"C'yi işaretlemişsiniz," der Frank Armitage. "Şimdi kesinlikle tereddüt etmeden bana sebebini açıklayın lütfen."
"Çünkü istediğiniz cevap oydu," diye. yanıtlar Ted hiç duraksamadan.
"Peki bunu nerden biliyorsunuz?"
"Biliyorum çünkü ben bir telepatim," der Ted. "Ve sizin de asıl aradığınız bu." Yüzünü ifadesiz tutmaya çalışır ve başardığını düşünür ama içi büyük bir rahatlama hissiyle dolmuştur. Bir iş bulduğu için mi? Hayır. Televizyondaki yarışma programlarındaki ödülleri sönük bırakacak bir teklif sunacakları için mi? Hayır.
Rahatlamıştır, çünkü nihayet biri yapabileceği şeyi istemektedir.
Çünkü biri nihayet onu ister.
7
İş teklifi de bir kandırmacadan ibaretti ama anılarını teypten dinledikleri Brautigan gerçeği biliyor olmasına rağmen razı olduğunu itiraf edecek kadar dürüsttü.
"Çünkü yetenek sessiz kalmaz, nasıl sessiz kalınacağını bilmez," dedi. "Kasa açma olsun, düşünce okuma olsun veya on haneli rakamları akıldan bölme işlemi yapmak olsun daima kullanılmak için haykırır. Asla susmaz. En yorgun olduğunuz gecelerde bile sizi uykunuzdan uyandırır ve bağırır: 'Kullan beni! Kullan beni! Burda öylece oturmaktan sıkıldım, kullan beni sersem herif!"
Jake ergenlik öncesi kahkaha patlamasıyla kükrercesine gülmeye başladı. Elleriyle ağzını örttü ama gülmeye devam ediyordu. Altın halkalı gözlerini Jake'e çeviren Oy da şeytani bir ifadeyle sırıtıyordu.
Fötr şapkası kısacık kesilmiş saçları üzerinde geriye itilmiş Frank Armitage kabarık pembe tütülerle dolu odada Ted'e daha önce "Güney Amerikalı Denizanlannı duyup duymadığını sordu. Ted duymadığını söyleyince Armitage çoğu Brezilyalı olan Güney Amerikalı zengin işadamlarının oluşturduğu bir konsorsiyumun 1946'da Amerikalı bir grup mühendisi, inşaatçıyı ve işçiyi işe aldığını anlattı. Toplam yüz kişiydiler. Bunlar Güney Amerika Denizarılarıydı. Konsorsiyum bu yüz kişiyi dört yıllık kontratlar ve farklı ücretlerle işe almıştı, ama en düşük ücret bile son derece dolgundu... hatta utanç verecek kadar dolgun olduğu söylenebilirdi. Örneğin bir buldozer operatörü yıllık yirmi bin dolarlık bir kontrat imzalayabilirdi ve o günlerde bu büyük paraydı. Ama dahası da vardı: bir yıllık ücrete eşit ikramiye. Toplam yüz bin dolar. Tabi bu parayı sadece alışılmadık koşulu kabul ettiği sürece alabilirdi: gidip çalışacak ama kontrat süresi olan dört yıl dolmadan kesinlikle geri dönmeyecekti. Her hafta, tıpkı Amerika'daki gibi iki gün izin ve yine Amerika'daki gibi yıllık izin vardı ama izinler sadece Güney Amerika'da kullanılabilirdi. Kuzey Amerika'ya (hatta Rio'ya) dört yıl dolmadan önce gitmek söz konusu değildi. Güney Amerika'da ölen, orada gömülürdü, naaşınızı Wilkes-Bar-re'a gönderme masrafını üstlenecek kimse çıkmazdı. Ama elli bin dolar avans ve bu parayı gönlünüzce kullanabileceğiniz -harcama, yatırım yap-ma, saklama- altmış gün veriyorlardı. Yatırım yapmayı seçenler ormandan yanık ten, gelişmiş kaslar ve bir ömre yetecek hikâyeyle döndüğünde elli binin yetmiş beş bin olduğunu görebilirdi. Ve elbette bir de dışarı çıkıldığında alınacak paranın "geri kalanı" vardı.
Armitage 'Ted'e tüm bunları ciddiyetle anlatmıştı. Ama ön ödeme çeyrek milyon, dönüşte alacağı miktar ise yarım milyondu.
"Kulağa inanılmaz geliyordu," dedi Ted'in Wollensak'tan yayılan sesi. "İnanılacak gibi değildi elbette. O fiyatlarla bile bizi aslında ne kadar ucuza kapatıyor olduklarını daha sonra anladım. Cimrilikleri özellikle Dinky'nin diline düştü... Kralın bürokratlarının cimriliği yani. Kızıl Kral'ın varlığın sonunu belirli bir bütçe dahilinde getirmeye çalıştığını söylüyor ve haklı elbette ama bence -bunu Dinky de biliyor ama kabul etmek istemiyor- birine çok fazlasını önerirseniz ilk tepkisi inanmamak olacaktır. Ya da hayal gücüne bağlı olarak (telepatların ve geleceği görenlerin çoğunun hiç hayal gücü yoktur) inanmaya muvaffak olamaz. Bana sunulan kontrat altı yıllıktı ve yenileme opsiyonu vardı. Armitage cevabımı hemen istiyordu. Hedefinizin aklını karıştırıp açgözlülükle dondurduktan sonra aniden saldırmak kadar etkili bir başka yöntem yoktur, bayanlar baylar.
"Adeta bir bombardımana uğramıştım ve teklifi hiç duraksamadan kabul ettim. Armitage, bana çeyrek milyonumun o öğleden sonra Seaman's San Francisco Bankası'nda olacağını ve oraya gider gitmez paramı çekebileceğimi söyledi. Ona bir kontrat imzalamam gerekip gerekmediğini sordum. Elini uzattı -neredeyse domuz budu kadar büyüktü- ve kontratın bu olduğunu söyledi. Ona nereye gideceğimi ve ne yapacağımı sordum, aslında bu soruları daha önce sormalıydım, eminim siz de aynı fikir-desinizdir ama o kadar şaşkındım ki sormak aklımın ucundan bile geçmemişti.
"Ayrıca cevapları bildiğimden neredeyse eminim. Hükümet için çalışacağımı sanıyordum. Soğuk Savaş'la ilgili bir iş. CIA veya FBI'ın Pasifik'te bir adada kurulmuş telepatik şubesinde. Çok iyi bir radyo oyunu olabileceğini düşündüğümü hatırlıyorum.
"Armitage, bana, 'Uzaklara gideceksin, Ted ama aynı zamanda yandaki ev gibi yakın olacaksın,' dedi. 'Ve şu an için bütün söyleyebileceğim bu. Şey... ayrılmadan önceki sekiz hafta boyunca kimseye bu konudan bahsetmeyeceksin. Unutma ki gevşek çeneler gemileri batırır. Daima izlendiğini farz et.'
"Ve elbette izleniyordum. Daha sonra -iş işten geçtikten sonra- Fris-co'daki son iki ayımı tekrar izleme fırsatım oldu ve can-toi'mn beni her an takip etmekte olduğunu gördüm.
"Sığ adamların."
8
"Armitage ve iki insan bizimle Mark Hopkins Hotel'in önünde buluştu," dedi teypten yayılan ses. "Günü çok iyi hatırlıyorum; 1955 yılının Cadılar Bayramı'ydı. Öğleden sonra on yediydi. Ben, Jace McGovern, Dave Ittaway, Dick... soyadını hatırlamıyorum, altı ay sonra öldü. Humma, zatürree olduğunu söyledi ve ki'can\ann geri kalanı onu onayladı -ilginizi çekerse, ki'can, bok-insan veya bok-ahali anlamına geliyor- ama intihar etmişti ve kimse bilmese de ben bu gerçeği biliyordum. Geri kalanlar... eh, İki Numaralı Doktor'u hatırlıyor musunuz? Geri kalanlar onun gibiydi. 'Bana bilmek istemediklerimi söylemeyin, sai, dünya görüşümü değiştirtmeyin.' Her neyse, sonuncusu Tanya Leeds'di. Çetinceviz ufaklık..."
Bir duraksama oldu ve klik sesi duyuldu. Sonra Ted'in sesi tekrar mağaraya yayıldı. Bir nebze tazelenmiş gibiydi. Üçüncü makara bitmek üzereydi. Hikâyenin geri kalanını anlatırken iyice tükenmiş olmalı, diye düşündü Eddie ve bu fikir onu hayal kırıklığına uğrattı. Başka ne meziyetle-n vardı bilmiyordu ama Ted çok iyi bir anlatıcıydı.
"Armitage ve iş arkadaşları bir Ford otomobil ile geldi. Bizi Santa Mira adında bir kasabaya götürdüler. Taş döşeli bir ana caddesi vardı, bolların geri kalanı topraktı. Hava kararmaya yüz tutmuştu ve şekiller hayal meyal seçiliyordu, ama peygamber develerine benzeyen sondaj vinçleri olduğunu hatırlıyorum.
"Bir tren istasyonu veya en azından tutulmuş bir otobüs görmeyi bekliyordum ama önündeki eğik duran levhada SANTA MİRA NAKLİYAT yazan boş bir deponun önünde durduk ve Dick Bilmem Ne'den son derece net bir düşünce duydum: Bizi öldürecekler, diye geçiriyordu aklından. Bizi buraya öldürüp soymak için getirdiler.
"Bir telepat değilseniz böyle bir şeyin ne kadar korkutucu olabileceğini bilemezsiniz. Bunun kesinliğinin aklınızı bir anlamda... işgal etmesini. Dave Ittaway'in yüzünün solduğunu gördüm. Tanya hiç ses çıkarmadı ama -dediğim gibi çetincevizdi- arabanın içi gözpınarlarmda yaşlar olduğunu görebileceğim kadar aydınlıktı.
"Dick'in elini tutup Tanya'ya doğru eğildim ve çekmeye çalıştıklarında ellerini sıkarak onlara bir düşünce gönderdim. Çoğu hâlâ Seaman's Bankası 'nda uslu uslu yatmakta olan çeyrek milyonu bizi buraya getirip saatlerimizi çalmak için vermediler. Sonra Jayce, bana düşüncesini yolladı. Benim bir saatim bile yok. Gruen'imi iki yıl önce Albuquerque'de rehin bırakmıştım ve tekrar bir saat almayı akıl ettiğimde -dün gece yansı sularındaydı- bütün mağazalar kapalıydı ve ben de tünediğim bar taburesinden inemeyecek kadar sarhoştum zaten.
"Bu bizi rahatlattı ve hep birlikte gülmeye başladık. Armitage bize neye güldüğümüzü sorunca daha da rahatladık, çünkü onlarda olmayan bir şeye sahiptik, onların yapamayacağı bir yöntemle iletişim kurabiliyorduk. Ona hiçbir şey dedim ve Dick'in elini tekrar sıktım. Bu yetti. Sanırım... onu yükselttim. Bunu ilk yapışımdı. Pek çok seferin ilki. Bu kadar yorgun oluşumun bir sebebi de o; yükseltme işi insanı tüketiyor.
"Armitage ve diğerleri bizi içeri götürdü. Terk edilmiş bir yere benziyordu ama uzak uçta, üzerine tebeşirle üç kelime yazılmış ve aylarla yıldızlar çizilmiş bir kapı vardı: GÖK GÜRÜLTÜSÜ İSTASYONU. Ama görünürde bir istasyon yoktu: ne raylar, ne otobüsler ne de oraya gitmek için kullan-dığımızm dışında bir yol vardı. Kapının her iki yanında pencereler vardı ama binanın diğer tarafında daha küçük birkaç yapıdan -terk edilmiş barakalar, biri sadece boş bir kabuk sayılırdı- ve çöplerle iç içe geçmiş çalılıklardan başka bir şey yoktu.
'"Neden oraya gidiyoruz?' diye sordu Dave Ittaway. 'Göreceksiniz,' dedi içlerinden biri. Ve gördük gerçekten.
'"Önce hanımlar,' dedi Armitage kapıyı açarak.
"Diğer taraf karanlıktı ama aynı türden bir karanlık değildi bu. Daha koyu bir karanlıktı. Gök Gürültüsü'nü gece vakti gördüyseniz ne kastettiğimi anlarsınız. Sesi de farklıydı. Sevgili Dick'in tereddütleri oldu ve geri dönmek istedi. Bunun üzerine adamlardan biri tabanca çekti. Armitage'm söylediğini ömrüm boyunca unutmayacağım. Çünkü sesi... müşfikti. 'Artık vazgeçmek için çok geç,' dedi. 'Bundan sonra sadece ileri gidebilirsiniz.'
"O an, altı yıllık sözleşmenin ve yenileme opsiyonunun dostum Bobby Garfield ve arkadaşı John'un diyeceği gibi palavra olduğunu anladım. Bunu düşüncelerinden okuyabildiğimden değil. Hepsinde şapkalar vardı, anlarsınız ya. Bir sığ adamı -ya da sığ kadım- şapkasız görmeniz mümkün değildir. Erkeklerinki o zamanlar çokça rastlanan sade melon şapkalardı ama işlevleri hiç de sıradan sayılmazdı. Şapka takan birinin beynini kurcalamaya kalkarsanız -Dinky düşünce okuma için bu kelimeyi kullanıyor- tek duyabildiğiniz gerisinde fısıltılar olan sürekli bir mırıltı oluyor. Hiç hoş değil. Geçiş çınlamaları gibi. Onları duyduysanız bilirsiniz. Çok fazla çaba gerektiriyor ve Algul'daki telepatların son ilgilendiği şey de çabalamak. Kırıcıların tek ilgilendiği, kendi işlerine bakıp suya sabuna dokunmamaktır, hanımefendi ve beyefendiler. Üzerinde düşünülürse ne kadar korkunç olduğu anlaşılır ama Kırıcılar bu konuda da pek hevesli sayılmaz. Kampusta bir deyişi -küçük bir şiir- sıkça duymak veya tebeşirle yazılmış halde görmek mümkündür: 'Gezinin tadını çıkar, vantilatörü aç, kaybedecek bir şey yok, güneşlenmeye devam et.' Anlamı 'boş ver'den çok daha fazla. Bu küçük şiirin ima ettikleri son derece nahoş. Bunu görebiliyor musunuz, bilmiyorum."
Eddie görebildiğini ve ağabeyi Henry'nin muhtemelen mükemmel bir Kırıcı olacağını düşündü. Eroinini ve Creedence Clearwater Revival albümlerini almasına izin verdikleri sürece elbette.
Ted uzunca bir süre sessiz kaldıktan sonra hüzünle güldü.
"Sanırım bu uzun hikâyeyi kısaltmanın zamanı geldi. Kapıdan hepimiz geçtik. Kapı iyi durumda değilse bunun ne kadar nahoş bir deneyim olabileceğini belki biliyorsunuzdur. Ve Santa tyfira, California ve Gök Gürültüsü arasındaki kapı, o günden sonra geçtiğim bazı kapılardan daha iyi durumdaydı.
"Bir an için diğer tarafta tek görülen karanlık, tek duyulan ise tahe-enlerin çöl kurdu dediği hayvanların ulumasıydı. Sonra bir ışık kümesi belirdi ve bu... bu şeyleri gördük. Hayvan kafalı yaratıklar. Birinin boğa kafası vardı. Boynuzları da dahil. Jace çığlık attı, ben de attım. Dave Itta-way dönüp kaçmaya çalıştı ama Armitage, onu yakaladı. Yakalamasaydı bile nereye kaçacaktı? Kapıdan mı geçecekti? Kapı kapalıydı ve tek yöne açılıyordu. İçimizde sesi çıkmayan sadece Tanya'ydı. Ona bakıp düşüncelerini okuduğumda tek gördüğüm rahatlama hissi oldu. Aynı duygu gözlerine de yansımıştı. Görüyorsunuz ya biliyorduk. Tüm sorular cevaplan-mamıştı ama en önemli iki tanesinin yanıtını biliyorduk. Neredeydik? Bir başka dünyada. Ne zaman geri dönecektik? Hiçbir zaman. Paralarımız milyonlara dönüşene dek San Francisco, Seaman's Bankası'nda kalacak ve kimse harcamayacaktı. Erişilemeyecek uzaklıktaydık.
"Sürücüsü Phil adında bir robot olan bir otobüs bekliyordu. 'Benim adım Phil, sevdiğim çiçek karanfil, ama en iyi haber şu, olurum size kefil,' diyordu. Gövdesinden ahenksiz tıkırtılar yükseliyordu. Yaşlı Phil artık öldü, Tanrı bilir daha kaç cesetle birlikte tren ve robot mezarlığına atıldı, ama ellerinde başladıkları işi bitirmek için yeterli mekanik destek olduğundan eminim.
"Gök Gürültüsü tarafına geldiğimizde Dick bayılmıştı. Binaların ışık' larını gördüğümüz sıralarda kendine geldi. Başı Tanya'nın kucağındaydı. Gözlerini açtığında ona minnetle baktığını hatırlıyorum. İnsanın neleri hatırladığı komik, değil mi? Kapıda bizi aradılar. Yatakhanelerimizi ve dairelerimizi belirttiler, karnımızı doyurdular... ve harikulade bir öğündü. Pek çok öğünün ilki.
"Ertesi gün işe gittik. Ve 'Connecticut'taki küçük tatilim' sayılmazsa o gün bugündür çalışıyoruz."
Bir başka duraksama oldu. Sonra:
"Tanrı yardımcımız olsun, o günden beri çalışıyoruz. Ve Tanrı bizi bağışlasın, çoğumuz da çok mutlu. Çünkü yeteneğin tek istediği, değerlendirilmektir."
9
Onlara, Çalışma Odası'ndaki ilk birkaç mesaisinden ve orada bulunuş amaçlarının casusları bulmak, Rus bilim adamlarının zihinlerini okumak veya Dinky'nin (gerçi ilk günlerde Dinky orada değildi, ama Sheemie oradaydı) diyeceği gibi "o uzay saçmalıklarından birini yapmak" olmadığını neredeyse hemen kavrayışından bahseder. Hayır, yaptıkları iş, bir şeyi kırmaktır. Bunu hissedebilmektedir. Sadece Algul Siento'nun üzerindeki gökyüzünde değil, etraflarındaki her şeyde, hatta ayaklarının altında.
Yine de hayatından yeterince memnundur. Yemekler çok güzeldir ve cinsel iştahı son yıllarda azalmaya yüz tutmasına rağmen sunulan tatmine karşı değildir, sadece her defasında simülasyon seksin aksesuvarlı mastürbasyon olduğunu kendine hatırlatır. Ama yollarda yaşayan pek çok adamın yaptığı gibi yıllar boyu pek çok tuhaf fahişeyle birçok kez yatmış biri olarak o tür seksin de mastürbasyondan farklı olmadığını itiraf eder; olabildiğince sert gidiş gelişler, tenden fışkıran ter ve aslında arabaya benzin alması gerektiğini veya Red&White'ta indirimin hangi gün olduğunu düşünen, "Oh bebe-ğim-bebeğim-bebeğim," diyen kadınlar. Hayattaki pek çok şey gibi hayal gücünü kullanmak gerekmektedir ve Ted bunu becerebilir, tasavvur etmede iyi-"■ir, çok teşekkürler. Başının üzerindeki çatıdan, etrafındakilerden memnun-aıtr-. tamam, gardiyanlar gardiyandır ama görevlerinin Kırıcılar'ın dışarı çıkmasını olduğu kadar kötü şeylerin içeri girmesini engellemek olduğunu söylediklerinde onlara inanır. Kırıcılar'ın çoğundan da hoşlanmaktadır ve bir iki yıl sonra kendisine tuhaf bir şekilde ihtiyaç duyduklarını anlar. Acımasız kırmızdan aldıklarında onları rahatlatabilmekte, bir saatlik mırıltılı sohbetin ardından ev özlemlerinden kaynaklanan sancılan giderebilmektedir. Ve elbette bu iyi bir şeydir. Ev hasreti insanidir, ama Kırmak ilahidir. Bunu Roland ve ka-tet'me açıklamaya çalışır, ama elinden gelenin en iyisi, insanın sırtının ulaşamadığı bölümündeki sürekli kaşınan bölgeyi sonunda kaşıyabilmesi diye tarif etmek olur. Çalışma Odası'na gitmeyi sevmektedir, diğerleri de öyle. Orada oturmayı, kaliteli ahşapla kaliteli derinin kokusunu içine çekmeyi, aramayı... aramayı... ve sonra aniden bir ohhh eşliğinde bulmayı sevmektedir. Oradadır işte. Bir daldan sarkan maymun gibi takılmıştır. Kırmaktadır bebeğim ve kırmak ilahidir.
Dinky bir keresinde Çalışma Odası'nın kendisiyle gerçekten baş başa olduğu tek yer olduğunu söylemiştir ve kapatılmasını da bu yüzden ister. Mümkünse yakılıp yerle bir edilsin ister. "Çünkü kendime ulaşabildiğimde neler yapabileceğimi biliyorum," demiştir Ted'e. "Anlarsın ya, havaya girdiğimde." Ve Ted ne demek istediğini çok iyi anlamıştır. Çünkü Çalışma Odası daima inanılmayacak kadar güzeldir. Oturursunuz, belki bir dergi alırsınız, modellerin ve margarinlerin, film yıldızlarının ve arabaların resimlerine bakarsınız ve zihninizin yükseldiğini hissedersiniz. Işın her yerdedir, güçle dolu dev bir koridorda olmak gibidir ama zihniniz daima tavana doğru yükselir ve orada kusursuzluğu bulur.
Belki bir zamanlar, Prim'iw çekilmesinden hemen sonra ve Gan'ın sesinin makroevrenin odalarında hâlâ yankılanmakta olduğu günlerde Işınlar pürüzsüz ve cilalıydı ama artık öyle değiller. Artık Ayı ve Kaplumbağa'nın Yolu aşınmış ve engebeli, üzeri parmakların girip pençelerin yakalayabileceği, kurtçukların yuvalanabileceği pek çok delik ve çukurla kaplı. Bazen tutup çekersiniz, bazen de düşünebilen bir asit damlası gibi geçtiğiniz yerleri eriterek derinlere doğru ilerlersiniz. Tüm bu hisler yoğun bir zevk verir. Seksidir.
Ve Ted'de bir şey daha vardır, Trampas söyleyene kadar buna sahip yegâne kişi olduğunu bilmediği bir özellik. Trampas aslında ona hiçbir şey anlatmaya niyetlenmemiştir ama çok kötü bir egzaması vardır ve bu her şeyi değiştirir. Kara Kule'yi kepekli bir kafa derisinin kurtardığına inanmak zordur ama bu fikir o kadar da zorlama değildir. Hem de hiç değildir.
10
"Algul'da tam mesai çalışan yüz seksen civarı personel var," dedi Ted. "Kimseye işini nasıl yapacağını söylemem ama bunu bir kenara yaz-sanız, en azından aklınızda tutsanız iyi olur. Kabaca söylemek gerekirse sekiz saatlik vardiyalarda altmışar kişi oluyor ve yirmi -yirmi- yirmi olarak ayrılıyorlar. En keskin gözlere taheenleı sahip ve gözetleme kulelerinde genellikle onlar oluyor. İnsanlar en dış çiti kontrol ediyor. Yanlarında etkili silahlar olduğunu belirteyim. En tepede Efendi Prentiss ve güvenlik şefi Finli o'Tego var -ilki insan, ikincisi taheen- ama buradakilerin çoğu can-toi'dir, yani sığ adamlar.
"Sığ adamların çoğu Kıncılar'la iyi geçinemez; yapabildiklerinin en iyisi soğuk bir ahbaplıktır. Dinky 'tamamlanmış insanlar' olduğumuz için bizi kıskandıklarını söylüyor. İnsan muhafızlar gibi can-toi de görev başındayken beyinlerini kurcalamamamız için şapkalar takar. Aslında çoğu Kırıcı yıllardır Işın'dan başka hiçbir şeyi ya da hiç kimseyi kurcalamaya kalkmamıştır ve belki artık isteseler de yapamazlar; zihin de bir kastır ve diğer kaslar gibi kullanılmayınca zayıflar."
Bir duraksama. Teypte bir tıkırtı. Sonra:
"Bitirmem mümkün olmayacak. Düş kırıklığına uğradım ama şaşırdığımı söyleyemem. Bu son hikâyem olmak zorunda, dostlar. Üzgünüm."
Alçak bir ses. Susannah yudumlama sesi olduğundan emindi. Ted yine su içiyordu.
"Taheen 'lerin düşünce keplerine ihtiyaç duymadığını söylemiş miydim? İngilizceyi mükemmel konuşuyorlar ve kurcalama yetenekleri olduğunu ara sıra hissettim, alıp gönderebiliyorlar -en azından biraz- ama beyinlerine göz atmaya çalışırsanız zihinsel parazit, beyaz gürültü gibi gelen kafa uyuşturucu patlamalarla karşılaşıyorsunuz. Ben bunun koruyucu bir alet olduğunu düşündüm; Dinky ise bu şekilde düşündüklerini söylüyor. Her neyse, işleri bu sayede kolaylaşmış oluyor. Sabahları çıkmadan önce şapkalarını takmayı hatırlamak zorunda değiller!
"Trampas can-toi serserilerinden biriydi. Onu, Pleasantville'in ana caddesinde yürürken ya da çarşının ortasında bir bankta otururken görebilirsiniz. Elinde genellikle Yedi Adımda Pozitif Düşünce gibi kendi kendisini geliştirme kitaplarından biri olur. Ertesi gün bir bakarsınız Kırık Kalpler Oteli'nin duvarına yaslanmış, güneş banyosu yapıyor. Bu diğer can-toi'ler için de geçerli. Belirli bir düzen varsa da ben keşfedebilmiş değilim. Dinky de aynı şekilde kestiremiyor. Olduğunu sanmıyoruz.
"Trampas'ı diğerlerinden ayıran, o kıskançlık hissinden yoksun oluşuydu. Dost canlısı olduğu bile söylenebilir, yani söylenebilirdi; bazı yönlerden bir sığ adam olduğuna inanmak güçtü. Can-toi'lerin onu pek sevdiği söylenemezdi. Ve bu bir yerde ironik, çünkü insan olmak diye bir şey gerçekten varsa Trampas gerçekten ilerleme kaydeden tek can-toi. Örneğin basit gülüş. Çoğu sığ adam güldüğünde teneke bir borudan aşağı yuvarlanan taşlar gibi bir ses çıkarır; Tanya'nın dediği gibi duyunca içiniz ürperir. Ama Trampas güldüğünde çok tiz olması dışında kulağa gayet normal gelir. Çünkü gerçekten gülüyor, sanırım sebep bu. İçinden geliyor. Diğerlerinin gülüşleri ise zorlama.
"Her neyse, bir gün onunla ayaküstü sohbet ettim. Ana caddede, Gem'in hemen önündeydik. Yıldız Savaşları şaşaalı geri dönüşünü yapmıştı. Kırıcılar'ın asla bıkmadığı bir film varsa o da Yıldız Savaşları'dır.
"Ona isminin nerden geldiğini bilip bilmediğini sordum. Elbette bildiğini, clan-fam'dan olduğunu söyledi. Her can-toi'ye, gelişiminin bir noktasında clan-fam'ı tarafından bir insan ismi verilir; bir tür olgunlaşma simgesidir. Dinky isimlerini ilk kez birinin kafasını bıçakla uçurmayı becerdiklerinde verdiklerini söylüyor, bizim Dinky böyledir işte. İşin aslıni bilmiyoruz ve önemi de yok ama bazı isimler gerçekten çok komik. Otuzlu yıllardan akromegali hastası bir aktör olan ve filmlerde psikopat tiplerle canavarları canlandıran Rondo Hatton'a benzeyen biri var, ama ismi Thomas Cariyle. Bir diğerinin ismi Beowulf, birinin ise Van Gogh Baez." Eskiden beri bir folk müziksever olan Susannah kahkahasını bastır-mak için ellerini ağzma götürdü.
"Her neyse, ona Trampas'ın Virginialı adında meşhur bir vahşi batı romanından bir karakter olduğunu söyledim. Esas kahraman değildi, orası doğru ama kitaptaki herkesin ezberindeki cümleyi sarf eden Tram-pas'tı: 'Onu söyleyince gülümse!' Bu bizim Trampas'm hoşuna gitti ve kendimi kahvelerimizi içerken ona kitabın konusunu anlatır buldum.
"Arkadaş olduk. Ona küçük Kırıcı toplumumuzda olan bitenlerden bahsederdim, o da bana çitin onlar tarafında olan ilginç ama önemsiz olayları anlatırdı. Kafasını tahammül edilemeyecek kadar çok kaşındıran egzamadan şikâyetçiydi. Şapkasını -kot kumaşından yapılmış küçük bir bereydi- sıkça kaldırıp kafasını kasırdı. Kaşıntı için en kötü yerin orası olduğunu, apış arasından bile beter olduğunu söylerdi. Ve o küçük bereyi her kaldırışında düşüncelerini okuyabildiğimi keşfettim. Sadece en üstte-kileri değil, hepsini. Hızlı davranabilirsem -ki zamanla hızlı olmayı öğrendim- sayfalarını çevirerek bir ansiklopedinin belli bölümlerine bakabildiğiniz gibi istediğim kısımları seçip okuyabiliyordum. Aslında tam olarak öyle değildi, daha ziyade birinin radyoyu yayın sırasında kapatıp açmasına benziyordu."
"Vay anasını," dedi Eddie ve bir bisküvi daha aldı. Keşke bisküviyi batırabileceği bir bardak süt olsaydı. Sütsüz bisküvi içinde o beyaz kremanın olmadığı Oreolar gibiydi.
"Bir radyoyu veya televizyonu son sesteyken açtığınızı düşünün," dedi Ted bitkin sesiyle. "Sonra hemen aynı hızla kapattığınızı." Bunu özelikle tek kelimeymiş gibi söylemesi hepsini gülümsetti... Roland'ı bile. "ir fikriniz olmuştur. Şimdi size öğrendiklerimi anlatacağım., Muhtemelen zaten biliyorsunuz ama bilmiyor olmanız riskini göze alamam. Bu çok önemli.
"Bilmeniz gerektiği gibi, bir Kule var, hanımefendi ve beyler. Bir zamanlar altı Işın orada kesişiyor, hem oradan güç alıyor -hayal bile edilmesi mümkün olmayan bir tür enerji kaynağı- hem de çelik halatların bir radyo kulesini desteklemesi gibi destek oluyorlardı. Işınlar'dan dördü artık yok, dördüncüsü çok yakın bir zamanda kırıldı. Geriye kalan ikisi Ayı'nın Işını, Kaplumbağa'nm Yolu -Shardik'in Işını ve Fil'in Işını, Kurt'un Yolu- bazıları ona Gan'ın Işını diyor.
"Çalışma Odası'nda yaptığımın gerçekte ne olduğunu anladığımda duyduğum dehşeti hayal edebilir misiniz bilmiyorum. O masumca kaşınan bölgeyi kaşırken aslında ne yapıyor olduğumu. Ama önemli bir şey olduğunu en başından beri biliyordum, biliyordum.
"Ve daha da kötü bir şey vardı, şüphelenmediğim bir şey, sadece bana has bir şey. Bazı yönlerden farklı olduğumu biliyordum; öncelikle Kırıcılar arasında bir nebze olsun merhamet sahibi tek kişi ben gibiydim. Acımasız kırmızıları aldıklarında daha önce de dediğim gibi geldikleri kişi ben oluyorum. Pimli Prentiss, yani Efendi, Tanya ve Joey Rastosovich'i evlendirdi -bu konuda çok ısrarcıydı, hiçbir itiraz duymak istemedi, kendisini bir kaptan olarak gördüğünü ve bunun ona ait bir sorumluluk ve ayrıcalık olduğunu söyledi- ve elbette ona izin verdiler. Ama daha sonra benim daireme geldiler ve Tanya, 'Bizi sen evlendir, Ted,' dedi. 'O zaman gerçekten evli oluruz.'
Dostları ilə paylaş: |