Stephen King Kara Kule Cilt7 Kule



Yüklə 2,92 Mb.
səhifə13/62
tarix03.12.2017
ölçüsü2,92 Mb.
#33720
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   62

(YE)

ve

(DOLAŞ)



ve

(YAĞMALA)

ve

(ÖLDÜR)


idi.

Bunları gerçekleştirmenin çekici yolları dan-tete'in gelişmemiş bilincinde, dünyanın en iç karartıcı havasında oradan oraya süratle, pervasızca giden kocaman ışıkları olan makineler gibi dolaşıyordu. Bu şekilde düşünmek -insan yarısını devre dışı bırakmak- son derece çekiciydi ama neredeyse hiç savunmasının olmadığı o sırada bunu yapmak sonunu getirebilirdi.

Ve neredeyse getirmişti. Sağ kolunu kaldırıp -çıplak, pembe, pürüzsüz- sağ kalçasına baktı. Kahverengi kaltağın onu vurduğu yer orasıydı. Mordred o zamandan beri hatırı sayılır derecede büyümüş, boyu ve ağırlığı ikiye katlanmış olmasına rağmen yara kapanmamıştı. Açık yaradan lean ve pis kokulu, koyu sarı bir sıvı sızıyordu. İnsan bedenindeki bu yaranın hiçbir zaman iyileşmeyeceğini düşündü. Diğer bedeninde kaltağın kurşunuyla kopan bacağının yerine yenisinin asla çıkmayacağı gibi. Ve tam o sırada sendelemeseydi -ka: evet, bundan hiç şüphesi yoktu- kurşun bacağı yerine başına isabet edecek ve oyun o an sona erecekti çünkü...

Sert, çıtırtılı bir vızıltı oldu. Ana girişin diğer tarafını gösteren monitöre döndü ve hizmetçi robotun elinde bir çuvalla durmakta olduğunu gördü. Çuvalın içinde bir şey kıpırdıyordu ve monitör sırasının önünde oturmakta olan siyah saçlı, altı idareten bağlanmış bebeğin salyaları anında akmaya başladı. Tombul ellerinden birini uzatıp bir dizi düğmeye bastı. Güvenlik odasının kavisli dış kapısı kayarak açıldı ve Nigel hava geçirmez kabin olarak tasarlanmış giriş bölümüne adımını attı. Mordred hemen iç kapıyı açan şifre olan 2-5-4-1-3-1-2-1'i tuşlamak üzere düğmelere uzandı ama hareket kontrolüne hâlâ hâkim değildi. Bir başka sert vızıltı oldu ve onu sinir eden kadın sesi (sinir ediyordu çünkü kahverengi fahişenin sesine çok benziyordu) duyuldu: "BU KAPI İÇİN YANLIŞ GÜVENLİK KODU GİRDİNİZ. ON SANİYE İÇİNDE BİR KEZ DAHA DENEYEBİLİRSİNİZ. ON... DOKUZ..."

Mordred konuşabilseydi def ol, derdi ama konuşma yetisine henüz sahip değildi. Tek yapabildiği, duyabilse Mia'nın göğsünü gururla kabartıp kadını mest edecek anlaşılmaz bebek sesleri çıkarmaktı. Düğmelerle uğraşmayı bıraktı; o çuvaldaki şeyi çok istiyordu. Sıçanlar (sıçan olduklarını varsayıyordu) bu kez canlıydı. Canlı. Kanları hâlâ damarlarında akıyordu.

Mordred gözlerini kapatıp konsantre oldu. Susannah'nın ilk değişicinin hemen öncesinde gördüğü kırmızı ışık derisinin altından, başından topuğuna dek bir kez daha ilerledi. Bebeğin yarasının olduğu bölgeden geçerken kan ve sarı irinin sızması bir anlığına şiddetlendi ve Mordred öfkeyle kısa bir çığlık attı. Eli kalçasına uzandı ve kendini rahatlatmak için yaptığı düşüncesizce hareket, tüm karnına kan bulaşmasına neden oldu. Bir an için siyahlığın yükselip pembe etin yerini alması hissi kendini gösterdi. Ancak bu kez değişim gerçekleşmedi. Bebek soluk soluğa sandalyede arkasına yaslandı. Minik penisinden sızan idrar damlası bacaklarının arasındaki havluyu ıslattı. Bebeğin bir köpek gibi solur halde kaykı-larak oturmakta olduğu sandalyenin önündeki kontrol panelinin altından boğuk bir ses duyuldu.

Odanın diğer ucundaki, üzerinde ANA GİRİŞ yazan kapı kayarak açıldı. Nigel sert adımlarla içeri girdi. Paslanmaz çelikten kafasını artık hiç durmadan sağa sola çeviriyor, belki bir düzine farklı dilde sayı sayıyordu.

"Efendim, artık gerçekten devam edemeye..." Mordred bir bebeğin neşeli agu-gugu seslerini çıkararak kollarını çuvala doğru uzattı. Gönderdiği zihinsel mesaj soğuk ve netti: Kes sesini. Bana ihtiyacım olanı ver.

Nigel çuvalı bebeğin kucağına bıraktı. Çuvalın içinden neredeyse insan sesine benzeyen bir çığlık yükseldi ve Mordred kıpırtıların kaynağının tek bir yaratık olduğunu anladı. Bir sıçan değildi o halde! Daha iri bir şey! Daha iri ve daha kanlı!

Çuvalı açıp içine eğildi. Altın halkalı bir çift göz ona yalvarırcasına baktı. Mordred bir an için yaratığın geceleri uçan, adını bilmediği huu-huu kuşu olduğunu sandı ama sonra hayvanın kürkünü gördü. Or-ta-Dünya'nın pek çok bölgesinde Hantal Billy olarak bilinen bir throcken idi ve sütten daha yeni kesilmiş gibi görünüyordu.

Sakin ol, sakin ol, diye düşündü hayvana ağzı sulanırken. Aynı gemideyiz, küçük dostum... ikimiz de bu acımasız dünyada annesiz kalmışız. Kıpırdama da seni rahatlatayım.

Böyle genç ve basit bir yaratıkla uğraşmak makinelerle uğraşmaktan pek de farklı değildi. Mordred hayvanın zihnine girdi ve zayıf iradesinin kontrol merkezini buldu. Düşünceden yapılmış bir elle uzanıp merkezi kavradı. Yaratığın çekingen, umutlu düşüncelerini bir anlığına duydu

(canımı yakma, lütfen canımı yakma; lütfen canımı bağışla; yaşayıp biraz oynamak, eğlenmek istiyorum; lütfen canımı yakma, canımı yakma, lütfen beni öldürme)

ve cevap verdi:

Her şey yolunda, korkma dostum, her şey yolunda.

Çuvaldaki Hantal Billy (Nigel, otomatik bir kapının kapanmasıyla annesinden ve kardeşlerinden ayrı kalmış yavruyu garajda bulmuştu) rahatladı. Tam olarak inanmıyor ama inanmayı umuyordu.


6

Nigel'ın konutunda ışıkların şiddeti azaltılmıştı. Oy inlemeye başlayınca Jake hemen uyandı. Diğerleri o an için uyumaya devam etti. Ne oldu, Oy?

Hantal Billy cevap vermeyerek inlemeye devam etti. Altın halkalı gözleri, korkunç bir şey görüyormuşçasına odanın loş köşesine doğru bakmaya devam ediyordu. Jake sabahın ilk saatlerinde korkunç bir kâbustan uyanıp aynı şekilde yatak odasının köşesine baktığını hatırladı. Frankenstein veya Dracula veya

(Tyrannasorbet Wrecks)

ya da Tanrı bilir hangi öcüyü gördüğü kâbuslardan. Oy'un da kâbus görüyor olabileceğini düşünerek zihnine dokunmaya çalıştı. Önce hiçbir §ey göremedi, ardından bulanık bir görüntü belirdi.

(gözler karanlığın içinden bakan gözler)

Hantal Billy'yi bir çuvalın içinde görüyordu.

Arkadaşına sarılarak, "Şşş," diye fısıldadı Oy'un kulağına. "Diğerleri-111 uyandırma sakın, uykuya ihtiyaçları var."

"Var," dedi Oy alçak sesle.

"Kötü bir rüya gördün, o kadar," diye fısıldadı Jake. "Bazen benim de gördüğüm olur. Gerçek değiller. Kimse seni bir çuvala sokmadı. Uyu haydi."

"Yu." Oy başını patilerinin üzerine koydu. "Oy siz ol."

Evet, diye düşündü Jake. Oy sessiz ol.

Hâlâ endişeli görünen altın halkalı gözler bir süre daha açık kaldı. Sonra Jake'e göz kırptı ve tekrar uykuya daldı. Yalanlarda bir yerde, kendi cinsinden bir başkası öldü... ama ölüm bu dünyanın işiydi; çetin bir dünyaydı ve daima öyle olagelmişti.

Oy rüyasında Jake ile kocaman, turuncu Çerçi Ay'ın altında olduğunu gördü. Uyumakta olan Jake dokunuş aracılığıyla bu rüyayı aldı ve Yaşlı Ucuz Gezgin Adamın Ayı'nı birlikte görmeye devam ettiler.

Kim öldü, Oy? diye sordu Jake, göz kırpan bilmiş Çerçi'nin altında.

Oy, dedi arkadaşı. Delah. Çok.

Oy, Yaşlı Ucuz Gezgin Adam'ın turuncu ışığı altında sessiz kaldı. Rüyanın içinde bir başka rüya bulup Jake dostuyla birlikte oraya da gitti. Bu rüya daha iyiydi. İkisi parlak gün ışığı altında oynuyordu. Yanlarına başka bir Hantal Billy geldi; üzgün görünüyordu. Onlarla konuşmaya çalıştı ama söylediklerini ne Jake, ne de Oy anlayabildi, çünkü İngilizce konuşuyordu.
7

Mordred, Hantal Billy'yi kaldırabilecek kadar güçlü değildi ve Nigel ya yardım edemiyor ya da etmek istemiyordu. Robot Kontrol Merke-zi'nin giriş kapısının önünde duruyor, başını sertçe iki yana sallıyor, sayı sayıyor ve giderek daha da artan metalik gürültüler çıkarıyordu. Paslanmaz çelikten bedeninin içinden yanık kokusu yayılmaya başlamıştı.

Mordred çuvalı baş aşağı çevirmeyi başardı ve yaklaşık altı aylık olan Hantal Billy kucağına düştü. Gözleri yarı açıktı, ama bakışları sabit ve donuktu.

Mordred başını geri attı ve kaşlarını çatarak konsantre oldu. Kızıl ışık bedeni boyunca ilerledi ve saçları dikilir gibi oldu. Ama daha başlamamadan bağlı oldukları bebek bedeni yok oldu. Yerini örümcek aldı. yedi bacağından dördüyle Hantal Billy'yi kavradı ve hayvanı aç ağzına yaklaştırdı. Yirmi saniyede Hantal Billy'yi emerek tamamen kuruttu. Sonra hayvanın yumuşak karnını yardı, cesedini havaya kaldırdı ve dökülen iç organlarını iştahla yedi: enerji veren lezzetli et topakları. Memnuniyet dolu sesler çıkararak hayvanın içindeki tüm yumuşak dokuyu yedi, omurgasını kırıp iliğini emdi. Enerjinin büyük bölümü kandaydı -Büyükbabaların da çok iyi bildiği gibi enerji daima kanda olurdu- ama ette de kuvvet vardı. Bir insan bebek olarak (Roland, Gilead'da söylenen eski sevgi terimini kullanmış, bah-bo demişti) et ve kanla beslenemezdi. Muhtemelen boğulur kalırdı. Ama bir örümcek iken...

İşini bitirdi ve Hantal Billy'den geri kalanları, daha önce sıçanlara yaptığı gibi yere attı. Sadık hizmetkâr Nigel onları yerden alıp atmıştı. Bu seferkini atmayacaktı. Mordred defalarca Nigel, sana ihtiyacım var! diye zihinsel mesaj göndermişti ama robot sessizce ayakta duruyordu. Etrafa yaydığı yanık plastik kokusu tavandaki havalandırma pervanelerini harekete geçirecek kadar şiddetlenmişti. DNK 45932, gözsüz suratı sola dönük halde ayakta duruyordu. Sanki önemli bir soru sormak üzereyken ölmüştü. Hayatın anlamı nedir? diye soracaktı belki. Ya da Bayan Murphy'nin balıklı sebze çorbasının içine bu çorapları kim koydu? Sonuç olarak, artık sıçan veya Hantal Billy yakalama günleri sona ermişti.

Mordred o an için enerji doluydu -yemeği taze ve muhteşemdi- ama fazla uzun sürmeyecekti. Örümcek bedeninde kalırsa gücü daha da çabuk tükenecekti. Bununla birlikte bebek bedenine geri dönerse oturmakta olduğu sandalyeden bile inemeyecek veya değiştiği sırada üzerinden kayıp düşen çocuk bezini tekrar bağlayamayacaktı. Ama bebek bedenine dönmeye mecburdu zira örümcekken doğru düzgün düşünemiyordu. Tümdengelim mantığı ise acı bir şaka gibiydi.

Örümceğin sırtındaki beyaz çıkıntı insan gözlerini kapadı ve kara bedeni bir anlığına kıpkızıl ışıldadı. Bacakları bedenine doğru bükülüp yok oldu. Altındaki bedenin rengi açılıp insan şekline bürünürken sırtındaki beyaz çıkıntı irileşip bir bebek kafasına dönüştü ve yüzünün ayrıntıları belirginleşti; çocuğun mavi gözleri -silahşor gözleri- parladı. Hantal Billy'nin kanı ve eti sayesinde hâlâ enerji doluydu, değişim hızla sonlanır-ken içindeki gücü hissedebiliyordu ama moral bozacak kadar büyük bir miktarı (bir bardak biranın üzerindeki köpük gibi) daha şimdiden tükenmişti. Ve bunun tek sebebi şekil değiştirmesi değildi. Çok büyük bir hızla büyüyordu. Bu kadar süratli büyümek sık aralıklarla beslenmeyi gerektiriyordu ama 16. Kavis Deney İstasyonu'nda beslenecek neredeyse hiçbir şey yoktu. İstasyonun ötesindeki Fedic'te de öyle. Konserve yiyecekler, alüminyum folyolar içinde hazır yemekler ve bolca enerji içeceği vardı, ama bunlardan hiçbiri onu istediği gibi besleyemezdi. Taze ete ve daha da önemlisi, kana ihtiyacı vardı. Ve hayvan kanı çığ gibi ilerleyen büyümesine bir yere kadar destek oluyordu. Çok yakında insan kanına gereksinim duyacak, bulamadığı takdirde büyümesi önce yavaşlayacak, ardından duracaktı. Açlığın sancısı kendini gösterecek ama o sancı, onları ekranlarda izlerken hissettiği zihinsel ve ruhsal acının yanında hiç kalacaktı. Onları hâlâ yaşarken, tekrar bir araya gelmişken, bir amaç uğruna kader birliği etmişken görmek acıların en büyüğüydü. Ve onu görmek. Gilead'h Roland'ı.

Bildiklerini nasıl bildiğini merak etti. Bilgileri annesinden mi almıştı? Bir kısmını evet, zira Mia'nın milyonlarca düşüncesini ve duygusunu hissetmiş (büyük bölümü Susannah'dan çekilip alınmıştı) onu yer, kanını içerken hepsini özümsemişti. Ama Büyükbabalarda da aynı şeyin söz konusu olduğunu nereden biliyordu? Örneğin Alman bir vampirin Fransız kurbanını öldürmesinden sonra bir hafta, belki on gün boyunca anadili gibi Fransızca konuşabileceğini, ardından kurbanın anıları gibi bu yeteneğin de azalıp yok olacağını biliyordu. Peki bunu nasıl biliyordu? Fark eder miydi?

Uyumalarını izledi. Çocuk Jake kısa süreliğine uyanmıştı. Mordred daha önce yemek yemelerini, dört aptal ve Hantal Billy'nin -kanla dolu- oerjiyle dolu- bir daire şeklinde oturup karınlarını doyurmalarını izle-jcti. Daima daire şeklinde otururlardı. Yolculuk sırasında beş dakikalığa dinlenmek için durmuş bile olsalar farkına varmadan daire şeklinde otururlar, dünyayı o çemberin dışında bırakırlardı. Mordred'in bir çem-kerj yoktu. Henüz yeni olmasına rağmen kendi ka 'sının dışarısı olduğunu niamıştı. Kış rüzgârlarının ka 'sının pusulanın sadece bir yarısında esmek olduğu gibi: kuzeyden doğuya, sonra tekrar kuzeye. Kendi ka'sım kabul ediyordu- Yine de onlara dışlanmış birinin gücenikliğiyle, canlarını yakacağını ve duyacağı tatminin acı olacağını bilerek bakıyordu. O iki dünyadandı, Prim ve Am'in, gadosh ve godosh'un, Gan ve Gilead'm önceden söylenmiş birleşimindendi. Bir açıdan İsa gibiydi, ama bir anlamda olduğu varsayılan cennette gerçek babası bulunan ve bir de yeryüzünde üvey babası olan koyun çobanı tanrısından daha saftı.

Öte yandan Mordred Deschain'in iki gerçek babası vardı. Biri, karşısındaki ekranda görebildiği odada uyuyordu.

Yaşlısın, baba, diye düşündü. Bu düşünce ona zevk veriyor, bir yandan da kendisini küçük ve... şey, ağının ortasına konuşlanıp avına bakan bir örümcek gibi acımasız hissettiriyordu. Mordred ikizdi ve Eld soyundan gelen Roland ölene ve ka-tet'i dağılana dek de öyle kalacaktı. Ya Ro-knd'a gitmesini ve ona baba demesini isteyen o özlem dolu sese ne demeliydi? Eddie, Jake ve Susannah'ya kardeşlerim demesini? Bu ses, avanak annesine aitti. Daha tek bir söz bile edemeden onu öldürürlerdi (bebek seslerinden kurtulup konuşabilme safhasına ulaşacağı varsayılırsa elbette). Yumurtalıklarını kesip piçin hayvanına yedirirlerdi. Hadım ettikleri cesedini gömerler, yattığı yere sıçarlar ve yollarına devam ederlerdi.

Sonunda yaşlandın, baba, artık topallayarak yürüyorsun ve günün sonunda kalçanı çok hafifçe de olsa titreyen elinle ovduğunu görüyorum.

Size uyarsa bakın. Narin teninden kan süzülen bir bebek oturmakta. kssiz, tüyler ürpertici gözyaşları döken bir bebek. Hem çok fazla şey bilen, »em de neredeyse hiçbir şey bilmeyen bir bebek burada oturmakta; parlarımızı ağzından uzak tutmamız gerekse de (çünkü bu bebek ısırır; bir nısah yavrusu gibi ısırır) ona bir nebze acıyabiliriz. Ka bir trense -ve öyle, *• aklı başında, belki de delirmiş olan, kocaman, hızla ilerleyen bir Mono- bu kötü küçük şekil değiştirici o trendeki en kırılgan rehine. Küçük Neuf gibi raylara değil, trenin önündeki ışığa bağlanmış bir rehine.

Kendine iki babası olduğunu söyleyebilir ve bunun içinde gerçek pa. yi bulunabilir ama yanında ne annesi var, ne de babası. Annesini diri dirj yedi, evet, özsuyunu emip kuruttu, ilk öğünü annesi oldu ama başka seçe. neği var mıydı? Hâlâ ayakta duran Kara Kule'den kaynaklanan son muci-ze o, makul ve mantık dışının, doğalın ve doğaüstünün yaralı evliliği ama yine de yapayalnız ve aç. Kader evrenler silsilesine hükmetmesine (ya da hepsini yok etmesine) niyetlenmiş olabilir, ama şimdiye kadar artık yolun sonundaki açıklığa varmış olan eski bir hizmetçi robot dışında hiçbir şey üzerinde hâkimiyet kuramadı.

Uyumakta olan Silahşor'a sevgi ve nefretle, tiksinti ve özlemle bakıyor. Ama ya yanlarına gider ve öldürülmezse? Ya onu aralarına alırlarsa? Evet, aptalca bir fikir ama diyelim ki oldu. O zaman bile Roland'm altında olduğunu, Roland'm dinh'i olduğunu kabul etmek zorunda kalacak ve bunu asla yapmaz, asla, asla, hayır, asla yapmaz.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM PARLAK TEL


1

"Onları izliyorsun," dedi yumuşak, içinde kahkaha barındıran ses. Sonra Roland'm çocukluğunun erken dönemlerinden çok iyi hatırlayabileceği saçma sapan bir tekerlemeyi söyledi: '"Akar kokar burnunu sokar! Öyle mi dersin! Evet öyle derim! O benim sinsi, meraklı, sevgili bah-bo'mV Uykuya dalmadan önce gördüklerin hoşuna gitti mi? Yok olan dünyadan geride kalanlarla birlikte ilerlemelerini seyrettin mi?"

Hizmetkâr robot Nigel'ın son görevini yapmasının üzerinden belki on saat geçmişti. Aslında derin bir uykuda olan Mordred başını yabancının sesine doğru çevirdiğinde yüzünde ne mahmurluk, ne şaşkınlık vardı. Üzerine bir kot pantolon ve kapüşonlu parka giymiş bir adam, Kontrol Merkezi 'nin gri zemini üzerinde duruyordu. Çıkınını -yıpranmış bir sırt Çantasından başka bir şeyi yoktu- ayaklarının dibine bırakmıştı. Yanakları kızarmıştı, yüzü yakışıklı, gözleri çakmak çakmaktı. Elinde bir otomatik tabanca vardı ve Mordred Deschain silahın karanlık namlusuna bakarken ''ahiyatları insan kanıyla sulandığında tanrıların bile öldürülebileceğini 'kinci kez fark etti. Ama korkmuyordu. Bu adamdan değil. Nigel'ın konutunu gösteren monitörlere baktı ve yabancının söylediğinin doğru olduğunu gördü: boştu.

Yerden bitivermişe benzeyen gülümseyen yabancı, tabancayı tutmayan elini parkasının kapüşonuna doğru kaldırarak hafifçe geri itti. Mor tired, bir anlığına metal parlaklığı gördü. Kapüşonun içi bir tür örgü telle kaplıydı.

"Buna 'düşünce-kepi' diyorum," dedi yabancı. "Senin geriye çekilmiş düşüncelerini okuyamıyorum ama sen de benim kafamın içine giremezsin ve bu da..."

(hatırı sayılır bir avantaj, sence de öyle değil mi?)

"...hatırı sayılır bir avantaj, sence de öyle değil mi?"

Parkanın üzerinde iki yama vardı. Birinin üzerinde ABD Ordusu yazıyordu ve bir de kuş resmi vardı -huu-huu kuşu değil, kartal- kuşu. Diğerinin üzerindeyse bir isim vardı: RANDALL FLAGG. Mordred kolayca okuyabildiğini fark etti ve hiç şaşırmadı.

"Eğer babana biraz olsun çekmişsen -Kızıl olana yani- zihinsel güçlerin basit iletişim seviyesinin çok üzerinde olmalı." Parkalı adam kıkırdadı. Mordred'in korktuğunu fark etmesini istemiyordu. Belki kendisini kork-madığına, oraya özgür iradesiyle geldiğine ikna etmişti. Belki gerçekten de öyleydi. Mordred için fark etmiyordu. Beyninde sıcak çorba gibi dolaşan planları da onu hiç ilgilendirmiyordu. Adam 'düşünce-kepi'nin tüm düşüncelerini gizlediğine gerçekten inanıyor muydu? Mordred derinlere yönelerek araştırdı ve cevabın evet olduğunu gördü. Ne hoştu.

"Korunmanın daima sağduyulu bir yaklaşım olduğuna inanırım. Sağduyu en akıllıca yoldur, Farson'un düşüşünden ve Gilead'ın ölümünden başka nasıl kurtulabilirdim? Kafamın içine girip beni yüksek bir binanın tepesinden atlatmanı istemem. Gerçi neden öyle bir şey yapasm? Bana veya herhangi birine ihtiyacın var, çünkü boklu kıçına bezini bile bağlaya-mayan minik bir bah-bo'sunl"

Yabancı -aslında yabancı değildi- güldü. Mordred sandalyede oturarak onu izliyordu. Bebeğin yanağında pembe bir leke vardı, çünkü başın1 minik eline dayayarak uyumuştu.

"Sanırım ben konuşur, sen de başını evet veya hayır anlamında sallarsan gayet iyi iletişim kurabiliriz," dedi yeni gelen. "Anlamazsan da sandalyeye vur. Çok basit! Tamam mı?"

Mordred başını salladı. Çocuğun hiç kırpmadığı mavi gözleri yeni 2eieni huzursuz ediyordu -tresnhuzmsuz- ama belli etmemeye çalıştı. Oraya gelmenin iyi bir fikir olup olmadığını bir kez daha düşündü, ama Mia'y1 Ç0'4 uzun zamandır takip ediyordu ve bunun için gelmeyecekti de ne için gelecekti? Tamam, tehlikeli bir oyun oynuyordu, ama Kule devrilmeden önce Kule'nin dibindeki kapının kilidini açabilecek sadece iki yaratık vardı... ve Kule yakında yıkılacaktı, çünkü yazarın dünyası üzerindeki günleri sayılıydı ve Kule'nin son kitaplarını -üç adet- henüz yazmamıştı. Anahtar-Dünya'da yazılmış son kitapta Roland'ın ka-tefi sai Randall Flagg'i eyaletler arası bir otobandaki hayal-sarayından, Eddie, Susannah ve Jake'e Ulu ve Korkunç Oz'un Şatosu (Yeşil Kral Oz, size yarasın) gibi görünen saraydan kovmuştu. Aslında o kötü kalpli şarlatan Walter O'dim'i neredeyse öldüreceklerdi ki şüphesiz bu pek çokları için mutlu bir son olurdu. Ama Stephen King, Büyücü ve Cam Küre'nin belirli bir bölümünden sonra Roland ve Kara Kule üzerine tek bir kelime bile yazmamıştı ve Walter için asıl mutlu son buydu. Calla Bryn Sturgis'teki insanlar, deforme çocuklar, Mia ve Mia'nın bebeği hâlâ yazarın bilinçaltında şekil kazanmamış halde uyuyordu; bulunmamış bir kapının ardında kalmış nefessiz yaratıklardı. Ve Walter artık salıverilmeleri için çok geç olduğunu düşünüyordu. King kariyeri boyunca fazlasıyla süratli olmasına rağmen -kendini pespaye bir şipşak ressama, kafiyesiz bir Algernon Swin-burne'e çevirmiş gerçekten yetenekli bir yazardı, sizi hoşnut etsin- gece gündüz yazsa bile kalan zamanında hikâyenin gerisinin ilk yüz sayfasını b'le tamamlayamazdı.

Artık çok geçti.

Walter'm da çok iyi bildiği gibi bir seçim günü olmuştu: Le Casse Roi '««se'deydi ve Yaşlı Kızıl Şey'in hâlâ sahip olduğu (gerçi muhtemelen

Fransızca, "çok".

şimdi şatonun bir köşesinde unutulmuştu) cam kürede görmüştü. Kin» 1997'de Kurtlar'ın, ikizlerin ve Oriza adındaki uçan tabakların hikâyesini biliyordu. Ama iş yazarın gözünde çok büyümüştü. Onun yerine gevşekçe bağlanmış hikâyelerden oluşan Maça Kızı adlı kitapta karar kılmıştı ve içinde bulundukları anda, Turtleback Yolu'ndaki evinde (ve orada tek bir gaipten-gelen bile görmemişti) kalan süresini barış, sevgi ve Vietnam üzerine yazmakla tüketiyordu. King'in son kitabı olacak romanda bir karakterin Kara Kule'nin tarihinde oynayacak bir rolünün olduğu doğruydu ama o karakter -güçlü bir beyne sahip yaşlı bir adam- fark yaratabilecek replikleri söyleme fırsatını hiçbir zaman bulamayacaktı. Ne harika.

Önemli olan tek dünyada, zamanın asla geri dönmediği ve ikinci şansların verilmediği (doğru diyorum) dünyada 12 Haziran 1999 günü yaşanıyordu. Yazarın iki yüz saatten az bir vakti kalmıştı.

Walter o'Dim, Kara Kule'ye ulaşmak için o kadar uzun zamanı olmadığını biliyordu çünkü zaman (malum bir örümceğin metabolizması gibi) o tarafta daha hızlı ve sıcak akıyordu. Beş gün civarı denebilirdi. En fazla beş buçuk. Çıkınında Mordred Deschain'in doğum lekeli, kesilmiş bacağıyla Kule'ye varmak için bu kadar süresi vardı... en alttaki kapıyı açıp o mırıldanan merdivenleri tırmanmak için... hapis Kızıl Kral'ın katından geçmek için...

Bir araç bulabilirse... ya da doğru kapıyı... Her Şeyin Tanrısı olmak için geç miydi? Belki değildi. Ayrıca denemekten ne çıkardı? Walter o'Dim yüzlerce isim altında çok uzun süre dolaşmış ama en büyük hedefi daima Kule olmuştu. Roland gibi o da tepesine tırmanmak ve en üstteki odada ne olduğunu görmek istiyordu. Bir şey varsa elbette. İşine geldiğinde sigııl'larım takmış olmasına karşın Kule'nin sarsılmaya başlamasından sonraki kargaşa dolu yıllarda ortaya çıkan hiçbir inanca, mezhebe, kliğe veya benzer oluşuma dahil olmamıştı. Kızı' Kral'ın hizmetine, medeniyetin son kalesi Gilead'ı kan ve katliamla yerle bir eden İyi Adam John Farson'ın hizmetine olduğu gibi sonradan gitmisti. Walter uzun ve güya-fani hayatının o yıllarında payına düşen cinayetleri işlemişti. O sıralar Roland'ın son ka-tet'i olduğuna inandığı fa-tefin Jericho Tepesi'ndeki sonuna şahit olmuştu. Şahit olmak mı? Tüm tanrılar ve balıklar adına bu fazla mütevazı olmuştu! Rudin Filaro adı altında, suratı maviye boyanmış halde haykırarak diğer kokuşmuş barbarlarla beraber saldırmış ve gözüne fırlattığı okla Cuthbert Allgo-0d'u bizzat öldürmüştü. Ama tüm bunlar olurken gözünü Kule'den hiç ayırmamıştı. Belki de kahrolası Silahşor -o gün güneş batarken geride kalan tek silahşor, Gilead'lı Roland'dı- cesetlerle dolu bir arabaya saklanıp eündoğumunda, hepsi birden tutuşturulmadan hemen önce arabadan ayrılarak kaçmayı bu sayede başarmıştı.

Roland'ı yıllar önce, Mejis'te görmüş ve orada da elinden kıl payı kaçırmıştı (ama bunun suçu büyük ölçüde titrek sesli, uzun gri saçlı Eld-red Jonas'daydı ve Jonas bedelini ödemişti). Kral o zaman ona, Roland ile işlerinin henüz bitmediğini, Silahşor'un her şeyin sonunu başlatacağını ve sonunda kurtarmaya çalıştığının yerle bir olmasını sağlayacağını söylemişti. Walter buna bir gün etrafına bakıp çöküş yılları boyunca yaşlanmış, malum bir Silahşor'un kendisini takip ettiğini gördüğü Mohaine Çölü'ne gelene dek inanmaya başlamamış, Kızıl Kral'ın oğlunu doğurarak çok eski ve vahim bir kehaneti gerçekleştiren Mia'nın tekrar ortaya çıkmasına kadar da tam olarak inanmamıştı. Yaşlı Kızıl Şey'in artık işine yaramayacağı açıktı ama tutsak ve deliyken bile tehlikeliydi.

Yine de Walter o'Dim Roland, onu tamamlayana -belki kendi kaderinden daha büyük kılana- dek eski günlerden kalan basit bir gezginden biraz fazlası, yerle bir olmadan önce Kule'ye girmeye dair belli belirsiz bir tutkusu olan paralı bir askerdi. Onu Kızıl Kral'a getiren de bu değil miydi zaten? Evet. Ve büyük örümcek-kralın aklını kaçırması onun kabahati değildi.


Yüklə 2,92 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   62




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin