2
Yerleşim bölgesinin kuzeyindeki barakalardan birinin gerisinde Su-zie'nin Gezinti Bisikleti'nin üzerine oturmuş olan Susannah, Haylis'in gj. dişini izledi. Şekilsiz, zavallı sai'mn bir şeye gülümsemekte olduğunu gö-rünce her şeyin yolunda gitmiş olabileceğini düşündü. Bu iyi bir haberdi. Haylis görüş alanından çıkınca dikkatini yine Algul Siento'nun kendi tarafındaki ucuna yöneltti.
Her iki taş kuleyi de görebiliyordu (tepenin yamacı altını gizlediği için sol taraftaki kulenin sadece üst yarısını görebiliyordu). Bir tür sarmaşıkla sarılıydılar. Etraftaki arazinin çıplaklığını gören Susannah yabani değil, özel yetiştirilmiş olduklarını düşündü. Batı kulesinde bir adam, rahat bir sandalyede oturuyordu. Doğudaki kulenin parmaklıklarında kunduz kafalı bir taheen ve bir sığ adam vardı (eğer insansa çok çirkin bir orospu çocuğu olması gerektiğini düşündü Susannah). Bir sohbete dalmış görünüyordu. Vardiyalarını bitirip kahvaltıya gitmek için borunun çalmasını bekliyorlardı besbelli. İki gözetleme kulesinin arasında üç sıra halinde çitler uzanıyordu. Çitlerin aralarında devriye gezen muhafızların elektriğe kapılma tehlikesine maruz kalmamasını garantileyecek kadar mesafe vardı. Ama Susannah'nın görebildiği kadarıyla o sabah çitler arasında devriye gezen kimse yoktu. Çitlerin içindeki tek tük ahali de telaşsızca yürüyordu, hiçbiri bir yere yetişmeye çalışıyormuş gibi değildi. Önündeki uyuşuk manzara yüzyılın en başarılı aldatmacası değilse Roland haklıydı. Kesilmeden önce mezbahanın dışında son öğününü yiyen şişman domuzlar gibi korunmasızdılar; gc\-ge\-commala, pirzolalar konsun tavaya. Silahşorlar uzaktan kumandalı silahlar bulamamıştı, ama daha teknolojik görünen üç tüfeğin üzerinde FASİLA yazılı düğmeler bulunduğunu keşfetmişlerdi. Eddie bunların lazer silahları olduğunu söylemiş. ama kelimeyi ilk kez duyan Susannah hiçbir anlam verememişti. Jake bu tanesini Devar-toi'den görünmeyecek bir yere götürüp denemelerini önermiş ama Roland bu teklifi derhal reddetmişti. Bunlar, saldırı planının üzerinden belki yüz kez geçtikleri önceki akşam oluyordu.
"Haklı, evlat," demişti Eddie. "Aşağıdaki palyaçolar hiçbir şey görmeyip duymasalar bile silahları ateşlediğimizi anlayabilir. Telemetrileri-njn ne tür titreşimleri tespit ettiğini bilemeyiz."
Susannah karanlığın onu gizlemesini fırsat bilerek üç lazeri yerleştirmişti. Zamanı gelince FASİLA düğmelerini ayarlayacaktı. Silahlar çalışıp yaratmaya çalıştıkları etkiye katkıda bulunabilir ya da çalışmayabilirdi. Zamanı geldiğinde şansını deneyecekti. Zaten yapabileceği başka bir şey de yoktu.
Susannah kalbi şiddetle çarparak müziğin başlamasını bekledi. Borunun ötmesini. Ve Rod'un bıraktığı sneetch'ler Roland'ın umduğu gibi çalışırsa alevleri.
"En ideali muhafızların vardiyalarının değiştiği beş on dakika içinde kızgınlaşmaları olur," demişti Roland. "Herkes oraya buraya gider, birbirine el sallar ve ayaküstü dedikodu yaparken. Bunun olmasını bekleyemeyiz tabi ama en azından umut edebiliriz."
Evet, o kadarını yapabilirlerdi... bir ellerini dilek diğerini bok için açmışlardı; bakalım önce hangisi dolacaktı. Ne olursa olsun, ilk kurşunu ateşleme zamanına Susannah karar verecekti. Ondan sonra ortalık karışacaktı. Lütfen Tanrı'm, doğru anı seçmeme yardım et.
Coyote makineli tüfeğin namlusunu omzuna doğru kaldırmış halde bekledi. Müzik başlayınca (galiba "At's Amore"un kaydedilmiş bir versiyonuydu) SGB'nin üzerinde yalpaladı ve yanlışlıkla tetiği çeker gibi oldu. Emniyet kapalı olmasaydı barakanın çatısına mermileri boşaltacak ve bir Çuval inciri berbat edecekti. Ama Roland, onu iyi eğitmişti, tetik parmağının altında hiç oynamadı. Yine de kalp atışlarının hızı iki katına çıktı -belki üç- ve hava serin olmasına rağmen şakaklarından aşağı ter süzül-duğünü hissetti.
Müzik başlamıştı ve bu iyiydi. Ama tek başına yeterli değildi. Susannah boruyu beklemeye koyuldu.
3
"Dino Martino," dedi Eddie neredeyse duyulamayacak kadar alçak sesle.
"Hmm?" dedi Jake anlamayarak.
Üçü, üzerinde soo HATTİ yazan kapalı yük vagonunun gerisindeydi. Eski makinelerin ve vagonların atıldığı mezarlıkta oraya kadar ilerlemişlerdi. Yük vagonunun her iki taraftaki kapısı da açıktı; boşluktan çitleri, güney gözetleme kulelerini ve tek caddeli Pleasantville köyünü görebiliyorlardı. Daha önce çarşıda olan ve tek caddede kapalı dükkânların önünden matematik denklemlerine benzer şeyleri bağıra bağıra söyleyerek bir aşağı bir yukarı yürüyen altı kollu robot oradaydı.
"Dino Martino," diye tekrarladı Eddie. Oy, Jake'in ayaklarının dibinde oturuyor, altm halkalı parlak gözleriyle onlara bakıyordu. Eddie eğilip hayvanın başını kısaca okşadı. "Bu şarkının orijinalini Dean Martin söylemişti."
"Öyle mi?" diye sordu Jake kuşkuyla.
"Elbette. Ama biz 'Ay dudaklarına koca bir bok parçası gibi yapıştığında' diye söylerdik..."
"Susun lütfen, size uyarsa," diye mırıldandı Roland.
"Daha duman kokusu almıyorsunuz, değil mi?" diye sordu Eddie.
Jake de Roland da başını iki yana salladı. Roland sandal ağacından kabzası olan büyük tabancasını kuşanmıştı. Jake'te bir AR-15 vardı ama Oriza torbası yine omzuna asılıydı ve sebebi şans getirmesi değildi. Her şey yolunda giderse yakında Roland ile onları kullanacaklardı.
4
Evinde "yardımcılar" çalıştıran pek çok kişi gibi Pimli Prentiss de yanında çalışanların hedefleri, tutkuları ve duygulan olan yaratıklar olduğundan bihaberdi. Öğleden sonraları bir bardak viskisi, saat altı buçukta pirzolası (az pişmiş) önüne getirildiği sürece onun için sorun yoktu. Tammy (kâhyası) ve Tassa'nın (uşak) birbirinden nefret ediyor olduğunu duysa muhakkak çok şaşırırdı. Ne de olsa onun yanında birbirlerine kusursuz (belki biraz da soğuk) bir saygıyla davranırlardı.
Ama o sabah "At's Amore" (Billion Bland Strings yorumu) Algul Si-ento'nun gizli hoparlörlerinden yayılmaya başladığında Pimli etrafta değildi. Efendi o sırada Jakli adındaki kuzgun kafalı taheen ve güvenlik şefi ile çarşıda yürüyordu. Derin Telemetri'den bahsediyorlardı ve son kez çıkıp gittiği ev Pimli'nin aklının ucundan bile geçmiyordu. Tammy Kelly'nin (geceliği içinde) Sonesh'li Tassa'yla (hâlâ ipek pijamaları içinde) kilerdeki erzaklar üzerine bir savaşa tutuşmak üzere olduğunu bilmediği muhakkaktı.
"Şuraya bak!" diye bağırdı Tammy. Loş mutfakta ayakta duruyorlardı. Çok geniş bir mutfaktı ve elektrikli lambalardan sadece üçü yanıyordu. Stokta çok az ampul vardı ve onlar da Çalışma Odası'nda lazım olabileceği düşüncesiyle saklanıyordu.
"Neye bakayım?" Somurtkan. Huysuz. Yoksa o büktüğü dudağın üzerinde ruj kalıntıları mı vardı? Galiba öyleydi.
"Raflardaki boşlukları görmüyor musun?" diye sordu Tammy öfkeyle. "Baksana! Haşlanmış fasulye kalmamış..."
"Haşlanmış fasulyeler onun umurunda bile değil, bunu sen de biliyorsun..."
"Tonbalığı da yok, onu da mı yemiyor yani? Tonbalığını kulaklarından taşana kadar yer ve sen de bunu biliyorsun!"
"Biraz durup..."
"Çorba da kalmamış..."
"Saçmalama!" diye bağırdı Tassa. "Surda var ve surda, orda..."
"Ama en sevdiği Campbell's yok," diye üste çıktı Tammy heyecanı artıp ona yaklaşarak. Daha önce hiç yumruk yumruğa kavga etmemişlerdi ama Tassa o gün bir ilkin gerçekleşebileceğini düşünüyordu. Ve onun ■Çin hava hoştu! Şişko kaltağın gözüne bir yumruk indirmek fazlasıyla çekici bir fikirdi. "Hiç Campbell's görebiliyor musun, nerde büyüdüysen oralı Tassa?"
"Bir kutu konserveyi getirmekten aciz misin?" diye sordu Tassa bir adım öne çıkarak; şimdi neredeyse burun buruna idiler ve kadın çok iri uşaksa narin yapılı olmasına rağmen genç adam hiçbir korku belirtisi göstermiyordu. Tammy gözlerini kırpıştırdı ve Tassa'nın mutfağa gelişinden sonra ilk kez -tek istediği bir fincan kahveydi, teşekkürler derim- yüzünde öfkeden başka bir ifade belirdi. Huzursuzluk, hatta korku olabilirdi. "Kolların bir kutu konserveyi taşıyamayacak kadar güçsüz mü, nerde büyüdüysen oralı Tammy?"
Kadın bu sözlerden rahatsız olarak dikleşti. Gıdısı (sürdüğü gece kremi yüzünden hafifçe parlıyordu) sinirle titredi. "Kilerden malzeme getirmek uşağın görevidir! Ve sen de bunu çok iyi biliyorsun!"
"Bu yardım etmeni yasaklayan bir kanun değil. Bildiğin gibi dün çimleri biçmekle meşguldüm. Sen ise elinde bir bardak buzlu çayla en sevdiğin koltukta keyif çatıyordun."
Tammy korkusunu unutarak parladı. "Benim de herkes kadar dinlenmeye hakkım var! Yerleri daha yeni silmiştim..."
"Bana yerleri silen Dobbie'ymiş gibi gelmişti oysa," dedi Tassa. Dob-bie, "ev cini" olarak bilinen, evlerde kullanılan bir tür robottu. Eskiydi ama hâlâ iş görüyordu.
Tammy'nin öfkesi daha da arttı. "Sen ev işleri hakkında ne bilirsin karı kılıklı şorolo herif?"
Tassa'nın normalde solgun olan yanaklarına kan hücum etti. Ellerini yumruk yaptığının farkındaydı, özenle düzelttiği tırnakları etine batıyordu. Bu şekilde ağız dalaşına girmek ona çok saçma geliyordu; sona yaklaşmışlardı ve sonsuzluk uçurumunun kenarında duran iki aptaldan ibaretlerdi ama o an bunların hiçbiri umurunda değildi. Yaşlı sürtük yıllardır onunla uğraşırdı ve şimdi asıl sebebi ortaya çıkmıştı. Çıplak gerçek açık seçik önünde duruyordu işte.
"Seni rahatsız eden bu mu, sai?" diye sordu bal gibi tatlı bir sesle. "Deliğe sokmak yerine sopayı öpmem mi sorun?"
Tammy Kelly'nin yanakları artık pembeden bordoya dönüşmüştü. O kadar ileri gitmeyi hesaplamamıştı ama artık gittiğine -gittiklerine göre, çünkü bir kavga çıktıysa bunda ikisinin de payı vardı- geri adım atmayacaktı. Atarsam ne olayım, diye düşündü.
"Efendi'nin İncil'inde eşcinselliğin günah olduğu yazıyor," dedi çenesini kaldırarak. "Kendim okudum, evet okudum. Üçüncü bölüm, mısra..."
"Peki İncil'de oburluk için ne yazıyor?" diye sordu Tassa. "Memeleri kovalar, kıçı da mutfak masası kadar büyük kadınlar için ne..."
"Kıçımın başımın büyüklüğü seni ilgilendirmez, seni küçük şorolo!"
"En azından ben bir erkeği elde edebiliyorum," dedi Tassa tatlı bir sesle. "Ve yatağımda turtamı parmaklamadan önce..."
"Bu ne cüret!" diye tiz sesle bağırdı Tammy. "Ben kapamadan o leş çeneni kapat!"
"...apış aramdaki örümcek ağlarını temizlemek için..." "Eğer susmazsan dişlerini dökeceğim!"
"...elimde bir toz beziyle yatmıyorum." Sonra aklına daha etkili bir hakaret geldi. "Kirli yaşlı turtamı!"
Tammy onunkilerden epeyce iri olan yumruklarını sıktı. "En azından ben hiçbir zaman..."
"Rica ederim daha fazlasını söyleme, sai."
"...bir adamın o iğrenç yaşlı şeyini... şeyini..."
Yüzünde aklı karışmış gibi bir ifadeyle susup havayı kokladı. Tassa da kokladı ve kokunun yeni olmadığını fark etti. Tartışmanın başından beri vardı ama o an daha şiddetliydi.
"Bu koku..." dedi Tammy.
"Duman!" diye tamamladı Tassa ve panik içinde birbirlerine baktılar. Yumruk yumruğa bir kavgaya beş saniye kala tartışma sona ermişti. Jammy'nin gözleri fırının gerisindeki uyarı levhasına odaklandı. Benzer levhalar Algul Siento'nun dört bir yanında bulunurdu, çünkü binaların tümü ahşaptı. Eski ve ahşap, YANGİNSİZ ORTAMLAR İÇİN EL ELE ÇAUŞMAİJI YİZ, yazıyordu levhada.
Yakınlarda bir yerde -koridorun gerisinde- hâlâ çalışmakta olan duman dedektörlerinden biri kulak tırmalayan, yüksek ve ürkütücü bir çiğli, ğa başladı. Tammy yangın söndürücüyü almak için aceleyle kilere koştu.
"Sen de kütüphanedekini al!" diye bağırdı. Tassa hiç itiraz etmeden kütüphaneye koştu. Hepsinin birden korktuğu tek tehlike yangındı.
5
Güvenlik Şefi Yardımcısı Gaskie o'Tego Damli Evi'nin tam arkasındaki yatakhane olan Feveral'un girişinde James Cagney ile konuşuyordu. Cagney kovboy gömleklerini ve bir altmış beşlik boyuna beş santim daha ekleyen kovboy çizmelerini çok seven kızıl saçlı bir can-toi'ydi. Her ikisinin elinde de mandallı kâğıt altlıkları vardı. Damli'nin güvenlik planında bir sonraki hafta yapacakları bazı önemli değişiklikleri tartışıyorlardı. İkinci vardiya için görevlendirilmiş muhafızlardan altısı bir insan hastalığından dolayı yorgan döşek yatıyordu. Gök Gürültüsü'nde hastalık boldu -herkesin bildiği gibi havası hastalık taşıyordu ve eski insanların bıraktıkları da zehir saçıyordu- ama işlerini genellikle fazla aksatmıyordu. Gangli Kara Ölüm veya Kızgın Titreme gibi bir salgın yaşamadıkları için şanslı olduklarını söylerdi.
İki adamın ötesinde, Damli Evi'nin arkasındaki taş döşeli avluda sabahın erken saatlerinde başlamış bir basketbol maçı hararetle sürüyordu. Taheen ve can-toi muhafızlar (boru öttüğü zaman resmen görev başında olacaklardı) Kırıcılar'dan oluşan bir takıma karşı oynuyordu. Gaskie, Joey Rastosovich'in çok uzak mesafeden yaptığı atışı izledi-ç«#f. Trampas topu aldı ve kepini kısa süreliğine kaldırıp başını kaşıdıktan sonra sürmeye başladı. Gaskie gardiyanlık ettikleri yetenekli hayvanlara karşı uygunsuz bir ilgi ve yakınlık gösteren Trampas'a pek aldırmıyordu. Ted Brautı-gan yatakhanenin önündeki basamaklara oturmuş maçı izliyordu. Elin* her zamanki gibi bir Nozz-A-La kutusu vardı.
"Aman boş ver," dedi James Cagney sıkıcı bir tartışmaya son vermek isteyen birinin sıkkın sesiyle. "Birkaç insanı bir iki gün için çit devriyesinden almaya aldırmıyorsan..."
"Brautigan sabahın bu kör saatinde niye ayakta?" diye araya girdi Gaskie. "Oysa öğleden önce hiç ortalarda görünmez. Birlikte takıldığı o genç de öyle. Adı neydi?"
"Earnshaw mu?" Brautigan, Ruiz adındaki geri zekâlıyla da takılırdı ama Ruiz genç sayılmazdı.
Gaskie başını salladı. "Evet Earnshaw, onu diyorum. Bu sabah görevde. Onu Çalışma Odası'nda gördüm."
Brautigan'ın neden kuşlarla bir kalktığı (hoş, Gök Gürültüsü'nde fazla kuş kalmamıştı) Cag'in (arkadaşları öyle diyordu) umurunda değildi. Tek istediği şu nöbet çizelgesini halletmek ve Damli'ye gidip bir tabak yumurta yemekti. Duyduğuna göre Rodlardan biri taze frenk soğanı bulmuştu ve...
"Burnuna bir koku geliyor mu, Cag?" diye aniden sordu Tego'lu Gaskie.
James Cagney adındaki can-toi Gaskie'ye osurup osurmadığını soracakken duraksadı. Gerçekten bir koku alıyordu. Duman mıydı? Cag öyle olduğunu düşünüyordu.
6
Ted, Feveral Yatakhanesi'nin soğuk basamaklarına oturmuş kötü kokan havayı içine çekiyor ve basketbol oynayan insanlarla taheen'ler'm birbirlerine söylediklerini dinliyordu. (Can-toi'\er bu atışmalara dahil olmuyordu, kendilerini öyle kabalıklar için fazla yüksekte görürlerdi.) Kalbi şiddetle ama normal hızda çarpıyordu. Dönüşü olmayan bir nokta varsa o noktayı bir süre önce geçmişti. Belki de sığ adamların onu Connecti-cut'tan yaka paça getirdiği geceydi. Sheemie Ruiz'in yakınlarda oldukla-r'nı ısrarla söylediği silahşorlara ulaşmak için Dinky'ye yanaştığı gece olması daha muhtemeldi. O an gergindi (Dinky, yay iyice gerildi derdi) ama sinirli miydi? Hayır. Son derece sakindi. O huzursuzluk, kararlarından emin olmayan insanlara özgüydü.
Arkasında bir salağın (Gaskie) diğer salağa (Cagney) bir koku alıp almadığını sorduğunu duydu ve Haylis'in görevini başarıyla yerine getirdiğinden Ted emin oldu; oyun başlamıştı. Elini cebine sokup bir kâğıt parçası çıkardı. Üzerinde şunlar yazılıydı: ELLERİNİZİ KALDİRİP GÜNEYE GİDİN, CANİNİZ YANMAYACAK.
Yayın yapmaya hazırlanarak gözlerini yazıya dikti.
Arkasında, Feveral Yatakhanesi'ndeki duman alarmı anırmaya benzer bir sesle ötmeye başladı.
İşte başlıyoruz, işte başlıyoruz, diye düşündü Ted ve kuzeye, ilk kurşunu atacak kişinin -kadının- saklanıyor olduğunu umduğu yere baktı.
7
Çarşıdan Dami Evi'ne giden yolun dörtte üçlük bölümünü kat etmiş olan Efendi Prentiss bir yanında Finli, diğer yanında Jakli olduğu halde aniden durdu. Boru hâlâ ötmemişti, ama arkalarından yüksek bir ses geliyordu. Tam sesin geldiği yöne doğru dönüyorlardı ki, yerleşim bölgesinin diğer ucundan... yatakhanelerin olduğu yerden bir başka alarm sesi yükseldi.
"Neler..." diye başladı Pimli.
...oluyor diyecekti ama devam edemeden Tammy Kelly, peşinde evin uşağı Tassa ile Efendi'nin Evi'nin ön kapısından dışarı fırladı. Her ikisi de kollarını havaya kaldırmış sallıyordu.
"Yangın!" diye haykırdı Tammy. "Yangın!"
Yangın mı?Ama bu imkânsız, diye düşündü Pimli. Bu duyduğum yan§n alarmıysa ve yatakhanelerden gelen ses de yangın alarmına aitse mutlaka..."
"Yanlış alarm olmalı," dedi Finli'ye. "Bu yangın alarmları bazen böyle yapıyor. Pilleri..."
Ama bu umut dolu cümleyi bitiremeden Efendi'nin Evi'nin pencerelerinden birinin camları patladı. Cam parçalarını turuncu alevler takip etti.
"Tanrılar!" diye bağırdı Jakli vızıltıh sesiyle. "Gerçekten yangın!"
Pimli ağzı bir karış açık halde bakakalmıştı. Sonra aniden bir başka yangın alarmı ötmeye başladı. Bu seferki kesik kesik, hıçkırığa benzer bir ses çıkarıyordu. Yüce Tanrı, sevgili İsa, bu Damli Evi'nin alarmlarından biriydi! Elbette orada herhangi bir sorun olama...
Finli o'Tego kolunu yakaladı. "Efendi," dedi sakin sayılabilecek bir sesle. "Başımız belada."
Pimli karşılık veremeden vardiya değişimini belirten boru öttü. Ve o an, önlerindeki yedi dakikalık sürede ne kadar savunmasız olacaklarını kavradı. Her tür tehdide karşı hassas.
Saldırı kelimesini aklına bile getirmek istemiyordu. En azından şimdilik.
8
Dinky Earnshaw sonsuzlukmuş gibi görünen bir süredir fazla doldurulmuş koltukta oturuyor, partinin başlamasını sabırsızlıkla bekliyordu. Çalışma Odası'nda olmak onu genellikle neşelendirirdi -herkesi neşelen-dirirdi, "iyi akıl" etkisiydi bu- ama o gün sadece içindeki yayların giderek daha fazla gerildiğini ve bağırsaklarının tortop olduğunu hissediyordu. İyi akıl dalgasıyla yükselip ara sıra balkondan aşağı bakan taheen'l&rm ve can-toi'lerin farkındaydı ama beynini kurcalamalarından çekinmiyordu. En azından o konuda güvende olduğunu biliyordu.
O bir yangın alarmı mıydı? Galiba Feveral'dan geliyordu?
Belki. Belki de değil. Kimse etrafına bakınmıyordu.
Bekle, dedi kendi kendine. Ted bunun işin zor kısmı olacağını söyle-*netniş miydi? Hiç olmazsa Sheemie ayak altında değil. Odasında güvende. Corbett Yatakhanesi de yangınlardan uzak olacak. Bu yüzden sakin ol. Rahatla.
Duyduğu yangın alarmının sesiydi. Dinky bundan emindi. Şey... neredeyse emindi.
Kucağında bir bulmaca açıktı. Elli dakikadır sütunlardan birini soru-lara aldırmadan saçma sapan harflerle dolduruyordu. Şimdiyse en üst satıra büyük, koyu harflerle şunu yazmıştı: ELLERİNİZİ KALDIRIP GÜNEYE GİDİN, CANINIZ YANMAYA
Tam o sırada üst kattaki yangın alarmlarından biri, muhtemelen batı kanadındaki, kulak tırmalayan bir sesle ötmeye başladı. Kırıcılar'ın birkaçı konsantrasyonlarının bozulması üzerine irkilerek etrafına bakındı, birkaçı ise şaşkınca bağırdı. Dinky de bağırdı, ama o rahatlamayla bağırmıştı. Rahatlama ve bir şey daha. Neşe miydi? Evet, neşe olması kuvvetle muhtemeldi. Çünkü yangın alarmı ötmeye başladığı an iyi-aklın güçlü mırıltısı kesilmişti. Kırıcılar'ın tüyler ürpertici bileşik gücü fazla yük binmiş bir elektrik sigortası gibi atmıştı. Işın'm maruz kaldığı saldırı en azından o an için durmuştu.
Bu arada Dinky'nin yapması gereken bir iş vardı. Kucağındaki bulmacanın Türk halısının üzerine düşmesine aldırmayarak ayağa kalktı ve zihnini odadaki Kırıcılar'a fırlattı. Fazla zor bir iş değildi; neredeyse her gün Ted'in de yardımıyla bunun provasını yapmıştı. Ve işe yararsa? Kırıcılar mesajı alıp büyüterek Dinky'nin önerisini bir komut haline getirirse? O zaman yükselirdi. Yeni bir iyi-akıl bütününde en baskın nota olurdu.
En azından umdukları buydu. (YANGIN BU MİLLET BİNADA YANGIN VAR) Bunu vurgulamak istercesine hafif bir patlama sesi oldu ve bir şey çökerken ilk duman bulutu havalandırma boşluğundan içeri süzülmeye başladı. Kırıcılar irileşmiş, şaşkın gözlerle etrafa bakındı. Bazıları ayağa kalktı.
Ve Dinky gönderdi:
(ENDİŞELENMEYİN PANİK YAPMAYIN HER ŞEY YOLUNDA)
Kuzey merdiveninin kusursuz bir imgesini gönderdi ve imgeye Ktrı-cılar'ı ekledi. Kuzey merdivenini tırmanan Kırıcılar'ı. Mutfaktan geçen jOncılar'ı. Batı kanadındaki muhafız yatakhanelerinden gelen ateş çıtırtısını, duman kokusunu da. Bu zihinsel yayının gerçekliğini kim sorgulayabilirdi? Yayını kimini, niçin yaptığını merak eden çıkacak mıydı? O an değil- O an hepsinin tek hissettiği korkuydu. O an birilerinin onlara ne yapmaları gerektiğini söylemesini istiyorlardı. O birisi de Dinky Earns-haw'du.
(KUZEY MERDİVENİNDEN ÇIKIN. KUZEY MERDİVENİNDEN ÇIKIN AKKA AVLUYA GİDİN)
Ve işe yaradı. O tarafa doğru yürümeye başladılar. Koyunların koçu, atların aygırı takip etmesi gibi. Bazıları iki temel düşünceyi çekip almış (PANİK YOK. PANİK YOK) (KUZEY MERDİVENİ. KUZEY MERDİVENİ)
ve tekrar tekrar yayınlamaya başlamıştı. Daha da iyisi, Dinky bu mesajın yukarıdan geldiğini de duyabiliyordu. Balkonlardan onları gözleyen taheen'let ve can-toi'lerden.
Kimse koşmadı ve paniğe kapılmadı. Kuzey merdivenine doğru toplu göç başladı.
9
Barakanın gerisine saklanan Susannah SGB'nin üzerinde oturmuş, artık görülme endişesi duymadan bekliyordu. Duman dedektörleri -en az üç tanesi- kulakları sağır edercesine uluyordu. Bir yangın alarmının sesi onları bile bastırıyordu. Susannah alarm sesinin Damli Evi'nden geldiğinden emindi. Buna cevap verircesine yerleşim biriminin Pleasantville "cundan kaz sesine benzer yüksek elektronik korna sesleri yükselmeye başladı. Bu gürültüye çalan çanların sesi eklendi.
Tüm bunlar güneyde olduğu için Devar-toi'nin kuzeyinde bekleyen adının sarmaşık kaplı nöbetçi kulelerindeki üç muhafızın sadece sırtını görebiliyor olmasına şaşmamalıydı. Üç fazla değildi ama toplamın yüzde beşini teşkil ediyordu. Bir başlangıçtı.
Susannah silahının namlusuna baktı ve dua etti. Tann'm, hedefimi şaşmayayım... hedefimi tutturayım...
Yakında.
Yakında başlayacaktı.
10
Finli, Efendi'nin kolunu kavradı. Pimli güvenlik şefinin elinden kurtularak tekrar evine doğru yürüdü. Evin sol tarafındaki pencerelerden taşan alevlere ve dumana şaşkınca bakıyordu.
"Efendi!" diye bağırdı Finli, Pimli'nin kolunu tekrar kavrayarak. "Bunu boş ver şimdi! Kırıcılar'ı düşünmemiz gerek! Kırıcılar'ı!"
Bu sözler Pimli'ye ulaşmadı ama Damli Evi'nin yangın alarmının şok edici cayırtısı aklını başına getirdi. Sesin geldiği yöne dönünce bir anlığına Jakli'nin boncuğumsu kuş gözleriyle karşılaştı. İçlerinde panikten başka bir şey göremedi. Bu tuhaf bir şekilde Pimli'yi sakinleştirdi ve sükûnet hissini memnuniyetle karşıladı. Her yerde sirenler ve alarmlar çalıyordu. Biri, daha önce hiç duymadığı düzenli bir korna sesiydi. Galiba Pleasant-ville tarafından geliyordu?
"Haydi, Efendi!" dedi Finli o'Tego yalvarırcasına. "Kırıcılar'ın iyi olduğundan emin olmalıyız..."
"Duman!" diye bağırdı Jakli koyu renkli (ve hiçbir faydası olmayan) kanatlarını çırparak. "Damli Evi'nden duman yükseliyor! Feveral'dan da!"
Pimli, onu duymazdan geldi. Yanına almasına neyin yol açtığını kısa bir an için merak ederek Peacemaker'ı askısından çıkardı. Hiçbir fikf' yoktu ama tabancanın ağırlığı güven vericiydi. Tammy arkasında avazı çıktığı kadar bağırıyordu -Tassa da öyle- ama Pimli onları da duymazda» geldi. Kalbi hızla çarpıyordu ama sakindi. Finli haklıydı. Önem sırasınin en başında Kırıcılar vardı. Bir tür elektrik yangınında veya sabotaj girişiminde eğitimli psişik personelin üçte birini kaybetmeyi göze alamazdı. Başım güvenlik şefine doğru salladı ve Damli Evi'ne doğru koşmaya başladılar- Jakli yanlarında bir Warner Bros çizgi filminden fırlamış bir kaçak gibi kanat çırpıp viyaklayarak koşturuyordu. Gaskie ileride bir yerlerde haykırıyordu. Ve sonra New Jersey'li Pimli kanını donduran bir ses duydu: süratli bir çat-çat-çat. Silah sesi! Palyaçonun teki Kırıcılar'ına ateş ediyorsa gün sona ermeden başı bir kazığa geçirilecekti, tanrılar adına! O an saldırıya maruz kalanın kıymetli Kırıcılar'ı değil de muhafızları olabileceği aklının ucundan bile geçmemişti. Finli'nin de öyle. Çok kısa sürede çok fazla şey olmuştu.
11
Devar'm güney ucunda korna sesi kulak zarlarını patlatacak kadar şiddetliydi. "Tann'm!" dedi Eddie ve kendi sesini duyamadı.
Güney gözetleme kulelerindeki gardiyanlar onlara sırtlarını dönmüş, kuzeye bakıyordu. Eddie henüz ortalıkta duman göremiyordu. Belki muhafızlar bulundukları yüksek yerden görebiliyordu.
Dostları ilə paylaş: |