Stephen King Kara Kule Cilt7 Kule



Yüklə 2,92 Mb.
səhifə24/62
tarix03.12.2017
ölçüsü2,92 Mb.
#33720
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   62

Jake bunu bir iki dakika düşündükten sonra kalkıp dışarı çıktı. Oy patikadan tırmanan Jake'i sessizce takip etti.
2

Roland oldukça bitkin görünüyordu ama yere çömelmişti ve Jake Unu yapabildiğine göre yeterince iyi olması gerektiğini düşündü. Silahşor'un yanına çömeldi, elleri önünde serbestçe sarkıyordu. Roland, ona baktı, hiçbir şey söylemedi, sonra tekrar personelinin Algul Siento, sakinlerinin Devar-toi dediği hapishaneye döndü. Ortalık belli belirsiz bir aydınlıkla kaplanmıştı. Güneş-elektrikli, atomik, her neyse-henüz parlamı-yordu.

Oy hafif bir homurtuyla Jake'in yanma yattı ve uyuyor göründü ama Jake yine aldanmamıştı.

"Selam ve günün neşeli olsun," dedi Jake sessizlik bunaltıcı hale gelince.

Roland başını salladı. "Neşeli diyelim öyle olsun." Ancak bir cenazede olunabilecek kadar neşeli görünüyordu. Calla Bryn Sturgis'te meşalelerin ışığında commala dansı yapmış Silahşor bin yıldır mezarında yatıyor olabilirdi.

"Nasılsın, Roland?" "Çömelebilecek kadar iyi." "Tamam ama nasılsın?"

Roland, ona kısaca baktıktan sonra cebinden tütün kesesini çıkardı. "Yaşlı ve ağrıya gark olmuş; senin de bilmen gerektiği gibi. İçer misin?" Jake bir süre düşündükten sonra başını salladı. "Kısa olacak," diye uyardı Roland. "Tekrar kavuştuğuma memnun olduğum çantamda biraz var ama fazla kalmadı."

"İstersen kendine sakla, ben içmesem de olur," dedi Jake. Roland gülümsedi. "Bir adam alışkanlıklarını paylaşmaya tahammül edemiyorsa bırakma zamanı gelmiş demektir." Bir tür yaprağı ikiye bölerek bir çift sigara sardı, birini Jake'e uzattı ve başparmağının tırnağıyla ateşlediği kibritle ikisini de yaktı. Dumanlar Can Steek-Tete'in durgun, soğuk havasında yavaşça yükseldi. Jake tütünün sert, yakıcı ve bayat olduğunu düşündü, ama ağzından tek bir şikâyet sözcüğü bile çıkmadı. Hoşuna gitmişti. Kendi kendine asla babası gibi sigara içmeyeceğine dair defalarca söz verişini hatırladı -asla- ama işte şimdi başlamıştı. Üstelik yen1 babasının onayı olmasa da bilgisi dahilinde.

Roland elini uzattı ve parmağının ucuyla Jake'in alnına... sol yanağına... burnuna... çenesine dokundu. Son dokunuşu biraz acıtmıştı. "Sivilceler," dedi Roland. "Buranın havasından oluyor." Duygusal ağırlığın da et-jcisi olduğundan şüpheleniyordu -peder için duyduğu keder- ama bunu belirtmek, çocuğun Callahan'ın ölümü için duyduğu üzüntüyü arttırmaktan başka bir işe yaramayacaktı.

"Sende hiç yok," dedi Jake. "Cildin pürüzsüz. Şanslısın." "Sivilce yok," diye onayladı Roland ve sigarasından bir nefes çekti. Aşağıda cılız ışıklarıyla köy vardı. Huzurlu köy, diye düşündü Jake, ama yerleşim alanı huzurludan da öte, ölü gibi görünüyordu. Sonra birbirine doğru yürüyen iki figür gördü; o mesafeden birer benek gibi görünüyorlardı. Dış çiti koruyan insan muhafızlar olduklarını tahmin etti. Birleşip tek bir benek haline gelerek bir süre o şekilde kaldıktan sonra -Jake ayaküstü sohbet ettiklerini düşündü- tekrar aksi yönlere doğru ilerlediler. "Sivilce yok ama kalçamın ağrısı beni öldürüyor. Sanki biri gece kalçamı yarıp içine kırık cam parçaları doldurmuş. Kızgın cam. Ama bu çok daha beter." Başının yan tarafına dokundu. "İkiye ayrılmış gibi hissediyorum."

"Hissettiklerinin Stephen King'in yaralan olduğuna gerçekten inanıyor musun?"

Roland sözcüklerle karşılık vermek yerine sol elinin işaret parmağını sağ elinin serçe parmağıyla başparmağını birleştirerek yaptığı halkanın içine soktu: Doğru söylüyorum anlamında bir işaretti.

"Çok kötü," dedi Jake. "Hem onun için, hem senin için." "Belki öyle, belki değil. Çünkü, bir düşün Jake; iyi düşün. Sadece yaşayan varlıklar acı duyar. Bu hissettiklerim King'in hemen ölmeyeceğini işaret ediyor. Bu da kurtarılmasının daha kolay olabileceğini gösteriyor." Jake bunun sadece King'in ölmeden önce bir süre hendekte yatacağı anlamına geldiğini düşündü ama bir şey söylemedi. Roland'ın dilediğine Ulanmasından bir zarar gelmezdi. Ama bir şey daha vardı. Jake'in aklını fazlasıyla kurcalayan ve onu tedirgin eden bir şey. "Roland seninle dan-dinh konuşabilir miyim?"

Silahşor başını salladı. "İstiyorsan." Kısa bir an duraksadı. Ağzının sol kenarı tam anlamıyla gülümseme sayılmayacak bir hareketle hafifçe yükseldi. "Eğer istiyorsan."

Jake cesaretini topladı. "Neden şimdi bu kadar öfkelisin? Neye kız-gınsın? Ya da kime?" Şimdi duraksama sırası ondaydı. "Sorun ben miyim?"

Roland'ın kaşları yükseldi. Sonra silahşor havlarcasına güldü. "Sen değilsin, Jake. Seninle hiçbir ilgisi yok. Olamaz da." Jake memnuniyetle kızardı.

"Dokunuşta ne kadar güçlü olduğunu sürekli unutuyorum. Çok iyi bir Kırıcı olurdun, ona şüphe yok."

Bu bir cevap değildi ama Jake bunu belirtmeye gerek görmedi. Bir Kırıcı olma fikri içinin ürpermesine neden oldu.

"Bilmiyor musun?" diye sordu Roland. "Eddie'nin diyeceği gibi kafamın tasının attığını biliyorsun ama sebebini bilmiyorsun, öyle mi?"

"Bakabilirim ama kabalık olur." Aslında bundan daha fazlasıydı. Jake, Nuh Peygamber'le ilgili İncil'den bir hikâyeyi anımsıyordu. Gemideyken oğullarından biri onu sarhoş bir halde yattığını görüp babasına gülmüştü. Tanrı bu yüzden onu lanetlemişti. Roland'ın düşüncelerine bakmak sarhoşken onu görmek -ve gülmek- gibi olmayacaktı elbette ama

ona yakındı.

"Sen iyi bir çocuksun," dedi Roland. "İyi ve dürüst, evet." Silahşor dalgınca konuşmuş olmasına rağmen Jake o an mutluluktan ölebilirdi. Üstlerinden ve ötelerinden yankılanan bir KLİK! sesi duyuldu ve De-var-toi bir kez daha yapay güneş ışığına boğuldu. Bir dakika sonra müziğin belli belirsiz sesini duydular: supermarket ve asansörler için ayarlanmış olan "Hey Jude" melodisiydi. Aşağıda uyanıp coşma zamanı gelmişti. Bir başka Kırma günü başlamıştı. Jake aşağıda Kırma işleminin aslında hiçbir zaman durmadığını düşündü.

"Haydi bir oyun oynayalım. Sen ve ben," diye önerdi Roland. "Kafamın içine girip kime öfkeli olduğumu bulmaya çalış. Ben de seni engellemeye çalışayım."

Jake yerinde hafifçe doğruldu. "Bu kulağa pek eğlenceli gelmiyor, Roland."

"Yine de ben oynamaya hazırım."

"Pekâlâ, istiyorsan oynayalım."

Jake gözlerini kapattı ve Roland'ın sert hatlı, yorgun yüzünü zihninde canlandırdı. Ve parlak mavi gözlerini. Gözlerinin arasına ve hafifçe yukarıya bir kapı ekledi -pirinç tokmaklı küçük bir kapı- ve açmaya çalıştı. Tokmak bir an için döndü. Sonra karşı koydu. Jake daha fazla basınç uyguladı. Pirinç tokmak tekrar dönmeye başladı, ama sonra yine durdu. Jake gözlerini açınca Roland'ın alnında boncuk boncuk ter birikmiş olduğunu gördü.

"Bu çok aptalca. Baş ağrını azdırıyorum."

"Boş ver. Sen elinden gelenin en iyisini yap."

Yani en kötüsünü, diye düşündü Jake. Ama bu oyunu oynamak zo-rundaysa geri çekilmeyecekti. Gözlerini tekrar kapadı ve Roland'ın kaşlarının arasındaki kapıyı gördü. Bu kez daha hızlı davrandı ve daha fazla basınç uyguladı. Bilek güreşine benziyordu. Bir an sonra tokmak döndü ve kapı açıldı. Roland homurdandıktan sonra acıyla güldü. "Bu kadarı bana yeter," dedi. "Tanrılar! Çok güçlüsün."

Jake bunlara kulak asmadı. Gözlerini açtı. "Yazar mı? King mi? Ona neden kızgınsın?"

Roland içini çekti ve artık bitmiş olan sigarasını fırlattı. Jake kendisi-ninkini daha önce bitirmişti. "Çünkü şimdi yapmamız gereken bir değil, iki iş var. İkincisi sai King'in kabahati. Ne yapması gerektiğini biliyordu. Aklının derinliklerinde bir yerde onu yapmaya devam etmesinin kendisini güvende kılacağını da bildiğine inanıyorum. Ama korkuyordu. Ve yorgundu. " Roland'ın üst dudağı kıvrıldı. "Şimdi demirleri ateşin içinde ve çıkarmak da bize düşüyor. Bunun bedelini ödeyeceğiz. Muhtemelen bize Çok pahalıya patlayacak."

"Ona korktuğu için mi kızgınsın? Ama..." Jake kaşlarını çattı. "Neden korkmayacaktı ki? O sadece bir yazar. Bir silahşor değil, sadece bir hikayeci."

"Biliyorum," dedi Roland. "Ama onu durduranın korku olduğunu sanmıyorum. Ya da tek sebep korku değildi. Hem korkak, hem tembel. Onunla karşılaştığımızda bunu hissetmiştim. Eminim Eddie de hissetmiştir. Yapması için yaratıldığı işe baktı ve gözü korktu. Kendi kendine, 'Pekâlâ, kendime daha kolay bir iş bulacağım. Hoşuma giden, yeteneklerime uygun bir iş. Sorun çıkarsa beni gözetirler. Beni korumak zorundalar,' dedi. Bizim yaptığımız da bu."

"Ondan hoşlanmamışsın."

"Hayır," dedi Roland. "Hoşlanmadım. Hem de hiç. Güvenmedim de. Daha önce bir hikayeci tanımıştım, Jake ve hemen hemen hepsi de aynı kumaştan biçilmiştir. Hayattan korktukları için hikâyeler anlatırlar."

"Öyle mi dersin?" Jake bunun çok kasvetli bir fikir olduğunu düşündü. Ama içinde doğru barındırıyor gibiydi.

"Evet. Ama..." Omuz silkti. Yapılacak bir şey yok diyordu hareketi.

Ka-shume, diye düşündü Jake. ka-tef\ex'\ parçalanırsa ve bu King'in suçu olursa...

King'in suçu olursa ne olacaktı? İntikam mı alacaklardı? Bir silahşorun düşüncesiydi; aynı zamanda aptalca bir düşünceydi, Tanrı'dan intikam alma fikri gibi.

"Ama elimiz kolumuz bağlı," diye tamamladı Jake.

"Evet. Ama bu, elime fırsat geçerse o sarı, tembel kıçına tekmeyi basmayacağım anlamına gelmiyor."

Jake bunun üzerine kahkahalarla gülmeye başladı ve Silahşor gülümsedi. Sonra yüzünü buruşturarak doğruldu. Elleri kalçalarının üzerindeydi. "Kahretsin," diye homurdandı.

"Sancın çok mu kötü?" diye sordu Jake.

"Benim ağrılarımı boş ver. Haydi gel. Sana daha ilginç bir şey göstereceğim."

Roland hafifçe topallayarak patikanın kıvrılarak yumrulu küçük dağın diğer tarafına doğru gözden kaybolduğu, muhtemelen tepeye doğru çıktığı yere doğru yürüdü. Silahşor orada çömelmeye çalıştı, yüzünü buruşturdu ve tek dizi üzerine çöktü. Sağ eliyle toprağı gösterdi. "Ne görüyorsun?"

Jake de tek dizi üzerine çöktü. Toprağın üzeri kayalardan kopan parçalar ve çakıllarla doluydu. Bunlardan bazıları yerinden oynayarak taş yığını üzerinde iz bırakmıştı. Yan yana diz çöktükleri noktanın ötesinde bir çalının iki dalı kırılıp kopmuştu. Jake eğilerek dalların kırıldığı yerden sızan bitki özünün keskin kokusunu içine çekti. Sonra taşlık alandaki izleri tekrar inceledi. Dar ve fazla derin olmayan yedi sekiz iz vardı. İnsan izi olmadıkları muhakkaktı. Bir çöl kurduna da ait olamazlardı.

"Bu izlerin neye ait olduğunu biliyor musun?" diye sordu Jake. "Biliyorsan hemen söyle, beni yine seninle bilek güreşi yapmak zorunda bırakma."

Roland hafifçe sırıttı. "İzleri biraz takip et bakalım ne göreceksin."

Jake yerinden kalktı ve karnı ağrryormuş gibi iki büklüm halde izler boyunca yürüdü. Taşlıktaki izler büyükçe bir kayanın ardına doğru ilerliyordu. Kayanın üzerinde toz, toz tabakasının üzerinde de çizikler vardı... sanki bir şey geçerken oraya sürtmüştü.

Ayrıca birkaç sert, siyah kıl vardı.

Jake bunlardan birini aldı ve aldığı gibi verdiği histen kurtulmak için üfledi. Aynı anda tiksintiyle ürpermişti. Roland bu olanları ilgiyle izliyordu.

"Mezarının üzerinde bir kaz yürümüş gibi görünüyorsun." "Berbat bir şey!" Jake hafifçe kekelediğini fark etmişti. "Tanrım, ne bu? Bizi iz... izleyen neydi?"

"Mia'nm Mordred adını verdiği." Roland'ın ses tonunda bir değişiklik olmamıştı ama Jake Silahşor'un soğuk gözlerine bakmakta epey zorlandı. "Babası olduğumu söylediği bebe."

"Burda mıymış? Dün gece?"

Roland başını salladı.

"Bizi mi dinli?..." Jake sorusunu tamamlayamadı.

Roland tamamladı. "Dinliyormuş, evet. Konuşmalarımızı ve planla-n«iızı. Ted'in hikâyesini de."

"Ama bundan emin olamazsın. Bu izler herhangi bir şeye ait olabilir." Ama izleri düşününce Susannah'nm hikâyesini dinlemiş olan Jake'in aklına canavar örümceğin bacaklarından başka bir şey gelmiyordu.

"Biraz daha ilerle," dedi Roland.

Jake, ona sorarcasına bakınca Roland başım salladı. Rüzgâr eserek onlara aşağıdaki hapishane yerleşim bölgesinde çalan müziği (galiba şimdiki 'Bridge Over Troubled Water' idi) ve çok uzaklardaki gök gürültüsünün yuvarlanan kemiklerin sesine benzeyen hafif gümbürtüsünü taşıdı.

"Ne..."


"Takip et," dedi Roland tepenin eteğindeki taşlık alanı başıyla işaret ederek.

Bunun bir başka ders olduğunu bilen Jake söyleneni yaptı... Roland ile birlikte olunca eğitim asla sonlanmazdı. Ölümün gölgesindeyken bile öğrenilecek şeyler vardı.

Kayanın diğer tarafında patika yaklaşık otuz metre boyunca dümdüz ilerliyor, sonra dönerek tekrar görüş alanından çıkıyordu. Patikanın düz ilerlediği bölümde izler çok belirgindi. Bir tarafta üçlü, diğer tarafta dörtlü bir grup halindeydiler.

"Susannah bacaklarından birini vurduğunu söylemişti," dedi Jake.

"Evet."

Jake insan bebek büyüklüğünde yedi bacaklı bir örümceği gözünün önünde canlandırmaya çalıştı ama beceremedi. Galiba istemiyordu.



Bir sonraki dönemecin ötesinde patikanın üzerinde içi boşaltılmış bir ceset vardı. Jake gövdenin yarıldığmdan neredeyse emindi ama bir şey söylemek güçtü. Ne iç organlar, ne kan ne de vızıldayan sinekler vardı. Sadece bir etçil hayvanı andıran -gerçi hayal etmek epey uğraş gerektiriyordu- pis, tozlu bir yığın görünüyordu.

Oy yaklaştı, kokladı ve bacağını kaldırarak kalıntılar üzerine işedi Çok önemli bir işi tamamlamış birinin edasıyla Jake'in yanına döndü.

"Bu ziyaretçimizin dün akşamki yemeğiydi," dedi Roland.

Jake etrafına bakındı. "Şimdi bizi izliyor mu? Ne dersin?"

"Büyüme çağındaki çocukların dinlenmeye ihtiyacı vardır derim."

Jake içinde nahoş bir duygu hissetti ve üzerinde fazla durmadan zihninin gerisine attı. Kıskançlık mıydı? Değildi elbette. Hayata annesini yiyerek başlayan bir yaratığı nasıl olur da kıskanırdı? Roland ile aralarında kan bağı vardı, tamam -tam olarak söylemek gerekirse öz oğluydu- ama bu bir kazadan ibaretti.

Değil mi?

Jake, Roland'ın ona dikkatle baktığını hissetti. Jake'i huzursuz eden bir bakıştı.

"Aklından neler geçiyor?" diye sordu Silahşor. "Hiç," dedi Jake. "Sadece nerde olduğunu merak ediyorum." "Söylemesi zor," dedi Roland. "Sadece bu tepede yüz in vardır. Gel." Roland üzerinde siyah kıllar olan kayaya doğru yürüdü ve varınca Mordred'in ardında bıraktığı izleri metodik hareketlerle silmeye başladı. "Neden siliyorsun?" diye sordu Jake umduğundan daha sert bir sesle. "Eddie ve Susannah'nm bunu bilmesine gerek yok," dedi Roland. "Tek amacı izlemek, işlerimize burnunu sokmak gibi bir niyeti yok."

Nereden biliyorsun, diye sormak istedi Jake ama o nahoş his tekrar baş gösterdi -ama kesinlikle kıskançlık değildi- ve sormamaya karar verdi. Roland istediğini düşünsün, diye geçirdi içinden. Bu arada Jake gözlerini dört açacaktı. Ve Mordred kendini gösterecek kadar büyük bir aptallık yapacak olursa...

"En çok Susannah'yı düşünüyorum," dedi Roland. "Bebenin varlığı en fazla onun dikkatini dağıtır. Ve onun düşüncelerini okumak Mordred için nispeten daha kolay olacaktır."

"Yaratığın annesi olduğu için," dedi Jake. Kullandığı sözcüğün farkında değildi ama Roland'ın gözünden kaçmamıştı.

"Evet, ikisi arasında bir bağlantı var. Çeneni tutacağından emin olabilir miyim?"

"Elbette."

"Zihnini de korumaya çalışmalısın, bu da çok önemli." "Deneyebilirim ama..." Jake bunu nasıl yapacağını bilmediğini söyle-mek istercesine omuz silkti.

"Güzel," dedi Roland. "Ben de öyle yapacağım."

Rüzgâr yine şiddetlendi. "Bridge Over Troubled Water" değişmiş yerini bir Beatles şarkısı almıştı (Jake bundan oldukça emindi) nakaratı bip-bip-Mia-bip-bip, yee, diye biten şarkıydı. Jake, Gilead ve Mejis arasındaki tozlu, ölmeye yüz tutmuş kasabalarda bu şarkının bilinip bilinmediğini merak etti. Işınlar zayıflar, dünyaları bir arada tutan tutkal tel tel uzar ve dünyalar sarkarken akortsuz piyanolarda "Drive My Car"ın çalındığı kasabalar var mıydı?

Zihnini temizleme çabasıyla başını sertçe iki yana salladı. Roland'm hâlâ ona bakıyor olduğunu fark edince ona hiç uymayan bir rahatsızlık duydu. "Çenemi kapalı tutarım, Roland. Düşüncelerimi kendime saklamayı da en azından denerim. Merak etme."

"Etmiyorum," dedi ve Jake içinden yükselen, gerçekten doğru söyleyip söylemediğini görmek için dinh'mm zihnine bakma dürtüsüyle mücadele etmek zorunda kaldı. Hâlâ bakmanın kötü olduğunu düşünüyordu ve bunun tek sebebi kabalık olması da değildi. Güvensizlik asit gibiydi. ka-tefleri zaten yeterince narindi ve yapılacak çok işleri vardı.

"İyi," dedi Jake. "Güzel."

"Zel!" dedi Oy her ikisinin de gülümsemesine yol açan işlem tamam, her şey yolunda tonuyla.

"Orda olduğunu biliyoruz," dedi Roland. "Ve muhtemelen o bildiğimizi bilmiyor. Bu şartlar altında bundan iyisini bekleyemezdik."

Jake başını salladı. Bu şekilde düşünmek onu biraz sakinleştirmişti.

Mağaraya doğru yürürlerken Susannah her zamanki süratli sürünü-şüyle mağara ağzına geldi. Havayı kokladı ve yüzünü buruşturdu. Onları görünce yüzünde parlak bir gülümseme belirdi. "Yakışıklı erkekler görüyorum! Ne zamandır ayaktasınız?"

"Fazla uzun olmadı," dedi Roland.

"Kendini nasıl hissediyorsun?"

"İyi," dedi Roland. "Uyandığımda başım ağrıyordu ama artık nerdey-se tamamen geçti."

"Sahi mi?" diye sordu Jake.

Roland başını salladı ve çocuğun omzunu sıktı.

Susannah aç olup olmadıklarını sordu. Roland başını salladı. Jake de.

"Eh, içeri gelin o halde," dedi Susannah. "Gelin de neler yapabileceğimize bir bakalım."
3

Susannah toz halinde yumurta ve konserve dana eti buldu. Eddie bir konserve açacağı ve gazla çalışan küçük bir ocak keşfetti. Kendi kendine biraz mırıldandıktan sonra yakmayı başardı ve konuşmaya başladığını duyunca pek de şaşırmadı.

"Merhaba! Wal-Mart, Burnaby's ve diğer seçkin mağazalarda bulabileceğiniz Gamry Şişelenmiş Gaz'la dörtte üç oranında doluyum! Gamry'yi seçmekle kaliteyi seçmiş oluyorsunuz! Burası karanlık, değil mi? Yemek tarifleri ve pişirme süreleri konularında size yardımcı olabilir miyim?"

"Çeneni kapamakla en büyük yardımı yaparsın," dedi Eddie ve ocak daha fazla konuşmadı. Sonra ocağı gücendirip gücendirmediğini merak etti ve kendini öldürüp dünyayı bir sorundan kurtarıp kurtarmamayı düşünmeye başladı.

Roland dört şeftali konservesi açtı, kokladı ve başını salladı. "Sanırım bozuk değiller. Tatlı niyetine."

Mağaranın önündeki hava titreştiği sırada yemeklerini bitirmek üzereydiler. Havanın titreşmesinden bir an sonra Ted Brautigan, Dinky Earnshaw ve Sheemie Ruiz karşılarında belirdi. Yanlarında Roland'ın getirmelerini istediği, dehşete düşmüş bir halde olduğu yerde büzülmüş, rengi solmuş, paçavraya dönmüş giysiler içindeki Rod vardı.

"Gelin ve bir şeyler yiyin," dedi Roland dört kişinin yoktan var olması her gün karşılaştığı bir olaymışçasına sakince. "Bol bol yiyeceğimiz var."

"Kahvaltıyı atlasak iyi olacak," dedi Dinky. "Fazla vaktimiz yok..." Sözlerini bitiremeden Sheemie'nin dizleri büküldü ve mağaranın ağzında yere yığıldı. Gözlerinin akları meydana çıkmıştı. Çatlak dudaklarının arasından tükürükler süzülüyordu. Titreyip olduğu yerde kıvranmaya başladı. Bedeni sarsılıyor, bacakları havayı amaçsızca dövüyor, lastik mokasenleri toprağın üzerinde derin oluklar açıyordu.

ONUNCU BÖLÜM SON GÖRÜŞME (SHEEMİE'NİN RÜYASI)
1

Susannah daha sonra olanlar için curcuna denilebileceğini sanmıyordu, onun için şüphesiz en az bir düzine kişi olmalıydı, ama onlar sadece yedi kişiydi. Rod'u da sayarlarsa sekiz, ama onu dahil etmek mümkün değildi, hele kargaşanın büyük kısmının kaynağıyken. Roland'ı görünce dizlerinin üzerine çökmüş, ellerini fazladan puan kazandıran atışı işaret eden bir hakem gibi havaya kaldırmış ve hızla selamlamaya başlamıştı. Her eğilişinde alnı yere değiyordu. Aynı zamanda o tuhaf, anlaşılmaz dilde bağırarak bir şeyler söylüyordu. Tüm bunları yaparken gözlerini Ro-land'dan hiç ayırmıyordu. Susannah, Silahşor'un bir tür tanrı gibi karşılandığından emindi.

Ted de dizlerinin üzerine çökmüştü ama tüm dikkati Sheemie üzerindeydi. Yaşlı adam yere vurmasına engel olmak için ellerini Sheemie'nin kafasının iki yanma koymuştu. Roland'ın Mejis günlerinden tanıdığı eski dostu yanağını sivri bir taşa çarparak yarmıştı bile. Yara, sol gözüne fazlasıyla yakındı. Sheemie'nin dudaklarının kenarından akan kan kirli sakallı yanaklarına doğru süzülüyordu.

"Ağzına koyacak bir şey verin!" diye bağırdı Ted. "Haydi, biri dediği-mi yapsın! Çabuk! Kendi dilini ısırıp parçalıyor!"

Ahşap kapak hâlâ sneetch'lerin olduğu kasaya dayalı duruyordu. Roland kapağı, kaldırdığı tek dizinin üzerine indirdi -kalçasında eklem ecelinden hiçbir iz yokmuş gibi görünmesi Susannah'nın dikkatini çekmişti-ve parçaladı. Susannah bir parçayı havada yakalayarak Sheemie'ye döndü. Onun diz çökmesine gerek yoktu; nasılsa hep dizleri üzerindeydi. Tahta parçasının bir ucu kıymıklarla doluydu. Susannah bu uçtan tutarak tahtanın diğer ucunu Sheemie'nin ağzına soktu. Sheemie o kadar sert ısırdı ki Susannah çıkan çıtırtıyı duydu.

Bu arada Rod kendinden geçmişçesine, şarkı söyler gibi selamlamaya devam ediyordu. Susannah anlamsız sözcükler arasından selam, Roland, Gilead ve Eld kelimelerini seçebilmişti.

"Biri şunu sustursun," diye bağırdı Dinky ve Oy havlamaya başladı.

"Rod'u boş ver, Sheemie'nin ayaklarını tutun," diye tersledi Ted. "Hareket etmesini engelle!"

Dinky diz çöküp biri çıplak, diğeri hâlâ lastikten yapılma o komik mokasenin içinde olan ayaklarını tuttu.

"Oy, sus!" dedi Jake ve Hantal Billy söyleneni yaptı. Ama kısa bacaklarım açmış, gövdesini yere yaklaştırmıştı. Bütün tüyleri kabarmıştı, bu yüzden olduğunun iki katı irilikte görünüyordu.

Roland, Sheemie'nin başucunda yere çöktü. Dirseklerini mağaranın toprak zeminine dayayarak ağzını Sheemie'nin kulağına yaklaştırdı ve mırıldanmaya başladı. Susannah, Rod'un bağırışı yüzünden Roland'ın söylediklerinin tamamını duyamadı ama Will Dearborn, her şey yolunda ve dinlen dediğini duyabildi.

Her ne söylediyse Sheemie'ye ulaşmış gibiydi. Yavaş yavaş rahatladı. Susannah, Dinky'nin bir zamanlar tavernada çalışan adamın bileklerim tutan ellerinin hafifçe gevşediğini gördü, ama Dinky gerekirse tekrar kavramak üzere tetikte bekliyordu. Sheemie'nin ağzının kenarındaki kaslar da gevşedi ve çenesinin kilidi açıldı. Hâlâ üst dişlerine yapışıkmış gibi görünen tahta parçası yükselir gibi oldu. Susannah tahtayı nazikçe çekerek yumuşak tahta üzerindeki, bazıları neredeyse bir santim derinlikteki kanlı izlere şaşkınca baktı. Sheemie'nin dili ağzının bir tarafından dışarı sarkmıştı. Susannah'ya sırtüstü yatarak uyuyan Oy'u hatırlattı. Onun da dili böyle sarkardı.

Artık tek gürültü yüksek sesle selamlamaya devam eden Rod'un gevelemesi ve Jake'in yanında koruyucu bir edayla dikilerek yeni gelene kısık gözlerle bakan Oy'un göğsünden yükselen hırıltıydı.

"Sesini kes ve kıpırdama," dedi Roland, Rod'a ve sonra bir başka dilde bir şey ekledi.

Rod elleri havada, selamının yansında, gözlerini Roland'a dikmiş halde donakaldı. Eddie, Rod'un burnunun yan tarafında kıpkırmızı, sulu bir yara olduğunu gördü. Rod kirli ellerini Silahşor bakılamayacak kadar parlak bir varlıkmışçasına gözlerine götürdü ve yan tarafına devrildi. Sonra yüksek sesle osurarak dizlerini göğsüne çekti.

"Harpo konuştu," dedi Eddie ve Susannah güldü. Sonra mağaranın dışındaki rüzgârın iniltisi, Devar-toi'den gelen belli belirsiz müzik ve yuvarlanan kemikleri hatırlatan, uzaktan gelen gök gürültüsü hariç ses çıkmadı.

Sheemie beş dakika sonra gözlerini açıp doğruldu ve nerede olduğunu, oraya nasıl ve neden geldiğini bilmeyen birinin şaşkın ifadesiyle etrafına baktı. Sonra bakışları Roland'ın üzerinde odaklandı ve yorgun, zavallı yüzü bir gülümsemeyle aydınlandı.

Roland da gülümsedi ve kollarını uzattı. "Yanıma gelebilir misin, Sheemie? Yapamazsan ben senin yanına geleceğim."

Sheemie siyah saçları gözlerine doğru düşerek Gilead'lı Roland'a doğru emekledi ve başını Silahşor'un omzuna yasladı. Gözyaşlarının gözerini yakmaya başladığını hisseden Susannah başını başka yöne çevirdi.
2

Sheemie kısa bir süre sonra başının ve sırtının arkasında Suzie'nin Gezinti Bisikleti'nin üzerinde duran minder olduğu halde mağaranın duvarına yaslanmış oturuyordu. Eddie, ona bir soda ikram etmiş ama Ted su içmesinin daha iyi olacağını söylemişti. Sheemie ilk şişe Perrier'i bir dikişte bitirmiş, ikincisini yudumluyordu. Diğerleri, Ted hariç, hazır kahve içiyordu. Ted Nozz-A-La içmeyi tercih etmişti.


Yüklə 2,92 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   62




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin