Stephen King Kara Kule Cilt7 Kule



Yüklə 2,92 Mb.
səhifə16/62
tarix03.12.2017
ölçüsü2,92 Mb.
#33720
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   62

Ve elbette daha karanlıktı.

Raylar (bazılarının üzerinde sonsuza dek hareketsiz kalmaya mahkum vagonlar duruyordu) çelik bir örümcek ağının lifleri gibi uzanıyordu. lepelerindeki koyu gri gökyüzü neredeyse dokunabilecekleri kadar alçal-mı§ görünüyordu. Gökyüzü ve toprak arasındaki hava bir şekilde yoğun-">' havada sis veya pus olmamasına rağmen Susannah görebilmek için gözlerini kısmak zorunda kalıyordu.

"Dinky," dedi beyaz saçlı adam.

"Evet, Ted."

"Arkadaşımız Sansar'a bulması için ne bıraktın?"

"Bir bakım robotu," diye cevap verdi Dinky. "Fedic kapısından bir şekilde girmiş, alarmı çalıştırmış ve manevra alanının sonundaki rayların üzerinde kızarmış gibi görünecek. Pek çoğu hâlâ sıcak. Etraflarında hep kızarmış kuşlar oluyor ama iri bir ekin kargası bile alarmı harekete geçi. remeyecek kadar ufak kalıyor. Ama bir robot... yutacağından eminim. Sansar aptal değildir ama oldukça inandırıcı görünecek."

"Güzel. Çok güzel. Şu tarafa bakın, silahşorlar." Ted ufuktaki keskin kayalıkları gösteriyordu. Susannah kayalıkları rahatlıkla seçebiliyordu, o karanlık topraklarda ufuklar çok yakın görünüyordu. Ancak dikkat çekici bir şey göremedi, sadece karanlık gölgeler ve kayalık tepeler vardı. "Orası Can Steek-Tete."

"Küçük İğne," dedi Roland.

"Mükemmel çeviri. Gittiğimiz yer orası."

Susannah'nın yüreğine bir ağırlık çöktü. Dağ -yüksek bir tepe de denebilirdi- on, on beş kilometre uzakta olmalıydı. Görüş alanının en uç noktasındaydı. Eddie, Roland ve Ted'in yanındaki iki genç, onu o kadar uzağa taşıyamazdı. Hem bu adamlara güvenebilecekleri ne malumdu?

Diğer taraftan, diye düşündü. Başka şansımız var mı?

"Taşınmak zorunda kalmayacaksın," dedi, Ted. "Ama Stanley'ye yardım edebilirsiniz. Bir seansa katılan insanlar gibi el ele tutuşacağız. Geçerken hepinizden o gösterdiğim kayalığı gözünüzde canlandırmanızı isteyeceğim. İsmi de zihninizin yüzeyinde tutacaksınız: Steek-Tete, Küçük İğne."

"Dur biraz, dur bakalım," dedi Eddie. Bir başka kapıya varmışlar bu seferki açık duran bir gardırop kapısıydı. Dolabın içinde çok eski, mızı bir ceket ve tel askılar vardı. Eddie, Ted'in omzunu kavrayıp çevl "Nerden geçeceğiz? Geçip nereye gideceğiz? Çünkü öncekine benzer kapıysa..."

Ted başını kaldırıp Eddie'ye baktı (zira Eddie daha uzun boyluydu) Susannah dehşet verici, inanılmaz bir şey gördü: Ted'in gözleri yuvala-nda titreşiyor gibiydi. Bir an sonra öyle olmadığını anladı. Adamın göz-hebekleri tüyler ürpertici bir hızla büyüyüp küçülüyordu. İçerisinin kalık mı yoksa aydınlık mı olduğuna karar veremiyormuş gibi.

"Bir kapıdan geçmeyeceğiz, en azından sizin bildiğiniz türde bir kanıdan değil. Bana güvenmelisin, genç adam. Dinleyin."

Herkes sessizce dinledi ve Susannah yaklaşan bir motorun homurtusunu duydu.

"Bu Sansar," dedi Ted. "Yanında en az dört, belki yarım düzine tahe-en vardır. Bizi burda görürlerse Dink ve Stanley'nin öleceği neredeyse muhakkak. Bizi yakalamaları gerekmiyor, görmeleri yeter. Sizin için hayatlarımızı tehlikeye atıyoruz. Bu bir oyun değil, bu yüzden artık soru sormayı bırakıp beni takip etmenizi istiyorum!"

"Edeceğiz," dedi Roland. "Ve Küçük İğne'yi düşüneceğiz."

"Steek-Tete," dedi Susannah.

"Mideniz tekrar bulanmayacak," dedi Dinky. "Söz."

"Tanrı'ya şükür," dedi Jake.

"Ya kür," dedi Oy.

Ted'in ekibinin üçüncü adamı Stanley hiçbir şey söylememeye devam etti.

Sadece bir dolaptı, dar ve küflü bir ofis dolabı. Kırmızı ceketin göğüs cebinde, üzerinde NAKLİYE ŞEFİ yazan pirinç bir rozet vardı. Stanley sa-dece boş bir duvarın olduğu arka tarafa yöneldi. Tel askılar sallanıp çarptiŞh. Jake, Oy'u ezmemek için adımlarına dikkat etmek zorunda kaldı.

ostr°fobiye daima biraz meyilli olmuştu ve şimdi de Panik-Adam'ın robul parmaklarının ensesini okşamaya başladığını hissedebiliyordu: nce bir tarafa, sonra diğerine. 'Rizalar saz kesede hafifçe tıngırdadı. Yer lnsan ve bir Hantal Billy terk edilmiş bir ofis dolabına sığışmaya çalışıyordu. Bu çılgınlıktı. Yaklaşan motorların homurtusunu duyabiliyordu.

Başlarındaki Sansar diye biriydi.

"El ele tutuşun," diye mırıldandı Ted. "Ve konsantre olun." "Steek-Tete," diye tekrarladı Susannah ama sesi Jake'e şüpheli gel.

misti.


"Küçük İğ..." diye başladı Eddie ama sonra sustu. Dolabın gerisindeki boş duvar yok olmuştu. Daha önce duvarın olduğu yerde şimdi bir ya-nında kayalar, diğer yanında çalılarla kaplı dik bir yamacın bulunduğu küçük bir açıklık vardı. Jake burasının Steek-Tete olduğuna bahse girebilirdi ve bu daracık yerden kurtulmanın yolu orasıysa, bu açıklığı gördüğüne çok sevinmişti.

Stanley harcadığı çaba veya acıyla, belki de her ikisinin de etkisiyle inledi. Kapalı gözkapaklarının altından yaşlar süzülüyordu.

"Şimdi," dedi Ted. "Bizi geçir, Stanley." Sonra diğerlerine hitap etti. "Yapabilirseniz ona yardım edin! Babalarınızın hatırı için ona yardım

edin!"


Jake önündeki Roland'm ve arkasındaki Susannah'nın elini tutarak

Ted'in daha önce pencereden gösterdiği arazinin görüntüsünü zihninde sa-bitlemeye çalışarak ilerledi. Terli teninde soğuk havanın temasını hissetti ve kısa bir an insanı Narnia'ya götüren harika gardıropla Bay C. S. Lewis'i düşünerek Gök Gürültüsü'ndeki Steek-Tete'in yamacına adım attı.


5

Vardıkları yer Narnia değildi.

Tepenin eteği soğuktu ve Jake kısa süre sonra titremeye başladı-Omzu üzerinden geriye baktığında oraya gelmek için kullandıkları boyut kapısından hiçbir iz göremedi. Hava loştu ve gazyağı gibi keskin, naM bir koku hâkimdi. Tepenin yamacında küçük bir mağara vardı (bir baş* dolap gibiydi), Ted oradan battaniyeler ve içinde alkali... tadında subu'u nan bir matara çıkardı. Jake ve Roland birer battaniye alıp sarındı. Eddy iki i battaniye alarak hem Susannah'yı, hem kendini sardı. Jake dişlerinin takırdamaya başlamasını önlemeye çalışarak (bir kere başladı mı durmazdı) diğer ikisinin bir arada olmaları sayesinde sahip oldukları fazladan sıcaklığa imrendi.

Dink de bir battaniyeye sarınmıştı ama soğuk ne Ted'i, ne de Stan-ley'yi etkilemiş görünüyordu.

