Stephen King Kara Kule Cilt7 Kule



Yüklə 2,92 Mb.
səhifə28/62
tarix03.12.2017
ölçüsü2,92 Mb.
#33720
1   ...   24   25   26   27   28   29   30   31   ...   62

Roland, Jake'in omuzlarını kavradı ve yan tarafında soo HATTİ yazan kapalı yük vagonunu işaret etti. Jake başını salladı ve peşinde Oy ile vagonun altına süründü. Roland her iki elini Eddie'ye doğru uzattı -olduğun yerde kal!- ve sonra Jake'i takip etti. Çocuk ve Silahşor yük vagonunun diğer tarafında yan yana ayakta durdu. Dikkatleri duman dedektör-lerinin ve yangın alarmlarının sesiyle dağılmamış olsa gözcülerin onları fark edeceğine şüphe yoktu.

Pleasantville Hırdavat Dükkânı'nın ön cephesi birdenbire yerde bir ya-nğa gömüldü. Kıpkırmızı boyanmış, metal aksamı pırıl pırıl parlayan bir robot yangın söndürme aracı gizli garajdan dışarı fırladı. Uzun bedeni boyun-^ sıralanmış kırmızı ışıklar telaşla yanıp sönüyordu. Yüksek sesi bir yangın ^armım neredeyse bastırıyordu. "UZAKDURUN! BU, YANGIN SÖNDÜRME EKİBİ BRAVO! YOLU AÇIN! YANGIN SÖNDÜRME EKİBİ BR4J1 VOYA YOL VERİNr

Devar'ın o kesiminde silah sesi olmamalıydı, henüz değil. Yerleşim alanının güney ucu Algul Siento'nun korkusu giderek artan sakinlerine güvenliymiş gibi görünmeliydi: merak etmeyin arkadaşlar, bugünkü beklenmedik bok fırtınasından korunmak için bu limana sığınabilirsiniz.

Silahşor, Jake'in sayısı azalmış tabaklarından birini aldı ve ona da aynısını yapmasını işaret etti. Sonra sağdaki gözetleme kulesini gösterdi ve parmağını Jake'e yöneltti. Çocuk başını salladı, kolunu diğer omzuna doğru uzattı ve Roland'ın işaretini beklemeye koyuldu.
12

Vardiya değişimini belirten boru sesini duyunca silahını konuştur, demişti Roland, Susannah'ya. Olabildiğince fazla zarar ver ama babanın hatırı için tek başına olduğunu anlamalarına izin verme!

Sanki bunu söylemesine gerek varmış gibi.

Boru çalarken gözetleme kulesindeki üç muhafızı haklayabiliıdi ama bir şey, beklemesine neden oldu. Birkaç saniye geçince beklediğine sevindi. Queen Anne'in arka kapısı öyle şiddetli açıldı ki üst menteşesi koptu. Kırıcılar toplu halde dışarı fırladı. Önlerindekileri panik içinde itiyorlardı (evreni bunlar yok edecekti, diye düşündü Susannah, bu koyunlar) ve aralarında yarım düzine kadar hayvan başlı yaratıkla en az dört tane insan maskeli o insanımsı korkunç tiplerden vardı.

Susannah önce batı kulesindeki muhafızı öldürdü. Algul Siento Sa-vaşı'nm ilk kaybı beyni saçlarının arasından yanaklarına doğru akar halde kuleden aşağı düşerken Susannah doğu kulesindeki iki muhafıza nişan almıştı bile. Orta ayara getirilmiş Coyote makineli tüfek üç kere konuştu:

Çat! Çat! Çat!

Doğu kulesindeki taheen ve sığ adam dans ediyormuşçasına kendi etrafında döndü. Taheen gözetleme kulesinin tepesini çevreleyen dar bal'kona kapaklandı. Sığ adamsa tırabzanın üzerinden kafaüstü aşağı çakıldı. Susannah boynunun kırılırken çıkardığı sesi duydu.

Sürüdeki koyunlar gibi birbirine sokulan Kırıcılar'dan birkaçı bu talihsiz adamın sonuna tanıklık etti ve çığlık attı.

"Ellerinizi havaya kaldırın!" Susannah, Dinky'nin sesini tanıdı. "Kırı-cı'ysanız ellerinizi havaya kaldırın!"

Kimse bu emri sorgulamadı; o şartlar altında kim neler olup bittiğini biliyormuş gibi davranırsa onun lider olacağı muhakkaktı. Kırıcılar'dan bazıları -ama hepsi değil, henüz değil- ellerini havaya kaldırdı. Susannah için fark etmiyordu. Koyunlarla keçiler arasındaki farkı görmesi için kaldırılmış ellere ihtiyacı yoktu. Görüşü olağanüstü bir şekilde netleşmişti.

Ateş kontrol düğmesini TEKATiş'a çevirdi ve Çalışma Odası'ndan Kırıcılar ile birlikte çıkan muhafızlara teker teker ateş etmeye başladı. Taheen... can-toi, vur onu... bir insan, ona ateş etme, ellerini kaldırmamış ama o bir Kinci... nereden bildiğimi sormayın, biliyorum işte...

Susannah, Coyote'nin tetiğini çekti ve kıpkırmızı bir pantolon giymiş oian kadının yanındaki insanın kafası kan ve kemik saçarak parçalandı. Ellerini kaldırmış, iri gözlerle etraflarına bakan Kırıcılar çocuklar gibi görünüyordu. Susannah o an Dinky'yi tekrar duydu ama bu kez duyduğu fiziksel sesi değildi. Zihinsel sesiydi ve çok daha yüksekti:

(ELLERİNİZİ KALDIRARAK GÜNEYE DOĞRU İLERLEYİN. CANINIZ

YANMAYACAK)

Bu, Susannah'nın gizlendiği yerden çıkıp harekete geçmek için beklediği işaretti. Kuledeki üçü de sayılırsa Kızıl Kral'ın kötü adamlarından sekizini haklamıştı -panikleri düşünüldüğünde bu büyük marifet sayılmazdı- ve en azından o an için daha başka düşman göremiyordu.

Susannah SGB'ye gaz verdi ve terk edilmiş bir başka barakaya doğru ilerledi. Aracın kavrayışı öyle çabuktu ki Susannah neredeyse oturduğu yerden düşecekti. Gülmemeye çalışarak (ve beceremeyerek) Detta Walker sesiyle avazı çıktığı kadar bağırdı:

"Def olun burdan sersemler! Güneye gidin! Ellerinizi kaldırın ki kötü adamlardan olmadığınızı bilelim! Ellerini kaldırmayanlar kafalarına kurşunu yiyecek! Dediğime inansanız iyi olur!"

Bir sonraki barakanın kapısını yıkıp geçerken SGB'nin tekerleği pervaza çarptı ama neyse ki çarpmanın şiddeti aracı devirecek kadar fazla değildi. Susannah devrilmediğine şükretti çünkü araç tekrar düzelteme-yeceği kadar ağırdı. Lazerlerden biri burada üç ayaklı bir sehpa üzerine yerleştirilmişti. Silahı çalışır duruma getiren düğmeye bastı, FASİLA düğmesini çevirip çevirmemesi gerektiğini düşünürken kör edecek kadar parlak, kırmızımsı mor bir ışık üç sıra çitin üzerinden geçerek Damli Evi'nin en üst katında bir delik açtı. Bir top mermisi tarafından açılmış kadar büyük görünüyordu.

Çok iyiymiş, diye düşündü Susannah. Diğerlerini de çalıştırayım. Ama acaba yeterli vakti olacak mıydı? Diğer Kırıcılar da Dinky'nin mesajına uymuş, aynı mesajı şiddetini arttırarak yayınlamaya başlamıştı. (GÜNEYE GİDİN! ELLERİNİZİ KALDIRIN! CANINIZ YANMAYACAK') Coyote'nin ayar düğmesini TAM OTOMATİK'C getirdi ve mesajın altını çizmek için en yakındaki yatakhanenin üst katını taradı. Kurşunlar vızıldayıp sekti. Camlar kırıldı. Kırıcılar çığlık atarak ellerini kaldırıp Damli Evi'nin köşesini döndü. Susannah, Ted'in de aynı köşede belirdiğini gördü. Görmemek imkânsızdı, çünkü herkesin gittiği yönün tersi yönde ilerliyordu. Dinky ile kısaca kucaklaştılar ve ellerini havaya kaldırıp yakında VIP statülerini kaybederek karanlık ve zehirli topraklarda hayatta kalma mücadelesi veren bir grup mülteci olacak diğer Kırıcılar'la beraber güneye doğru yürümeye başladılar.

Susannah sekizini öldürmüştü ama bu rakam yeterli değildi. Açlık bastırmıştı, o kupkuru açlık. Gözlerinden hiçbir şey kaçmıyordu. Başının içinde zonkluyor, ağrıyor ve her şeyi görüyorlardı. Damli Evi'nin köşesinden başka taheen'lerm, sığ adamların ve insan muhafızların dönmesini umuyordu.

Daha doymamıştı.
13

Sheemie Ruiz, Susannah'nın bilmeden en az yüz kurşun boşalttığı Corbett Yatakhanesinde yaşıyordu. Yatağında olsaydı mutlaka kurşunlardan birine hedef olacaktı. Ama o sırada yatağının ayakucunda diz çökmüş, dostlarının iyi olması için dua ediyordu. Pencerenin camı kırılıp parçalar içeri saçıldığında başını bile kaldırmadı ve dua etmeye devam etti. Dinky'nin düşünceleri (GÜNEYE GİDİN)

kafasının içinde çınlıyordu, sonra diğer düşünceler ona katıldı (ELLERİNİZİ KALDIRIN)

ve bir nehir gibi aktılar. Sonra Ted'in düşüncesini duydu. Diğerlerini bastırmakla kalmıyor, yükseltiyor, nehri

(CANINIZ YANMAYACAK)

bir okyanusa dönüştürüyordu. Sheemie hiç farkında olmadan duasını değiştirdi. Yüce Tanrı'm, dostlarımı koru değişip ellerinizi kaldırıp güneye gidin, canınız yanmayacak oldu. Bunları tekrarlamaya Damli Evi kafeteryasının arkasındaki propan tankları kulakları sağır eden bir gürültüyle infilak ettiğinde bile ara vermedi.


14

Gangli Tristum (sizin için Doktor Gangli, teşekkürler derim) pek çok açıdan Damli Evi'ndeki en korkulan şahsiyetti. İnsan ismi yerine -sapıkça- taheen ismi almış bir can-toi'ydi ve batı kanadının üçüncü katındaki reviri demir yumrukla yönetiyordu. Ve tekerlekli patenler üzerinde.

Gangli ofisinde evraklarla uğraşırken veya kontrole gitmişken (çoğunlukla nezleye yakalanmış Kırıcılar'ı yatakhanelerinde ziyaret etmek anlamına gelirdi) revirde işler oldukça sakin ve gevşek olurdu, ama ^angli ofisinden çıktığında veya revire döndüğünde herkes -hastalar ka-flar hemşireler ve hastabakıcılar da- gergin ve saygı dolu bir sessizliğe bürünürdü. Yatakların arasındaki koridorlarda kollarını steteskobunun üzerinde göğsünde kavuşturarak, beyaz gömleğinin etekleri arkasında uçuşarak paten kayan bastıbacak, esmer, iri çeneli adamı gören yeni biri kahkahalara boğulabilirdi (bir Kırıcı bir keresinde onun için "Kötü bir estetik ameliyat geçirmiş John Irving'e benziyor," demişti). Ama biri gülerken yakalanırsa bir daha gülmesi mümkün olmazdı. Dr. Gangli'nin dili çok sivriydi gerçekten ve patenleriyle dalga geçen hiç kimse cezasız kalmazdı.

O an, patenleri üzerinde koridorlarda aşağı yukarı uçarcasına ilerliyor, patenlerinin çelik tekerlekleri (patenleri rollerblade döneminin önce-sindendi) sert tahta zemin üzerinde gümbürdüyordu. "Bütün kâğıtlar!" diye bağırdı. "Beni duyuyor musunuz?... Bu kahrolası kargaşada bir dosya bile kaybedersem, bir lanet olası dosya bile kaybedersem birinin gözünü saat beş çayımla birlikte mideme indireceğim!"

Hastalar çoktan boşaltılmıştı elbette; duman dedektörünün sesini duyup duman kokusunu alır almaz onları yataklarından kaldırıp merdivenlerden aşağı yollamıştı. Birkaç hastabakıcı -o korkak tavukların her birinin kim olduğunu çok iyi biliyordu ve zamanı geldiğinde haklarında eksiksiz bir rapor yazacaktı, ah evet- hastalarla beraber kaçmış, ama kişisel yardımcısı Jack London'm da dahil olduğu beşi geride kalmıştı. Gang-li onlarla iftihar ediyordu ama giderek yoğunlaşan duman arasında bağıra çağıra aşağı yukarı kayarken gururunu belli ettiği söylenemezdi.

"Kâğıtları alın dedim! Yürüyen veya sürünen ne kadar tanrı varsa hepsi adına kâğıtları alsanız iyi olur!"

Kırmızı bir ışık pencereden içeri şimşek gibi girdi. Bir çeşit silah olduğu belliydi zira ofisini revirden ayıran cam duvarı parçalamış ve en sevdiği sandalyesini tutuşturmuştu.

Gangli hiç hız kesmeden eğilip lazer ışınının altından geçti. "Gan belalarını versin!" diye bağırdı hastabakıcılardan biri. Gözlen solgun yüzünden fırlamış, son derece çirkin bir insandı. "Bu da neydi böyle'

"Boş ver!" diye haykırdı Gangli. "Ne olduğunu boş ver seni bok suratlı palyaço! Kâğıtları al! Sıçtığım kâğıtları aW

Ön tarafta bir yerden -çarşı?- kurtarma aracının iğrenç sesi geldi. «YOLU AÇIN!" dendiğini duydu Gangli. "BU YANGIN SÖNDÜRME EKİBİ BRAVO!"

Gangli daha önce Yangın Söndürme Ekibi Bravo diye bir şey duymamıştı ama Algul Siento hakkında bilmedikleri çok fazlaydı. Kendi cerrahi bölümünde bile ekipmanın sadece üçte birini kullanabiliyordu! Neyse, o an önemli olan...

Düşüncesini tamamlayamadan mutfağın arkasındaki gaz depolan infilak etti. Korkunç bir gürültü oldu -tam altlarından geliyor gibiydi- ve Gangli Tristum havaya savruldu. Pateninin metal tekerlekleri hâlâ dönüyordu. Diğerleri de oraya buraya savruldu ve kâğıtlar dumanla kaplı havada uçuşmaya başladı. Dr. Gangli havada uçuşan kâğıtlara yanacaklarını bilerek ve onlarla yanmamayı umarak bakarken zihnini çok net bir düşünce sardı: son erken gelmişti.


15

Roland telepatik komutu duydu

(ELLERİNİZİ KALDIRIP GÜNEYE DOĞRU GİDİN. CANINIZ YANMAYACAK)

ve kelimeler beynini sardı. Zamanı gelmişti. Başını Jake'e doğru salladı ve Orizalar uçtu. Ürpertici ıslıklarının ortalığa hâkim olan kakofonide duyulması güçtü ama muhafızlardan biri duymuş olmalıydı zira tabağın keskin kenarı başını kopartıp yere yuvarlamadan hemen önce arkasını dönmeye yeltenmişti. Kirpikleri hâlâ şaşkınca titreşiyordu. Kafasız beden iki adım attı ve kollan tırabzanın üzerinden sarkacak şekilde öne kapaklandı. Boynundan kan fışkırıyordu. Diğer muhafız da yeri boylamıştı.

Eddie soo HATTİ yük vagonunun altından zahmetsizce sürünerek Çıktı ve Devar-toi tarafında ayağa fırladı. Hırdavatçı süsü verilmiş gizli garajdan iki yangın söndürme aracı daha çıktı. Tekerlekleri yoktu, hava minderleri üzerinde ilerliyor gibiydiler. Kampusun (Eddie, Devar-toi'yj zihninde bir kampus olarak tanımlıyordu) kuzeyinde bir yerlerde bir şey patladı. Güzel. Harika.

Roland ve Jake giderek hafifleyen keseden iki tabak daha aldı ve çitleri kesmek için kullandı. Yüksek voltajlı elektrik yüklü olan çit sert bir çatırtı ve cızırtı eşliğinde parlayıp sönen mavi bir ateş çıkararak koptu. Ardından içeri girdiler. Hiç konuşmadan hızla hareket ederek artık hiç kimsenin nöbet tutmadığı gözetleme kulelerinin önünden geçtiler. Oy her zamanki gibi Jake'in ayaklarının dibinden ayrılmıyordu. Henry Gra-ham'ın Eczanesi ve Pleasantville Kitapçısı arasındaki sokaktaydılar.

Sokağın başına vardıklarında ana caddenin o an için boş olduğunu gördüler. Az önce ayrılan iki yangın söndürme aracının havada asılı kalan elektrikli kokusu (Eddie kokunun metro istasyonlarının kokusuna benzediğini düşündü) genel kokuyu daha da kötüleştirmişti. Uzaktan yangın alarmlarıyla duman dedektörlerinin sesi geliyordu. Eddie Pleasantvil-le'deyken elinde olmadan Disneyland'ın ana caddesini düşündü: oluklarda çöp, duvarlarda çirkin yazılar yoktu; vitrin camlarında bile toz olmadığını fark etti. Memleket hasreti çeken Kırıcılar Amerika kokusunu biraz olsun alabilmek için buraya geliyor olmalıydı ama hiçbiri bu plastik, yapay dünyadan daha iyi, daha gerçekçi bir şey istememiş miydi? Belki kaldırımlarda ve dükkânlarda insanlar varken daha çekici görünüyordu ama buna inanmak güçtü. En azından onun inanması zordu. Belki sadece şehirli bir çocuğun düşüncesiydi.

Durdukları yerin karşısında Pleasantville Ayakkabı, Gay Paree Butik ve Gem Sineması (İÇERİSİ SERİN, BUYURUN diyordu tentenin altından sarkan pankart) vardı. Roland elini kaldırarak Eddie ve Jake'e yolun karşısını işaret etti. Her şey umduğu gibi giderse (ki neredeyse hiçbir zaman gitmezdi) pusularını orada kuracaklardı. Oy hâlâ Jake'in ayağının dibinde ilerler halde eğilerek karşıya geçtiler. O ana dek her şey kusursuzca gitmişti ve bu, Silahşor'u huzursuz ediyordu.


16

Savaş tecrübesine sahip her general size küçük çaplı çarpışmalarda bile (bunun gibi) tutarlılığın sona erdiği ve her şeyin nasıl ilerlediğine dair gerçeklik duygusunun yok olduğu bir an olduğunu söyleyecektir. Bu meseleler daha sonra tarihçiler tarafından tekrar yaratılır. Tarihin var olma sebeplerinden biri belki tutarlılık mitini tekrar yaratma ihtiyacıdır.

Boş verin. O noktaya, Algul Siento Savaşı'nın kendine ait bir yaşam edindiği ana vardık. Artık tek yapabileceğim, size şurayı burayı göstermek ve genel karmaşada kendi düzeninizi yakalayacağınızı ummak.
17

Egzaması olan ve istemeden Ted'e olması gerekenden fazla bilgi veren sığ adam Trampas, Damli Evi'nden kaçan Kırıcılar'a doğru koştu ve saçları dökülmekte olan, eskiden marangozluk yapan Birdie McCann adındaki sıska Kırıcı'yi kolundan yakaladı.

"Neler oluyor, Birdie?" diye bağırdı Trampas. Düşünce kepini taktığı için etrafındaki havaya hâkim olan telepatik komutu duymuyordu. "Neler olduğunu biliyor mu..."

"Ateş ediliyor!" diye bağırdı Birdie kolunu çekip kurtararak. "Ateş ediyorlar/ Ordalar!" Arkasında bir yeri işaret etti.

"Kim? Kaç ki..."

"Dikkat edin sizi salaklar, yavaşlamıyor/" diye bağırdı Gaskie o'Tego, Trampas ve McCann'ın arkasından bir yerden.

Trampas başını kaldırdı ve yangın söndürme aracının çarşı tarafından kırmızı ışıkları yanıp sönerek hızla yaklaşmakta olduğunu dehşetle gördü. İki paslanmaz çelikten robot itfaiyeci kükreyerek ilerleyen aracın ^kasına asılmıştı. Pimli, Finli ve Jakli yoldan hızla çekildi. Uşak Tassa da °yle. Ama Tammy Kelly bir kan gölü içinde, otların üzerinde yüzükoyun yatıyordu. Sekiz yüz yıldan fazla bir süredir herhangi bir yangına müdahale etmemiş olan Yangın Söndürme Ekibi Bravo onu ezmişti. Tammy bundan sonra hiçbir konuda şikâyet edemeyecekti.

Ve...


"YOLU AÇIN!" sesi yükseldi itfaiye aracından. İki itfaiye aracı daha Efendi'nin Evi'nin önünden dönerek onlara doğru ilerlemeye başladı. Uşak Tassa son anda kenara çekilerek canını kurtarmayı başardı. "BU YANGIN SÖNDÜRME EKİBİ BRAVO!" Aracın ortasında bir tür metalik yumru belirdi, ikiye ayrıldı ve içinden çelik bir tür fıskiye çıkarak sekiz ayrı yöne su fışkırtmaya başladı. "YANGIN SÖNDÜRME EKİBİ BRA-VO'YA YOL VERİNr

Ve...


James Cagney -olaylar başladığında Feveral Yatakhanesi'nin fuayesinde Gaskie ile birlikte duran taheen, hatırladınız mı?- neler olacağını gördü ve Damli'nin batı kanadından sendeleyerek çıkmakta olan muhafızlara bağırmaya başladı. Öksürerek yürümeye çalışan gözleri kızarmış muhafızların bazılarının pantolonu tutuşmuştu ve pek azı -Gan'a, Bes-sa'ya ve tüm tanrılara şükür- silahlıydı.

Cag bağırarak yoldan çekilmelerini söyledi ve o gürültüde kendi sesini bile zor duydu. Joey Rastosovich'in ikisini bir kenara çektiğini, Earnshaw adlı gencin bir başkasını yan tarafa ittiğini gördü. Gözlerinden yaşlar gelerek, öksürerek binadan çıkanlardan birkaçı itfaiye aracını gördü ve kendileri kaçıştı. Sonra Yangın Söndürme Ekibi Bravo hiç yavaşlamadan batı kanadından çıkan muhafızları biçti ve kükreyerek Damli Evi'ne doğru ilerlemeyi sürdürdü. Bir yandan da dörtbir yana su fışkırtıyordu. Ve...

"Ulu Tanrım, hayır," diye inledi Pimli Prentiss. Elleriyle gözlerini kapadı. Öte yandan Finli gözlerini kaçıramamıştı. Bir sığ adamın -Ben Alexander olduğundan emindi- itfaiye aracının dev tekerlekleri altında çiğnendiğini gördü. Bir başkası araçla Damli Evi'nin duvarı arasında kalarak ezildi. İtfaiye aracı etrafa suyun yanı sıra tahta ve cam parçalarıyla kan damlacıkları saçarak bir bölümü hastalıklı görünen çiçeklerle gizlenmiş duvarı yıktı. Bir tekerlek kilere inen basamaklara indi ve yüksek bir robot sesi duyuldu. "KAZA! İSTASYONA BİLDİRİN! KAZA OLDU!"

Deme yahu, cin gibisin, diye düşündü Finli çimlerin üzerindeki kana bir tür hastalıklı büyülenmişlikle bakarak. Kahrolası bozuk itfaiye aracı kaç adamını ve değerli malzemelerini ezmişti? Altı mı? Sekiz? Bir düzine mi, lanet olsun?

Damli Evi'nin arkasından o kan donduran çat-çat-çat sesi tekrar duyuldu. Otomatik silahların ateşlenme sesi.

Waverly adında şişman bir Kırıcı, ona çarptı. Finli uzaklaşmasına fırsat vermeden onu sertçe yakaladı. "Ne oldu? Güneye gitmenizi kim söyledi?" Trampas'ın aksine düşünce kepi takmaya ihtiyaç duymayan Finli mesajı

(ELLERİNİZİ KALDIRIP GÜNEYE GİDİN. CANINIZ YANMAYACAK)

beyninin içinde öyle şiddetli bir şekilde duyumsuyordu ki başka bir şey düşünmek neredeyse imkânsızdı.

Pimli -aklını başına toplamaya çalışıyordu- havadaki mesajı aldı ve kendi düşüncesini göndermeyi başardı: Brautigan olmalı. Bir düşünceyi ondan başka kimse bu şekilde yogunlastıramaz. Başka kim olabilir?

Ve...


Gaskie önce Cag'i sonra Jakli'yi yakaladı ve bütün silahlı muhafızları güneye, çarşıya ve çarşının her iki tarafındaki sokaklara doğru ilerleyen Kırıcılar'in iki kanadında görevlendirmelerini emretti. Ona boş, şaşkın gözlerle baktıklarını -panik dolu bakışlar- görünce öfkeyle çığlık atmamak için kendini zor tuttu. İşte diğer iki itfaiye aracı da sirenlerini çalarak yaklaşıyordu. Araçlardan daha büyük olanı iki Kırıcı'ya çarptı ve yere devirerek üzerlerinden geçti. Ölenlerden biri Joey Rastosovich'ti. İtfaiye aracı geçip gidince Tanya kocasının cesedi başında diz çöküp ellerini gökyüzüne doğru kaldırdı. Gaskie, Tanya'nm canhıraş çığlıklarını zar zor duyuyordu. Gözpınarlarında korku ve öfke yaşları belirdi. Pis köpekler, dıye düşündü. Pis pusucu itler!

Ve...


Algul Siento'nun kuzeyindeki Susannah gizlendiği yerden çıkarak üç sıra halindeki çitlere yaklaştı. Plan bu değildi ama ateş etmeye, düşmanı öldürmeye devam etme ihtiyacı çok şiddetliydi. Kendine engel olamıyordu, Roland, onu mutlaka anlardı. Ayrıca Damli Evi'nden yayılan duman yerleşim bölgesinin o bölümündeki her şeyi geçici olarak gizlemişti. "Lazerlerden çıkan kırmızı ışınlar -neon ışıklarına benziyorlardı- dumanların arasına dalıp çıkıyordu. Susannah gövdesinde koca bir delik istemiyorsa ışınların yoluna çıkmaması gerektiğini kendi kendine hatırlattı.

Çitleri koparmak için Coyote'sinin kurşunlarını kullandı -dış çit, orta çit, içteki çit- ve silahını tekrar doldururken dumanların arasında gözden kayboldu.

Ve...

Waverly adındaki Kırıcı kolunu Finli'den kurtarmaya çalıştı. Hayır, hayır, buna izin veremem, diye düşündü Finli. Adamı sertçe çekti -Algul öncesi yaşamında kütüphaneci veya ona benzer bir şey olan adamı- ve yüzüne elini acıtacak kadar sert iki tokat patlattı.



"Orda kim var?" diye kükredi. "BUNLAR KİMİN MARİFETİ?" Arkadan gelen iki itfaiye aracı Damli Evi'nin önünde durmuş, dumanların arasına su fışkırtıyordu. Finli bunun işe yarayıp yaramayacağını bilmiyordu ama zararı olacağını sanmıyordu. Hiç olmazsa bunlar ilki gibi kurtarmaları gereken binaya çarpmamıştı.

"Bilmiyorum, efendim?' diye hıçkırdı Waverly. Burun deliklerinden birinden ve dudağının kenarından kan sızıyordu. "Bilmiyorum ama elli, hatta belki yüz kişi olmalılar! Dinky bizi dışarı çıkardı! Tanrı Dinky Earns-

haw'u korusun!"

Bu arada Gaskie o'Tego iri ellerinden biriyle James Cagney'nin, diğeriyle de Jakli'nin boynunu kavramıştı. İçinden bir ses karga kafalı orospu çocuğu Jakli'nin kaçmaya niyetlendiğini söylüyordu, ama şimdi onun için endişelenecek zamanı yoktu. İkisine de ihtiyacı vardı.

Ve...

"Efendi!" diye bağırdı Finli. "Patron, Earnshaw denen genci yakala! Bu işin içinde bir iş var!" Ve...



Yanaklarından birine Cag'in diğerine Jakli'nin yüzünün dayandığı Sansar (o korkunç sabah herhangi biri kadar net düşünüyordu) sonunda sesini duyurabilmişti. Bu arada Gaskie emirlerini tekrarlıyordu: kalan muhafızları ikiye bölüp kaçan Kırıcılar'ın yanma gönderin. "Durdurmaya çalışmayın ama yanlarından ayrılmayın! Ve Tann aşkına çitlerdeki elektriğe kapılma-lanna izin vermeyin! Ana caddeyi geçerlerse çitlere varmadan önce..."

Sözlerini bitiremeden bir şekil giderek yoğunlaşan dumanın arasından fırladı. Beyaz önlüğü tutuşmuş, patenleri hâlâ ayağında olan Doktor Gangli'ydi. Ve...

Susannah Dean, Damli Evi'nin sol arka köşesinde öksürerek pozisyon aldı. Orospu evlatlarından üçünü -Gaskie, Jakli ve Cagney- görmüştü. Ama tetiği çekemeden duman üçünü de gizledi. Dağıldığında Jakli ve Cag gitmişti. Geriye kalan silahlı muhafızları paniğe kapılmış değerli Kırıcı sürüsünü birer çoban köpeği gibi zapt etmek üzere görevlendirmeye gitmişlerdi. Hemen durduramasalar bile kontrolü sağlamaları gerekiyordu. Gaskie hâlâ oradaydı. Susannah kafasına bir kurşun sıkarak işini bitirdi.

Pimli bunu görmedi. Tüm kargaşanın yüzeyde olduğunu anlamaya başlamıştı. Büyük ihtimalle kasten çıkarılmış bir kargaşaydı. Kırıcılar'ın Algul'un kuzeyindeki saldırganlardan uzaklaşma kararı pek çabuk ve faz-•a organizeydi.

Earnshaw'u boş ver, diye düşündü. Asıl konuşmak istediğim Brauti-gan.

Ama Ted'i yakalayamadan Tassa, Efendi'ye çılgınca sarılarak evin a'evler içinde olduğunu haykırdı. Sözleri birbirine karışıyor duyduğu dehşet dilini dolaştırıyordu. Çok korktuğunu ama Efendi'sinin giysilerinin,

kitaplarının...

Pimli Prentiss başının yan tarafına sert bir darbe indirerek uşağı yere serdi. Kırıcılar'ın birleşip yoğunlaşmış düşüncesi (artık iyi -akıl değil, kötü- akıldı)

(ELLERİNİZİ KALDIRIN. CANINIZ YANMAYACAK) başının içinde nabız gibi atıyor, diğer tüm düşünceleri silmekle tehdit ediyordu. Bu kahrolası Brautigan'ın işiydi, biliyordu ve adam çok ilerideydi ama belki...

Pimli elindeki Peacemaker'a baktı, bir süre düşündü ve sol kolunun altındaki askıya geri yerleştirdi. Kahrolası Brautigan'ı canlı istiyordu. Kahrolası Brautigan bazı açıklamalar yapacaktı. Ve elbette kırmaya devam edecekti.

Çat-çat-çat. Kurşunlar etrafında uçuşuyordu. İnsan, taheen, can-toi muhafızlar dörtbir yana koşuşturuyordu. Ve sevgili İsa, çok azı silahlıydı; çoğunlukla çit nöbetine gidecek olan insanlardı. Kırıcılar'ı koruyanların silahlara ihtiyacı yoktu, Kırıcılar muhabbet kuşları kadar zararsızdı ve dışarıdan bir saldırı kulağa çok aptalca...

Gerçekleşene dek aptalca gelir, diye düşündü ve gözucuyla Trampas'ı

gördü.

"Trampas!" diye bağırdı. "Trampas! Hey kovboy! Earnshaw'u yakala



ve hemen bana getir! Earnshaw'u yakala."

Çarşının ortası nispeten daha sakindi ve Trampas, Prentiss'i net bir şekilde duydu. Dinky'nin ardından koştu ve genç adamı kolundan yakaladı.


Yüklə 2,92 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   24   25   26   27   28   29   30   31   ...   62




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin