"Dinliyorum hamm-sai, dinliyor ve itaat ediyorum." Bu sözleri Mats'in İskandinav aksanlı sesinden duymak Susannah'nın nahoş bir şekilde irkilmesine yol açmıştı. "Kredi kartın var mı?"
Mats gururlu bir ifadeyle gülümsedi. "Hem de bir sürü. American Express, MasterCard ve Visa var. Euro-Gold Card'ım da var. Ayrıca..."
"Tamam, güzel. Şimdi..." Aklı bir an için boşaldı, sonra hatırladı. "...Plaza-Park Hotel'e gidip bir oda tutmanı istiyorum. Bir haftalığına tutacaksın. Sorarlarsa, bir arkadaşın, bir hanım arkadaşın için tuttuğunu söyleyeceksin." Aklına nahoş bir olasılık geldi. Burası New York'tu, kuzeydi ve yıl, 1999'du. Her şey zamanla daha iyiye gitmiş, şartlar gelişmiş olmalıydı ama emin olmak en iyisiydi. "Karaderili olmam bir sorun yaracak mı?"
"Elbette hayır," dedi şaşırmış görünen adam.
"Odayı kendi adına tut ve Susannah Mia Dean adında bir kadının kalacağını söyle. Anladın mı?" "Evet, Susannah Mia Dean."
Başka ne vardı? Para meselesi elbette. Adama üzerinde para olup olmadığını sordu. Yeni arkadaşı cüzdanını çıkarıp ona uzattı. Susannah bir eliyle kaplumbağayı adamın görebileceği bir yerde tutarken diğeriyle de çok güzel bir Lord Buxton marka cüzdanı karıştırıyordu. Bir tomar seyahat çeki (ama o iç içe geçmiş kargacık burgacık imzayla Susannah'nın işine yaramazdı) ve iki yüz dolar civarı nakit vardı. Parayı aldı ve yakın zamanda içinde bir çift ayakkabı olan Borders çantasına koydu. Başını tekrar kaldırdığında on dört yaşlarında, sırt çantalı iki izci kızın işadamının yanında durduğunu görerek endişelendi. Kaplumbağaya parlak gözlerle bakıyorlardı. Dudakları ıslanmıştı. Susannah, Elvis Presley'nin The Ed Sullivan Show'da çaldığı gece seyirciler arasında bulunan kızları hatırladı.
"Ne güzeeeel," dedi biri iç çekercesine. "Acayip bir şey," dedi diğeri. "Siz işinize bakın, kızlar," dedi, Susannah.
İkisinin de suratı sarktı ve yüzlerinde aynı üzüntülü ifade belirdi. Neredeyse Calla'nın ikizleri gibiydiler. "Mecbur muyuz?" diye sordu ilki. "Evet!" dedi, Susannah.
"Teşekkürler derim, sai, uzun günler hoş geceler dilerim," dedi ikinci kız. Gözyaşları yanaklarından aşağı yuvarlanmaya başlamıştı. Arkadaşı da ağlıyordu.
"Beni gördüğünüzü unutun!" dedi, Susannah arkalarından. Kızları İkinci Cadde'ye varana dek huzursuzca izledikten sonra dikkatini tekrar Mats van Wyck'e çevirdi. "Sen de acele et, Mats. Bir an ön yaylan da bir oda tut. Onlara arkadaşın Susannah'nın yakında geleceğini söyle."
"Yaylanmak ne demek? Anlamıyorum..."
"Hemen git, demek." Susannah tüm o plastik kartlara bakabilecek vakti olmadığı için hayıflanarak parayı aldığı cüzdanı adama geri verdi. O kadar kartı kim, ne yapardı ki? "Oda işini hallettikten sonra gitmen gereken yere git. Beni gördüğünü unut."
Mats de yeşil üniformalı kızlar gibi ağlamaya başladı. "Sköldpadda 'yi da unutmam gerekiyor mu?"
"Evet." Susannah televizyonda bir programda (hatta belki Ed Sulli-va/ı'da gördüğü bir hipnozcuyu hatırladı. "Kaplumbağayı unutacaksın ama günün geri kalanında kendini çok iyi hissedeceksin, duydun mu beni? Kendini..." Bir milyon papelin varmış gibi hissedeceksin, diyecekti ama muhtemelen bu miktar, adam için pek de fazla değildi. "Kendini İsveç temsilcisi gibi hissedeceksin. Karının seni aldatmasını da dert etmeyeceksin. Cehenneme kadar yolları var, tamam mı?"
"Evet, cehenneme kadar yolları var!" diye bağırdı, Mats. Gözyaşları hâlâ akıyordu ama aynı zamanda gülümsüyordu. Bu gülümsemede ilahi, çocuksu bir ifade vardı. Susannah'nın kendini aynı anda hem mutlu, hem de üzgün hissetmesine sebep oldu. Mats van Wyck için bir şey daha yapmak istedi.
"Ve bağırsakların..."
"Evet?"
"Hayatının sonuna dek hiç sorun çıkarmayacak," dedi Susannah kaplumbağayı kaldırarak. "Büyüğünü genellikle saat kaçta yaparsın, Mats?"
"Kahvaltıdan hemen sonra."
"O halde artık hep o saatte yapacaksın. Bir saat gibi düzenli olacak. Senin için uygun olduğu sürece elbette. Bir randevuya geç kalmışsan ya da benzer bir durum söz konusuysa... hmm... Sadece Maturin demen ye. terli. Ertesi güne kadar tuvalet ihtiyacı duymayacaksın." "Maturin."
"Evet. Haydi artık git."
"Sköldpadda'yı alamaz mıyım?"
"Hayır, alamazsın. Haydi, git."
Birkaç adım uzaklaştıktan sonra dönüp tekrar Susannah'ya baktı.
Yanakları hâlâ ıslaktı, yüzünde kurnazca bir ifade vardı. "Belki almalıyim," dedi. "Belki o zaten benimdir."
Almayı dene de görelim, ahmak, diye düşündü Detta ama kontrolü en azından o an için elinde tutmakta olan Susannah, onu susturdu. "Neden söyle dedin, dostum? Söyle, yalvarırım."
Adamın ifadesi değişmemişti. Tereciye tere satma, diyordu bakışları. En azından Susannah'ya öyle der gibi gelmişti. "Mats, Maturin," dedi adam. "Maturin, Mats. Anlıyorsun ya?"
Anlıyordu. Tam ona bunun basit bir tesadüften ibaret olduğunu söyleyecekti ki aklına başka bir şey geldi: Calla, Callahan.
"Anladım," dedi. "Ama Sköldpadda sana ait değil. Bana da ait değil."
"O halde kime ait?" Mızmız bir sesti.
Susannah mantığının onu durdurmasına (hiç olmazsa sansürlemesi-ne) fırsat vermeden kalbinin ve ruhunun bildiği gerçeği dile getirdi: "Kule'ye ait, sai," dedi. "Kara Kule'ye ait. Ve ka izin verirse, bunu oraya götürüp teslim edeceğim."
"Tanrılar yardımcın olsun, hanım-saı."
"Senin de, Mats. Uzun günler ve hoş geceler dilerim."
İsveçli diplomatın uzaklaşmasını izledikten sonra fildişi kaplumbağaya baktı ve, "Bu çok etkileyiciydi, Mats, eski dostum," dedi.
Mia, kaplumbağayla zerre kadar ilgilenmiyordu. Şu otel, dedi. Orada telefon var mıdır?
ÜÇ
Susannah-Mia, kaplumbağayı kot pantolonunun cebine koydu ve kendini zorlayarak parkta yirmi dakika daha oturdu. Bu sürenin büyük bölümünü yeni bacaklarını hayranlıkla seyredip (her kime aitlerse, oldukça güzellerdi) yeni
(çalıntı)
ayakkabıları içindeki yeni parmaklarını oynatarak geçirdi. Bir kez, gözlerini kapatıp Dogan'ın kontrol odasına gitti. Alarm ışıklarının sayısı artmış ve yeraltındaki makinelerin gürültüsü yükselmişti ama SUSAN-NAH-MIO göstergesinin iğnesi sarının hemen altındaydı. Yerde beklediği gibi çatlaklar belirmişti ama henüz fazla tehlikeli görünmüyorlardı. Durum harikulade sayılmazdı ama o an için bu kadarı da yeterliydi.
Ne bekliyorsun, diye sordu, Mia. Neden burada oturup duruyoruz?
İsveçliye oteldeki işimizi halletmesi için biraz zaman veriyorum, diye cevap verdi, Susannah.
Adama yeterince süre tanıdığına karar verince çantalarını toparladı, ayağa kalktı, İkinci Cadde'yi geçti ve Kırk Altıncı Sokak'ta, Plaza-Park Hotel'e doğru yürümeye başladı.
DÖRT
Lobi, çeşitli açılarda duran yeşil camların yansıttığı hoş öğleden sonra ışığıyla adeta yıkanıyordu. Susannah daha önce hiç bu kadar güzel bir °da görmemişti (St. Patrick's dışında) ama mekân, güzel olduğu kadar yabancıydı.
Çünkü gelecekteyim, diye düşündü.
Tanrı biliyordu ya buna dair yeterince işaret görmüştü. Arabalar çojç daha küçük ve farklı görünüyordu. Gördüğü genç kadınların çoğu çıplak göbekleri ve sutyen askıları ortada dolaşıyordu. Susannah Kırk Altıncı Sokak'ta yürürken sutyen askıları görünen bir kadın görmüş ve kadınm durumun farkında olmadığını sanmıştı. Ama aynı duruma beş altı kez da-ha rastlayınca bunun tuhaf bir moda olduğunu anladı. Onun zamanında bir kadının sutyen askısı görünse hemen en yakın lavaboya gider ve düzeltirdi (eteğinin veya pantolonunun belinden külotu görünenlere ise güneye kar yağıyor derlerdi). Çıplak göbeklere gelince...
Coney Island dışında her yerde tutuklanma sebebi olurdu, diye düşündü. Bundan hiç şüphem yok.
Ama onu en çok etkileyen, açıklaması en zor olandı: şehir daha büyük görünüyordu. Gümbürdeyip uğuldayarak dörtbir yanını sarıyordu.
Titreşiyordu, içine çektiği her nefes, ayrı bir koku taşıyordu. Otelin dışında taksi bekleyen kadınlar (sutyen askıları görünse de görünmese de) saece New York'lu olabilirdi; taksileri durduran otel görevlileri sadece New York'lu olabilirdi; taksi şoförleri (koyu tenli olanların sayısı onu şaşırtmış, bir keresinde de türbanlı bir şoför görmüştü) sadece New York'lu olabilirdi ama hepsi... farklıydı. Dünya ilerlemişti. Sanki 1964'teki kendi New York'u, üçüncü ligde bir takımdı. Bu ise süper ligdi.
Lobiye girince kısa bir an duraklayıp cebinden fildişi kaplumbağayı çıkardı. Sol tarafındaki bölümde iki kadın oturmuş, sohbet ediyordu. Susannah kısacık eteklerinin altından görünen bacaklarına şaşkınca bakarak bir süre durdu (ne eteği, ha ha). Üstelik bu kadınlar üniversite öğrencisi veya liseli de değildi; bu kadınlar en azından otuzlarındaydı (aslında teknolojinin otuz beş yılda ne kadar ilerleyebileceğini düşündüğünde altmışlı yaşlarda olabileceklerinden şüphelenmiyor değildi).
Sağ tarafta küçük bir mağaza vardı. Gerisindeki gölgeler arasında bir yerde bir piyano, kulağa harika gelen tanıdık bir parça çalıyor "Night and Day"r) Susannah sese doğru gittiği takdirde deri koltuklar, pırıldayan «iseler ve hâlâ öğle sonrası olmasına rağmen seve seve hizmet edecek beyaz ceketli bir adam göreceğini biliyordu. Tüm bunlar, onu rahatlatıyordu.
Tam karşısında resepsiyon masası, masanın gerisinde ise Susan-nah'nm hayatında gördüğü en egzotik kadın vardı. Kadın hem beyaz, hem zenci, hem de Çinli gibi görünüyordu, hepsi karışıktı. Ne kadar güzel olursa olsun 1964'te böyle bir kadına kırma derlerdi. Oysa 1999'da son derece şık giysilere bürünmüş ve birinci sınıf, büyük bir otelin resepsiyonunda görev almıştı. Kara Kule'nin durumu her an kötüleşiyor, dünya ilerliyor olabilirdi, ama güzel resepsiyon görevlisi, her şeyin mahvolup yanlış yöne gitmediğinin bir ispatıydı (eğer ispat gerekiyorsa). Görevli, oda-içi ödemeli film yayınının (bu ne anlama geliyorsa) faturasından yakınan bir adamla konuşuyordu.
Boş ver, gelecekteyiz, dedi, Susannah kendi kendine bir kez daha. Lud şehri gibi bu da bilimkurgu. En iyisi böyle düşünüp fazla kafa yormamak.
Ne olduğu veya hangi zaman olduğu umurumda değil, dedi Mia. Bir telefonun yakınında olmak, bebemle ilgilenmek istiyorum.
Susannah üç ayaklı bir sehpa üzerine yerleştirilmiş bir levhanın önünden geçti. Sonra daha yakından bakmak için geri döndü.
NEW YORK PLAZA-PARK HYATT, 1 TEMMUZ 1999
İTİBARIYLA REGAL B.M. PLAZA HOTEL OLACAKTIR.
SOMBRA/KUZEY MERKEZ'DEH BİR BAŞKA MUHTEŞEM PROJE!
Gece ve Gündüz.
Lüks Kaplumbağa Koyu Apartmanı'ndaki Sombra... köşedeki o cam. dan dev yapıya bakılırsa apartman asla inşa edilmemiş, diye düşündü, Su. sannah. Ve Kuzey Merkez Pozitronik'in Kuzey Merkezi İlginç.
Kafasının içinde ani bir sancı hissetti. Sanki beynine yıldırım düş-müştü. Gözleri yaşardı. Sancıyı kimin gönderdiğini biliyordu. Sombra Şir. keti, Kuzey Merkez Pozitronik veya Kara Kule ile zerre kadar ilgilenmeyen Mia sabırsızlanıyordu. Susannah bunu değiştirmesi, en azından denemesi gerektiğini biliyordu. Mia bebesine öyle odaklanmıştı ki, gözleri kör olmuştu. Ama bebesini elinde tutmak istiyorsa vizyonunu biraz genişletmesi gerekecekti.
Her adımında seninle ölesiye mücadele edecektir, dedi, Detta. Sesi kurnaz, sert ve neşe doluydu. Bunu da biliyorsun, değil mi?
Biliyordu.
Susannah yanlışlıkla X-Rated diye bir film sipariş ettiğini, faturasına işlenmediği sürece ücretini ödemeye razı olduğunu söyleyen adamın sorunu hallolunca resepsiyon masasına yaklaştı. Kalbi şiddetle çarpıyordu.
"Arkadaşım Mathiessen van Wyck benim için bir oda tutmuş olmalı," dedi. Görevli kadının lekeli tişörtüne onaylamaz bir ifadeyle baktığını görünce gergin bir sesle devam etti. "Bir duş alıp üzerimi değiştirmek için sabırsızlanıyorum. Ufak bir kaza yaşadım da. Öğle yemeğinde."
"Evet, hanımefendi. Hemen kontrol ediyorum." Kadın, önüne daktilo iliştirilmiş televizyon ekranı gibi görünen bir aletin başına geçti. Birkaç tuşa bastı, monitöre baktı ve, "Susannah Mia Dean, değil mi?" diye sordu.
Doğru söyledin, teşekkürler derim, sözleri dilinin ucuna kadar geldi ama kendini tutmayı başardı. "Evet."
"Kimliğinizi görebilir miyim, lütfen?"
Susannah bir an afalladı. Sonra keseye uzanıp kör kenarından tutmaya dikkat ederek bir Oriza çıkardı. Roland'ın, Calla'nın kodaman çift'si Wayne Overholser'a söylediği bir şeyi hatırlamıştı: Bizim işimiz kurala. Rizalar kurşun değildi ama mukabili olduğuna şüphe yoktu. Bir elinde tabağı, bir elinde küçük, oyma kaplumbağayı tutarak kadına baktı.
"Bu olur mu?" diye sordu nazikçe.
"Ne..." diye soran güzel resepsiyon görevlisi, bakışları tabaktan kaplumbağaya çevrilir çevrilmez sustu. Gözleri irileşti ve hafifçe camlaştı. İlginç bir pembe parlatıcıyla kaplı olan dudakları (Susannah'ya rujdan çok şeker gibi görünmüştü) aralandı. Boğazından hafif bir ses yükseldi: ahhhh...
"Bu sürücü ehliyetim," dedi, Susannah. "Görüyor musun?" Neyse ki o sırada etrafta kimse, bir komi bile yoktu. Otelden geç ayrılanlar kaldırımda taksi için mücadele ediyor; lobideki tek tük insan ise gazete veya dergi okuyordu. Hediyelik eşya mağazasının gerisindeki bardaki piyanist "Night and Day"i bitirmiş, "Stardust"ın çalmaya başlamıştı.
"Sürücü ehliyeti," dedi görevli kadın aynı iç çekişe benzer sesle.
"Güzel. Yazman gereken bir şey var mı?"
"Hayır... odayı Bay van Wyck tuttu... tek yapmam gereken... kimliğinizi kontrol... kaplumbağayı tutabilir miyim, hanımefendi?"
"Hayır," dedi, Susannah ve kadın ağlamaya başladı. Susannah bu gelişmeyi hayret ve ilgiyle izledi. On iki yaşındayken verdiği korkunç keman resitalinden beri (ilk ve sondu) bu kadar çok kişiyi ağlattığını hatırlamıyordu.
"Hayır, tutamam," dedi resepsiyon görevlisi ağlamaya devam ederek. "Hayır, hayır, bunu yapamam, onu tutmama izin yok, ah Discordia, onu..."
0 Yıldız Tozu.
"Sızlanmayı kes," dedi Susannah ve kadın hemen sustu. "Bana oda-nın anahtarını ver, lütfen."
Ama melez kadın ona bir anahtar değil, dosya içinde bir plastik kart verdi. Dosyanın içinde (muhtemelen hırsızların görmemesi için) 1919 ra-kamı yazılıydı. Rakamı gören Susannah hiç şaşırmadı. Mia'nın ise umurunda değildi elbette.
Aniden hafifçe dengesini kaybetti. Olduğu yerde yalpaladı. Dengesi-ni korumak için bir elini (ehliyeti tutan eli) kaldırması gerekti. Bir an için yere düşeceğini sandı ama sonra her şey tekrar yoluna girdi.
"Hanımefendi?" diye sordu resepsiyon görevlisi. Endişelenmiş gibi görünüyordu ama iri gözleri pek kaygılı değildi. "İyi misiniz?"
"Evet," dedi, Susannah. "Sadece... bir iki saniyeliğine dengemi kaybettim."
Tanrı askına bu da neydi, diye düşündü ama cevabı biliyordu. Bacakları olan, Mia'ydı, Mia. Bay Sköldpadda'yı Alamaz Mıyım ile karşılaşmalarından beri direksiyonda Susannah vardı ve bedeni, dizden-aşağısı-kayıp durumuna dönmeye başlıyordu. Çılgınca, ama doğruydu. Vücudu, Susannah'la-şıyordu.
Mia, buraya gel. Kontrolü al.
Yapamam. Daha değil. Yalnız kalır kalmaz alırım.
Susannah bu ses tonunu biliyordu, hem de çok iyi biliyordu. Kaltak utanıyordu.
Susannah, resepsiyon görevlisi, "Bu nedir?" diye sordu. "Bir tür anahtar mı?"
"Evet, sai. Hem odanızın kapısını açmak, hem de asansörü kullanmak için. Tek yapmanız gereken, oklar yönünde yuvaya sokmak. Sonra sertçe çekin. Kapının üzerindeki ışık yeşile dönünce odanıza girebilirsiniz. Kasada sekiz bin dolardan fazla nakit var. O güzel kaplumbağanızin hepsini size vermeye hazırım. Kaplumbağanız için, sköldpadda'mz için, tortuga'mz, kavvit'imz..."
"Hayır," dedi, Susannah ve tekrar sendeledi. Resepsiyon masasının kenarına tutundu. Dengesini zorlukla koruyabiliyordu. "Şimdi odaya çıkacağım-" Aslında önce lobideki küçük mağazaya gidip Mats'in parasıyla temiz bir bluz almaya niyetlenmişti ama o konu bekleyebilirdi. Her şey beklemek zorundaydı.
"Evet, sai." Artık hanımefendi demiyordu. Kaplumbağanın kadının üzerindeki etkisi çok güçlüydü. Dünyalar arasındaki boşluğu eritiyordu.
"Beni gördüğünü unut, tamam mı?"
"Tamam, sai. Telefonunuza rahatsız edilmek istemediğiniz notunu düşeyim mi?"
Mia içinde bir yaygara kopardı. Susannah, ona dikkat etmedi bile. "Hayır. Bir telefon bekliyorum."
"Siz bilirsiniz, sai." Gözleri hâlâ kaplumbağanın üzerindeydi. Gördüğü andan beri ayırmamıştı. "Plaza-Park'a hoş geldiniz. Bir kominin çantalarınızı taşımanıza yardım etmesini ister misiniz?"
Bu üç minik şey için yardıma ihtiyacım varmış gibi mi görünüyor, diye düşündü Detta ama Susannah başını iki yana sallamakla yetindi.
"Pekâlâ."
Susannah resepsiyondan uzaklaşmaya başlamıştı ki kadının söylediklerini duyarak hızla döndü.
"Kral, Göz'ün sahibi çok yakında gelecek."
Susannah şoka yakın bir şaşkınlıkla ona bakakaldı. Kollarındaki tüyler diken diken olmuştu. Görevli kadının güzel yüzündeki huzurlu ifade değişmemişti. Kahverengi gözler, hâlâ fildişi kaplumbağanın üzerindeydi. Tükürüğünün ıslattığı dudakları parlıyordu. Burada daha fazla kalırsam riyaları akmaya başlayacak, diye düşündü, Susannah.
Bu Kral ve Göz meselesi üzerinde durmak istiyordu (bu onun işiydi)^ o sırada ipler onun elinde olduğu için bunu yapabilirdi ama tekrar sendele. di ve asansöre kot pantolonunun boş paçalarını peşinde sürükler hal^ emekleyerek binmek istemediği için yapamadı. Belki daha sonra, diye dj. şündü pek olası olmadığını bilerek; artık her şey çok hızlı gelişiyordu.
Düşmemeye çalışarak asansöre doğru yürüdü. Resepsiyon görevlisi arkasından pişmanlık dolu bir sesle tekrar konuştu.
"Kral gelip Kule yıkıldığında kaplumbağanız gibi güzel şeylerin tümü yok olacak, sai. Sadece karanlık, Discordia'nın uluması ve can toi çığlıkları olacak."
Ürperme hissi ensesine yükselmiş ve kafa derisi gerilmişti ama Susannah bir şey söylemedi. Bacaklarındaki {emanet bacaklar) his hızla yok oluyordu. Çıplak tenine bakabilseydi yeni bacaklarının şeffaflaştığını mı görecekti? Damarlarında dolaşan, ayaklarına inerken parlak kırmızı, kalbine çıkarken rengi koyulaşmış olan kanını görebilecek miydi? Ya kaslarının iç içe geçmiş liflerini?
İçinde, görebilecekmiş gibi bir his vardı.
YUKARI düğmesine bastı ve üç asansörden birinin kapısının o yere yığılmadan açılması için dua ederek Oriza'yı keseye geri koydu. Piyanist, "Stormy Weather'a geçmişti.
Ortadaki asansörün kapıları açıldı. Susannah-Mia içeri girdi ve 19'a bastı. Kapılar kapandı ama asansör kıpırdamıyordu.
Plastik kart, diye hatırlattı kendine. Kartı kullanman gerek.
Yuvayı görüp okların gösterdiği yöne dikkat ederek kartı içine soktu. 19'a tekrar bastı ve bu kez ışık yandı. Bir dakika sonra Mia, onu kabaca kenara iterek öne çıktı.
Susannah rahatlamış ve bitkin bir halde zihninin gerisine çekildi. Evet, kontrolü bir başkasına bırakmak... neden olmasın? Otobüsü biraz Aa başkası kullansın, diye düşündü. Bacaklarının tekrar maddeleşip gücendiğini hissetti ve o an için bu kadarı yeterliydi.
BEŞ
Mia yabancı bir dünyada olabilirdi ama çok çabuk öğreniyordu. 19. katın lobisindeki 1911-1923 levhasını hemen fark etti ve 1919 numaralı odanın bulunduğu koridorda hızla yürümeye başladı. Kalın, yeşil, yumuşacık halı,
{çalıntı)
ayakkabılarının altında hafifçe hışırdıyordu. Plastik kartı yuvaya yerleştirdi, kapıyı açtı ve içeri girdi. Odada iki yatak vardı. Çantaları birinin üzerine bıraktı, ilgisizce etrafına bakındı ve bakışları telefonun üzerinde odaklandı.
Susannah! Sesi sabırsızdı.
Ne var?
Çalmasını nasıl sağlayacağım?
Susannah eğlenerek güldü. İnan bana tatlım, bu soruyu soran ne ilk, ne de bir milyonuncu kişisin. Ya çalar ya da çalmaz. Buna sen karar veremezsin. Bu arada neden biraz etrafa bakınmıyorsun? Bak bakalım, çantala-ı koyabileceğimiz bir yer var mı?
Mia'nın itiraz edeceğini sanmıştı ama beklediği olmadı. Mia odayı dolaşmaya başladı (perdeleri açmaya tenezzül etmemişti, oysa Susannah şehri o yükseklikten görmeyi çok isterdi), banyoya bir göz attı (mermer küveti ve aynalarıyla saraylara yakışacak bir banyoydu) ve sonra gardıroba baktı. Dolapta, üzerine kuru temizleme için boş torbalar konmuş bir kasa vardı. Üzerinde bir yazı vardı ama Mia okuyamıyordu. Aynı soru^nu Roland da zaman zaman yaşardı ama bunun sebebi, İngiliz Alfabei'ndeki harflerle İç-Dünya'nın "kadim harfleri" arasındaki farktı. Susannah, Mia'nın derdinin çok daha basit olduğunu hissediyordu; bedenini ele geçiren kadın rakamları çok iyi tanıyordu ama muhtemelen okuma yazması yoktu.
Susannah öne çıktı ama tamamen değil. Bir an için iki çift gözden ilgiyle yazıya baktı ve bu, öyle tuhaf geldi ki ba§ı dönüyormuş gibi hissetti. Sonra görüntüler birleşti ve yazıyı okudu:
BU KASA, KİŞİSEL EŞYALARINIZ İÇİNDİR.
PLAZA-PARK HOTEL İDARESİ, BIRAKILAN EŞYALAR İÇİN
SORUMLULUK KABUL ETMEZ.
NAKİT PARA VE MÜCEVHERLER,
ZEMİN KATTAKİ OTEL KASASINA BIRAKILMALIDIR. ŞİFREYİ BELİRLEMEK
İÇİN DÖRT RAKAM TUŞLAYIP GÖNDER'E BASINIZ.
AÇMAK İÇİN ŞİFRENİZİ GİRİP AÇ'A BASINIZ.
Susannah geri çekilip rakamları belirleme işini Mia'ya bıraktı. Mia önce bir rakamına bir kez, sonra dokuza üç kez bastı. İçinde bulundukları yıldı ve odaya girebilecek bir hırsızın ilk deneyeceği şifrelerden biri olacağı muhakkaktı. Ama hiç olmazsa oda numarası değildi. Ayrıca, bunlar doğru rakamlardı. Güç rakamları. Bir sigul. Bunu ikisi de biliyordu.
Mia şifreyi belirledikten sonra kasayı yokladı, sıkıca kapalı olduğunu gördü ve açmak için gerekeni yaptı. Kasanın içinden bir yerden hafif bir vızıltı duyuldu ve bir tık sesiyle açıldı. Mia soluk kırmızı ORTA-ŞEHIR KULVARLARI çantasını (içindeki kutu, rafla neredeyse aynı genişlik' teydi) ve Oriza tabaklarının bulunduğu keseyi kasaya yerleştirdi. Kasayı kapatıp tekrar kilitledi, açmayı denedi, sıkıca kapalı olduğunu görünce hoşnut bir ifadeyle başını salladı. Borders çantası hâlâ yatağın üzerindeydi İçindeki bir tomar parayı çıkarıp kot pantolonunun ön sağ cebine, kaplumbağanın yanına koydu.
Temiz bir tişört bulmamız gerek, diye hatırlattı, Susannah istenmeyen konuğuna-
Hiçliğin kızı Mia hiç cevap vermedi. Kirli ya da temiz, tişörtleri hiç umursamadığı açıktı. Mia, telefona bakıyordu. Doğumu bir süreliğine durduğundan, o an için tek önemsediği, telefondu.
Şimdi görüşeceğiz, dedi, Susannah. Söz vermiştin ve sözünü tutacaksın. Ama o ziyafet salonunda değil. Urperdi. Dışarıda bir yerde olsun, beni dinle yalvarırım. Temiz hava istiyorum. O salona ölüm kokusu sinmişti.
Mia hiç itiraz etmedi. Susannah diğer kadının anıları arasında bir gezintiye çıktığını hissetti (inceliyor, reddediyor, inceliyor, reddediyordu). Mia sonunda işlerine yarayacak bir yer buldu.
Oraya nasıl gideceğiz, diye sordu, Mia ifadesizce.
Artık (yine) iki kişi olan zenci kadın, yataklardan birinin üzerine oturup ellerini kucağında birleştirdi. Bir kızaktaymış gibi, dedi kadının Susannah yarısı. Ben iteceğim, sen de yön vereceksin. Ve unutma, Susan-nah-Mio, işbirliğimi istersen bana dürüst cevaplar vermelisin.
Öyle yapacağım, diye cevap verdi diğeri. Ama duyduklarından hoşlanacağını sanma. Ya da anlayabileceğini.
Sen ne...
Boş ver! Tanrılar, daha önce bu kadar çok soru sorabilen biriyle karşı-bşmamıştım! Zamanımız az! Görüşmemiz telefon çaldığı an bitecek! Yani konuşmak istiyorsan...
Susannah, ona bitirme fırsatı vermedi. Gözlerini kapatıp kendini ge-nye bıraktı. Yatak, düşüşünü engellemedi; içinden geçip düşmeye devam etti. Boşlukta düşüyordu. Uzaklardan belli belirsiz gelen çınlamaları j yabiliyordu.
İşte yine gidiyorum, diye düşündü. Ve: Seni seviyorum, Eddie.
DÖRTLÜK: Commala-gel
Yaşamak ne güzel
İblis Ayı yükseldiğinde
Gözler Discordia üzerinde.
KARŞILIK: Commala-tin-tin
Gölgeler dünyayı görmek için
Ve yürümek için yükseldiğinde
Yaşamaktan memnunsundur yine de.
6. Kıta: Cehennem Çukuru Şatosu
BİR
Susannah bir anda tekrar bedenine döndüğünü hissetti ve bu duygu zihninde bir anıyı berrak bir şekilde canlandırdı: on altı yaşındaki Odetta Holmes, üzerinde iç çamaşırıyla, pencereden giren parlak güneş ışığının aydınlattığı yatağında oturmuş, ipek külotlu çorabını giyiyordu. Bu anı zihninde belirdiği' anda, White Shoulders parfümünün ve Pond's güzellik sabununun kokusunu hissetti. Annesinin sabunu ve ondan ödünç aldığı parfümüydü. Artık parfüm kullanmasına izin verilecek kadar büyümüştü. Bahar Balosu, diye düşünüyordu. Nathan Freeman ile gidiyorum!
Dostları ilə paylaş: |