"Aşağı bakın," dedi Ted, Roland ve diğerlerine. Örümcek ağını andıran rayları gösteriyordu. Jake manevra alanının cam çatısını ve hemen yanındaki, neredeyse sekiz yüz metre boyunca uzanan yeşil çatılı yapıyı görebiliyordu. Raylar her yöne doğru uzanıyordu. Gök Gürültüsü İstasyonu, diye düşündü büyülenmişçesine. Kurtlar'ın kaçırdıkları çocukları trenlere bindirip Işın'ın Yolu üzerinden Fedic'e gönderdiği ve deforme olmalarından sonra geri getirdikleri yer.

İki dakikadan az bir süre önce orada, yaklaşık on kilometre ötede olduklarına inanmak yaşadıkları onca şeyden sonra bile Jake'e çok güç geliyordu. Kapıyı açık tutmada hepsinin payı olabilirdi, ama kapıyı yaratan, Stanley olmuştu. Şimdi ise solgun ve yorgun, neredeyse tükenmiş görünüyordu. Bir keresinde sendeledi ve Dink (Jake'e göre çok talihsiz bir takma addı) onu kolundan yakalayarak dengesini sağlamasına yardım etti. Stanley bunu fark etmemişti. Huşuyla Roland'a bakıyordu.

Sadece huşu değil, diye düşündü Jake. Tam anlamıyla korku da sayılmaz. Başka bir şey. Ama ne?

Şişme lastikleri olan iki motorlu araba istasyona yaklaşıyordu, arazi araçları. Jake, Sansar (her kimse) ve taheen dostları olduğunu düşündü.

"Muhtemelen tahmin etmişsinizdir," dedi Ted, onlara. "Devar-toi şe-hnın ofisinde bir alarm vardır bekçinin ofisi de diyebilirsiniz isterseniz, redic ile istasyon arasındaki kapıyı herhangi biri veya herhangi bir şey kullandığı takdirde alarm devreye girer..."

Sanırım kullandığınız kelime şef veya bekçi değil, ki'dam'dı," dedi Roland ifadesizce.

Dink güldü. "İyi yakalamışsın, ahbap."

"Ki'dam'\n anlamı nedir?" diye sordu Jake belli belirsiz bir fikri ol-masına rağmen. Calla'dakilerin kullandığı bir deyim vardı: akılkutusu yürekkutusu, ki'kutusu. İnsanın düşüncelerini, duygularını ve alt fonksi-yonlarını ifade ediyordu. Sonuncu için hayvani fonksiyonlar da denebilir-di; yani ki'kutusu için bokkutusu demek kaba olmakla birlikte yanlış sayılmazdı.

Ted omuz silkti. "Ki'dam, bok beyinli anlamına gelir. Dinky'nin Devar'm müdürü sai Prentiss'e verdiği isim bu. Ama bunu zaten biliyordun değil mi?"

"Sanırım," dedi Jake. "Az çok."

Ted, ona uzun uzun baktı ve Jake bu ifadeyi tanıyınca Stanley'nin Roland'a bakarken yüzünde beliren ifadenin de adını koyabildi: korku değil, büyülenmişlik. Jake, Ted'in hâlâ o Bobby denen çocuğa ne kadar çok benzediğini düşündüğünden ve dokunuşa sahip olduğunu bildiğinden neredeyse emindi. Peki Stanley'yi büyüleyen neydi? Yoksa gördüklerini abartıyor muydu? Belki de Stanley karşısında kanlı canlı bir silahşor görmeyi beklemiyordu, o kadar.

Ted aniden Jake'ten Roland'a döndü. "Şimdi şu yöne bakın." "Ohaa!" diye bağırdı Eddie. "Bu da ne?"

Susannah hem şaşırmış, hem de gördüğü hoşuna gitmişti. Ted'in işaret ettiği, ona Cecil B. DeMille'in İncil'den destansı eseri On Emir'âtn sahneleri, özellikle de Musa'nın ikiye böldüğü Kızıldeniz'in şüphe çekecek kadar jöleye, yanan çalıdan gelen Tanrı'nın sesinin ise Charles La-ughton'a benziyor oluşunu hatırlatmıştı. Yine de inanılmazdı. Ucuz Hollywood özel efektleri açısından yani.

Gördükleri, alçak bulutlardaki bir delikten ihtişamla yeryüzüne inen kaim bir gün ışığı huzmesiydi. Tuhaf karanlığı bir spot ışığı gibi yarıyor ve Gök Gürültüsü İstasyonu'ndan yaklaşık on kilometre uzaklıkta bir bina' lar topluluğunu aydınlatıyordu. Ve "yaklaşık on kilometre"den daha kesı" bir ifade kullanmak mümkün değildi zira bu dünyada artık güney güne* değil, kuzey de kuzey değildi. Artık sadece Işın Yolu vardı.

"Dinky bir çift dürbün ola..."

"Aşağı mağarada, değil mi?"

"Hayır, son gelişimizde buraya getirmiştim," dedi Ted sabırla. "Hemen içerde yığılı olan kasaların üzerinde. Getirir misin, lütfen?"

Eddie bu konuşmayı hayal meyal fark etmişti. Ne kadar olanaksız görünse de (Ortabatı'dan New York'a ilk kez gelen bir turistin Central Park'ı görmeyi beklememesi gibi) o karanlık ve amansız çölün ortasında neşe dolu, yemyeşil bir alan vardı ve kalın gün ışığı huzmesi o bölgeyi pırıl pırıl aydınlatıyordu. Gördükleri Eddie'yi büyülemişti (ve hoşuna da gitmişti).

Üniversite yatakhanelerine benzer binalar -güzel binalar- görebiliyordu. Ayrıca konforlu görünen, önlerinde geniş bahçeleri olan eski malikâneler vardı. Güneş huzmesinin aydınlattığı alanm uzak ucunda üzerinde mağazalar sıralanmışa benzeyen bir cadde vardı. Tek bir şey hariç kusursuz bir Amerika Ana Caddesi'ydi: her iki ucu karanlık, kayalık çölde son buluyordu. Sarmaşıklarla kaplı dört taş kule gördü. Hayır, altı taneydiler. Diğer ikisi zarif, yıllanmış karaağaçların arasına gizlenmişti. Çölde karaağaçlar!

Dink bir dürbünle geri dönüp Roland'a uzattı ama Silahşor başını iki yana salladı.

"Alınma," dedi Eddie. "Onun gözleri... şey, normal değildir diyelim. Ama ben bir göz atmaya hayır demem."

"Ben de," dedi Susannah.

Eddie dürbünü uzattı. "Önce hanımlar."

"Yok, ben gerçekten..."

"Kesin sunu!" dedi Ted sertçe. "Zamanımız çok kısıtlı, risk ise çok büyük. Birini harcayıp diğerini arttırmayın, lütfen."

Susannah rahatsız olmuştu ama kendini tuttu ve karşılık vermedi, urbünü aldı, gözlerine kaldırdı ve ayarladı. Gördükleri kusursuz bir aınpusa bakıyor olma hissini kuvvetlendirdi. Komşu köyle muhteşem bir tırıla birleşmiş bir kampus gibiydi. Burada okulla kasaba arasında hiçbir çekişme olmadığına bahse girerim, diye düşündü. Eminim Karaağaçköy ve Kırıcı Üniversitesi fıstık ezmesi ve jöle, Abbott ve Costello, eldiven ve e/g;. bi çok iyi anlaşan bir ikilidir. Saturday Evening Post'ta ne zaman Ray Bradbury kısa hikâyesi olsa önce onu okurdu, Bradbury'ye bayılırdı ve dürbün vasıtasıyla gördükleri ona Bradbury'nin ideal Illinois kasabası Greentown'u hatırlatmıştı. Öyle bir yerdi ki yetişkinler verandada salla-nan sandalyelerinde oturup limonata içer, çocuklar ılık yaz akşamlarında el fenerleriyle kovalamaca oynardı. Ve yakındaki üniversite kampusu? Orada içki tüketilmezdi, en azından aşırı olmazdı. Joystickler, serseriler ve rock'n roll da olmazdı elbette. Orada üniversiteli kızlar erkek arkadaşlarına masum iyi geceler öpücükleri verip tam vaktinde yatakhanelerine dönerdi. Güneşin bütün gün parladığı, radyodan Perry Como ve Andrews Sisters'ın şarkılarının yayıldığı ve kimsenin ilerlemiş bir dünyadaki harabelerde yaşadığından şüphelenmediği bir yerdi.

Hayır, diye düşündü soğukça. Bazıları biliyor. Bu yüzden bu üçü bizi

karşılamaya geldi.

"Orası Devar-toi" dedi Roland ifadesizce. Soru sormadı.

"Evet," dedi Dinky. "Sevgili Devar-toi." Roland'in yanında duruyordu. Yatakhanelerin yanındaki büyük beyaz binayı gösterdi. "Şu beyaz olanı görüyor musun? Orası Kırık Kalpler Evi, can-toi orda yaşıyor. Ted onlara sığ adamlar diyor. Ta/zeen-insan melezleri. Ve onlar oraya Devar-toi demiyor, Algul Siento diyor. Anlamı..."

"Mavi Cennet," dedi Roland ve Jake sebebini anladı: taş kuleler hariç bütün binaların çatıları mavi kiremitlerle kaplıydı. Narnia değil, Mavi Cennet. Bir grup insanın dünyanın sonunu getirmekle meşgul olduğu yer. Bütün dünyaların.
6

"Var olan en hoş yer gibi görünüyor, en azından İç-Dünya'nın düş meşinden beri," dedi Ted. "Değil mi?"

"Gerçekten çok güzel," diye onayladı Eddie. Aklından en azından bin soru geçiyor ve Susannah ile Jake'in de binlerce sorusu olduğunu tah-ffljn ediyordu ama şimdi sormanın zamanı değildi. Yine de aşağıdaki yüz dönümlük muhteşem vahaya bakmayı sürdürdü. Bütün Gök Gürültüsü 'ndeki tek güneşli, yeşil alana. Tüm Gök Gürültüsü'ndeki tek güzel yere Neden olmasın? Sevgili Kırıcı Dostlarımız'a en güzeli yakışırdı. Ve kendini tutamayarak bir soru sordu. "Ted, Kızıl Kral Kule'yi neden yıkmak istiyor, biliyor musun?" Ted, ona kısa bir bakış fırlattı. Eddie, adam gülümseyene dek bu bakışın çok soğuk olduğunu düşündü. Gülümseyince bütün yüzü aydınlanmıştı. Ayrıca gözleri o ürkütücü küçülüp büyüme hareketini yapmayı kesmişti, bu büyük bir gelişmeydi.

"Kızıl Kral deli," dedi Ted. "Bir değil, bir sürü tahtası eksik. Aklını peynir ekmekle yemiş. Söylememiş miydim?" Sonra Eddie'nin cevaplamasına fırsat vermeden devam etti. "Evet, oldukça güzel. Devar-toi, Büyük Hapishane de deseniz, Algul Siento da, harika görünüyor. Öyle de zaten

"Çok kaliteli mekân," diye onayladı Dinky. Stanley bile gün ışığıyla aydınlanmış yerleşim bölgesine hafif bir özlem ifadesiyle bakıyordu.

"En güzeli yemekler," diye devam etti Ted. "Ve Gem Sineması'ndaki çifte gösterim haftada iki kez değişiyor. Sinemaya gitmek istemeyen, filmlerin DVD'sini eve getirtebiliyor."

"DVD nedir?" diye sordu Eddie. Sonra başını iki yana salladı. "Boş ver. Devam et."

Ted, başka ne öğrenmek istiyorsunuz dercesine omuz silkti.

"Bir de insanı uçuran seks var," dedi Dinky. "Simülasyon ama yine de banılmaz... bir hafta içinde hem Marilyn Monroe, hem Madonna, hem de Nicole Kidman ile birlikte oldum." Bunları huzursuzlukla karışık gu-mr'a söylemişti. "İsteseydim üçüyle aynı anda da olabilirdim. Gerçek oluklarını sadece yakın mesafeden üfleyince adayabiliyorsunuz. Üfle-"nce o bölüm... bir şekilde kayboluyor. Sarsıcı bir deneyim."

"İçki? Uyuşturucu?" diye sordu Eddie.

"Kısıtlı miktarlarda içki serbest," dedi Ted. "Şarap bilimine düşkün-seniz her öğünde yeni harikalarla karşılaşabilirsiniz mesela."

"Şarap bilimi mi?" dedi Jake.


"Şarap züppeliği bilimi, tatlım," dedi Susannah.

"Mavi Cennet'e bir madde bağımlıhğryla gelirseniz," dedi Dinky. "$;. zi bağımlılıktan kurtarıyorlar. Nazikçe. O konuda çok zorlu çıkan bir ikj kişi..." Gözleri Ted'inkileri buldu. Ted omuz silkerek başını salladı. "Or-

tadan kayboldu."

"Aslında sığ adamların daha fazla Kırıcı'ya ihtiyacı yok," dedi Ted.

"Halihazırda işi bitirecek sayıda Kırıcı'ya sahipler." "Kaç tane var?" diye sordu Roland. "Üç yüz civarı," dedi Dinky.

"Tam olarak üç yüz yedi," dedi Ted. "Beş yatakhanede kalıyoruz ama bu kelime yanlış imaj uyandırıyor. Kendimize ait dairelerimiz var. Diğer Kırıcılarla ne kadar görüşeceğimize kendimiz karar veriyoruz. "Peki ne yaptığınızın farkında mısınız?" diye sordu Susannah. "Evet. Ama çoğumuz bunu düşünmeye fazla zaman ayırmıyor." "Neden ayaklanmadıklarını anlamıyorum." "Hangi zamandansınız, hanımefendi?" diye sordu Dinky. "Hangi?..." Sonra anladı. "1964."

Dinky içini çekip başını iki yana salladı. "O halde Jim Jones ve Halkın Tapmağı'nı bilmiyorsunuz. Bilseydiniz açıklamak daha kolay olurdu. San Francisco'da sözde İsa'nın kurduğu tarikatın yaklaşık bin üyesi Guyana'da intihar etti. Adam verandasında oturup bir megafonla onlara annesi hakkında hikâyeler anlatırken zehirli Kool-Aid içtiler."

Susannah, ona dehşetle karışık inanmazlık, Ted ise güçlükle zap' ediliyor görünen sabırsızlıkla bakıyordu. Bu konunun önemli olduğu"11 düşünüyor olmalıydı ki sessiz kaldı.

"Nerdeyse bin kişi," dedi Dinky üstüne basarak. "Çünkü kafaları & rışmıştı, yalnızlardı ve Jim Jones'un arkadaşları olduğunu sanıyor'21

Cuinkü -burası önemli- dönecekleri hiçbir şey yoktu. Burda da aynısı geçer-. ifnalar birleşirse Prentiss'i, Sansar'ı, taheenleri ve can-toi'yi diğer ga-ksiye gönderecek kadar güçlü bir zihinsel çekiç yaratabilirler. Ama ben, Stanlev ve herkesin en sevdiği süper-kırıcı, Milford Connecticut'lı tamamen yıkılan Bay Theodore Brautigan'dan başkası yok. Harvard '20 mezunlarından, Tiyatro Kulübü, Münazara Kulübü, The C?imson'm editörü ve .elbette!- Şeref listesine giren öğretim üyesi Ted Brautigan!"

"Üçünüze güvenebilir miyiz?" diye sordu Roland. Sesindeki kayıtsızla aldatıcıydı.

"Güvenmeye mecbursunuz," dedi Ted. "Başka kimseniz yok. Bizim de öyle."

"Onların tarafında olsaydık," dedi Dinky. "Kahrolası lastikten elde yapılma mokasenler giyiyor olur muyduk sizce? Mavi Cennet'te birkaç temel ihtiyaç dışında her şey bulunabilir. Normalde onlar olmadan yapamayacağınızı aklınızın ucundan bile geçirmediğiniz, öyle ki... şey, Algul Siento terliklerinizle etrafta dolaşmak biraz zor oluyor diyelim."

"Hâlâ inanamıyorum," dedi Jake. "Işınlar'ı kırmaya çalışan onca insan. Alınmayın ama..."

Dinky yüzünde gergin bir gülümsemeyle yumruklarını sıkarak ona döndü. Oy hemen hırlayıp diş göstererek Jake'in önüne geçti. Dinky, onu ya fark etmemiş ya da aldırış etmemişti. "Öyle mi? Bak ne diyeceğim, ufaklık. Alınırım. Hem de çok alınırım. Hayatın hep dışında yaşamanın, her eşek şakasının hedefi, her mezuniyet balosunun Carrie'si olmanın na-S|l bir şey olduğunu nerden bileceksin?"

"Kim?" diye sordu kafası karışan Eddie ama hızını alan Dinky, ona a>dınş etmedi.

Aşağıda yürüyemeyen ya da konuşamayan insanlar var. Bir kızın

olları yok. Birkaçında hidrosefali var, yani kafaları kahrolası New Jersey’e uzanıyor." Ellerini başının altmış santim uzağında havaya kaldırdı ve PSl tarttığını düşündü. Daha sonra abartı olmadığını göreceklerdi. Zavalli Stanley konuşamayanlardan."

Roland solgun yüzlü, kirli sakallı, kıvırcık gür saçlı Stanley'ye baktı Ve Silahşor neredeyse gülümsedi. "Bence konuşabiliyor," dedi. "Babanın adını mı taşıyorsun, Stanley? Sanırım taşıyorsun."

Stanley başını eğdi, yanaklarına renk gelmeye başladı. Gülümsüyordu. Aynı anda ağlamaya başladı. Neler oluyor burada, diye düşündü Eddie. Ted'in de merak ettiği açıktı. "Sai Deschain, acaba sorabilir..." "Hayır, hayır, bağışlayın," dedi Roland. "Dediğiniz ve hepimizin hissettiği gibi şimdi zamanınız kısıtlı. Kırıcılar neyle beslendiklerini biliyor mu? Güçlerini arttırmak için onlara ne yedirildiğini?"

Ted aniden bir kayanın üzerine oturdu ve parlak bir örümcek ağı gi-bi görünen raylara baktı. "İstasyondan getirdikleri çocuklarla bir ilgisi var, değil mi?"

"Evet."


"Bilmiyorlar, ben de bilmiyorum," dedi Ted aynı ağır ses tonuyla. "Bildiğimiz söylenemez. Her gün düzinelerce hap yutuyoruz. Sabah, öğlen ve akşam geliyorlar. Bazıları vitamin. Bazıları şüphesiz bizi uysallaştırmak için. Onları sistemimden çıkaracak şansım oldu. Dinky ve Stan-ley'ninkinden de. Ama bu temizliğin işe yarayabilmesi için işe yaramasını istemek gerek, Silahşor. Anlatabiliyor muyum?" Roland başını salladı.

"Bize bir tür... ne bileyim... beyin geliştirici veriyor olduklarını epey bir süre boyunca düşündüm ama o kadar çok hap var ki hangileri olduğunu anlamak imkânsız. Bizi yamyam, vampir ya da her ikisi birden yapan hapın hangisi olduğunu bilmiyoruz." Varlığı şaşırtıcı gün ışığı huzmesine bakarak duraksadı. Ellerini iki yana açtı. Dinky birini tuttu, Stanley diğerini. "İzleyin," dedi Dinky. "Çok iyidir."

Ted gözlerini kapadı. Diğer ikisi de öyle. Bir süre için karanlık çölü" üzerinden Cecil B. DeMille gün ışığı huzmesine bakan üç adamdan başka görülecek hiçbir şey bulamadılar... ve bakıyorlardı, Roland biliyordu' Gözleri kapalı olmasına rağmen bakıyorlardı.

Gün ışığı yok oldu. Devar-toi, belki on iki saniye boyunca çöl, Gök Gürültüsü İstasyonu ve Steek-Tete'in etekleri gibi karanlığa gömüldü. Sonra o saçma altın ışıltı geri döndü. Dinky soluğunu sertçe (ve belli belirsiz bir tatminle) bıraktı ve Ted'den ayrılarak bir adım geriledi. Ted bir süre sonra Stanley'yi de bırakarak Roland'a döndü. "Bunu siz mi yaptınız?" diye sordu Silahşor.

"Evet, üçümüz birlikte," dedi Ted. "Aslan payı Stanley'nin. Son derece güçlü bir göndericidir. Prentiss, sığ adamlar ve taheenlcıi dehşete düşüren birkaç şeyden biri yapay güneş ışıklarını kaybetmeleridir. Giderek daha sık oluyor ve tek sebebi bizim makinelere müdahale etmemiz değil. Makineler..." Omuz silkti. "Bozuluyor." "Her şey gibi," dedi Eddie.

Ted ciddi bir ifadeyle ona döndü. "Ama yeterince hızlı değil, Bay Dean. Kalan iki Işın rahat bırakılmalı. Hem de hemen, yoksa fark etmeyecek. Dinky, Stanley ve ben size elimizden geldiğince yardım edeceğiz. Bu diğerlerini öldürmek anlamına gelse bile."

"Elbette," dedi Dinky neşesiz bir gülümsemeyle. "Rahip Jim Jones yaptıysa biz neden yapmayalım?"

Ted, ona onaylamaz bir bakış fırlattıktan sonra tekrar Roland ve ka-tefine döndü. "Belki iş o raddeye varmaz. Ama varırsa..." Aniden ayağa kalktı ve Roland'ın kolunu kavradı. "Yamyam mıyız?" diye sordu sert, neredeyse tiz bir sesle. "Yeşil Pelerinliler'in Sınır Topraklar'dan getirdiği Çocukları yiyor muyuz?"

Roland sessiz kaldı.

Ted, Eddie'ye döndü. "Bilmek istiyorum."

Eddie cevap vermedi.

"Hanım-jaj?" diye sordu Ted, bacaklarını açarak Eddie'nin kalçasına burmuş olan kadına. "Size yardım etmeye hazırız. Siz de sorumu cevap-tyarak bana yardım edemez misiniz?"

Bilmek bir şeyi değiştirecek mi?" diye sordu Susannah.

Ted, ona bir süre daha baktıktan sonra Jake'e döndü. "Genç dostu. ma ikizi olacak kadar benziyorsun," dedi. "Biliyor muydun, evlat?"

"Hayır ama hiç şaşırmadım," dedi Jake. "Buralarda işler her nasılsa öyle yürüyor. Her şey... hmm... uyuyor."

"Soruma sen de cevap vermeyecek misin? Bobby olsa verirdi."

Vereyim de için içini mi yesin, diye düşündü Jake. Onlan yiyeceğine kendini mi yiyeceksin?

Başını iki yana salladı. "Ben Bobby değilim," dedi. "Ona ne kadar benziyor olsam da o değilim."

Ted içini çekerek başını salladı. "Hepinizden aynı karşılığı aldığıma şaşmamalı. Ne de olsa ka-tet'süâz."

"Gitmemiz gerek," dedi Dinky, Ted'e. "Fazla kaldık. Tek derdimiz oda-kontrolü için vaktinde orada olmak değil; Stanley ile birlikte o kahrolası telemetriyi ayarlamalıyız ki Prentiss ve Sansar kontrol ettiklerinde 'Teddy B burdan hiç ayrılmamış. Dinky Earnshaw ve Stanley Ruiz de. 0 çocuklarla ilgili hiçbir sorun yok,' desinler."

"Evet," dedi Ted. "Sanırım haklısın. Beş dakika daha?"

Dinky gönülsüzce başını salladı. Mesafe yüzünden hafifleyen bir siren sesi rüzgârla bulundukları yere kadar ulaştı ve genç adamın yüzünde hoşuna gittiğini belirten bir gülümseme belirdi. "Güneş yok olunca kafaları çok bozuluyor," dedi. "Çevrelerindeki bir tür kahrolası nükleer kışa benzeyen asıl dünyayla yüz yüze gelmekten hiç hoşlanmıyorlar."

Ted ellerini ceplerine sokarak bir süre ayaklarına baktıktan sonra Roland'a döndü. "Bu... bu iğrenç komediye bir son vermenin zamanı geldi. Her şey yolunda giderse yarın geri geleceğiz. Bu arada yamacın yaklaşık kırk metre aşağısında, Gök Gürültüsü îstasyonu ve Algul Siento'ya bakmayan tarafta daha büyük bir mağara var. Mağarada yiyecek, uyku tulumları ve propan gazıyla çalışan bir ocak bulacaksınız. Algul'un kaba bir haritası da var. Ayrıca sizin için bir teyp ve makaralar bıraktım. Muh" temelen aklınızdaki tüm soruları cevaplamayacak ama birkaç boşluğu dolduracağından eminim. Şu an için Mavi Cennet'in göründüğü kadar hos olmadığını bilin. Fildişi kuleler gözetleme için. Bölgenin etrafı üç sıra itle sarılı- Kaçmaya çalışırsanız ilk sıra batma hissi veriyor..." "Dikenli tel gibi," dedi Dink.


Yüklə 2,92 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   62




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin