Ve...
On bir yaşındaki Daneeka Rostov artık Damli Evi'nin alt yarısını tamamen kaplayan dumanın içinden, iki kırmızı arabayı çekerek çıktı. Da" neeka'nın yüzü şiş ve kırmızıydı; gözlerinden yaşlar süzülüyordu; Radio Flyer arabası üzerinde oturan Baj'ı ve diğer arabada oturan Sej'i çekmek için harcadığı çabayla neredeyse iki büklüm olmuştu. İkisinin de hidrosefal kafalı alimler gibi kocaman bir kafası ve minik, zeki gözleri vardı ama Baj. Sej gibi kollara sahip değildi. İkisi de boğukça öğürüyor, ağızlarından köpükler saçılıyordu.
"Yardım edin!" diyebildi Dani şiddetle öksürerek. "Biri yardım etsin yoksa boğulacaklar!"
Dinky, onu gördü ve o tarafa doğru yürüyecek oldu. Gönülsüzce hareket ettiği belli olan Trampas, onu engelledi. "Hayır, Dink," dedi. Sesi özür diler gibi ama kararlıydı. "Bırak başkası yardım etsin. Patron seninle konuşmak..."
O sırada solgun yüzlü, ağzı bir çizgi halini almış olan Brautigan yanlarında bitiverdi. "Bırak gitsin, Trampas. Seni severim dostum, ama bugün işimize karışmasan iyi olur."
"Ted? Ne..."
Dink yine Dani'ye doğru yürümeye başladı. Trampas, onu yine engelledi. Ötelerinde Baj bayıldı ve arabadan aşağı kafaüstü düştü. Yumuşak çimlerin üzerine düşmesine rağmen kafasından korkunç bir yarılma sesi geldi ve Dani Rostov bir çığlık attı.
Dinky o tarafa doğru atılınca Trampas, onu sertçe geri çekti. Aynı anda taşıdığı .38'lik Colt Woodsman'i askısından çıkardı.
Onunla makul bir konuşma yapmaya zaman yoktu. Ted Brautigan zihin mızrağını Akron'daki cüzdan hırsızını öldürdüğü 1935 yılından beri kullanmamıştı; sığ adamlar 1960'ta onu Bridgeport, Connecticut'ta tekrar ele geçirdiğinde bile çok istemesine rağmen bu silaha başvurmamıştı. Bir daha kullanmayacağına dair kendi kendine söz vermişti ve ona daima iyi davranan Trampas'a fırlatmayı (bunu söylerken gülümseyin)
kesinlikle istemiyordu. Ama ortalık durulmadan önce yerleşim bölgesinin güney ucuna varması gerekiyordu ve vardığı sırada Dinky'nin de yanında olmasını istiyordu.
Ayrıca burnundan soluyordu. Zavallı küçük Baj! Yüzünden gülümseme eksik olmazdı.
Konsantre oldu ve başının içinde hastalıklı bir acı duydu. Zihin mızrağı fırladı. Trampas, Dinky'yi bıraktı ve Ted'e ömrünün sonuna dek unutamayacağı, inanmazlıkla karışık kırgm bir ifadeyle baktı. Sonra kafasını evrenin en kötü baş ağrısını çekiyormuşçasına iki yandan kavradı ve boğazı şişmiş, dili dışarı sarkmış halde cansızca yere yığıldı.
"Haydi!" diye bağırdı Ted ve Dinky'nin kolunu kavradı. Tanrı'ya şükür Prentiss o an başka tarafa bakıyordu. Bir başka patlama dikkatini dağıtmıştı.
"Ama Dani... ve Sej!"
"Sej'i o alabilir!" Geri kalanını zihninden gönderdi: (artık Baj'ı çekmek zorunda değil)
Pimli Prentiss dönüp inanmaz gözlerle Trampas'a bakarken Ted ve Dinky oradan hızla uzaklaştı. Prentiss arkalarından bağırarak durmalarını, Kızıl Kral adına durmalarını istedi.
Finli o'Tego silahını çekti ama ateşleyemeden Daneeka Rostov üzerine atladı ve taheen'i tırmalayıp ısırmaya başladı. Tüy kadar hafifti, ama bu saldırı öylesine beklenmedikti ki gafil avlanan Finli neredeyse yere devrilecekti. Tüylü, kuvvetli kolunu kızın boynuna doladı ve Dani'yi bir kenara fırlattı ama Ted ve Dinky artık neredeyse menzil dışındaydı. Bir süre sonra Efendi'nin evine yönelip yoğun dumana girdiler.
Finli tabancasını iki eliyle tutup derin bir nefes aldı ve tek bir atış yaptı. Yaşlı adamın kolundan kan fışkırdı ve Finli, Ted'in haykırdığını duyup sendelediğini gördü. Sonra genç serseri yaşlı iti yakaladı ve beraber köşeyi dönüp gözden kayboldular.
"Sizi yakalayacağım!" diye bağırdı Finli arkalarından. "Evet, peşiniz-deyim ve yakaladığımda sizi doğduğunuza pişman edeceğim!" Ama her nasılsa içinde korkunç bir boşluk vardı.
Algul Siento'nun bütün sakinleri -Kırıcılar, taheen'leı, insan muhafızlar, alınlarında üçüncü gözler gibi kırmızı, kanlı delikler olan can-toi' ler- dalga dalga hareket halinde güneye doğru ilerliyordu. Finli hiç hoşuna gitmeyen bir şey gördü: Kırıcılar -sadece onlar- ellerini havaya kaldır-mlş halde ilerliyordu. Eğer o tarafta başka silahlı düşman varsa bu şekilde kime ateş etmeyeceğini çok iyi bilecekti, değil mi?
Ve...
Hâlâ Corbett Yatakhanesi'nin üçüncü katındaki odasında, cam kı-nklarıyla kaplı yatağının ayakucunda diz çökmüş halde pencereden giren duman yüzünden öksürüklere boğulmasına rağmen dua etmeyi sürdüren Sheemie Ruiz'e vahiy gelmişti... ya da hayal gücü onunla konuşmuştu, birini seçin. Birden ayağa fırladı. Genellikle dostça ama dünyayı tam anlayamadığı için aklı karışmışçasına bakan gözlerinde net bir bakış ve coşku vardı.
"IŞIN TEŞEKKÜRLER DERf diye bağırdı boş odaya.
Ruhların her şeyi bin gecede yaptığını keşfeden Ebenezer Scrooge gibi mutlulukla etrafına bakmdıktan sonra cam parçalarını terlikleriyle ezerek kapıya koştu. Sivri bir parça ayağını kesti -o bilmiyordu ama cam parçası ona ölümünü sunmuştu, Discordia deyin- ama o kadar mutluydu ki hissetmedi bile. Koridora fırlayıp hemen merdivenlere yöneldi.
İkinci katın sahanlığında Belle O'Rourke adında yaşlıca bir Kırıcı kadınla karşılaştı, kadını yakalayıp sarstı ve, "IŞIN TEŞEKKÜRLER DER!" diye haykırdı şaşkın suratına. "IŞINHER ŞEYİN YOLUNA GİREBİLECEĞİNİ SÖYLÜYOR! GEÇ DEĞİL! TAM ZAMANINDA!"
Güzel haberi (en azından onun için güzeldi) yaymak için dışarı yöneldi ve...
Ana caddedeki Roland önce Eddie Dean'e baktı, sonra Jake Cham-bers'a. "Geliyorlar, onları burada karşılayacağız. Emrimi bekleyin ve doğru olun."
18
İlk belirenler, ellerini havaya kaldırmış halde koşan üç Kırıcı oldu Gem Sineması'nın bilet gişesinde oturmakta olan Eddie'yi (üç tarafındaki camları bir zamanlar Roland'a ait olan tabancanın kabzasıyla kırmıştı) veya Jake'i (Pleasantville Fırını'nın önüne park etmiş motorsuz bir Ford'un içinde oturuyordu) ya da Roland'ı (Gay Paree Butik'in vitrinindeki cansız mankenlerden birinin arkasında duruyordu) görmeden ana caddenin karşısına o şekilde geçtiler.
Karşı kaldırıma varınca şaşkınca etraflarına baktılar. Gidin, diye düşünce gönderdi Roland onlara. Gidin, buradan uzaklasın, sokağa girin, hâlâ yapabiliyorken kaçın.
"Haydi!" diye bağırdı içlerinden biri ve eczaneyle kitapçı arasındaki sokaktan aşağı koşmaya başladılar. Bir başka Kırıcı göründü, sonra iki tane daha, ardından ilk muhafız belirdi; tabancasının namlusunu dehşet dolu yüzüne doğru kaldırmış bir insan muhafızdı. Roland, ona nişan aldı... sonra ateş etmeyip bekledi.
Devar personelinden daha çok kişi geldi. Binaların arasından koşarak çıkıp ana caddeye geliyorlardı. Caddeye dağıldılar. Roland'ın umduğu ve beklediği gibi Kırıcılar'ın iki kanadına geçmeye ve yönlendirmeye çalışıyorlardı. Kaçışın bir isyana dönmesini engellemeye çalışıyorlardı.
"İki sıra oluşturun?' diye bağırdı kuzgun kafalı bir taheen nefes nefese, vızıltıh bir sesle. "İki sıra oluşturun ve babalarınızın hatırı için onlan
aranızda tutun!"
Gömleğinin etekleri dışarı çıkmış kızıl kafalı bir başka taheen bağırdı. "Çit ne olacak, Jakli? Ya çite doğru giderlerse?"
"O konuda yapabileceğimiz bir şey yok, Cag, sadece..." Lafını bitiremeden bir Kırıcı çığlık çığlığa kuzgunun -Jakli- önünden geçmeye çalıştı ve zavallıyı öyle şiddetli itti ki taheen kendini yerde buluverdi. "Bir arada kalın sizi salaklar!" dedi dişlerini sıkarak. "Kaçacaksanız kaçın ama düzenli bir şekilde yapın, kahretsin!" Sanki bunun bir düzeni olabilirmiş gibi. diye düşündü Roland (memnuniyetle). Sonra Jakli adındaki taheen kızıl kafalıya bağırdı. "Bırakalım bir ikisi kızarsın... diğerleri onlan görünce nasılsa durur!"
Eddie veya Jake o an ateş etmeye başlasaydı işler sarpa sarabilirdi anıa ikisi de ateş etmedi. Kaostan bir tür düzen oluşurken üç silahşor saklandığı yerden izlemeye devam etti. Muhafızların sayısı arttı. Jakli ve kızıl kafalı onları o sırada caddenin bir tarafından diğerine bir koridor haline gelmiş iki sıraya yönlendirdi. Koridor tam anlamıyla oluşamadan birkaç Kırıcı aradan geçti ama sadece birkaçı.
Yeni bir taheen göründü, bu seferki bir sansar kafasına sahipti ve komutayı Jakli'den aldı. Koşan Kırıcılar'ın birkaçının sırtına vurarak acele etmelerini sağladı.
Ana caddenin güneyinden şaşkın bir haykırış yükseldi: "Çit kesilmiş!" Ve bir başkası: "Galiba nöbetçiler ölmüş!" Bu son haykırışı dehşet dolu bir çığlık takip etti ve Roland talihsiz bir Kırıcı'nın yerdeki kesik başla karşılaştığını gözüyle görmüş gibi anladı.
Bu gelişme üzerine çıkan kargaşa devam ederken Ted Brautigan ve Dinky Earnshaw fırın ve ayakkabı dükkânının arasındaki sokaktan çıka-geldi. Jake'in saklandığı yerin öylesine yakınından geçmişlerdi ki arabanın camından elini uzatsa onlara dokunabilecekti. Ted kolundan yaralanmıştı. Gömleğinin sağ kolu dirsek hizasından aşağı kıpkırmızıydı ama Dinky'nin yardımıyla yürüyebiliyordu. Ted iki sıra halindeki muhafızların arasından geçmeden önce dönüp doğruca Roland'ın saklandığı yere baktı. Sonra Earnshaw ile sokağa dalıp gözden kayboldular.
Hiç olmazsa bir süre için güvende olacaklardı ve bu iyiydi. Ama büyük böcek neredeydi? Bu nefret edilesi yerin sorumlusu olan Prentiss neredeydi? Roland hem onu, hem de şuradaki Sansar kafa taheen'i istiyordu, yılanın başını ezmek gerekiyordu. Ama daha fazla bekleyemezlerdi. ^aÇan Kırıcılar'ın sayısı giderek azalıyordu. Silahşor, sai Sansar'ın son gelenleri bekleyeceğini sanmıyordu; değerli Kırıcılar'ının çitin öteki tarafına geçmesine göz yumamazdı. Civardaki hava ve arazi koşullan gözö-nüne alındığında fazla uzağa gidemeyecekleri açıktı, ama yerleşim bölge-sinin kuzey ucunda saldırganlar varsa güney ucunda da kurtarıcıların olabileceği ihtimalini göz ardı ede...
Ve işte gelmişti, Gan'a ve tanrılara şükürler olsun, tabancası koltukal-tındaki askıdan sarkan Pimli Prentiss sarsak adımlarla, şaşkınca o tarafa doğru yürüyordu. Tek burun deliğinden ve gözünün kenarından kan sızı-yordu; sanki tüm bu olan bitenlerin heyecanı kafasının içinde bir kanamaya sebep olmuştu. Hafifçe yalpalayarak Sansar'ın yanına gitti -Roland o sabahın acı sonucu için o sarhoş yalpalamasını suçlayacaktı- muhtemelen komutayı ondan alma niyetindeydi. İki adamı rahatlatan kısa ama ateşli kucaklaşmaları Roland'a iki adam arasındaki ilişkiye dair bilmek istediği her şeyi anlattı.
Tabancasını doğrultup Prentiss'in başının arkasına nişan aldı, tetiği çekti ve saç ve kanın havaya saçılmasını izledi. Efendi Prentiss'in elleri havaya fırladı, parmakları karanlık gökyüzüne doğru uzandı ve Pimli, şok içindeki Sansar'ın ayaklarının dibine yığıldı.
Atomik gün ışığı buna bir cevap verirmişçesine bir anda belirip ortalığı göz kamaştırıcı bir aydınlığa boğdu.
"Selam olsun silahşorlar, hepsini öldürün!" diye haykırdı Roland eski ölüm makinesinin tetiğini çekerek. Poligondaki kilden ördekler gibi sıraya dizilmiş muhafızlardan dördü tepki göstermek şöyle dursun, silah seslerinin anlamını bile çözemeden cansız yere yığıldı. "Gilead için, New York için, Işın için, babalarınız için! Duyun beni, dinleyin beni! Birini bite ayakta bırakmayın! HEPSİNİ ÖLDÜRÜN!"
Ve onlar da öyle yaptı: Gilead'dan gelen Silahşor, Brooklyn'den ge_ len eski uyuşturucu bağımlısı ve bir zamanlar Bayan Greta Shaw'un 'Ba-ma dediği yalnız çocuk. Dördüncü silahşor SGB'nin üzerinde (sadece bir kez, Tammy adındaki kâhyanın cesedinin etrafından dolaşmak zorunda kalmış» bunun haricinde düz bir çizgide ilerlemişti) yoğunlaşan duman bulutunun arasından, arkalarından, güneyden geliyordu: bir zamanlar Renkli Halkın İlerlemesi Ulusal Birliği'ne bağlı genç ve dürüst erkeklerden şiddet içermeyen protesto yöntemlerini öğrenmiş ama sonra tabancanın yolunu seçmiş ve bundan hiç pişman olmamıştı. Susannah üç hantal insan muhafızı ve kaçmakta olan bir taheen'ı öldürdü. Taheen'in omzuna asılı bir tüfek vardı ama kullanmaya yeltenmedi. Onun yerine tüylerle kaplı kollarını kaldırdı ve -kafası ayı kafasını andırıyordu- haykıra-rak teslim olduğunu söyledi. Orada yapılanları, çocukların beyinlerinin püre haline getirilip performans arttırıcı olarak Kırıcılar'a yedirildiğini bilen Susannah, ona zerre kadar merhamet etmedi ve taheen korkmaya bile fırsat bulamadan son nefesini verdi.
Sinemayla kuaför arasındaki sokağa girdiği sırada silah sesleri susmuştu. Finli ve Jakli ölüyordu; insan maskesi yırtılarak altındaki iğrenç sıçan kafası gözler önüne serilmiş olan James Cagney ölmüştü; yanlarında bir düzine kadar ceset vardı. Pleasantville'in eskiden pırıl pırıl olan oluklarından artık kan akıyordu:
Şüphesiz yerleşim bölgesinde başka muhafızlar vardı ama büyük ihtimalle hepsi de sayıları yüzü bulan, hatta geçen tecrübeli savaşçıların, Tanrı bilir neden gelmiş kara korsanlarının saldırısına uğradıklarını düşünerek saklanıyorlardı. Algul Siento'nun Kırıcılar'ının büyük bölümü ana caddeyle güney gözetleme kulelerinin arasındaki çimlerle kaplı alanda koyunlar gibi birbirlerine sokulmuş halde duruyordu. Kolundaki kanamayı umursamayan Ted şimdiden onlarla ilgilenmeye başlamıştı.
Sonra düşman ordusunun kuzey kuvveti sinemanın yanındaki soka-ğ>n başında belirdi: tekerlekli bir arazi aracının üzerinde, bacaklarının ^zden aşağısı olmayan zenci bir kadın. Aracı bir eliyle kullanıyor, diğe-rıyle Coyote makineli tüfeğini taşıyordu. Caddedeki ceset yığınını gördü Ve neşesiz bir tatmin ifadesiyle başını salladı. Eddie bilet gişesinden çıkarak ona sarıldı.
"Hey, tatlım, hey," diye mırıldanarak Eddie'nin boynuna daima ürper-mesine yol açan öpücüklerden kondurdu. Sonra Jake yanlarına geldi -yüzü öldürme işiyle solmuştu ama kontrollü görünüyordu- ve Susannah kolunu çocuğun omzuna atarak onu kendine çekti. Gözleri, Orta-Dünya'ya çektiği üçün gerisinde, kaldırımda ayakla durmakta olan Roland'ı buldu. Tabancası, yan tarafına sarkıttığı sol elindeydi. Yüzündeki özlem ifadesini hissedebiliyor muydu acaba? Yüzünde öyle bir ifade olduğunun farkında mıydı? Susannah bunu hiç sanmıyordu. Kalbi sızladı.
"Buraya gel, Gilead," dedi. "Bu bir grup kucaklaşması ve sen de grubun bir parçasısın."
Bir an için Roland'ın davetini anlamadığını veya anlamazdan geldiğini düşündü. Sonra Roland tabancasını kılıfına koyup Oy'u kucağına almak için duraksayarak yanlarına geldi. Jake ve Eddie'nin arasına girdi. Oy, dünyanın en doğal hareketiymiş gibi Susannah'nın kucağına atladı. Sonra Silahşor bir kolunu Eddie'nin, diğerini Jake'in beline doladı. Susannah uzanıp (Hantal Billy aniden yükselen kucakta dengesini komik bir şekilde sağlamaya çalıştı) kollarını Roland'ın boynuna doladı ve rengi güneşle kararmış alnına kocaman bir öpücük kondurdu. Jake ve Eddie güldü. Roland da şaşkın bir mutlulukla gülümseyerek onlara katıldı.
Onları böyle görmenizi isterim, onları çok iyi görün. Bakar mısınız? Zaferlerinin ertesinde Susannah'nın Gezinti Bisikleti'nin etrafında toplanarak birbirlerini kucaklamışlar. Onları böyle görmenizi istememin sebebi büyük bir zafer kazanmış olmaları değil -her biri böyle olmadığını biliyor- sebep, son kez bir ka-tet olmaları. Kardeşliklerinin hikâyesi burada, bu sahte caddede, yapay gün ışığı altında sona eriyor. Hikâyenin bundan sonrası, geri kalanıyla kıyaslandığında kısa ve gaddarca olacak. Çünkü ka-tet bozulduğunda son daima çok çabuk gelir. Üzgünüm derim.
19
Pimli Prentiss iki adamdan genç olanının gruptan ayrılıp Finli o'Te-oo'ya yaklaşmasını kurumaya yüz tutmuş kanla kaplı, ölmekte olan gözleriyle izledi. Finli'nin hâlâ kıpırdamakta olduğunu gören genç adam tek dizi üzerine çöktü. Motorlu üç tekerlekli aracından inmiş olan kadın ve çocuk kurbanlarını kontrol ederek hâlâ hayatta olanların işlerini bitirmeye başladı. Kafasına bir kurşun yemiş, son anlarını yaşamakta olan Pimli bunun acımasızlıktan ziyade merhametten kaynaklandığını anlıyordu. Ve muhtemelen işlerini bitirdiklerinde korkakça kaçıp saklanan diğerlerini arayacaklar, kalan muhafızları bulmak için Algul Siento'nun yanmamış binalarına bakacaklar ve hâlâ hayatta olan varsa öldüreceklerdi. Bulduklarınızın sayısı fazla olmayacak, dostlarım, diye düşündü. Adamlarımın üçte ikisini burada geberttiniz. Peki Efendi Pimli, güvenlik şefi Finli ve diğer adamları düşmandan kaçını öldürmüştü? Pimli'nin bildiği kadarıyla bir tekini bile haklayamamışlardı.
Ama belki bu konuda bir şey yapabilirdi. Sağ eli koltukaltındaki Peacemaker'a doğru yavaş ve acılı yolculuğuna başladı.
Bu arada Eddie, Gilead'dan o güne kadar gelmiş, sandal ağacından kabzası olan tabancanın namlusunu Sansar'ın kafasına dayamıştı. Göğsünden vurulmuş ve hızla kan kaybediyor olmasına rağmen Sansar, çocuğun ona bilinçli gözlerle baktığını görünce tetiği çekmek üzere olan parmağı hareketsiz kaldı. Taheen'in gözlerinde bir şey gördü ama pek aldırmadı. Galiba hor görüydü. Başını kaldırdı, Susannah ve Jake'in çarpışma sahasının batısındaki bedenleri kontrol etmekte olduğunu, Roland'ın karşı kaldırımda durduğunu gördü. Silahşor bir yandan Ted ve Dinky ile konuşuyor, bir yandan da yaşlı adamın koluna uyduruk da olsa bandaj yapıyordu. İki eski Kırıcı yüzlerinde kuşkulu bir ifade olmasına karşın onu dikkatle dinleyerek başını sallıyordu.
Eddie dikkatini ölmek üzere olan taheen'e çevirdi. "Yolun sonunda-s,n, dostum," dedi. "Görünüşe bakılırsa pompadan vurulmuşsun. Açıklığa adım atmadan önce söyleyeceğin bir şey var mı?"
Finli başını salladı.
"Söyle o halde, ahbap. Ama yerinde olsam kısa keserdim, fazla vaktin olduğunu sanmıyorum."
"Sen ve yoldaşların bir it sürüsünden fazlası değilsiniz," diyebildi Finli. Galiba gerçekten de kalbinden vurulmuştu -öyle görünüyordu- ama bunu söylemesi gerekiyordu, bu söylenmeliydi ve söyleyebilmek için hasar görmüş kalbini son sınırına dek zorladı. Ondan sonra ölüp karanlığı ku-caklayabilirdi. "Sidik kokan, pusuya düşürüp can alan köpeklersiniz. Söyleyeceğim bu."
Eddie neşesizce gülümsedi. "Peki bütün dünyaları pusuya düşürüp herkesi öldürmek için çocukları kullananlara ne demeli, ahbap? Bütün evreni?" Sansar böyle bir karşılık beklememişçesine gözlerini kırpıştırdı. Belki hiçbir karşılık beklemiyordu. "Emirlere... uyuyordum."
"Bundan hiç şüphem yok," dedi Eddie. "Ve ölene dek emirlere uydun. Cehennemin, Na'ar'ın veya ne diyorsanız oranın tadını çıkar." Namluyu Finli'nin şakağına dayadı ve tetiği çekti. Sansar tek bir kez sarsıldıktan sonra hareketsiz kaldı. Eddie yüzünü buruşturarak ayağa kalktı.
Tam o sırada gözucuyla bir hareketlenme gördü ve bir başkasının -şovun patronunun- tek dirseği üzerinde doğrulmaya çalıştığını fark etti. Bir zamanlar bir tecavüzcüyü idam etmekte kullanılmış Peacemaker'ını doğrultmuştu. Eddie'nin refleksleri kuvvetliydi ama kullanmaya zamanı olmadı. Peacemaker tek bir kez kükredi, namlusunun ucundan ateş kustu ve Eddie Dean'in kaşından kan fışkırdı. Kurşunun çıkmasıyla başının arkasından bir tutam saç kalktı. Elini kaldırıp sağ gözünün üzerinde beliri-veren deliğe çok önemli bir ayrıntıyı çok geç hatırlamış birinin yaptığı gibi indirdi.
Roland çizmelerinin aşınmış topukları üzerinde hızla döndü ve tabancasını gözle takip edilemeyecek bir süratle çekti. Jake ve Susannah da aynı anda sesin geldiği yere döndü. Susannah elini kaşına bastırmış halde ayakta duran kocasını gördü.
"Eddie? Tatlım?"
Pimli, Peacemaker'ın horozunu tekrar kaldırmaya uğraşıyordu. Gösterdiği çaba yüzünden üst dudağı gerilmiş, sıkıh dişleri ortaya çıkmıştı. Roland, onu boğazından vurdu ve Algul Siento'nun Efendi'si sol tarafına doğru savruldu. Ateşlemeye çalıştığı tabancası elinden fırlayıp arkadaşı San-sar'ın cesedine çarptı. Neredeyse Eddie'nin ayaklarının dibine düşecekti.
"Eddie!" diye çığlık attı Susannah ve kendini ellerinin üzerine atarak kocasına doğru süratle emekledi. Yarası kötü değil, diyordu kendine. Kötü değil, sevgili Tanrı'm lütfen ağır yaralanmış olmasın...
Sonra yüzüne bastırdığı elinin altından süzülerek yola damlayan kanı gördü ve Eddie'nin durumunun kötü olduğunu anladı.
"Suze?" dedi Eddie. Sesi son derece netti. "Nerdesin, Suzie? Göremiyorum."
Bir adım attı, ikincisini, üçüncüsünü... ve Büyükbaba Jaffords'un onu ilk gördüğü an olacağını bildiği gibi yola yüzüstü kapaklandı. Çünkü genç adam bir Silahşor'du, öyleydi ve onun gibileri bekleyen son buydu.
ON İKİNCİ BÖLÜM TET PARÇALANIYOR
1
Gece olmuştu ve Jake Chambers Pleasantville'in ana caddesinin doğu ucundaki Clover Tavernası'nın dışında kederli bir şekilde oturuyordu. Robotlardan oluşan bir temizlik ekibi muhafızların cesetlerini ortadan kaldırmıştı. Hiç olmazsa bu insanı bir nebze rahatlatıyordu. Oy bir saattir çocuğun kucağında oturuyordu. Aslında hiç o kadar uzun süre bu kadar yakınında kalmazdı, ama Jake'itı ona ihtiyaç duyduğunu hissediyor gibiydi. Çocuk pek çok kez yüzünü Hantal Billy'nin tüylerine gömüp ağlamıştı.
Jake o sonu gelmez günün büyük bir kısmında kafasının içinde konuşan iki ayrı ses duymuştu. Bu daha önce de başına gelmişti. Ama yıllardır, bir sinir krizi geçirdiğinden şüphelendiği, küçük bir çocuk olduğu zamandan beri olmuyordu.
Eddie ölüyor, dedi ilk ses (kesin bir dille dolabında canavarlar olduğunu ve onu diri diri yiyeceklerini söyleyen ses). Corbett Yaîakhanesi'nde bir odada ve Susannah da yanında. Çenesi hiç durmuyor ama ölüyor.
Hayır, diye inkâr etti ikinci ses (ona canavar diye bir şeyin olmadığın1 cılızca söyleyen ses). Hayır bu mümkün değil. Eddie... Eddie! Ve aynca o ka-tet. Kara Kule'ye ulaştığımızda ölebilir, o zaman hepimiz ölebiliriz ama Şimdi değil. Bu çılgınlık.
Eddie ölüyor, dedi yine ilk ses amansızca. Kafasında neredeyse yumruğunu sokabileceğin büyüklükte bir delik var ve ölüyor.
İkinci ses bunu inkâr etti ama giderek daha da zayıflıyordu. Işın'ı kurtardıklarını bilmek bile (Sheemie kurtardıklarından emin gibiydi; tuhaf bir sessizliğe bürünen Devar-toi'de bir o tarafa, bir bu tarafa koşup avazı çıktığı kadar bağırarak haberi yaymıştı; IŞIN HER ŞEYİN YOLUNA GİRECEĞİNİ SÖYLER.'IŞIN TEŞEKKÜRLER DER!) Jake'e kendini daha iyi hissettirmiyordu. Eddie'nin kaybı böyle bir sonuç için bile fazla ağır bir bedeldi. Tet'in bozulması daha da ağır bir bedeldi. Jake bunu her düşündüğünde kendini hasta gibi hissediyor ve Tanrı'ya, Gan'a, İsa Adam'a, herhangi birine veya hepsine bir mucize göndermeleri ve Eddie'nin hayatını kurtarmaları için dua ediyordu. Yazara bile dua ediyordu.
Arkadaşımın hayatını kurtarırsan biz de seninkini kurtarırız, diye dua ediyordu hiç görmediği Stephen King'e. Eddie'yi kurtanrsan o minibüsün sana çarpmasına izin vermeyiz. Yemin ederim.
Sonra yine Susannah'nın Eddie'nin adını haykırışını, sırtüstü çevirmeye çalışmasını ve Roland'ın kollarını ona dolayarak, öyle yapmamalısın, Susannah, onu rahatsız etmemelisin, deyişini, Susannah'nın onunla çılgınca mücadele edişini, farklı kişiliklerin belirip kaçtığı yüzünün şeklinin çılgınca değiştiğini hatırladı. Ona yardım etmem gerek, diye hıçkırmıştı Susannah, Jake'in tanıdığı sesiyle. Sonra daha sert bir başka sesle bağırmıştı: Bırak beni kahrolası! Bırak da onu iyileştireyim, ona kendi bildiğim büyüyü yapayım, göreceksin ayağa kalkacak! Mutlaka iyi olacak! Ve Eddie ölmemiş, ama ölse belki daha iyi olabilecek bir durumda (ölümü mucizeler için dua etmeyi anlamsız kılacaksa da) caddede yatarken Roland, Su-sannah'ya sıkıca sarılarak kucağında bir bebek gibi sallamıştı. Jake, Eddie'nin parmaklarının kıpırdadığını görebiliyor, bir adamın uykusunda sayıkladığı gibi anlamsızca bir şeyler mırıldandığını duyabiliyordu.
Sonra Dinky hemen peşinde olduğu halde Ted yanlarına gelmişti İki üç Kırıcı tereddütle peşlerinden yürüyordu. Ted çırpınıp haykıran kadının yanında diz çökmüş, Dinky'ye de aynısını yapmasını işaret etmişti. Sonra Susannah'nm bir elini tutmuş, Dinky'ye diğerini tutmasını işaret etmişti. Ve içlerinden bir şey yayılmıştı... derin ve sakinleştirici bir şey. Hedefi Jake değildi, hayır değildi ama o da bir kısmını yakalamış ve çil. gınca çarpan kalbinin sakinleştiğini hissetmişti. Ted'e bakınca gözbebeklerinin yine hızla büyüyüp küçülmekte olduğunu görmüştü.
Susannah'nm çığlıkları hafiflemiş, acı dolu iniltilere dönüşmüştü. Eddie'ye bakmış, başını ona doğru eğince gözyaşları gömleğine damlayıp yağmur damlaları gibi koyu renkli lekeler oluşturmuştu. Sheemie tam o sırada sokaklardan birinden mutlulukla bağırarak çıkagelmişti. "IŞIN GEÇ KALMADIĞIMIZI SÖYLÜYOR! IŞIN TAM VAKTİNDE GELDİĞİMİZİ SÖYLÜYOR, IŞIN TEŞEKKÜRLER DİYOR! ŞİMDİ ONU İYİLEŞMESİ İÇİN RAHAT BIRAKMAMIZ GEREK!" Fena halde topallıyordu, ama o anda kimse buna dikkat etmemişti. Dinky ölümcül bir yara almış Silahşor'a bakan Kırıcılar'dan oluşan ve giderek büyüyen kalabalığa mırıldanarak bir şeyler söylemiş ve aralarından birkaçı Sheemie'nin yanına giderek sessizleşmesini sağlamıştı. Devar-toi'nin ana bölümünden gelen alarm sesleri susmamıştı ama sonradan gelen itfaiye araçları en kötü üç yangını (Damli Evi, Efendi'nin Evi ve Feveral Yatakhanesi'ndeki yangınlar) kontrol altına almayı başarmıştı.
Dostları ilə paylaş: |