Stephen King Kara Kule Cilt6 Susannah'nın Şarkısı



Yüklə 1,46 Mb.
səhifə17/30
tarix30.10.2017
ölçüsü1,46 Mb.
#22902
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   30

"Hayır," dedi, Mia. "Hayır, üzgünüm... hayır." Panik artık çok yakına, ve her an yüzeye çıkabilirdi.

(potorap çek, bebeği öldürelim)

Mia'nın aklından geçen ilk düşünce, aleti elinden bırakmak oldu Ama alet yere düşünce kırılabilir ve ışıkların kaynağı olan şeytan serbest kalabilirdi.

Şaşkın Japon çifte (adamın kolu hâlâ kadının belindeydi) özür diler-cesine gülümseyerek aleti yere bıraktı ve lobideki küçük mağazaya doğru telaşlı adımlarla ilerledi. Piyanonun sesi bile değişmişti; daha önce duy-duğu huzur veren melodilerin yerini sert, iniş çıkışlı, baş ağrıtan bir tını almıştı.

Yeni bir bluza ihtiyacım var, çünkü üzerimdeki kanlı. Bluzu alıp Altmış Birinci ve Lexingworth'deki... yani Lexington'daki Dixie Pig'e gideceğim ve bebeğimi doğuracağım. Bebeğim doğacak ve tüm bu kargaşa sona erecek. Ne kadar korktuğumu hatırlayıp güleceğim.

Ama mağaza da tıklım tıklım doluydu. Kocalarının odalara giriş işlemlerini tamamlamasını bekleyen Japon kadınlar hediyelik eşyaları inceliyor ve kuş cıvıltılarına benzer dilleriyle sohbet ediyorlardı. Mia tişörtlerle dolu bir raf gördü, ama rafın önü, tişörtleri inceleyen kadınlarla dolmuştu. Ayrıca kasanın önünde bir başka sıra vardı.

Susannah ne yapacağım? Bana yardım etmelisini

Cevap yoktu. Oradaydı, Mia varlığını hissedebiliyordu. Ama yardıma yanaşmıyordu. Peki ya ben, diye düşündü, Mia. Onun yerinde olsam ben yardım eder miydim ?

Eh, belki de ederdi. Elbette önce biri onu ikna edebilmeliydi ama...

Beni ikna edebilmenin tek yolu, gerçeği anlatmak, dedi, Susannah soğuk sesle.

Biri, mağazanın kapısında duran Mia'ya sürtünerek geçti. Mia karşımdaki bir düşmansa veya bebesinin düşmanıysa gözlerini oymaya hazır halde ellerini kaldırıp ona döndü.

"Afedelsiniz," dedi siyah saçlı kadın gülümseyerek. Az önceki adam gjbi o da o ışık patlaması yaratan dikdörtgen aletlerden birini uzatıyordu. Aletin ortasında, Mia'ya bakan camdan bir göz vardı. İçinde kendi ürkmüş» koyu, küçük suratının yansımasını görebiliyordu. "Potorap çekebilil misınıs? Alkadaşla benim potorapımızı?"

Mia, kadının söylediklerinin tek kelimesini bile anlamıyor, dikdörtgen aletle ne yapmasını istediğini bilmiyordu. Tek bildiği etrafında çok fazla insan olduğu, her yeri sardıkları ve içerisinin bir tımarhaneye düştüğüydü. Mağazanın camından, otelin önünün de aşağı kalır yanının olma-dığırîrgördü. Pek çok sarı araba ve camları içerisini göstermeyen (ama şüphesiz içeridekilerin dışarıyı görebildiği) siyah, uzun arabalar vardı. Gümüş rengi büyük bir taşıyıcı da kaldırımda homurdanarak duruyordu. Yeşil üniformalar giymiş iki adam caddeye çıkmış, gümüş renkte düdükler çalıyordu. Yakınlarda bir yerde bir şey, gürültüyle tıngırdamaya başladı. Hayatı boyunca delgi aletinin sesini duymamış olan Mia sesi makineli tüfeğinkine benzetti ama dışarıda kimse kendini kaldırımın üzerine atmıyor, hatta endişelenmiş bile görünmüyordu.

Kendi başına Dixie Pig'e nasıl gidecekti? Richard P. Sayre, orayı bulması için Susannah'nın yardım edeceğinden emin olduğunu söylemişti ama Susannah inatçı bir sessizliğe bürünmüştü ve Mia kontrolünü kaybetmenin eşiğine gelmişti.

Sonra Susannah tekrar konuştu.

Sana şimdi biraz yardım edersem -rahatça nefes alabileceğin sakin bir yere götürüp tişörtün konusunda bir şeyler yapabilirsem- bana dürüst cevap-to verecek misin?

Ne hakkında?

Bebek hakkında, Mia. Ve annesi hakkında. Yani sen.

Sana cevaplan zaten verdim!

Hiç sanmıyorum. Ben ne kadar elementaheva. sen de o kadarsın Gerçeği istiyorum.

Neden?


Gerçeği istiyorum, diye tekrarladı Susannah ve sonra Mia'nın sorula-rina yanıt vermeyi reddederek sessizliğe büründü. Bir başka ufak tefek, sırıtan adam elindeki tuhaf aleti uzatarak yaklaştığında Mia kontrolünü kaybetti. O an, otelin lobisinin karşı tarafına geçmeyi bile tek başına be-ceremeyeceğini hissediyordu. Peki ya Dixie Pig'e nasıl gidecekti?

(Fedic'te)

(Discordia'da)

(Cehennem Çukuru Şatosu'nda)

geçirdiği onca yıldan sonra bu kadar çok insan arasında olmak aklım kaçıracakmış gibi hissetmesine yol açıyordu. Hem ayrıca, koyu tenli kadına bildiği azıcık şeyi anlatmasında ne sakınca olabilirdi? Kontrol ondaydı: Hiçliğin kızı, birin anası Mia'da. Gerçekleri söylemesinden ne zarar gelirdi?

Pekâlâ, dedi. İstediğini yapacağım, Susannah veya Odetta veya her kimsen. Bana yardım et. Bu hengâmeden kurtar. Susannah Dean öne çıktı.


SEKİZ

Otelin barının hemen yanında, piyanistin bulunduğu köşenin ardında kadınlar tuvaleti vardı. Çekik gözlü, sarı tenli, siyah saçlı kadınlardan ikisi içerideydi; biri ellerini yıkıyor, diğeri saçlarını düzeltiyordu. Kuş cıvıltısına benzeyen dillerinde konuşuyorlardı. Yanlarından geçip bölm*,e giden kadına ikisi de dikkat etmedi. Bir dakika kadar sonra onu huzurlu bir sessizlikle baş başa bırakarak gittiler. Tek duyulan ses, hoparlörlerden gelen belli belirsiz hafif müzik yayınıydı.

Mia nasıl yapıldığını keşfettikten sonra kapıyı kilitledi. Susannah konuştuğunda klozetin kapağına oturmak üzereydi: Tersyüz et.

Ne?


Tişörtü diyorum be kadın. Babanın hatırı için tersyüz et şunu!

Mia bir süre hiç kıpırdamadı. Çok şaşkındı.

Tişört, pirinç yetiştirilen kasabalarda erkeklerin de kadınların da çokça tercih ettiği, seyrek dokunmuş, rahat bir giysiydi. Yakası, Odetta Holmes'un kayık yaka diyeceği türdendi. Hiç düğmesi yoktu, ve evet, bu yüzden kolayca tersyüz edilebilirdi ama...

Sabırsızlanan Susannah, bütün gün burada dikilecek misin, diye sordu. Tersyüz et şunu! Ve sonra eteklerini kot pantolonunun içine sok.

M... niçin?

Sana farklı bir görünüm verecek, diye cevapladı, Susannah hemen ama asıl gerekçe bu değildi. Belden aşağısını görmek istiyordu. Bacakları Mia'ya aitse muhtemelen beyazdılar. İki renkli bir melez olduğu fikri onu hem büyülüyor, hem de biraz hasta ediyordu.

Mia birkaç saniye daha duraksadı. Parmakuçları, tişörtün sol ön tarafındaki kurumuş kan lekeleri üzerinde geziyordu. Lekeler tam kalbinin üzerindeydi. Tersyüz etmek! Lobideyken aklından yaklaşık yarım düzine tam olgunlaşmamış fikir gelmişti (mağazadaki insanları fildişi kaplumbağayı kullanarak etkisi altına almak, işe yaramaya en yakınıydı) ama kahrolası şeyi tersyüz etmek aralarında yoktu. Bu da, paniğe ne denli yaklaş-"UŞ, olduğunun bir göstergesiydi. Ama şimdi...

Şatonun sessiz odaları ve Fedic'in ıssız sokaklarıyla taban tabana zıt oıan bu aşırı kalabalık ve dikkat dağıtan şehirde geçireceği kısa sürede

Susannah'ya ihtiyacı olacak mıydı? Otelden Altmış Birinci Sokak ile Le-xingworth'e gidene kadar olan sürede?

Lexington, dedi içinde kapana kısılmış olan kadın. Lexington. Bunu unutup duruyorsun, değil mi?

Evet. Evet, unutuyordu. Ve böylesine basit bir şeyi unutması için hiçbir sebep yoktu. Morehouse'a falan gitmemiş olabilirdi ama aptal değildi. Öyleyse neden...

Ne, diye sordu aniden. Niyegülümsüyorsun?

Hiçbir şeye, dedi içindeki kadın... ama hâlâ gülümsüyordu. Hatta sırıtıyordu. Mia bunu hissediyor ve son derece rahatsız oluyordu. Yukarıda, 1919 numaralı odada Susannah ona dehşet ve öfkeyle haykırıyor, Mia'yı sevdiği erkeğe ve yolundan gittiği adama ihanet etmekle suçluyordu. Ki bunlar, Mia'yı mahcup edecek kadar gerçekti. O şekilde hissetmek hoşuna gitmemişti, ama içindeki kadın kontrolünü kaybetmiş halde ulur, ağlar ve çığlık çığlığa bağırırken kendini daha rahat hissetmişti. Gülümsemesi, huzursuz ediyordu. Kahverengi derili kadının bu hali, dezavantajlı konumdan kurtulup üste çıkmaya çalışıyormuş gibi görünüyordu; belki artık kozun elinde olduğunu sanıyordu. Ancak bu imkânsızdı elbette, Mia, Kral'ın koruması altındaydı, ama...

Bana neden gülümsediğini söyle!

Aman, o kadar önemli bir şey değil, dedi, Susannah ama sesi diğerine, adı Detta olan kadına benziyordu. Mia ondan hiç hoşlanmıyor, hatta biraz da korkuyordu. Sigmund Freud, diye bir herif varmış, beyazmış ama kafası çalışıyormuş. Bu herif demiş ki; eğer insan bir şeyi sürekli unutuyorsa, belki de unutmak istediği için unutuyordur.

Saçmalık, dedi, Mia soğukça. Zihninde bu konuşmayı yaptığı bölmenin ötesinde bir kapı açıldı ve içeri iki kadın daha girdi (hayır, en az ÜÇ, belki dört kişiydiler) ve kuş-dillerinde konuşmaya ve Mia'nın dişlerim kınasına yol açacak şekilde kıkırdamaya başladılar. Bebeğimi doğurmama yardım edecek kişilerin beklediği yerin adını neden unutayım?

Şey bu Freud (puro içen Viyanalı akıllı beyaz herif) zihnimizin altında başka bir zihin olduğunu iddia ediyor ve buna bilinçaltı, bilinç gerisi veya Tanrı'nın belası bilinç bir şeyi diyor. Ben böyle bir şeyin olduğunu iddia etmiyorum, onun söylediğini söylüyorum.

(Günü tüket, demişti Eddie bu kadarından emindi ve elinden geleni yapacaktı. Tek dileği, böyle yaparak Jake ve Peder Callahan'ın sonunu hazırlamıyor olmasıydı.)

Beyaz serseri Freud, diye devam etti, Detta. Bilinçaltının veya bilinç bir şeyinin üst bilinçten daha zeki olduğunu söylüyor. Olayın köküne üstte-kinden daha çabuk iniyormuş. Belki seninki de baştan beri söyleyip durduğum şeyi kavrıyordur, yani sözde arkadaşın olan Sayre'ın yalancı bir sıçan boku olduğunu, bebeğini çalacağını ve ne bileyim, onu bir leğenin içinde doğrayıp köpek besler gibi vampirlere yem edeceğini, bebeğinin o kıçı boklu vampirlerin midesini boylayıp...

Kapa çeneni! Kapa o yalancı çeneni!

Bölmenin dışındaki kuş kadınlar öyle tiz seslerle gülüyorlardı ki, Mia göz kürelerinin her an eriyip akacakmış gibi titreştiğini hissediyordu. Dışarı fırlayıp kafalarını, kanları tavana sıçrayana dek aynalara geçirmek ve beyinlerini...

Sakin ol, sakin ol, dedi içindeki kadın. Konuşan yine Susannah'ydı.

Yalan söylüyor! O sürtük YALAN söylüyor!

Hayır, dedi Susannah ve bu tek kelimedeki kesinlik, korkunun Mia'nın yüreğine bir ok gibi saplanmasına yol açtı. Aklından her geçeni söylüyor, orası muhakkak, ama yalan söylemiyor. Haydi Mia, tişörtünü tersyüz et.

Kuş kadınlar, göz yaşartan son bir kahkaha silsilesinden sonra tuva-'eti terk etti. Mia tişörtü çıkararak Susannah'nın içine birkaç damla süt damlatılmış kahve rengindeki çıplak göğüslerini ortaya çıkardı. Daima böğürtlenler kadar küçük olan göğüs uçları irileşmişti. Bir ağza girmek için can atan göğüs uçları...

Tişörtün içinde sadece birkaç minik bordo leke vardı. Mia tişörtü tekrar giydikten sonra eteklerini sokmak için kot pantolonunun düğmelerini açtı. Susannah, kasık tüylerinin bittiği yerdeki tenine büyülenmiş g02. lerle baktı. Orada teni, içine birkaç damla kahve katılmış süt rengindeydi. Daha aşağıda, şatoda gördüğü kadının bembeyaz bacakları vardı. Mia kot pantolonunu tamamen indirse, daha önce Mia (asıl Mia) Discordia üzerinden kralın şatosunun bulunduğu kızıl ışıltıya bakarken incelediği, sıyrıklar ve yara bereyle kaplı incikleri göreceğini biliyordu.

Bir şey, Susannah'yı dehşete düşürüyordu ve bir an düşündükten sonra (daha fazla süre gerekmedi) ne olduğunu kavradı. Mia, Odetta Holmes'un bacaklarının sadece Jack Mort, onu raylara ittiğinde kopan kısmını tamamladıysa sadece diz hizasına kadar beyaz olmalıydı. Ama bacaklarının üst kısmı da beyazdı. Kasıkları da beyaza dönüşüyordu. Ne acayip bir değişimdi bu?

Vücut çalan türden, diye cevapladı Detta neşeyle. Çok yakında beyaz bir göbeğin olacak... beyaz göğüslerin... beyaz boynun... beyaz yanakların...

Kes şunu, diye uyardı Susannah ama Detta Walker uyarılarına ne zaman kulak asmıştı ki? Onun veya bir başkasının uyarılarına?

En sonunda da bembeyaz bir beynin olacak kızım! Bir Mia beyni! Ne hoş olacak, değil mi? Tabi ya! O zaman baştan ayağa Mia olacaksın!

Sonra tişört indirilip kalçalarını örttü; kot pantolonunun düğmelen iliklendi. Mia klozete oturdu. Hemen önünde, kapıya yazılmış bir duvar yazısı vardı: BANGO SKANK KRALİ BEKLİYOR!

Bango Skank kim? diye sordu, Mia.

Hiçbir fikrim yok.

Galiba... Güçtü, ama Mia kendini zorladı. Galiba sana teşekkür borçluyum-

Susannah'nın cevabı soğuk ve çabuktu. Bana gerçekle teşekkür et.

Önce bana neden yardım ettiğini söyle. Yaptığım onca şeyden...

Mia bu kez sözlerini bitiremedi. Cesur olduğunu düşünürdü (en azından bebeğine hizmet etmek için olması gerektiği kadar cesur) ama bu kez başladığını bitirememişti.

Sevdiğim erkeğe ihanet edip onu, basit tanımıyla Kızıl Kral'ın ayak takımının eline düşürmenden sonra mı? Sen seninkine sahip olduğun sürece benim sahip olduğumu öldürmelerinin sakıncası olmadığına karar vermenden sonra mı? Bilmek istediğin bu mu?

Mia bu şekilde dile getirilmesini duymayı hiç istememişti, ama katlandı. Katlanmaya mecburdu.

Evet, sana uyarsa.

Bu kez cevap veren diğeri oldu. Sesi sert, muzaffer, alaycı, nefret dolu, çatlaktı. Kuş kadınların tiz kahkahalarından da beterdi. Çok daha beterdi.

Çünkü benimkiler kurtulmayı başardı, işte bu yüzden! O beyaz köpekleri bir güzel becerdiler! Vurmadıkları da havaya uçup paramparça oldu!

Mia içinde hafif bir huzursuzluk hissetti. Söyledikleri doğru olabilirdi de, olmayabilirdi de ama haşince gülen bu kötücül kadının kendi söylediklerine inandığı muhakkaktı. Roland ve Eddie Dean hâlâ yaşıyorsa Kızıl Kral söylendiği gibi mutlak güce sahip olmayabilir miydi? Yoksa yanlış mı yönlendirilmişti...

Kes şunu! Kes şunu, o şekilde düşünemezsin!

Yardım etmemin bir sebebi daha var. Haşin olan hiç olmazsa o an için gitmiş, yerini diğeri almıştı.

Nedir?


Bu benim de bebeğim, dedi, Susannah. Öldürülmesini istemiyorum.

Sana inanmıyorum.

Ama inanıyordu. Çünkü içindeki kadın haklıydı: Gilead'lı ve Discor. dia'h Mordred Deschain ikisine de aitti. Kötü olan umursamıyor olabilir. di ama diğerinin, Susannah'nın, bebenin çekimini hissettiği açıktı. Ve Sayre ile Dixie Pig'de bekleyenler konusunda haklıysa... gerçekten yalan, cı ve sahtekârlarsa...

Kes şunu. Dur. Onlardan başka gidecek yerim yok.

Var, dedi, Susannah çabucak. Siyah On Üç ile dilediğin yere gidebilir. sin.

Anlamıyorsun. Beni takip eder. Onu izler.

Haklısın, anlamıyorum. Aslında anlıyordu ya da anladığını sanıyordu ama... Günü tüket, demişti Eddie.

Pekâlâ, anlatmaya çalışacağım. Benim de her şeyi anladığım söylenemez -bilmediklerim var- ama sana elimden geldiğince anlatacağım.

Teşekkür ede...

Susannah sözlerini tamamlayamadan yine düşmeye başladı. Tavşan deliğine düşen Alice gibi. Klozetin içinden, zeminin içinden, zeminin altındaki boruların arasından geçip bir başka dünyaya doğru düştü.


DOKUZ

Bu kez düşüşü bir şatoda sonlanmadı, bu kez değil. Roland onlara yolculuk ettiği yıllara dair birkaç hikâye anlatmıştı (Eluria'nın vampir hemşireleri ve minik doktorları, Doğu Downe'in yürüyen suları ve elbette lanetli ilk aşkının öyküsü) ve bu da, o hikâyelerden birinin içine düşmek gibiydi. Ya da belki hâlâ göreceli olarak yeni sayılabilecek ABC-TV'de gösterilen, "yetişkin Westernleri" denen filmlerden birine düşmek gib': Ty Hardin'li Sugarfoot, James Garner'lı Maverick veya (Odetta Hol-

^es'un favorisi) Clint Walker'h Cheyenne'in içine. (Odetta bir keresinde AgC'ye bir mektup yazarak İç Savaş'tan sonraki yıllarda gezgin hayatı aşayan zenci bir kovboyun hikâyelerini anlatan bir dizi çektikleri takdirde çok farklı kesimlerden yeni izleyiciler kazanabileceklerini söylemiş ama bir cevap alamamıştı. Daha sonra, mektubu yazmanın saçma bir fi-)ar, tamamen vakit kaybı olduğunu düşünmüştü.)

At kiralanan bir ahırın önündeki tabelada KOŞUMLAR UCUZA TAMİR EDİLİR yazıyordu. Otelin önündeki tabela ise SESSİZ ODALAR, RAHAT YATAKLAR vaat ediyordu. En az beş meyhane vardı. Birinin önündeki robot, ampul kafasını öne arkaya çevirerek yüzünün ortasındaki boynuz şeklindeki hoparlörden boş kasabaya yüksek sesle aynı yayını tekrarlayıp duruyordu: "Kızlar, kızlar, kızlar! Bazıları insan bazıları biyonik ama kimin umurunda, farkı anlayamazsınız, istediğiniz her şeyi şikâyet etmeden yaparlar, sözlüklerinde hayır kelimesi yoktur, her hareketleriyle sizi tatmin ederler! Kızlar, kızlar, kızlar! Bazıları biyonik bazıları gerçek ama dokunduğunuzda farkı anlayamazsınız! Her istediğinizi yaparlar! Sizinle aynı şeyi isterler!"

Susannah'nın yanında karnı şiş, bacakları çizik içinde, omuz hizasındaki saçları simsiyah, güzel bir beyaz kadın yürüyordu. FEDIC HOŞ-VAKİT MEYHANESİ, BARI VE DANS SALONU'nun gösterişli ön cephesinin biraz ötesinden geçiyorlardı ve kadının üzerinde rengi solmuş, hamileliğini iyice belirginleştirip bir kıyamet alameti gibi görünmesine yol açan ekose bir elbise vardı. Şatonun albenisini taşıyan huarache'\eı yerini eski ve yıpranmış çizmelere bırakmıştı. Her ikisi de kısa çizmeler giymişti ve topukları tahta kaldırımda tok sesler çıkarıyordu.

Daha ilerideki terk edilmiş meyhanelerin birinden kıpır kıpır bir caz melodisi yayılıyordu. Susannah'nın kulağına eski bir şiirden bir dize çamdı: Bir grup genç Malamute Meyhanesi'nde gürültülü bir kutlama yapıyordu!

Susannah yaylı kapıların üzerine baktı ve yazıyı görünce hiç şaşırma, di; MALAMUTE MEYHANESİ SERVİSİ.

Adımlarını biraz yavaşlatıp çift kanatlı yaylı kapıların üzerinden içeri bir göz attı ve kendi kendine çalan krom piyanoyu gördü. Tozlu tuşlar gö. rünmez parmaklar tarafından çalmıyormuşçasma yükselip iniyordu. Hiç şüphesiz çok popüler Kuzey Merkez Pozitronik'in ürünlerinden biri olan mekanik müzik kutusu, ölü bir robot ve uzak köşedeki çürüme evresinin son aşamasına, kemiklerin toza dönüşme safhasına ulaşmış iki iskelet haricinde boş olan salona durmaksızın yayın yapıyordu.

Daha ileride, kasabanın tek caddesinin sonunda şatonun surları yükseliyordu. O kadar yüksek ve genişti ki gökyüzünün büyük bir kısmını kapatıyordu.

Susannah aniden yumruğuyla başının yan tarafına vurdu. Sonra ellerini öne uzatıp parmaklarını şaklattı.

"Ne yapıyorsun?" diye sordu, Mia. "Söyle, yalvarırım."

"Burda olduğumdan emin olmaya çalışıyorum. Fiziksel anlamda bur-da olduğumdan."

"Öylesin."

"Görünen o. Ama nasıl oluyor?"

Mia bilmediğini anlatmak istercesine başını iki yana salladı. Susannah hiç olmazsa bu konuda ona inanıyordu. Detta'dan da herhangi bir muhalif söz gelmemişti.

"Beklediğim bu değildi," dedi Susannah etrafına bakarak. "Kesinlikle değildi."

"Değil miydi?" diye sordu yanındaki kadın; sesinde pek fazla ilgi yoktu. Mia hamileliğinin son dönemlerindeki kadınlara has o tuhaf ama garip bir şekilde şefkat uyandıran paytak adımlarla yürüyordu. "Peki ne bekliyordun, Susannah?"

"Daha ortaçağımsı bir ortam sanırım. Orası gibi." Şatoyu işaret etti.

Mia ister beğen, ister beğenme dercesine omuz silkti. Sonra sordu, «piğeri de yanında mı? Kötü olan?"

Kastettiği Detta'ydı. Elbette. "O daima benimle. Bebenin senin bir parçan olduğu gibi o da benim bir parçam." Gerçi becerilen Susannah iken hamile kalanın nasıl Mia olduğu hâlâ Susannah'nın aklını kurcalayan ve öğrenmek için can attığı bir meseleydi.

"Ben yakında benimkini doğuracağım," dedi, Mia. "Sen ondan asla kurtulamayacak mısın?"

"Kurtulduğumu sanmıştım," dedi, Susannah dürüstçe. "Geri döndü. Sanırım dönüşünün en büyük sebebi seninle başa çıkmak."

"Ondan nefret ediyorum."

"Biliyorum." Susannah daha fazlasını da biliyordu. Mia, Detta'dan korkuyordu. Hem de çok çok korkuyordu.

"O konuşacak olursa görüşmemiz sona erer."

Susannah omuzlarını silkti. "Canı istediği zaman gelir, keyfi isterse konuşur. Benden izin istemez."

Biraz ötelerinde, caddenin onların bulunduğu tarafında bir kemer vardı. Üzerindeki tabelada şunlar yazılıydı:

FEDIC İSTASYONU

MONO PATRICIA YOLA DEVAM ETMİYOR

PARMAK İZİ OKUYUCUSU ARIZALI

BİLETİNİZİ GÖSTERİNİZ

KUZEY MERKEZ POZİTRONİK SABRINIZ İÇİN MİNNETTAR

Tabela Susannah'yı gerisindeki istasyon platformunda gördüğü iki nesne kadar ilgilendirmemişti: biri, sadece başı ve sallanan tek kolu kalana dek çürümüş bir oyuncak bebekti; diğeriyse sırıtan bir maske. Maske Çelikten yapılmış gibi görünmesine rağmen büyük bir bölümü et gibi çürümüştü. Sırıtan ağızdan fırlayan dişler sipsivriydi. Gözleri camdandı. Susannah gözlerin yine Kuzey Merkez Pozitronik yapımı mercekler olduğundan emindi. Maskenin etrafında birkaç parça yeşil kumaş kalıntıSl vardı. Şüphesiz maskeyi bir zamanlar çevreleyen kukuletadan geri kalan, lardı. Susannah oyuncak bebekten ve maskeden geri kalanlar arasındaki ilişkiyi hemen tahmin etti; Detta'nm da sıkça söylemekten hoşlandığı giy (özellikle de otobanlar üzerinde görülen otoparklardaki azgın oğlanlara) annesi bir aptal yetiştirmemişti.

"Onları buraya getiriyorlardı," dedi. "Kurtlar Calla Bryn Sturgis'den çaldığı ikizleri buraya getiriyordu. Burası onlar üzerinde -ne?- işlem yap. tıkları yer."

"Sadece Calla Bryn Sturgis'den değil," dedi, Mia umursamazca. "Ama evet. Ve bebekler buraya getirildikten sonra oraya götürülüyordu. Senin de tanıyacağından emin olduğum yere."

Fedic'in tek caddesinin ötesinde, yukarıda bir yeri gösterdi. Şatonun surları kasabanın ucunda aniden sona ermeden önceki son bina, duvarları kirli, dalgalı metalden oluşan, kıvrımlı çatısı paslı uzun bir Quonset kulübeydi. Susannah'nın görebildiği tarafta sıralanmış pencereler tahtalarla kapatılmıştı. Aynı tarafta çelik bir parmaklık uzanıyordu. Hepsi gri olan yaklaşık yetmiş at, buraya bağlanmıştı. Bazıları bacakları havaya dikilecek şekilde yere devrilmiş, kıpırtısızca yatıyordu. Birkaçı başlarını kadın seslerinin geldiği yöne çevirdi ve o pozisyonda donup kaldı. Atlarla hiç bağdaşmayacak bir davranıştı ama elbette bunlar gerçek at değildi. Robot, biyonik veya Roland'ın kullandığı terimlerden herhangi biri oldukları aşikârdı. Çoğu bozulmuş veya enerjisi tükenmiş gibi görünüyordu.

Binanın önündeki paslı tabelada şöyle yazıyordu:

KUZEY MERKEZ POZİTRONİK LTD.

Fedic Karargâhı 16. Kavis Deney İstasyonu

Maksimum Güvenlik

SÖZLÜ GİRİŞ KODU GEREKLİ

GÖZ İZİ GEREKLİ

"Bir başka Doğan, değil mi?" diye sordu, Susannah.

"Şey, hem evet, hem hayır," dedi, Mia. "Burası aslında bütün Dogan-lar'ın Dogan'ı."

"Kurtlar'ın çocukları getirdiği yer."

"Evet ve yine getirecekler," dedi, Mia. "Çünkü Silahşor dostunun sebep olduğu ufak rahatsızlık kralı uzun süreliğine durduramayacak. Bundan kesinlikle eminim."

Susannah, ona içten bir merakla baktı. "Böyle acımasızca konuşurken nasıl bu denli sakin olabiliyorsun?" diye sordu. "Çocukları buraya getirip kafalarını... balkabağı gibi oyuyorlar. Kimseye zararı dokunmamış masum çocukları! Geriye acılar içinde irileşen ve yine ıstırapla ölen boş beyinli geri zekâlılar gönderiyorlar. Kaçırılan ve kollarını sana doğru uzatıp feryat eden senin çocuğun olsaydı bu kadar soğukkanlı olur muydun, Mia?"

Mia kızardı ama gözlerini onunkilerden kaçırmadı. "Herkes ka'nm çizdiği yolda yürümek zorunda, New York'lu Susannah. Benim yolum bebemi doğurup büyütmek ve bu şekilde dinh'min görevini sonlandırmak. Ve hayatını."

"Herkesin ka'mn onlar için çizdiği yolun ne olduğunu bilmesi ne hoş," dedi, Susannah. "Sence de öyle değil mi?"

"Sanırım korktuğun için benimle alay etmeye çalışıyorsun," dedi, Mia ifadesizce. "Seni böylesi memnun edecekse durma, devam et." Kolla-nnı iki yana açtı ve eğilip kocaman karnı üzerinden alayla selam verdi.

Üzerinde KADİN GİYİM VE ŞAPKALAR yazan bir dükkânın önünde, Fedic Dogan'ınm karşısında durdular. Günü tüketeceksin, burada bulunuşunun bir sebebinin de bu olduğunu unutma, diye düşündü, Susannah. Zaman geçir. Paylaştığınız tuhaf bedeni o bölmede mümkün olduğunca uzun süre tut.

"Alay etmiyorum," dedi, Susannah. "Sadece kendini o annelerin yerine koymanı istiyorum."

Mia başını iki yana öfkeyle sallayınca mürekkep karası saçları omuz larını süpürerek havalandı. "Kaderlerini ben çizmedim, hanım. Kendi, minkini de. Bu yüzden gözyaşı dökmeyeceğim, teşekkürler. Hikâyen^ dinleyecek misin dinlemeyecek misin?"

"Evet, lütfen."

"O halde oturalım zira bacaklarım çok yoruldu."
ON

Geldikleri yöne doğru ilerleyip birkaç dükkânı geçtikten sonra Gin-Puppie Meyhanesi'nde hâlâ ağırlıklarını taşıyabilecek kadar sağlam görünen sandalyeler buldular, ama tozla karışık ölüm kokan meyhane iki kadının da hoşuna gitmemişti. Sandalyeleri tahta kaldırıma çıkardılar ve Mia oturup rahatlayarak iç çekti.


Yüklə 1,46 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   30




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin