"Ve ahşaptan yapılmışlar, değil mi, yoksa ahşap görünümü mü verilmiş? Damli denen yer özellikle ilgimi çekiyor."
Susannah dürbünü tekrar gözlerine kaldırıp baktıktan sonra Ed-die'ye uzattı. Eddie bakıp dürbünü Jake'e uzattı. Jake bakarken bir KLİK! sesi kilometreler ötesinden onlara ulaştı... ve Devar-toi yi bir spot ışığı gibi aydınlatan Cecil B. DeMille gün ışığı huzmesi yok olarak onları pek yakında zifiri karanlığa dönüşecek olan koyu mor bir alacakaranlığın kucağında bıraktı.
Çöl kurdu tekrar ulumaya başladı ve Jake'in kollarındaki tüyler diken diken oldu. Ses yükseldi... yükseldi... ve sonra tek bir hecenin ardından aniden kesildi. Şaşkın bir çığlığa benzeyen sesi duyan Jake hayvanın o an öldüğünden emindi. Bir şey arkasından sinsice yaklaşmış ve yapay güneş sönünce de...
Aşağıda hâlâ ışıklar olduğunu görebiliyordu: "Pleasantville"in sokak lambaları olabilecek iki sıra beyaz ışık, Susannah'nın Kırıcı Üniversitesi dediği bölgenin çeşitli noktalarında muhtemelen sodyum lambaları olan sarı ışıklar ve karanlığı rasgele delip geçen spot ışıkları vardı.
Hayır, diye düşündü Jake. Spot ışıklan değil. Arama ışıkları. Hapishanede geçen filmlerdeki gibi. "Haydi geri dönelim," dedi. "Görülecek bir şey kalmadı ve karanlıkta açık alanda durmak hoşuma gitmiyor."
Roland söyleneni onayladı. Susannah'yı kucağına alan Roland'ın ardında, ayaklarının dibinde ilerleyen Jake de onların peşinde olmak üzere tek sıra halinde mağaraya döndüler. Jake ikinci bir çöl kurdunun ilkin"1 yerini almasını bekledi ama başka uluma duyulmadı.
4
"Ahşaptılar," dedi Jake. Gaz lambalarından birinin altında bağdaş kurmuş, beyaz ışığını yüzüne buyur ederek oturuyordu.
"Ahşaptı," diye onayladı Eddie.
Bunun çok önemli bir soru olduğunu hisseden Susannah bir an du-raksadı ve gördüklerini zihninde değerlendirdi. Sonra başını salladı. "Ahşaptı, neredeyse eminim. Özellikle de Damli Evi dedikleri bina. Taş ve betondan inşa edilip ahşap görünümü verilmiş bir Kraliçe Anne binası kulağa çok saçma geliyor."
"Binayı yakmak isteyen gezginler olabileceği düşünüldüğünde o kadar da saçma değil," dedi Roland.
Susannah bir süre düşündü. Roland haklıydı elbette ama...
"Yine de ahşap diyorum."
Roland başını salladı. "Ben de." Üzerinde PERRIER yazan büyük, yeşil bir şişe bulmuştu. Şişeyi açınca içindekinin su olduğunu gördü. Beş bardak alıp su doldurdu ve Susannah, Eddie, Jake, Oy ve kendi önüne koydu.
"Bana dinh diyor musun?" diye sordu Eddie'ye.
"Evet Roland, dediğimi biliyorsun."
"Benimle khef'ı paylaşıp bu suyu içer misin?"
"İstersen, evet." Eddie'nin gülümsemesi artık yüzünden silinmişti. O his geri dönmüştü ve çok güçlüydü. Ka-shume, henüz bilmediği o hüzünlü kelime.
"İç, kefil."
Kefil sözcüğü Eddie'nin pek hoşuna gitmemişti ama yine de suyunu ■Çtı. Roland önünde diz çöktü ve Eddie'nin dudaklarına kuru, kısa bir °Pücük kondurdu. "Seni seviyorum, Eddie," dedi ve dışarıda, Gök Gürül-usü adındaki yıkıntıda bir çöl rüzgârı zehirli tozları kaldırarak esti.
"Şey... ben de seni seviyorum," dedi Eddie. Çok şaşırmıştı. "Sorun nedir? Sakın bana hiçbir şey olmadığını söyleme çünkü olduğunu hissediyorum."
"Bir şey yok," dedi Roland gülümseyerek ama Jake, Silahşor'un sesinin bu denli üzgün olduğunu daha önce hiç duymamıştı. Bu onu dehşete düşürdü. "Sadece ka-shume ve her tarihteki ka-tet'in başına geldi... ama şimdi, hâlâ bir bütünken suyumuzu paylaşacağız. Khefimızi paylaşacağız. Bu neşe veren bir paylaşım."
Susannah'ya baktı.
"Bana dinh diyor musun?"
"Evet, Roland, sana dinh'im diyorum." Çok solgun görünüyordu, ama belki bunun sebebi sadece gaz lambalarının beyaz ışığıydı.
"Benimle khef i paylaşıp bu suyu içer misin?"
"Memnuniyetle," dedi Susannah ve plastik bardağı aldı.
"İç, kefil."
Susannah koyu renk gözlerini onunkilerden hiç ayırmadan içti. Ox-ford'da hapishane hücresinde olduğunu gördüğü rüyasını hatırladı: o ölmüş, bu ölmüş, şu ölmüş; Ah Discordia ve gölgeler koyulaştı.
Roland, onu dudaklarından öptü. "Seni seviyorum, Susannah."
"Ben de seni seviyorum."
Silahşor, Jake'e döndü. "Bana dinh diyor musun?"
"Evet," dedi Jake. Yüzünün solgun olduğuna şüphe yoktu, dudakları bile kül gibiydi. "Ka-shume ölüm anlamına geliyor, değil mi? Hangimiz ölecek?"
"Bilmiyorum," dedi Roland. "Ve gölge üzerimizden kalkabilir zira tekerlek hâlâ dönmekte. Callahan ile vampirlerin mekânına girmeden önce ka-shume'u hissetmedin mi?"
"Evet."
"Her ikiniz için de mi?"
"Evet."
"Ama bak burdasın. ka-tet'imiz güçlü ve pek çok zorluğu aştı. Bunu da aşabilir."
"Ama içimdeki his...."
"Evet," dedi Roland. Sesi nazikti ama o korkunç bakış gözlerini terk etmemişti. Basit bir üzüntünün ötesine geçen, ne olacaksa onun olacağını ama Kule'nin ötede olduğunu, Kara Kule'nin ötede olduğunu ve kalbiyle ruhunun, ka ve khef'inin oraya ait olduğunu söyleyen bir bakıştı. "Evet, ben de hissediyorum. Hepimiz hissediyoruz. Bu yüzden suyu içip dostluğumuzu ilan ediyoruz. Benimle khef i ve bu suyu paylaşır mısın?"
"Evet."
"İç, kefil."
Jake içti. Sonra Roland, onu öpemeden bardağı bıraktı, kollarını Silahşor'un boynuna doladı ve kulağına fısıldadı. "Seni seviyorum, Roland."
"Ben de seni seviyorum," dedi Silahşor ve onu bıraktı. Dışarıda rüz-'gâr yine şiddetlendi. Jake bir şeyin ulumasını -belki muzaffer bir ifadeyle-bekledi ama olmadı.
Roland gülümseyerek Hantal Billy'ye döndü.
"Orta-Dünya'lı Oy, bana dinh diyor musun?"
"Dinhl" dedi Oy.
"Benimle khef i paylaşıp bu suyu içer misin?"
'Khef! Su!"
"İç, kefil."
Oy burnunu plastik bardağa soktu -dikkat gerektiren bir işti- ve suyu içti. Sonra başını beklentiyle kaldırdı. Bıyıklarında Perrier damlacıkları vardı.
"Seni seviyorum, Oy," dedi Roland ve yüzünü Hantal Billy'nin keskin dişli ağzına yaklaştırdı. Oy, Silahşor'un yanağını bir kez yaladıktan sonra kaçırdığı bir iki damla olup olmadığına bakmak için tekrar bardağa döndü.
Roland ellerini uzattı. Jake birini, Susannah diğerini tuttu. Kısa sü-rede hepsi el ele tutuşmuştu. Alkol bağımhlannın her toplantıdan sonra optiği gibi, diye düşündü Eddie.
"Biz ka-ter'iz," dedi Roland. "Çoktan oluşmuş tekiz. Hayatlarımızı ve görevimizi olduğu gibi suyumuzu da paylaştık. Birimiz ölecek olursa kay. bedilmiş olmayacak çünkü biz biriz ve ölümde bile unutmayacağız."
Bir dakika daha el ele kaldılar. Zinciri ilk bozan Roland oldu.
"Planın nedir?" diye sordu Susannah. Tatlım diye hitap etmemişti-Jake'in bildiği kadarıyla onunla konuşurken bir daha asla öyle sözcükler kullanmamıştı. "Bize anlatacak mısın?"
Roland hâlâ fıçının üzerinde duran Wollensak teybi işaret etti. "Belki önce onu dinlesek iyi olur," dedi. "Kafamda bir plan var ama Brauti-gan'ın söyleyecekleri bazı ayrıntıları netleştirebilir."
5
Gök Gürültüsü'nde gece, karanlığın tanımıdır: ne ay vardır ne yıldızlar. Bununla birlikte Roland ve tefinin biraz önce khef paylaştığı ve şimdi Ted Brautigan'ın bıraktığı makaraları dinleyeceği mağaranın ağzında durup bakarsak, rüzgârlı karanlığın içinde yüzen iki kızıl kömürün hareket ettiğini görebiliriz. Steek-Tete üzerindeki patikada o kızıl kömürlere doğru tırmanırsak (karanlıkta tehlikeli bir teklif) değişim geçirmiş bir çöl kurdunun tuhaf bir şekilde sönmüş bedeni üzerine eğilmiş yedi bacaklı bir örümcekle karşılaşırız. Bu can-toi-tete, göğsünden çıkan beşinci bacağı ve arka bacaklarının arasından sarkan deforme olmuş inek memesine benzer, jölemsi et parçasıyla hayattaki en değersiz varlıklardandı, ama eti Mordred'i besliyor ve kanı-kesintisiz, büyük yudumlarla tüketilen kanı-çöl şarabı gibi tatlı. Aslında buralarda yiyecek pek çok şey var. Mordred'in onu teleportasyonun yedi fersahlık çizmeleriyle bir yerden diğerine götürecek arkadaşları yok ama Gök Gürültüsü İstasyonu'ndan Steek-Tete'e olan yolculuğu pek meşakkatli sayılmazdı.
Babasının ne planladığını öğrenecek kadarını duymuştu: aşağıdaki binalara sürpriz bir saldırı düşünüyordu. Sayıca fena halde azınhktaydi ama Roland'm dostları ona çok bağlıydı ve sürpriz faktörü güçlü bir silahtı.
Görünüşe bakılırsa Mordred hatırı sayılır miktarda bilgiyle doğmuştu. Örneğin Kızıl babasının o an sahip olduğu bilgiye ulaşması durumunda silahşorların varlığını Devar-toi'nin Efendi'sine veya güvenlik şefine haber vereceğini biliyordu. Ve sonra, o gece geç vakitlerde Orta-Dünya'dan gelen Met kendisini kurban pozisyonunda bulurdu. Belki uykularında ölürler ve Kırıcılar böylece kralın işini yapmaya devam ederdi. Mordred bu işin ne olduğuna dair bir bilgiyle doğmamıştı ama mantık yürütme yeteneğine ve keskin kulaklara sahipti. Silahşorların niyetini anlıyordu: buraya Kırıcılar'ı kırmaya gelmişlerdi.
Evet, bunu durdurabilirdi ama Mordred, Kızıl babasının tutkuları ve planlarıyla ilgilenmiyordu. En çok hoşuna gidenin dışarısının acı yalnızlığı olduğunu keşfediyordu. Hayatı, ölümü, savaşı ve barışı masasının üzerindeki karınca çiftliğini izleyen bir çocuğun soğuk ilgisizliğiyle takip etmek hoşuna gidiyordu.
Şu ki'-dam'm Beyaz babasını öldürmesine göz yumar mıydı? Muhtemelen hayır. Mordred o zevki kendine saklıyordu ve bunun için geçerli sebeplere şimdiden sahipti. Ama ki'-dam Prentiss üstünlüğü ele geçirecek olursa diğerlerini -genç adam, kısa bacaklı kadın, çocuk- öldürmesini zerre kadar umursamazdı. Mordred Deschain oyunun kendi kurallarında gelişmesine izin verecekti. İzleyecekti. Dinleyecekti. Çığlıkları duyacak, yanık kokusunu alacak ve toprağın kanı emmesini seyredecekti. Ve sonra, Ro-land'ın galip gelemeyeceğine kanaat getirirse duruma müdahale edecekti. Kızıl Kral için bu iyi bir fikirdi elbette, ama Mordred tamamen kendine has sebeplerle hareket edecekti ve sebebi çok basitti: Mordred açtı.
Ya Roland ve ka-tet'i savaştan galip çıkarsa? Kazanıp Kule'e doğru ilerlemeye devam ederlerse? Mordred buna pek ihtimal vermiyordu çünku o da bir bakıma onların ka-tet'inin bir parçasıydı, deflerini paylaşıyor, yaptıklarını hissediyordu. Birliklerinin yakında parçalanacağını biliyordu.
Ka-shume, diye düşündü Mordred gülümseyerek. Çöl kurdunun ytj. zünde tek bir göz kalmıştı. Siyah, kıllı örümcek bacaklarından biri gö^ okşadı ve yuvasından çıkardı. Mordred gözü bir üzüm tanesi gibi yedi ve sonra Roland'ın astığı battaniyenin kenarlarından gaz lambalarının bey^ ışığının sızdığı mağaranın girişine döndü.
Daha yakına gidebilir miydi? Dinleyebilecek kadar yakına? Mordred yapabileceğini düşündü. Şiddeti artan rüzgâr hareket ederken çıkardığı sesleri perdeleyebilirdi. Heyecan verici bir fikirdi.
Kayalık yamaçtan aşağı, beyaz ışığa, teypten yayılan mırıltıya ve dinleyenlerin düşüncelerine doğru ilerledi: erkek kardeşlerinin, abla-annesinin, Hantal Billy'nin ve elbette Büyük Beyaz Ka-Baba'sının düşüncelerine doğru.
284
Mordred cüret edebileceği kadar yaklaştı ve sonra sefilce, sefaletinden zevk alarak, aykırı hayallerini kurarak rüzgârın ve karanlığın kucağına çöreklendi. İçeride, battaniyenin ötesinde ışık vardı. İsterlerse sahip olsunlar, şimdilik ışıkları olsun, diye düşündü. Mordred o ışığı eninde sonunda söndürecekti. Ve karanlıkta zevkini çıkaracaktı.
SEKİZİNCİ BÖLÜM ZENCEFİL EVDEN NOTLAR
1
Eddie diğerlerine baktı. Roland ve Jake, kendileri için bırakılmış uyku tulumları üzerinde oturuyordu. Oy, Jake'in ayaklarının dibine kıvrılıp yatmıştı. Susannah, Gezinti Bisikleti'nin üzerine rahatça kurulmuştu. Tatmin olan Eddie başını salladı ve teybin PLAY düğmesine bastı. Makaralar döndü... sessizlik... makaralar döndü... ve sessizlik... sonra Ted Bra-utigan boğazını temizleyerek konuşmaya başladı. Dört saati aşkın bir süre boyunca dinlediler. Eddie boşalan her makaranın yerine geriye sarmaya gerek görmeden yenisini takıyordu.
Hiçbiri durmalarını önermedi. Durmak, kalçası zonklamaya başlamasına rağmen sessiz bir büyülenmişlikle dinleyen Roland'ın aklından bile geçmedi. Artık daha fazlasını anladığını düşünüyordu; aşağıda olanlara bir son vermek için çok ciddi bir şansları olduğunu biliyordu. Bu bilgi onu ürkütüyordu çünkü başarı şanslarının az olduğunu da biliyordu. Ka-shume hissi "Una delaletti. Ve beyaz elbisesi içindeki tanrıçayı, kol ağızlarının geriye "üşüp ortaya çıkardığı kollarını uzatıp onları çağıran sürtük-tanrıçayı görmeden tehlikelerin farkına varılmıyordu: Gelin, bana gelin. Evet, hedefinize
ulaşabilir, kazanabilirsiniz, bunun için bana gelin, tüm kalbinizle bana gelin. Kalbinizi kırarsam? içinizden biri düşer ve coffah'a giderse (cehennem dediği, niz yere) ? Aman ne yazık.
Evet, içlerinden biri cehenneme düşüp yanarsa çok yazık olurdu gerçekten. Ya beyaz elbiseli sürtük? Ellerini kalçalarına koyacak, başını geriye atacak ve dünyanın sonu gelirken kahkahalarla gülecekti. Bezgin, aklı başında sesi mağarayı dolduran adam çok önemliydi. Kara Kule'nin kaderi ona bağlıydı, çünkü bu adamın olağanüstü güçleri vardı.
Şaşırtıcı olan, aynı şeyin Sheemie için de söylenebilecek olmasıydı.
2
"Deneme, bir iki... deneme, bir iki... deneme, deneme, deneme. Ben Ted Stevens Brautigan ve bu bir deneme..."
Kısa bir duraksama. Biri dolu, diğeri dolmaya başlamış olan makaralar dönüyordu.
"Tamam, güzel. Hatta harika. Aletin burda çalışıp çalışmayacağından emin değildim, özellikle de burada ama sorun yok gibi görünüyor. Buna dördünüzün -çocuğun küçük dostu da sayılırsa beşinizin- dinlediğini hayal etmeye çalışarak hazırlandım, çünkü tasavvur etmenin bir tür sunuma hazırlanırken en mükemmel teknik olduğuna inanırım. Ne yazık ki bu kez işe yaramadı. Sheemie, bana çok iyi -hatta muhteşem- zihinsel görüntüler gönderiyor ama aranızda gerçekten gördüğü sadece Roland ve onu da ikisinin de çok genç olduğu, Gilead'ın düşüşünden beri görmemiş. Saygısızlık etmek istemem dostlar, ama şimdi Gök Gürültüsü'nden gelmekte olan Roland'm arkadaşım Sheemie'nin taparcasına sevdiği genç adama benzediğini pek sanmıyorum.
"Şu an nerdesin, Roland? Maine'de yazarı mı arıyorsun? Beni de yaratan adamı? Yoksa New York'ta Eddie'nin karısını mı arıyorsun? Hepiniz hâlâ hayatta mısınız? Gök Gürültüsü'ne ulaşma şansınızın düşük olduğunu biliyorum; ka sizi Devar-toi'ye yöneltiyor, ama Kızıl Kral adım verdiğiniz kişiden kaynaklanan çok kuvvetli bir anti-ka binlerce farklı yoldan tefinize karşı çalışıyor. Her neyse...
"Umuda tüylü şey diyen Emily Dickinson mıydı? Hatırlayamıyorum. Artık pek çok şeyi hatırlayamıyorum ama görünüşe bakılırsa mücadele etmeyi unutmamışım. Belki bu iyi bir şeydir. Umarım iyidir.
"Bu kaydı nerde yaptığımı merak ettiniz mi, hanımefendi ve beyefendiler?"
Etmemişlerdi. Brautigan'm hafifçe tozlu sesiyle büyülenerek birbirlerine Perrier şişesini ve kraker dolu bir teneke kutuyu uzatarak öylece oturup dinlemişlerdi.
"Size anlatacağım," diye devam etti Brautigan. "Bir sebebi, Amerika'dan olan üçünüzün bunu eğlenceli bulacağını bilmem ama asıl sebep, Algul Siento'da olanları durdurmak için hazırlayacağınız plan için faydalı bir bilgi olabileceği ihtimali.
"Konuşurken çikolatadan yapılmış bir sandalyede oturuyorum. Minderi büyük, mavi bir şekerleme ve sizin için bırakmayı düşündüğümüz hava dolu döşeklerin bundan daha konforlu olacağından şüpheliyim. Böyle bir minderin yapış yapış olacağını düşünebilirsiniz ama değil. İçinde bulunduğum odanın -ve solumdaki jelibon kemerin ötesinde görebildiğim mutfağın- duvarları yeşil, sarı ve kırmızı şekerlerden oluşmakta. Yeşili yalarsanız limon tadı alırsınız. Kırmızıyı yalarsanız ahududu. Aslında tat (bu kaygan kelimenin herhangi bir anlamı) Sheemie'nin seçimleriyle pek alakalı değil ya da ben öyle olduğuna inanıyorum. Bence Sheemie bir çocuğun parlak renklere duyduğu sevgiye sahip hepsi bu."
Roland başını sallayıp hafifçe gülümsüyordu.
"Gerçi şunu itiraf etmeliyim," dedi teypten yayılan ses. "Daha muhafazakâr dekoru olan bir odayı tercih ederdim. Mavi bir oda belki. Toprak anları daha da iyi olurdu.
"Toprak tonlarından bahsetmişken, merdivenler de çikolatadan yapılma. Tırabzanları çubuk şekerlerden. Bununla birlikte "ikinci kata çı-ten merdivenler" demek mümkün değil zira ikinci kat yok. Pencereden bonbonlara fazlasıyla benzeyen arabaların geçtiğini görebilirsiniz ve yol da meyankökü şekerine benziyor. Ama kapıyı açıp Twizzler Bulvan'nda bir adım atarsanız kendinizi yine başladığınız yerde bulursunuz. Daha iyi bir tanım istiyorsanız, "Gerçek Dünya" dediğimiz yerde.
"Zencefil Ev -buraya böyle dememizin sebebi içerisinin daima fırından yeni çıkmış zencefilli çörek gibi kokması- Sheemie'nin olduğu kadar Dinky'nin de eseri. Dink Corbett yatakhanesinde kalmaya başladığında Sheemie de oradaymış ve bir gece Sheemie'nin ağlayarak uyuduğunu duymuş. Pek çok kişi öyle bir durumda kendi yoluna giderdi. Dünyada hayırsever biri görüntüsüne sahip son insanın Dinky Earnshaw olduğunu biliyorum, ama Dinky geçip gitmek yerine Sheemie'nin odasının kapısını çalmış ve içeri girip giremeyeceğini sormuş.
"Şimdi sorsanız Dinky bunun abartılacak bir şey olmadığını söyler. 'Burda yeniydim, yalnızdım, arkadaş edinmek istemiştim,' der. 'Birinin öyle zırladığını duyunca onun da bir arkadaşa ihtiyacı olabileceğini düşündüm.' Sanki dünyadaki en doğal hareketmiş gibi. Bu pek çok yerde doğru olabilir ama Algul Siento'da değil. Ve bence bizi anlayacaksamz her şeyden önce bunu kavramanız gerekiyor. Bu yüzden bu konu üzerinde fazla duruyor gibi görünüyorsam affedin.
"Bazı insan muhafızlar bize mork der, televizyondaki bir komedi dizisindeki uzaylının adı. Ve morklar, dünyanın en bencil insanlarıdır. An-tisosyal? Tam olarak değil. Bazıları aşın sosyaldir ama o an ihtiyaç duydukları veya istedikleri her neyse onu elde edene dek. Pek az mork sos-yopattır ama sosyopatların çoğu morktur; umarım ne dediğimi anlıyorsu-nuzdur. En ünlüleri, Tanrı'ya şükür sığ adamlar onu buraya getirmedi, Ted Bundy adında seri katildir.
"Fazladan bir iki sigaranız varsa kimse sigara isteyen bir morktan daha sempatik -veya yalaka- olamaz. Ama istediğini elde etti mi ortadan
kaybolur.
"Çoğu mork -yüzde doksan sekiz, doksan dokuzluk bir orandan bahsediyorum- kapının gerisinden ağlama sesi duyduğunda hiç aldırmadan voluna devam ederdi. Dinky burada yeni ve kafası karışık (eski patronunu öldürdüğü için cezalandırılacağını sanıyordu ama o hikâye başka zamana kalsın) olmasına rağmen kapıyı çalıp içeri girip giremeyeceğini sormuş-
"Ve bir de Sheemie'nin tarafından bakmalıyız. Dediğim gibi yine jnorkların yüzde doksan sekizi, doksan dokuzu böyle bir soruya 'Defol!' hatta Cehenneme git!' diye karşılık verirdi. Neden mi? Çünkü diğer insanlardan farklı olduğumuzun ve bu farkın diğerlerince hoş görülmediğinin fazlasıyla farkındayız. Sanırım Neanderthaller de bölgelerindeki ilk Cro-Magnon'ları gördüklerinde onlardan hiç hoşlanmamıştır. Morklar hazırlıksız yakalanmaktan hoşlanmaz."
Bir duraksama oldu. Makaralar dönmeye devam etti. Brautigan'ın yoğun bir şekilde düşündüğünü dördü de hissedebiliyordu.
"Hayır, bu tam olarak doğru değil," dedi sonunda. "Morkların asıl sevmediği, duygusal olarak hassas bir anlarında yakalanmak. Öfke, mutluluk, gözyaşları veya isterik kahkahalar sırasında. Tehlikeli bir yere silahsız girmeniz gibi bir şey, dostlar.
"Burda uzun süre yalnızdım. Hoşuma gitse de gitmese de umursayan bir morktum. Sonra sunulduğunda teselliyi kabul edecek kadar cesur olan Sheemie geldi. Ve elini uzatmaktan çekinmeyen Dink. Morkların çoğu, umursamaz rolü yapan içe dönük insanlardır -dünyanın kendilerini Dan'l Boone tipleri gibi görmesini isterler- ve inanın bana, Algul personeli de buna bayılır. Toplum kavramını reddeden bir toplumu yönetmekten kolayı yoktur. Sheemie ve Dinky'i neden sevdiğimi ve onları bulduğum için ne kadar şanslı olduğumu anlayabiliyor musunuz?"
Susannah'nın eli Eddie'ninkine uzandı. Eddie, Susannah'nın elini 'utarak şefkatle sıktı.
"Sheemie karanlıktan korkuyordu," diye devam etti Ted. "Sığ adam-ar -burda can-toilerin yanı sıra insanlar ve taheen'ler de çalışıyor olması-na rağmen onlara sığ adam diyorum- psişik potansiyeli ölçmek için neredeyse bir düzine test uyguluyor ama ellerinde karanlıktan korkan bir ya. rım akıllı olduğunu anlayamamışlar. Onlar için kötü şans.
"Dinky sorunu hemen kavramış ve Sheemie'ye hikâyeler anlatarak çözüm getirmiş. İlk önce masallarla başlamış ve bu masallardan biri de 'Hansel ve Gretel'miş. Şeker ev fikri Sheemie'yi büyülemiş ve Dinky'ye ayrıntıları sorup durmuş. Yani görüyorsunuz, çikolatadan sandalyeler, şekerlemeden minderler, jelibon kemer ve şekerden tırabzan fikri aslında Dinky'ye ait. İkinci kat kısa bir süre için gerçekten vardı; Üç Ayı'nın ya-takları oradaydı. Ama Sheemie o masalı o kadar da sevmemişti ve masalı unuttuğunda Zencefil Ev'in ikinci katı..." Ted Brautigan güldü. "Eh, sanırım biyo-itibar kaybına maruz kaldığını söyleyebilirsiniz.
"Her neyse, bulunduğum yerin zamanda bir tür çıban olduğuna inanıyorum. Ya da..." Bir başka duraksama oldu. Bir iç çekiş. "Bakın, milyarlarca gerçekliği ihtiva eden milyonlarca evren var. Ki'-dam'm 'Connecti-cut'taki küçük tatilim' olarak adlandırmakta ısrar ettiği maceradan yaka paça geri getirildiğim zaman bunu anladım. Kahrolası orospu çocuğu!"
Roland, Brautigan'ın sesinde gerçek nefret olduğunu düşündü, bu iyiydi. Nefret iyiydi. İşe yarardı.
"Bu gerçeklikler aynalarla dolu bir koridor gibi ama hiçbir iki yansıma birbirinin eşi değil. O görüntüye daha sonra tekrar dönebilirim ama şimdi değil. Şu an için anlamanızı istediğim -ya da basitçe kabul etmenizi-gerçekliğin organik olduğu, canlı olduğu. Kas gibi bir şey. Sheemie'nin yaptığı, o kasa zihinsel bir iğneyle delik açmak. Böyle bir iğneye sahip çünkü o özel..."
"Çünkü bir mork," diye mırıldandı Eddie. "Şşş!" dedi Susannah. 1 "... kullanıyor," diye devam etti Brautigan.
(Roland kaçırdıkları kısmı dinlemek için teybi başa sarmayı düşündü, ama çok önemli olmadıklarını düşünerek vazgeçti.)
"Burası zamanın ve gerçekliğin dışında bir yer. Kara Kule'nin işlevi az çok anladığınızı biliyorum; birleştirici amacını kavrıyorsunuz. Eh, Sefil Ev'i Kule'nin üzerinde bir balkon gibi düşünün: buraya geldiğimizde Kule'nin dışında ama hâlâ Kule'ye bağlı oluyoruz. Burası gerçek bir yer -gerçek olmasa geri döndüğümde ellerimde ve giysilerimde şeker lekeleri olmazdı- ama sadece Sheemie Ruiz'in ulaşabildiği bir yer. Ve oraya bir jjeZ gittikten sonra istediği başka herhangi bir yer haline getirebilir. Arkadaşlarınla Mejis'te olduğunuz günlerde Sheemie'nin gerçekte ne olduğu ve neler yapabileceğine dair herhangi bir fikriniz olup olmadığını merak ediyorum, Roland."
Bunun üzerine Roland uzanıp teybin STOP düğmesine bastı. "Biraz... tuhaf olduğunu biliyorduk," dedi diğerlerine. "Özel olduğunu biliyorduk. Bazen Cuthbert, 'Ne var bu çocukta? Beni kaşındırıyor!' derdi. Sonra katırı Cappi ile Gilead'da ortaya çıktı. Bizi takip ettiğini söyledi. Bunun imkânsız olduğunu biliyorduk ama o sırada öyle çok şey olup bitiyordu ki Mejis'ten gelen bir çocukla -zeki değil ama neşeli ve yardımsever- ilgilenemeyecek kadar meşguldük."
"Teleportasyon ile gelmiş, değil mi?" diye sordu Jake. Kelimeyi o günden önce hiç duymamış olan Roland başını salladı. "En azından mesafenin bir bölümünü öyle aşmış. Yoksa Xay Nehri'ni nasıl geçebilirdi? İplerden yapılma tek bir köprü vardı ve karşıya geçtiğimizde Alain ipleri kesti. Köprünün üç yüz metre aşağıdaki sulara düşmesini izlemiştik."
"Belki etrafından dolanmıştır," dedi Jake.
Roland başını salladı. "Belki... ama yolu en az altı yüz tekerlek uzamış olurdu."
Susannah ıslık çaldı.
Eddie, Roland'ın söyleyecek başka bir şeyi olup olmadığını görmek 'Ç'n bekledi. Olmadığını anlayınca uzanıp PLAY düğmesine tekrar bastı. ed'in sesi mağarayı bir kez daha doldurdu.
Sheemie bir teleport. Dinky'nin diğer yeteneklerinin yanı sıra gele-81 görme yetisi var. Ne yazık ki geleceğin caddelerinden pek çoğu ona kapalı. Genç sai Earnshaw'un bütün bunların nasıl sonuçlanacağını bilin bilmediğini merak ediyorsanız cevap: hayır.
"Neyse, gerçekliğin canlı dokusunda bu hipodermik delik var... Kara Kule'nin dışındaki balkon... Zencefil Ev. İnanması zor ama gerçek bir yer. Sizin için Steek-Tete'in arka yamacındaki mağaralardan birine bırakmaya niyetlendiğimiz silahları ve kamp malzemelerini burda saklayacağız. Ve ben de size bırakacağımız makaraları burda dolduruyorum. Bu oldukça eski ama son derece verimli makineyi kolumun altına alıp odamı terk ettiğimde saat, Mavi Cennet Standart Saati ile onu on dört geçiyordu. Geri döndüğümde yine onu on dört geçiyor olacak. Burda ne kadar kalırsam kalayım fark etmeyecek. Zencefil Ev'in inanılmaz avantajlarından sadece biri bu.
Dostları ilə paylaş: |