Stephen King Kara Kule Cilt7 Kule



Yüklə 2,92 Mb.
səhifə26/62
tarix03.12.2017
ölçüsü2,92 Mb.
#33720
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   62

Bu, hiçbirinin cevaplayamayacağı bir soruydu. "Roland?" dedi Eddie. "Senin rüyanda nerdeydiniz?" "Yolcuların Dinlenme Yeri'nde elbette, başka nerde olacak? Bir zamanlar Sheemie ile birlikte orda değil miydim?" Uzun zaman önce kaybettiğim dostlarımla diye ekleyebilirdi ama yapmadı. "Eldred Jonas'ın en sevdiği masada oturuyor, Beni İzle oynuyordum."

"Rüyadaki çocuk Işın'dı, değil mi?" diye usulca sordu Susannah. Roland başını sallarken Jake, Sheemie'nin onlara önce hangi işi yapmaları gerektiğini söylediğini anladı. Hem de hiçbir şüpheye yer bırak-raayacak şekilde söylemişti.

"Sorusu olan var mı?" diye sordu Roland. Yoldaşları başlarını iki yana salladı.

"Biz ka-tet'iz," dedi Roland ve aynı anda cevap verdiler. "Çoktan oluşmuş tekiz."

Roland yüzlerine bakarak -bakmaktan öteydi, sanki yüzlerini zihnine kazıyordu- bekledikten sonra tekrar mağaraya yöneldi. "Sheemie," dedi

"Evet, sai! Evet Roland, eskiden Will Dearborn olan!" "Bize anlattığın çocuğu kurtaracağız. Kötü adamların onu incitmesine engel olacağız."

Sheemie gülümsedi ama kafası karışmış gibi görünüyordu. Rüyasın-daki çocuğu artık hatırlamıyordu. "Güzel, sai, çok iyi!"

Roland, Ted'e döndü. "Sizi geri götürdükten sonra Sheemie'yi yatırın. Bu ilgi çekecek olursa bir şekilde rahatlamasını sağlayın."

"Nezle olduğunu yazıp Çalışma Odası'ndan uzak tutabiliriz," dedi Ted. "Gök Gürültüsü'nde soğuk algınlığına çok sık rastlanır. Ama hiçbir şeyin garantisi olmadığını bilmelisiniz. Bizi tekrar içeri sokabilir ama sonra..." Parmaklarını şıklattı.

Sheemie gülerek onu taklit etti ama iki elinin parmaklarını birden şıklatmıştı. Kendisini hasta gibi hisseden Susannah başını diğer tarafa çevirdi.

"Biliyorum," dedi Roland ve ses tonunda fazla bir değişiklik olmamasına rağmen ka-tet'inm bütün üyeleri bu görüşmenin neredeyse bitiyor olmasına memnun oldu. Roland sabrının sonuna yaklaşmıştı. "Kendini iyi hissediyor olsa bile sessiz kalmasını sağlayın. Bize bıraktığınız silahlar sayesinde aklımdakileri gerçekleştirmek için ona ihtiyacımız olmayacak."

"İyi silahlar," diye onayladı Ted. "Ama altmış adamı, can-tofyi ve ta-heen'i yok etmek için yeterince iyiler mi?"

"Çarpışma başladığı sırada yanımızda olacak mısınız?" diye sordu Roland, Ted ve Dinky'ye.

"Memnuniyetle," dedi Dinky pis pis sırıtarak. "Evet," dedi Ted. "Ve benim bir başka silahım olabilir. Size bıraktığım makaraları dinlediniz mi?"

"Evet," dedi Jake.

"O zaman cüzdanımı çalan adama ne olduğunu biliyorsunuz." Başlarım salladılar.

"Ya o genç kadın?" diye sordu Susannah. "Şu çetinceviz dediğin. Ya Tanya ve erkek arkadaşı? Ya da kocası?"

Ted ve Dinky birbirlerine şüphe dolu ifadelerle kısaca baktılar ve sonra aynı anda başlarını iki yana salladılar.

"Daha önce belki," dedi Ted. "Ama artık olmaz. Artık evli. Tek istediği eşiyle sarmaş dolaş oturmak." "Ve Kırmak," dedi Dinky.

"Fakat anlamıyorlar mı..." Ama Susannah sözlerini bitiremedi. Giderek yok olmaya yüz tutan rüyasından arta kalanların etkisindeydi. Beni tırnaklarınla parçalıyorsun, demişti rüyadaki çocuk Sheemie'ye. Bir zamanlar çok güzel olan çocuk.

"Anlamak istemiyorlar," dedi Ted nazikçe. Eddie'nin yüzündeki karanlık ifadeyi görünce başını iki yana salladı. "Ama bu yüzden onlardan nefret etmenize izin vermeyeceğim. Bazılarını öldürmek zorunda kalabilirsiniz -kalabiliriz- ama onlardan nefret etmenize izin vermeyeceğim. Anlayışsızlıklarının sebebi korku veya açgözlülük değil, umutsuzluk."

"Bir sebebi de Kırma'nın ilahi oluşu," dedi Dinky. O da Eddie'ye bakıyordu. "Tabancalarınızı konuşturduktan sonraki yarım saatin olduğu gibi. Neden bahsettiğimi anlarsınız belki."

Eddie içini çekerek ellerini ceplerine soktu ve hiçbir şey söylemedi. Sheemie, Coyote makineli tüfeklerden birini alıp havada bir yay çizecek şekilde savurarak hepsini şaşırttı. Dolu olsaydı Kara Kule için çıkılan büyük yolculuk oracıkta son bulacaktı. "Ben de savaşacağım!" diye bağırdı. "Bam-bam-bam-bam-bam!"

Eddie ve Susannah eğildi; Jake kendini içgüdüsel olarak Oy'un önüne attı; Ted ve Dinky kendilerini yüzlerce kurşundan koruyabilecekmiş g!bi ellerini yüzlerine doğru kaldırdı. Roland makineli tüfeği Sheemie'nin elinden sakince aldı.

"Yardım edeceğin zaman gelecek," dedi. "Ama bu ilk çarpışma bitip savaş kazanıldıktan sonra. Jake'in Hantal Billy'sini görüyor musun, Shee-rnie?"

"Evet, Rod'un yanında."

"Konuşabiliyor. Git bak bakalım seninle de konuşacak mı?"

Sheemie hâlâ Oy'un başını okşamakta olan Chucky/Haylis'in yanına gitti, tek dizi üzerine çöktü ve Hantal Billy'ye ismini söyletmeye çalıştı. Oy daha ilk seferinde ismini net bir şekilde söyleyince Sheemie kahkahalara boğuldu ve Haylis de ona katıldı. Calla'dan bir çift çocuk gibiydiler. Deforme olanlar gibi.

Dudakları bembeyaz bir çizgi halini almış olan Roland amansız bir ifadeyle Ted ve Dinky'ye döndü.


7

"Silahlar konuşmaya başladıktan sonra ortalıkta durmamalı." Silahşor bir anahtarı kilitte çeviriyormuş gibi bir hareket yaptı. "Kaybedersek daha sonra başına geleceklerin bir önemi kalmayacak. Kazanırsak ona en az bir kez daha ihtiyacımız olacak. Belki iki kez."

"Nereye gitmek için?" diye sordu Dinky.

"Anahtar-Dünya Amerika'sına," dedi Eddie. "Batı Maine'de Lovell adında küçük bir kasabaya. 1999 Haziranı'nın tek yönlü zamanın elverdiği ölçüde erken bir gününe."

"Beni Connecticut'a göndermek Sheemie'nin krizlerini başlatmış görünüyor," dedi Ted alçak sesle. "Sizi Amerika tarafına göndermek onu daha da kötüleştirebilir, bunu biliyorsunuz, değil mi? Hatta öldürebilir." Ses tonu öylesine konuşuyormuş gibiydi. Sadece soruyorum, beyler.

"Biliyoruz," dedi Roland. "Ve zamanı geldiğinde ona tehlikeyi açıkça anlatıp razı olup olmadığını sora..."

"Of, ahbap, bu dediğini güneş görmeyen bir tarafına sokabilirsin, dedi Dinky ve Eddie kendi halini hatırladı -Batı Denizi'nin kıyısındaki birkaç saatindeki o şaşkın, öfkeli ve uyuşturucu özlemi duyar halini- ve güçlü bir deja vu hissetti. "Ondan kendisini ateşe vermesini istesen soracağı tek soru ona bir kibrit verip veremeyeceğin olacaktır. Onun gözünde İsa gibi bir varlıksın."

Susannah, Roland'ın cevabını korku ve heves karışımı bir duyguyla bekledi. Ama Roland hiç tepki vermedi. Tek yaptığı başparmaklarını tabancasının kemerine takarak Dinky'ye bakmak oldu.

"Ölü bir adamın sizi Amerika tarafından buraya geri getiremeyeceğini biliyorsunuzdur elbette," dedi Ted daha makul bir ses tonuyla.

"O çitin üzerinden zamanı gelince ve gerekli olduğu takdirde atlayacağız," dedi Roland. "O zamana kadar aşmamız gereken başka çitler var." "Risk ne olursa olsun önce Devar-toi ile başlayacağımıza memnunum," dedi Susannah. "Aşağıda olanlar çok iğrenç."

"Evet, hanımefendi," dedi Dinky hayali bir şapkayı çıkarıyormuş gibi yaparak. "En uygun kelimeyi buldunuz."

Mağaranın içindeki gerginlik azaldı. Sheemie arka tarafta Oy'a yerde yuvarlanmasını söylüyor, Oy da isteneni hevesle yerine getiriyordu. Rod'un yüzünde şapşalca, mutlu bir gülümseme vardı. Susannah, Chay-ven'li Haylis'in en son ne zaman gülümsediğini merak etti. Gülümsemesinde çocuksu bir çekicilik vardı.

Ted'e Amerika tarafında hangi günün yaşanmakta olduğunu sormayı düşündü ama sonra vazgeçti. Stephen King ölmüş olsaydı bilirlerdi; Roland öyle demişti ve haklı olduğuna şüphe yoktu. Yazar o an için iyiydi; hayal etmek için doğduğu dünya kafasının içinde toz toplamaya devam ederken değerli hayal gücünü ve zamanını anlamsız bir proje üzerinde harcıyordu. Roland, ona kızgınsa hiç şaşmamak gerekirdi. Susannah da yazara biraz öfkeliydi.

"Planın nedir, Roland?" diye sordu Ted.

"İki varsayıma dayanıyor: onlara sürpriz yapıp panik yaratmak. Sona yaklaştıkları bu günlerde önlerine bir engel çıkacağını düşündüklerini sanmıyorum; Pimli Prentiss'ten çitin dışındaki en düşük rütbeli insana dek hiçbiri işleri başındayken rahatsız edileceklerini düşünmüyordur, hele saldırıya uğramayı hiç. Varsayımlarım doğru çıkarsa başarırız. Kaybedersek en azından Işınlar'ın kırılıp Kule'nin yıkıldığını görecek kadar yaşamayacağız."

Roland, Algul'un kaba haritasını bulup mağaranın zeminine yaydı.

Herkes haritanın başına toplandı.

"Bu demiryolu yan yolları," dedi 10 numarayla işaretlenmiş yerleri göstererek. "Dürbünle bakılınca burdaki işe yaramayan motorlar ve vagonlar güney çitine yirmi metre uzaklıkta duruyormuş gibi görünüyor.

Doğru mu?"

"Evet," dedi Dinky ve en yakındaki çizginin ortasını işaret etti. "Güney denebilir, tabi... bu da diğerleri kadar iyi bir kelime sonuçta. Bu raylar üzerinde çite gerçekten epey yakın bir kapalı yük vagonu var. Aradaki mesafe sadece on metre kadar. Vagonun yan tarafında soo HATTI yazıyor."

Ted onaylarcasına başını sallıyordu.

"Güzel siper," dedi Roland. "Mükemmel siper." Yerleşim alanının kuzey ucunun ötesindeki bölgeyi işaret etti. "Ve burda çeşitli büyüklükte

barakalar var."

"Eskiden içlerinde erzaklar olurdu," dedi Ted. "Ama artık çoğu boş sanırım. Bir grup Rod orayı uyumak için kullanıyordu ama altı veya sekiz ay önce Pimli ve Sansar onları kovdu."

"Dolu ya da boş, barakalar da iyi birer siper," dedi Roland. "Arkalarındaki arazi düzgün mü, engebeli mi? Şu şeyin rahatça ilerlemesine uygun mu?" Başparmağıyla Suzie'nin Gezinti Bisikleti'ni işaret etti.

Ted ve Dinky birbirlerine baktılar. "Kesinlikle uygun," dedi Ted sonra.

Susannah, Eddie'nin daha Roland'ın fikirlerini öğrenmeden itiraz edeceğini düşündü. Etmedi. Güzel. Susannah daha şimdiden hangi silahlan kullanacağını planlıyordu. Hangi tabancaları alacağını.

Roland gözlerini haritadan ayırmadan bir iki dakika sessizce oturdu. Neredeyse haritayla iletişim kurmuş gibi görünüyordu. Ted, ona bir sigara ikram edince aldı. Sonra konuşmaya başladı. İki kez, silahların durduğu kasalardan birinin yan tarafına tebeşirle bir şeyler çizdi. Haritaya biri kuzeyi, diğeri güneyi -kuzey ve güney olduklarını varsayıyorlardı- işaret eden iki ok çizdi. Ted bir soru sordu, Dinky bir başka soru sordu. Shee-mie ve Haylis arkalarında Oy'la bir çift çocuk gibi oynuyordu. Hantal Billy kahkahalarını tüyler ürperten bir başarıyla taklit ediyordu.

Roland sözlerini bitirince Ted Brautigan, "Çok fazla kan dökmeyi planlıyorsun," dedi.

"Öyle. Dökebileceğim kadar çok."

"Hanım için riskli," dedi Dinky önce Susannah'ya, sonra kocasına bakarak.

Susannah hiçbir şey söylemedi. Eddie de öyle. Riski biliyordu. Roland'ın Suze'u neden kuzeyde istediğini de biliyordu. Gezinti Bisikleti ona hareket imkânı verecekti ve buna ihtiyaçları vardı. Riske gelince, altmış kişiye karşı altı kişi olacaklardı. Hatta belki daha fazla. Elbette risk olacak, kan dökülecekti.

Kan ve ateş olacaktı.

"Birkaç başka silah da kullanabilirim," dedi Susannah. Gözlerinde Detta Walker'a özgü o pırıltı vardı. "Oyuncak bir uçak gibi uzaktan kumandalı bir şey, bilmiyorum. Ama hareket edeceğim, orası kesin. Kızgın ovadaki yağ gibi süratle ilerleyeceğim."

"Bu işe yarayabilir mi?" diye sordu Dinky açık açık.

Roland'ın dudakları neşesiz bir sırıtışla gerildi. "Yarayacak."

"Nasıl emin olabiliyorsun?" diye sordu Ted.

Roland'ın John Cullum'ı aramadan önce muhakeme yürütmesini hatırlayan Eddie bu soruya cevap verebilirdi ama cevapları -eğer isterse-ka-teflennin dinh'i verirdi, bu yüzden sözü Roland'a bıraktı.

"Çünkü yaramak zorunda," dedi Roland. "Başka yol göremiyorum."

ON BİRİNCİ BÖLÜM ALGUL SIENTOTA SALDIRI


1

Bir gün sonrası ve vardiya değişimini duyuracak borunun çalmasının kısa bir süre öncesiydi. Müzik yayını yakında başlayacak, yapay güneş ışıldayacak ve gece vardiyasındaki Kırıcılar Çalışma Odası'ndan çıkarken gündüz vardiyasındakiler içeri girip yerlerini alacaktı. Her şey olması gerektiği gibiydi ama Pimli Prentiss önceki gece bir saatten az uyumuş ve uyuduğu kısa süre içinde de karmaşık ve tatsız rüyalar görmüştü. Sonunda saat dört civarı (yatağının başucundaki saat dört olduğunu iddia ediyordu ama saatin gerçekte kaç olduğunu kim bilirdi, ayrıca sona bu kadar yaklaşılmışken ne önemi vardı) yataktan kalkıp ofisindeki koltuğuna oturmuş ve uçlarında kıskaçlar olan altı kolunu gökyüzüne kaldırıp sallayarak anlamsızca tek başına devriye gezen robot dışında o saatte tama-men terk edilmiş olan, karanlıklar içindeki çarşıya bakmıştı. Hâlâ çalışmakta olan robotlar günden güne dengesizleşiyordu, ama pillerini çıkar-mak tehlikeli olabilirdi, çünkü bazılarında oynatıldıklarında patlayan bu-bl tuzakları vardı. Antikalıklarına katlanmak ve kendi kendine yakında her şeyin son bulacağını hatırlatmaktan başka yapacak şeyi yoktu, İsa'ya ve Yüce Tann'ya şükürler olsun. Eskiden Paul Prentiss olan kişi bir ara diz hizasındaki çekmeceyi açmış ve içinden .40 Peacemaker Colt'unu çıkararak kucağına koymuştu. Önceki Efendi Humma'nın tecavüzcü Ca-meron'ı öldürdüğü tabancaydı. Pimli kendi döneminde kimseyi idam etmek durumunda kalmamıştı ve buna çok memnundu, ama tabancayı kucağında tutmak, ağırlığını hissetmek içini rahatlatıyordu. Gecenin o saatinde, üstelik her şey yolunda giderken neden rahatlama ihtiyacı duyduğu ise bir muammaydı. Tek bildiği Finli ve şef teknisyen Jenkins'in bodrum katında, faydalı aletlerin durduğu uzunca bir odanın bitişiğindeki küçük odada değil de bir okyanusun tabanındaymış gibi Derin Telemetri adını verdikleri radarda anormal biplemeler tespit ettiğiydi. Pimli yaklaşan kıyameti hissettiğini biliyordu, bunu inkâr edemezdi. Kendi kendine sadece büyükbabasının söylediği atasözünün etkisinde olduğunu, eve çok yaklaştığı için yumurtaları düşürmekten korktuğunu söylemişti.

Sonra banyoya girmiş, klozetin kapağını indirmiş ve dua etmişti. Hâlâ da oradaydı ama atmosferde bir değişiklik vardı. Ayak sesi duymamıştı, ama ofisinde biri olduğunu biliyordu. Mantık, kim olduğunun belli olduğunu söylüyordu. Gözlerini açmadan, elleri klozetin kapağı üzerinde kavuşmuş halde içeri seslendi: "Finli? Finli o'Tego? Sen misin?" "Evet Efendi, benim."

Boru çalmadan o burada ne arıyordu? Sansar Finli'nin uykuya düşkünlüğünü herkes, Kırıcılar bile bilirdi. Ama bu sorunsuz günler için geçerliydi. Pimli o sırada dua ediyordu; gerçi içinden bir ses artık yalnız olmadığına dair uyarana dek olduğu yerde içi geçmişti. Konuğunun olduğunu öğrenince duasını bitirdi -Tanrım sen bizi koru, amin!- ve yüzünü buruşturarak yerinden doğruldu. Kahrolası sırtı, önünde taşımak zorunda olduğu göbeği hiç mi hiç umursamıyordu.

Finli pencerenin yanında durmuş, Peacemaker'a loş ışıkta bakıyor, kabzasındaki plakalar üzerindeki ince işçiliği hayranlıkla inceliyordu.

"Bu Cameron'ın hayatına son veren tabanca, değil mi?" diye sordu Finli- "Tecavüzcü Cameron'ın."

Pimli başını salladı. "Dikkat et, evlat. Dolu." "Altılık mı?"

"Sekiz! Kör müsün? Silindirin büyüklüğüne bak, Tanrı aşkına." Finli buna gerek görmedi. Tabancayı Pimli'ye uzattı. "Tetiği çekmeyi

biliyorum, evet biliyorum ve tabancalar konusunda başka bir şey bilmem

gerekmiyor."

"Doluysa evet. Neden bu saatte buraya gelip sabah dualarını eden bir adamı rahatsız ediyorsun?"

Finli, ona baktı. "Ben sana neden sabahlığın ve terliklerinle tek gözün açık halde değil de giyinip taranmış olarak dua ediyor olduğunu sorarsam ne diyeceksin?"

"Huzursuzum. Hepsi bu. Sanırım sen de öyle." Finli gülümsedi. "Huzursuz! İçinde tuhaf bir his olması gibi." "Evet, bir bakıma öyle."

Finli'nin gülümsemesi genişledi ama Pimli'ye gerçekmiş gibi görünmüyordu. "Hoşuma gitti! Çok hoşuma gitti! Huzursuzmak! Huzursuzuyorum!" "Hayır," dedi Pimli. "'Huzursuzum' diye kullanılır."

Finli'nin gülümsemesi soldu. "Ben de huzursuzum. İçimde tuhaf bir his var."

"Derin Telemetri yine mi öttü?"

Finli omuz silktikten sonra başını salladı. Derin Telemetri'yle ilgili en büyük sorun, neyi tespit ettiğini hiçbirinin bilmemesiydi. Telepati, te-Ieportasyon (Tanrı esirgesin) hatta gerçeklik kumaşının derinliklerindeki titreşimler... Ayı'nın Işını'nın kırılmasının artçı etkileri olabilirdi. Ne olduğunu bilmek imkânsızdı. Ama daha önce karanlık ve sessiz olan aletin sesi son dört ayda giderek daha çok çıkmaya başlamıştı.

"Jenkins ne diyor?" diye sordu Pimli. Peacemaker'ı omuz askısına neredeyse düşünmeden yerleştirdi ve böylece sizi duymak istemeyeceği-n,z, beni ise anlatmak istemeyeceğim şeye bir adım daha yaklaştırdı.

"Jenkins dili olacak o uçan halı ne taşıyorsa onu söylüyor," dedi o'Tego omuzlarını kabaca silkerek. "Derin Telemetri'nin düğmelerinin ve ekranlarının üzerindeki sembollerin ne anlama geldiğini bilmeyen birinin fikrini niye soruyorsun?"

"Sakin ol," dedi Pimli elini güvenlik şefinin omzuna koyarak. Fin-li'nin Turnbull & Asser gömleğinin altındaki bedenin hafifçe sarsıldığım hissedince şaşırdı ve hafifçe telaşlandı. Finli titriyor gibiydi. "Sakin ol, dostum! Öylesine sordum."

"Uyuyamıyorum, okuyamıyorum, düzemiyorum bile," dedi Finli. "Gan aşkına, üçünü de denedim! Benimle birlikte Damli Evi'ne yürü ve lanet olası verilere bir göz at olur mu? Belki sen bir anlam çıkarırsın."

"Ben teknisyen değil, buranın sorumlusuyum," dedi Pimli yumuşak sesle ama kapıya yönelmişti bile. "Ama nasılsa yapılacak daha iyi bir işim yok ve..."

"Belki sadece sonun yaklaşıyor olmasıdır," dedi Finli kapının eşiğinde duraksayarak. "Böyle bir şey için sadece denebilirse, tabi!"

"Belki odur," dedi Pimli ılımlı bir tonda. "Ve sabah havası alıp bir yürüyüş yapmanın bize hiçbir zararı... Hey! Hey, sen! Ordaki! Rod! Seninle konuşurken bana bak!"

Kot kumaşından tulum giymiş (kalça kısmı aşınmış, rengi neredeyse tamamen beyaza dönmüştü) sıska Rod söyleneni yaptı. Yanakları hafifçe tombul ve çillerle kaplıydı. Mavi gözlerinin tonu, o an telaşla bakıyor olmasına rağmen çarpıcıydı. Bir tarafı neredeyse tamamen erimiş olan ve ona tek burun deliği varmış görünümü veren burnu hariç oldukça iyi görünüyor sayılırdı. Bir sepet taşıyordu. Pimli bu zavallıyı daha önce evin civarında görmüş gibiydi ama emin olamıyordu. Bütün Rodlar, ona aynı gibi geliyordu.

Önemi yoktu. Kimlik teşhisi Finli'nin işiydi ve kontrolü hemen eline almış, belinden bir lastik eldiven çıkararak bir yandan takıp bir yandan da Rod'a doğru yürümeye başlamıştı. Rod sepeti daha da sıkı kavrayarak duvara doğru geriledi ve korkudan olacak gürültüyle osurdu. Pimli gülümsememek için yanağının içini sertçe ısırmak zorunda kaldı.

"Hayır, hayır, hayır!" diye bağırdı güvenlik şefi ve eldivenli eliyle Rod'un suratına bir tokat indirdi. (Roderick'in Evlatları'yla tensel temas iyi değildi, çok fazla hastalık taşıyorlardı.) Rod'un ağzından salya, burun deliğinden kan fışkırdı. "Benimle konuşurken ki... kutunu kullanma, sai Haylis! Sura tındaki delik ondan daha iyi sayılmaz ama hiç olmazsa bana saygıyla karşılık verebilir. Verse iyi olur!"

"Selam olsun, Finli o'Tego!" diye mırıldandı Haylis ve selam vermek için yumruğunu alnına öyle sert indirdi ki kafası arkasındaki duvara çarptı -dank! Bu bardağı taşıran son damla oldu ve Pimli kendini tutamayarak güldü. Ha ha ha! Finli Damli Evi'ne doğru yürürlerken onu bu yüzden kı-nayamayacaktı zira kendisi de gülümsüyordu. Ama Pimli sivri dişleri olduğu gibi ortaya seren bu gülümsemenin Haylis adındaki Rod'un içini rahatlatacağını pek sanmıyordu. "Selam olsun bekçi Finli, uzun günler ve hoş geceler dilerim, sai!"

"Bu daha iyi," dedi Finli. "Fazla değil, ama daha iyi. Boru ve Güneş'ten önce burda ne halt ediyorsun? O sepetin içinde ne var?"

Haylis sepeti telaşla göğsüne bastırdı. Finli'nin gülümsemesi hemen kayboldu.

"Derhal sepetin kapağını kaldırıp bana içinde ne olduğunu göster-mezsen dişlerini yerden toplayacaksın." Kelimeler alçak bir hırıltı halinde çıkmıştı.

Pimli bir an için Rod'un söyleneni yine de yapmayacağını düşündü ve içinde hafif bir alarm hissi belirdi. Sonra yaratık sepetin kapağını yavaşça kaldırdı. Sepetin iki yanında tutamakları vardı. Rod sepeti gönülsüzce ileri uzatarak tuttu. Aynı anda hasta görünüşlü, çapaklı gözlerini kapatarak bir darbe bekliyormuşçasına başını diğer tarafa çevirdi.

Finli sepetin içine baktı. Uzunca bir süre hiçbir şey söylemedi, sonra kahkahalarla gülerek Pimli'den gidip sepetin içine bakmasını istedi. Efendi neye bakıyor olduğunu görür görmez anladı, ama ne anlama geldiğini çözmek bir dakikasını aldı. Aklına sıktığı sivilceden çıkan kanlı irini ordövr tabağını konuğuna doğru tutan bir ev sahibi gibi ikram edişi gelmişti. Rod'un sepetinin içinde bir yığın kullanılmış kâğıt mendil vardı. Kleenex.

"Bu sabah çöpleri alman için seni Tammy Kelly mi çağırdı?" diye sordu Pimli.

Rod korkuyla başını salladı.

"Çöpler içinden hoşuna giden ne varsa alabileceğini söyledi mi?" Rod'un yalan söyleyeceğini sandı. Söylerse ona bir dürüstlük dersi olması için Finli'ye yaratığı dövmesini emredecekti. Ama Rod -Haylis- başını üzgünce iki yana salladı. "Pekâlâ," dedi Pimli rahatlayarak. Dayak, ulumalar ve gözyaşları için fazla erkendi. Kahvaltıdan önce iştahı kapatırdı. "Ödülünü alıp gidebilirsin. Ama bir dahaki sefere izin iste yoksa canın fena halde yanar. Anlaşıldı mı?" Rod başını hızla salladı.

"Git o halde! Evimden ve gözümün önünden def ol!" Birer şeker gibi yiyeceği sümüklü mendillerle dolu sepeti sıkıca tutarak uzaklaşmasını izlediler. İkisi de zavallı yaratık gözden kaybolana dek ciddiyetini korumak için olağanüstü bir çaba sarf etmek zorunda kalmıştı. Rod görüş alanlarından çıkar çıkmaz kahkahalara boğuldular. Finli o'Tego katılırcasına gülerek duvara doğru geriledi. Öyle şiddetli çarpmıştı ki asılı resimlerden biri yere düştü. Finli histerik bir şekilde ulurcasma gülmeye devam ederek yere kaydı. Pimli yüzünü ellerine gömdü ve koca karnı ağrıyana dek güldü. Kahkahalar güne başlarken içlerini saran kara bulutları dağıtmış, gerginliklerini yok etmişti.

"Çok tehlikeli biriymiş!" dedi Finli tekrar konuşabildiğinde. Tüylü eliyle gözlerindeki yaşları siliyordu.

"Sümük Sabotajcısı!" dedi suratı kıpkırmızı olan Pimli. Göz göze gelince yine kahkahalara boğuldular ve üçüncü katta uyuyan kâhyayı uyandırana dek güldüler. Tammy Kelly aşağıdaki fca-mai'lefl dinleyip onaylamaz bir tavırla loşluğa bakarak dar yatağında yatıyordu-Derileri nasıl olursa olsun ona göre erkeklerin hepsi aynıydı.

İnsan Efendi ve taheen güvenlik şefi kol kola Damli Evi'ne doğru yürüdü. Bu arada Roderick'in Evladı başını önüne eğmiş, yüreği ağzında, jfljzey kapısına doğru telaşla uzaklaşıyordu. Ucuz kurtulmuştu! Evet! Sansar-kafa ona, "Haylis, içeriye bir şey bıraktın mı?" diye sorsaydı elinden geldiğince yalan söylemeye çalışacaktı ama onun gibiler Finli o'Tego gibilere yalan söylemekte hiç iyi sayılmazdı! Foyası mutlaka ortaya çıkardı. Ama Gan'a şükürler olsun, anlamamışlardı. Silahşor'un ona verdiği o top gibi §ey şjmdi arkadaki yatak odasında kendi kendine hafifçe vızıldıyordu. Söylendiği gibi onu çöp sepetinin içine koymuş ve yine söylendiği gibi üzerini kâğıt mendillerle örtmüştü. Atılmış mendilleri alabileceğini kimse söylememişti, ama ağız sulandıran kokularına karşı koyamamıştı. Hem sonuçta iyi de olmuştu, değil mi? Evet! Ona cevaplayamayacağı bir sürü soru sormak yerine gülmüş ve gitmesine izin vermişlerdi. Keşke dağa tırmanıp Hantal Billy ile tekrar oynayabilseydi ama Ted adındaki beyaz saçlı insan ona işini bitirdikten sonra çok çok uzağa gitmesini söylemişti. Ve silah sesleri duyacak olursa Haylis'in sesler kesilene kadar bir yere saklanması gerekiyordu. Saklanacaktı, elbette saklanacaktı. Gilead'lı Roland'ın ondan istediğini yapmamış mıydı? Vızıldayan toplardan ilki şimdi yatakhanelerden birinde, Feveral'da; iki tanesi Kırıcılar'ın çalıştığı ve görev başında olmayan muhafızların uyuduğu Damli Evi'nde; sonuncusu ise Efendi'nin Evi'ndeydi... neredeyse yakalandığı yer! Haylis vızıldayan topların ne yaptığını bilmiyor, bilmek de istemiyordu. Bulabilirse kız arkadaşı Garma ile birlikte oradan uzaklaşacaktı. Silahlar patlarsa derin bir deliğe saklanırlar ve mendillerini onunla paylaşırdı. Bazılarının üzerinde sadece tıraş sabunu vardı ama diğerlerinin üzeri sümük ve burun pisliğiyle doluydu. Baştan çıkarıcı kokularını o an bile alabiliyordu. En iri ve kanlı olanı Garma'ya verecekti. Belki onun sayesinde aşna fişne yapmalarına razı olurdu. Garma ile aşna fişne yapma düşüncesiyle gülümseyen Haylis daha hızlı yürümeye başladı.


Yüklə 2,92 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   62




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin