıkmıştı. Muhtemelen doğum sona erene dek sarı bölgede kalacak, daha sonra yeşil bölgeye gerileyecekti.

Bir terslik olmazsa elbette.

Mikrofonu hâlâ tutmakta olduğunu fark etti.

"Ben Susannah-Mio, hattan ayrılıyorum. Tanrı yardımcınız olsun, çocuklar. Tanrı ve ka."

Mikrofonu bırakıp gözlerini kapadı.
ON İKİ

Susannah, Mia'daki değişikliği hemen hissetti. Dixie Pig'in önüne varmış ve doğum başlamış olmasına rağmen aklı başka yerdeydi. Zihni Odetta Holmes'a ve Michael Schwerner'm Mississippi Yaz Projesi dediği projeye dönmüştü. (Oxford'lu zenci aleyhtarları ise ona Yahudi Çocuk adını takmıştı.) Susannah'nın döndüğü duygusal hava, şiddetli bir eylül fırtınası öncesinde olduğu gibi gergindi.

Susannah! Dan'in kızı Susannah!

Evet, Mia.

Ölümlülüğü kabul ettim.

Söylemiştin.

Ve Mia, Fedic'te kesinlikle ölümlü gibi görünüyordu. Ölümlü ve korkunç bir şekilde hamile.

Bununla birlikte kısa hayatı değerli kılan unsurların çoğunu kaçırdım. Değil mi? Sesteki keder korkunç, şaşkınlık ise daha da beterdi. Ve bana anlatman için zaman yok. Artık yok.

Başka bir yere git, dedi, Susannah ama hiç umudu yoktu. Bir taksi durdur, hastaneye git. Çocuğu beraber doğuralım, Mia. Belki beraber de bü-yütebi...
Başka bir yerde doğurursam hem o hem biz ölürüz. Sesinde mutlak bir kesinlik vardı. Ve onu doğuracağım. Ama... Susannah... devam etmeden önce... hani annenden bahsetmiştin.

Yalan söyledim. Oxford'daki bendim. Yalan söylemek, zamanda yolculuğu ve paralel dünyaları açıklamaktan kolay geldi.

Bana gerçeği göster. Bana anneni göster. Yalvarırım göster!

Bu isteğin artılarını ve eksilerini tartmak için yeterli vakit yoktu; ya yapacak ya da yapmayacaktı. Susannah yapmaya karar verdi.

Bak, dedi.
ON ÜÇ

Anılar Ülkesi'nde zaman daima Şimdi 'dir.

Bir Bulunmamış Kapı var

(kayıp)


ve Susannah, onu bulduğunda açtı, Mia siyah saçlarını geriye doğru toplamış, şaşırtıcı gri gözleri olan bir kadın gördü. Kadının boğazında işlemeli akik bir broş vardı. Sonsuz bir güneş ışığı huzmesinin içinde, mutfak masasının başında oturuyordu. Bu anıda saat daima ikiyi on geçiyordu. 1946 Kasım'ında bir öğle sonrası. Büyük Savaş sona ermişti. Radyodan irene Daye'in sesi yayılıyordu. Koku daima zencefilli kurabiye kokuşuydu.

"Gel yanıma otur, Odetta," dedi, masadaki kadın. Anne olan kadın. »gir kurabiye ye. İyi görünüyorsun, kızım." Ve gülümsüyordu. Ah, rüzgârın yasını tuttuğu kayıp hayalet, tekrar geri gel!


ON DÖRT

Yavan olduğu söylenebilir. Beyaz bir gömlek ve St. Ann's Okulu'nun ekose eteğini giymiş, diz hizasına dek yükselen çoraplarında kurdeleler olan (okulun renkleri olan turuncu ve siyah kurdeleler) küçük bir kız, kitap çantası bir elinde, eşofman çantası diğerinde, okuldan eve dönüyor. Mutfak masasının gerisinde oturmakta olan annesi onu görüyor ve fırından yeni çıkmış zencefilli kurabiyelerden ikram ediyor. Milyonlarca andan sadece biri, hayat boyu yaşananlar içinde tek bir atom parçacığı. Buna rağmen Mia'nm soluğunu kesmiş

(iyi görünüyorsun, kızım)

ve daha önce anlayamadığı, anneliğin son derece zengin bir tecrübe olabileceği ihtimalini gözleri önüne sermişti... doğal sürecinde ilerlemesine izin verildiği sürece elbette.

Ödüller?

Sayısızdı.

Sonunda güneş ışığında oturan kadın sen olabilirdin. Çocukluğun güvenli limanından cesurca yelken açıp uzaklaşan çocuğa bakan sen olabilirdin. Çocuğun bakir yelkenlerindeki rüzgâr sen olabilirdin.

Sen.


Gel yanıma otur, Odetta.

Mia'nın göğsü sıkışıyordu.

Bir kurabiye ye.

Gözlerine yaşlar doldu; tentenin üzerindeki gülümseyen domuz önce iki, sonra dört tane görünmeye başladı.

İyi görünüyorsun, kızım.

Kısa bir süre hiç yoktan iyiydi. Beş yıl (hatta üç yıl bile) hiç olmamasından iyiydi. Okuma yazma bilmiyordu, Morehouse'a falan gitmemişti ama o kadar matematiği becerebiliyordu: üç=hiçten iyi. Hatta bir=hiçten iyi.

Ah...

Ah, ama...



Mia mavi gözlü oğlanın, kayıp değil, bulunmuş olan bir kapıdan içeri adım attığını düşledi. Ona iyi görünüyorsun, oğlum, dediğini düşündü.

Ağlamaya başladı.

Ne yaptım ben? korkunç bir soruydu. Başka ne yapabilirdim? sorusu belki ondan da beterdi.

Ah Discordia!


ON BEŞ

Bu, Susannah'nm bir şeyler yapabilmesi için tek fırsattı: şimdi, Mia, kaderine giden basamakların önünde durmuşken. Elini kot pantolonunun cebine sokup kaplumbağaya, sköldpadda'ya dokundu. Mia'nın beyaz bacağından sadece ince bir astarla ayrılan kahverengi parmaklan fildişi heykelciği kavradı.

Kaplumbağayı cebinden çıkarıp arkasındaki oluğun içine attı. Onun elinden, ka'nm kucağına.

Sonra bedeni, Dixie Pig'in çift kanatlı kapısına çıkan üç basamağı tırmandı.


ON ALTI

İçerisi çok loştu ve Mia önce kasvetli, kırmızımsı-turuncu ışıklardan başka bir şey göremedi. Discordia Şatosu'nun bazı odalarını hâlâ aydınlatan elektrikli lambaların bir çeşidiydi. Koklama duyusunun görme duyusu gibi ayara ihtiyacı yoktu; taze bir doğum sancısı onu kıskacına aldığı sırada bile midesi kızaran domuz eti kokusuna tepki gösterdi ve doyurulmak için feryat etti. Bebesi doyurulmak için feryat etti.

Bu domuz eti değil, Mia, dedi Susannah ve söyledikleri duymazlıktan gelindi.

Kapılar arkasından kapanırken (her birinin önünde bir adam -ya da adama benzer bir yaratık- duruyordu) daha iyi görmeye başladı. Uzun, dar bir yemek salonunun başında duruyordu. Masa örtüleri ve peçeteler bembeyaz parlıyordu. Her masanın üzerine, kavuniçi şamdanlar içinde birer mum yerleştirilmişti. Tilki gözleri gibi parlıyorlardı. Giriş holünde zemin siyah mermerdi ama şef garsonun kürsüsünün gerisi kopkoyu kırmızı bir halıyla kaplıydı.

Kürsünün yanında, beyaz saçlarını zayıf, yırtıcı yüzünden geriye doğru taramış altmış yaşlarında bir sai vardı. Zeki bir adamın yüzüydü ama giysileri (civciv sarısı spor ceketi, kırmızı gömleği, siyah kravatı) ikinci el araba satıcılarını veya küçük kasabalardaki taşralıları çarpmakta uzmanlaşmış kumarbazları hatırlatıyordu. Alnının ortasında, yakın mesafeden vurulmuş gibi görünen yaklaşık iki buçuk santim çapında kırmızı bir delik vardı. Deliğin içi, asla taşıp adamın solgun tenine bulaşmayan kanla doluydu.

Yemek salonunun masalarının başında belki elli adam ve onların yansı kadar kadın ayakta duruyordu. Çoğunun giysileri beyaz saçlı adamın-kiler gibi cafcaflı renklerdeydi. Etli parmaklarda kocaman yüzükler parlıyor, elmas küpeler lambaların turuncu ışığını yansıtıyordu.

Daha sade giyinmiş olanlar da vardı; bu azınlık kesiminin tercihi daha ziyade kot pantolon ve düz beyaz gömlek gibi görünüyordu. Bu soluk tenli ahali tetikte görünüyordu, gözleriyse tamamen gözbebeklerinden oluşuyor gibiydi. Vücutlarını saran mavi auralar etraflarında o kadar belirsizce dönüyordu ki bazen gözden kayboluyordu. Bu soluk tenli, aurayla sarılı yaratıklar Mia'ya, sığ adamlar ve kadınlardan daha insani görünüyordu. Vampirlerdi (bunu bilmek için gülümsemelerinin gözler önüne serdiği sivri dişlerini görmesine gerek yoktu) ama yine de Sayre'ın adamlarından daha insan görünüyorlardı. Belki bunun sebebi bir zamanlar gerçekten insan olmalarıydı. Ama diğerleri...

Yüzleri sadece birer maske, diye düşündü korkusu artarak. Kurtlar'm maskelerinin altında elektrik adamlar, robotlar vardı. Peki bunların maskelerinin altında ne var?

Yemek salonunda çıt çıkmıyordu ama yakınlarda bir yerde birileri sohbet ediyor; kahkahalar, tokuşturulan kadehler, porselenlere çarpan çatal bıçak sesleri duyuluyordu. Bir sıvı şıpırdadı (muhtemelen su veya şaraptı) ve kahkahalar yine yükseldi.

Bir sığ adam ve sığ kadın (adam ekose desenli klapaları olan bir smokin giymiş ve kırmızı kadife bir papyon takmıştı, kadın ise gümüş rengi askısız bir gece elbisesi giymişti ve ikisi de şaşırtıcı derecede şişmandı) akşam yemeği yiyen şövalyeler ve hanımlarının resimlerinin işlendiği, tavandan sarkan kalın bir perdenin ardından geliyormuş gibi görünen seslerin kaynağına bakmak üzere bariz bir hoşnutsuzlukla döndü. Mia şişman çift o tarafa döndüğünde yanaklarının yapışkan bir kumaş gibi yukarı doğru çekilerek kırıştığını fark etti ve çenelerinin yumuşak kıvrımının altında koyu kırmızı, tüylü bir şey olduğunu görür gibi oldu.

Susannah, o deri miydi, diye sordu, Mia. Ulu Tanrım, bu onların derisi mi?

Susannah hiç cevap vermedi, sana söylemiştim veya seni uyarmamış jniydım, bile demedi. Artık o noktayı geçmişlerdi. Öfke (veya hafif şiddetteki duygulardan herhangi biri) için artık çok geçti ve Susannah onu buraya getiren kadın için gerçekten üzülüyordu. Evet, Mia yalan söylemiş ve ihanet etmişti; evet, Roland ve Eddie'yi öldürtmek için elinden geleni ardına koymamıştı. Ama başka seçeneği var mıydı? Susannah artık ka-mai'nin tam karşılığını bulduğunu acıyla fark etti: umut verilen ama seçenek sunulmayan kişi.


Yüklə 1,46 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   30




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin