Jake'in daha sonra ilk hatırladığı, Ted'in inanılmayacak kadar nazik parmaklarının Eddie'nin başının arkasındaki saçları çekerek jöle kıvamında koyu kanla dolu deliği ortaya çıkarmasıydı. İçinde minik beyaz noktacıklar vardı. Jake o noktacıkların kemik parçaları olduğunu düşünmek istemişti. Eddie'nin beyninden parçalar değil.
Bu korkunç yarayı gören Susannah sertçe doğrulup tekrar çığlık atıp yine çırpınmaya başlamıştı. Ted ve Dinky (yüzü kâğıt gibi solgundu) t»r' birine bakmış, Susannah'nm ellerini daha sıkı kavramış ve sakinleştirici, (huzur rahat sakin bekle yavaş dingin banş) hem kelimeler, hem renklerden -koyu maviden kül grisine- mesajı tekrar göndermişti. Bu arada Roland, Susannah'yı omuzlarından kavramaya devam ediyordu.
"Eddie için bir şey yapılabilir mi?" diye Ted'e sormuştu Roland. »Herhangi bir şey?"
"Rahat ettirilebilir," demişti Ted. "Hiç olmazsa o kadarını yapabiliriz." Sonra Devar'ı işaret etmişti. "Bitirilecek bir işin yok mu, Roland?"
Roland bir an için ne demek istediğini anlamamıştı. Sonra ölen muhafızların cesetlerine bakmış ve anlamıştı. "Evet," demişti. "Sanırım var. Bana yardım edebilir misin, Jake? Geriye kalanlar yeni bir liderin komutası altında birleşirse sorun yaratabilirler." "Susannah ne olacak?" diye sormuştu Jake.
"Susannah, kocasını rahat edip huzurla ölebileceği bir yere götürmemize yardım edecek," demişti Ted Brautigan. "Değil mi, hayatım?"
Susannah, ona tam anlamıyla boş sayılmayacak bir ifadeyle bakmıştı; bu bakıştaki kavrayış ve yakarış Jake'in kalbini bir buz saçağının ucu gibi parçalamıştı. "Ölmekzorunda mı?" diye sormuştu Susannah, Ted'e.
Ted, Susannah'nm elini dudaklarına götürüp öpmüştü. "Evet," demişti. "Ölmek zorunda. Sen de buna dayanmaya mecbursun."
"O halde benim için bir şey yapmanız gerek," demişti Susannah, Ted'in yanağına dokunarak. Jake'e o parmaklar soğuk, çok soğuk görünmüştü.
"Nedir, canım? Elimden ne geliyorsa yaparım." Susannah'nm parmaklarını kavrayıp
(huzur rahat sakin bekle yavaş dingin barış) sıkmıştı.
"Bu yaptığınıza ben aksini söyleyene dek bir son verin," demişti Susannah.
Ted, ona şaşkınca bakmıştı. Sonra omuz silken Dinky'ye dönmüş, arandan yine Susannah'ya bakmıştı.
"İyi aklınızı kederimi çalmak için kullanmamalısınız," demişti Susan-nah, ona. "Çünkü ağzımı açar ve son damlasına dek sömürebilirirn. Hepsini."
Ted bir süre kaşlarını çatıp başını önüne eğerek durmuştu. Sonra tekrar Susannah'ya dönüp Jake'in gördüğü en tatlı gülümsemeyi sunmuştu.
"Âlâ, hanımefendi," demişti Ted. "İstediğinizi yapacağız. Ama bize ihtiyacınız olursa... olduğunda..."
"Çağırırım," demişti Susannah ve sonra yolun ortasında sayıklayarak yatan genç adamın üzerine eğilmişti.
2
Roland ve Jake ölüm döşeğindeki arkadaşları için yas tutmayı erteleyerek kendilerine saldırabilecek muhafızları temizlemek amacıyla onları tekrar Devar-toi'ye götürecek sokağa yaklaştığı sırada Sheemie uzanmış ve Roland'ın gömleğinin kolunu çekmişti.
"Işın teşekkürler der, bir zamanlar Will Dearborn olan." Bağırmaktan sesi kısıldığı için çatlak bir fısıltıyla konuşuyordu. "Işın her şeyin dü-zelebileceğini söylüyor. Eskisi kadar iyi olacağını. Daha da iyi olacağını söylüyor."
"Çok iyi," demişti Roland ve Jake öyle olabileceğini düşünmüştü. Ama o an, şimdi olduğu gibi içinde gerçek neşeden eser yoktu. Ted Brau-tigan'm nazik parmaklarının ortaya çıkardığı deliğin görüntüsünü zihninden uzaklaştıramıyordu. Kırmızı jöleyle dolu deliği.
Roland kolunu Sheemie'nin omzuna atmış, sıkmış ve Sheemie'yi öpmüştü. Sheemie mutlulukla gülümsemişti. "Seninle geleceğim, Roland. Beni yanında götürür müsün, canım?"
"Bu sefer olmaz," demişti Roland.
"Neden ağlıyorsun?" diye sormuştu Sheemie. Jake, Sheemie'nin yüzündeki coşkunun yerini endişeye bırakmasını izlemişti. Bu arada Kançılar ana caddeye dönmeye devam ediyor, küçük gruplar oluşturuyordu
Jake, Silahşor'a yönelmiş bakışlarında dehşetle karışık şaşkınlık... ve belli belirsiz merak... ve birkaçında belirgin bir hoşnutsuzluk görmüştü. Neredeyse nefret. Hiçbirinde bir nebze bile minnet görememiş ve bu yüzden onlardan nefret etmişti.
"Dostum yaralandı," demişti Roland. "Onun için ağlıyorum, Sheemie. Ve arkadaşım olan karısı için. Ted ve Dinky'nin yanına gidip istediği takdirde onu teselli etmeye çalışır mısın?"
"İstiyorsan, elbette! Senin için her şeyi yaparım!"
"Teşekkürler derim, Stanley'nin oğlu. Ve dostumu götürecek olurlarsa yardım et."
"Dostun Eddie! Yaralı yatan o!"
"Evet, doğru diyorsun, ismi Eddie. Ona yardım edecek misin?"
"Evet!"
"Bir şey daha var..."
"Evet?" diye sormuştu Sheemie. Sonra bir şey hatırlamıştı. "Evet! Gitmenize, arkadaşlarınla çok uzağa seyahat etmenize yardım edeceğim! Ted, bana söyledi. 'Bir delik aç,' dedi. Ona açtığım gibi. Ama onu geri getirdiler. Kötü adamlar. Ama sizi geri getiremeyecekler, çünkü hepsi gitti! Işın artık huzurlu!" Ve Sheemie, Jake'in yaslı kulaklarını tırmalayan bir kahkaha atmıştı.
Belki Roland'ın kulaklarını da tırmalamıştı, çünkü gülümsemesi gergin görünüyordu. "Zamanla, Sheemie... ama sanırım Susannah burda kalıp dönmemizi bekler."
Eğer dönersek, diye düşünmüştü Jake.
"Ama yapabileceğini sandığım bir başka görev var. Birini bir başka dünyaya göndermek değil, ama onun gibi bir şey. Ted ve Dinky'ye anlattım, Eddie huzura kavuştuğunda onlar da sana anlatacak. Dinleyecek misin?"
"Evet! Ve yapabilirsem yardım edeceğim!"
Roland, Sheemie'nin omzunu kavramıştı. "Güzel!" Sonra Jake ve Si-a"Şor başladıkları işi bitirmek için kuzey olabilecek yöne doğru ilerlemişlerdi.
3
Sonraki üç saat içinde çoğu insan olan on dört muhafız daha bul-muşlardı. Roland sadece binaya çarpıp orada sıkışıp kalan itfaiye aracının arkasından ateş eden iki kişiyi öldürerek Jake'i -biraz- şaşırtmıştı. Geri kalanının silahlarını alıp öğleden sonra vardiya değişimini haber veren boru çaldığında Devar-toi'de görülecek olurlarsa vurulacaklarını söyleyerek serbest bırakmıştı.
"Ama nereye gideriz?" diye sormuştu parlak kırmızı ibiğiyle bembeyaz horoz kafası olan bir taheen. (Jake, onu görünce çizgi film karakteri Foghorn Leghorn'u hatırlamıştı.)
Roland başını iki yana sallamıştı. "Boru tekrar öttüğünde burda olmadığınız sürece nereye gideceğiniz umurumda değil," demişti. "Burda cehenneme yakışır bir iş yaptınız ama cehennemin kapıları artık kapandı ve bir daha da açılmayacak."
"Ne demek istiyorsunuz?" diye sormuştu horoz-taheen çekingence, ama Roland cevap vermeye tenezzül etmemişti. Tek söylediği mesajı diğerlerine iletmesi olmuştu.
Kalan can-toi ve taheen'lenn çoğu Algul Siento'yu hiç itiraz etmeden ve omuzları üzerinden geriye sık sık endişeyle bakarak ikili üçlü gruplaı halinde terk etmişti. Jake korkmakta haklı olduklarını düşünmüştü, çünkü dinh'iriva yüzü o gün düşünceleri yüzünden soyutlanmış bir ifadeye bürünmüş ve kederle korkunçlaşmıştı. Eddie Dean ölüm döşeğinde yatıyordu ve Gilead'lı Roland'm hiçbir şeye tahammülü yoktu.
"Buraya ne yapacaksın?" diye sormuştu Jake öğleden sonra boru öttüğünde. Dumanları tüten Damli Evi'nin yanından (robot itfaiyeciler her yere uyarı levhaları asmıştı: UZAK DURUN, YANGIN SORUŞTURMASI SÜRÜYOR) geçiyorlar, Eddie'nin yanına dönüyorlardı.
Roland soruya cevap vermeyerek başını iki yana sallamakla yetinmişti.
Jake çarşıda altı Kırıcı'nın el ele tutuşarak bir halka oluşturduğunu görmüştü. Ruh çağırma seansı yapıyor gibi görünüyorlardı. Sheemie, Ted ve Dan' R°stov oradaydı. Ayrıca biri genç, biri yaşlı iki kadın ve tıknaz, bankacı görünümlü bir adam vardı. Daha ötede, ayaklan üzerlerine örtülen battaniyelerin altından taşan, kısa çarpışmada ölmüş elli kadar muhafızın cesedi sıralanmıştı.
"Ne yaptıklarını biliyor musun?" diye sormuştu Jake seans ahalisini kastederek. Arkalarındakiler ölüydü, bundan böyle başka hiçbir şey yapmayacaklardı.
Roland, Kırıcılar'dan oluşan halkaya kısa bir bakış fırlatmıştı. "Evet." "Nedir?"
"Şimdi olmaz," demişti, Silahşor. "Şimdi Eddie'ye saygılarımızı sunacağız. Yapabildiğince sakin olmalısın ve bunun için zihninin boşalması gerekiyor."
4
Müzik kutusu sessiz, neon lambalı bira levhaları sönük bomboş Clover Tavernası'nm dışında oturmakta olan Jake, Roland'ın ne kadar haklı olduğunu ve kırk beş dakika önce Eddie'nin Silahşor'un yaşamından azar azar uzaklaştığını, hayat kiliminin son santimlerine olağanüstü mirasının izlerini bırakırken ona bakıp ıstırabını görerek odadan çıkmasına izin verdiğinde hissettiği minnet duygusunu düşünüyordu.
Ted Brautigan'ın organize ettiği grup, genç silahşoru Corbett Yatakhanesine taşımış, birinci kattaki süitlerden birinin geniş yatak odasına yerleştirmişti. Ted'in grubu yatakhanenin avlusunda oyalanmış, öğleden s°nra saatler ilerlerken Kırıcılar'ın geri kalanı da onlara katılmıştı. Ro-'and ve Jake geldiğinde kızıl saçlı, kısa boylu, şişman bir kadın Roland'ın folunu kesmişti.
Yerinizde olsam bunu yapmazdım, hanımefendi, diye düşünmüştü Ja-y-Bugün değil.
Günün tehlike bildiren işaretlerine ve kısa yolculuklarına rağmen bu kadın -Jake'e annesinin bahçe kulübünün ömür boyu başkanı olmaya çok uygun gibi görünüyordu- kalın bir tabaka makyaj yapma fırsatı bulmuştu' pudra, far ve Devar itfaiye aracı gibi kıpkırmızı bir ruj sürmüştü. Kendini Grace Rumbelow olarak tanıtmıştı (eskiden Aldershot, Hampshire, İn. giltere'dendi) ve bundan sonra ne olacağını öğrenmeyi talep ettiğini söylemişti -nereye gidecekler, ne yapacaklar ve onlarla kim ilgilenecekti? Bir başka deyişle horoz- kafalı taheerC'm sorduğu sorularda.
"Çünkü bizimle ilgileniyorlardı," demişti Grace Rumbelow tiz bir sesle. "Ve en azından şu an için başımızın çaresine bakacak durumda değiliz." Bunun üzerine onaylayan sesler duyulmuştu. Roland, onu baştan aşağı süzmüş ve yüzündeki bir şey, kadının o ölçülü öfkesini yok etmişti. "Yolumdan çekil," demişti Silahşor. "Yoksa seni yere yıkar geçerim."
Kadının yüzünün solduğu pudra tabakasının üzerinden bile belli olmuş ve tek kelime etmeden söyleneni yapmıştı. Corbett Yatakhanesi'ne giren Jake ve Roland'm ardından onaylamaz mırıltılar yükselmiş, ama onlar gözden kaybolmadan, Silahşor'un mavi gözleriyle karşılaşma riski ortadan kalkmadan önce ağızlarını bile açmamışlardı. Kırıcılar Jake'e Pi-per'daki bazı çocukları hatırlatıyordu. Bu sınav iğrenç veya kıçımı ye gibi şeyleri bağırarak söyleyen, ama bunu sadece öğretmen sınıfta değilken yapan bu sersemler gibiydiler.
Corbett Yatakhanesi'nin ilk katındaki koridor floresan lambalarla aydınlanmıştı. Havaya Damli Evi ve Feveral Yatakhanesi'nden yayılan dumanın keskin kokusu hâkimdi. Dinky Earnshaw, DİSİPLİN MEMURU SÜİTİ yazan kapının sağında bir katlanan sandalyede oturmuş, sigara içiyordu. Roland ve Jake, Oy her zamanki gibi Jake'in ayaklarının dibinde yürür halde yaklaşırken başını kaldırıp onlara bakmıştı. "Durumu nasıl?" diye sormuştu Roland. "Ölüyor, dostum," diyerek omuz silkmişti Dinky. "Susannah nasıl?"
"Güçlü. Ama o gittikten sonra..." Dinky her şeyin olabileceğini söylemek istercesine tekrar omuz silkmişti. Roland kapıyı usulca çalmıştı. "Kim o?" demişti Susannah boğuk sesle.
"Roland ve Jake," demişti Silahşor. "Bizi içeri kabul edecek misin?" Bu soru üzerine Jake'e alışılmadık derecede uzun gelen bir sessizlik olmuştu. Ancak Roland şaşırmış görünmüyordu. Dinky de öyle. Sonunda Susannah'nın sesi duyulmuştu: "İçeri gelin." Girmişlerdi.
5
Roland'ın çağrısını bekleyerek sakinleştirici karanlıkta Oy ile oturup bekleyen Jake kararan odada gözlerine ulaşan manzarayı düşündü. Ve Roland'ın huzursuzluğunu fark ederek onu "zamanı geldiğinde" çağıracağını söyleyip dışarı göndermesinden önceki sonsuzlukmuş gibi gelen kırk beş dakikayı.
Jake Orta-Dünya'ya çekildikten sonra pek çok ölüme tanık olmuştu; ölüme sebep olmuş, pek az hatırlıyor olmasına rağmen kendi ölümünü bile yaşamıştı. Ama bu bir ka-yoldaşın ölümüydü, disiplin memurunun süitinin yatak odasında olan biten her şey çok anlamsız geliyordu. Ve sonu gelmez. Jake tüm kalbiyle Dinky ile dışarıda kalmış olmayı diliyordu; keskin zekâlı, bazen asabi arkadaşını o şekilde hatırlamak istemiyordu.
Öncelikle Eddie bir eli Susannah'nın elinde yatarken fazlasıyla zayıf görünüyordu; yaşlı ve (Jake böyle düşünmekten nefret ediyordu) aptal görünüyordu. Ya da belki doğru kelime bunaktı. Ağzının kenarları aşağı sarkmış, derin gamzeler oluşturmuştu. Susannah, genç adamın yüzünü yıkamıştı, ama hafifçe uzamış sakallan yine de kirli gibi görünmesine yol aÇiyordu. Gözlerinin altı piç kurusu Prentiss, onu vurmadan önce dövmüş gibi mosmordu. Gözleri kapalıydı ama ince gözkapaklarının altında ^ya görüyormuşçasına kıpırdıyorlardı.
Ve Eddie konuşuyordu. Kesintisizce mırıldanıyordu. Jake söylediklerinden bazılarını anlıyor, bazılarını anlayamıyordu. Bazıları az da olsa anlamlıydı ama çoğu, arkadaşı Benny'nin ki'gel diyeceği gibi zırvaydı. Susannah ara sıra bir bez parçasını yatağın yanındaki masanın üzerinde duran küçük bir leğendeki suda ıslatıyor, sıkıyor ve kocasının kaşlarını, kuruyan dudaklarını siliyordu. Roland bir keresinde ayağa kalkıp leğeni almış, banyoda döküp tekrar doldurmuş ve Susannah'ya geri getirmişti. Susannah ona alçak ve son derece nazik bir ses tonuyla teşekkür etmişti. Jake kısa bir süre sonra suyu tazelemiş ve Susannah, ona da aynı şekilde teşekkür etmişti. Sanki orada olduklarının farkında değildi.
Susannah için gideceğiz, demişti Roland, Jake'e. Çünkü daha sonra yanında kimlerin olduğunu hatırlayacak ve minnet duyacak.
Duyacak mıydı? Clover Tavernası'nın dışında, karanlıkta oturmakta olan Jake bunu merak ediyordu. Minnettar olacak mıydı? Eddie Dean'in henüz yirmi beş, yirmi altı yaşındayken ölüm döşeğinde yatmasının sorumlusu Roland değil miydi? Öte yandan Roland olmasaydı Susannah ve Eddie hiçbir zaman tanışamayacaktı. Çok karmaşıktı. Hepsinde New York'un olduğu çok sayıda dünya fikri gibi Jake'in başına bir ağrı girmesine sebep oluyordu.
Ölüm döşeğinde yatan Eddie ağabeyi Henry'ye neden çöpü dökmeyi
hep unuttuğunu sormuştu.
Jack Andolini'ye ona kimin çirkin sopayla vurduğunu sormuştu.
"Dikkat et Roland!" diye bağırmıştı. "Koca-burun George geri dönmüş!"
Ve, "Suze, sen ona Dorothy ve Teneke Ormancı ile ilgili olanı anlatırsan gerisini ben anlatırım."
Sonra Jake'in kanını donduran bir başka şey söylemişti. "Elimle ateş etmem; eliyle ateş eden babasının yüzünü unutmuş demektir."
Bunun üzerine Roland loş odada (panjurlar kapatılmıştı) Eddie'nın elini tutup sıkmıştı. "Evet, Eddie, doğru diyorsun. Gözlerini açıp yüzüme bakacak mısın, hayatım?"
Ama Eddie gözlerini açmamıştı. Başı faydasız bir bandajla sarılı olan genç adam onun yerine Jake'in kanını daha da dondurarak mırıldanmıştı. "Ölülerin taş salonlarında her şey unutulur. Bunlar, örümceklerin döndüğü ve büyük devrelerin birer birer sessizliğe büründüğü yıkım odaları."
Bunun ardından bir süre anlaşılır bir şey söylememiş, sadece kesintisizce mırıldanmaya devam etmişti. Jake leğendeki suyu tazelemiş, odaya dönüşünde Roland kireç gibi olmuş yüzünü görmüş ve ona gidebileceğini söylemişti.
"Ama..."
"Haydi git, şekerim," demişti Susannah. "Ama dikkatli ol. Dışarda hâlâ onlardan biri olabilir. İntikam almak isteyen çıkabilir." "Ama ben nasıl..."
"Zamanı gelince seni çağırırım," demişti Roland. Sonra sağ elinin kalan parmaklarından biriyle Jake'in şakağına hafifçe vurmuştu. "Beni duyarsın."
Jake gitmeden önce Eddie'yi öpmek istemiş ama korkmuştu. Ölümün nezle gibi ona bulaşacağından değil -böyle bir şeyin mümkün olmadığını biliyordu- dudaklarının temasının bile Eddie'yi yolun sonundaki açıklığa itmeye yetebileceğinden korkmuştu.
Sonra Susannah, onu suçlayabilirdi.
6
Dinky koridorda ona nasıl gittiğini sormuştu. "Gerçekten çok kötü," demişti Jake. "Başka sigaran var mı?" Dinky kaşlarını kaldırmış ama hiçbir şey söylemeden Jake'e bir sigara uzatmıştı. Çocuk, Silahşor'un daha önce yaptığını gördüğü gibi sigarayı I başparmağının tırnağıyla ezmiş ve yakarak içine derin bir nefes çekmişti. Duman hâlâ yakıyordu ama ilk seferdeki gibi şiddetli değildi. Başı biraz-c'k dönmüş ama öksürmemişti. Yakında bu işte ustalaşırım, diye düşünmüştü. New York'a dönecek olursam belki babamın bölümünde çalışabili-ntn- Öldürmede iyice ustalaşıyorum.
Sigarayı göz hizasına kaldırmıştı, dibi yerine tepesinden duman çıkan küçük, beyaz bir füzeydi. Filtrenin hemen altında CAMEL yazısı vardı. "Bunu asla yapmayacağıma dair kendi kendime söz vermiştim," demişti Dinky'ye. "Asla. Ve şimdi elimde bir taneyle burda oturuyorum." Gülmüştü. Acı, yetişkince bir gülüştü ve sesi kulaklarına ulaştığında ürpermişti.
"Buraya gelmeden önce bir adam için çalışıyordum," demişti Dinky. "İsmi Bay Sharpton'dı. Bana Tanrı'nın gülmek istediğinde 'asla'ları dinlediğini söylerdi."
Jake cevap vermemişti. Eddie'nin yıkım odalarından bahsedişini hatırlıyordu. Jake bir zamanlar, bir rüyada Mia'yı takip ederek o odalardan birine girmişti. Mia ölmüştü. Callahan da öyle. Ve Eddie ölüyordu. Uzaktan gelen gök gürültüsünü dinlerken battaniyeler altında yatan cesetleri düşünmüştü. Eddie'yi vuran adamın Roland'm kurşunuyla sol tarafına doğru savruluşunu hatırlamıştı. Calla Bryn Sturgis'te onlar için düzenlenen hoş geldin partisini, müziği, dansları, renkli meşaleleri hatırlamaya çalışmış, ama en net hatırladığı Benny Slightman'ın, bir başka dostun ölümü olmuştu. O gece dünya ölümden ibaret gibiydi.
Kendisi de bir keresinde ölüp geri gelmişti: Orta-Dünya'ya ve Ro-land'a dönmüştü. Bütün öğle sonrası boyunca aynı şeyin Eddie'ye de olabileceğine inanmaya çalışmıştı, ama bunun gerçekleşmeyeceğini bir şekilde biliyordu. Jake'in hikâyedeki rolü sona ermemişti. Ama Eddie'ninki bitmişti. Jake buna inanmamak için hayatının yirmi -otuz!- yılını seve seve verirdi ama maalesef inanıyordu. Galiba bir şekilde telepatik bir bilgi almıştı.
Bunlar, örümceklerin döndüğü ve büyük devrelerin birer birer sessizliğe büründüğü yıkım odaları.
Jake'in bildiği bir örümcek vardı. Mia'nın çocuğu tüm bu olanları izliyor muydu? Eğleniyor muydu? Belki tribündeki kahrolası bir Yankee taraftarı gibi coşkuyla tezahürat yapıyordu.
Yapıyor. Biliyorum. Hissedebiliyorum.
"İyi misin, ufaklık?" diye sormuştu Dinky.
"Hayır," demişti Jake. "İyi değilim." Ve Dinky bunun en makul cevap olduğunu düşünürmüşçesine başını sallamıştı. Eh, diye düşünmüştü Jake. Belki bekliyordu. Ne de olsa o bir telepat.
Dinky bunu vurgulamak istercesine Mordred'in kim olduğunu sormuştu.
"Bilmek istemezsin," demişti Jake. "İnan bana." Yarıya kadar içtiği sigarasını söndürmüş ("Akciğer kanseri işte burda, son santimde," derdi babası son derece kendinden emin bir tavırla filtresiz sigaralarından birinin ucunu göstererek) ve Corbett Yatakhanesi'nden ayrılmıştı. Endişe içinde bekleyen Kırıcılar'la karşılaşmamayı umarak arka kapıyı kullanmış ve tek bir Kırıcı bile görmemişti. Şimdiyse Pleasantville'de, New York'ta görülen evsiz insanlar gibi kaldırıma oturmuş, çağrılmayı bekliyordu. Sonu bekliyordu.
Tavernanın içine girmeyi, kendine bir bira almayı düşündü (sigara içecek ve pusu kurup öldürecek kadar büyümüşse bira içecek kadar da büyümüş olmalıydı elbette). Belki de müzik kutusu bozuk para olmadan da çalardı. Algul Siento'nun babasının Amerika'nın zamanla olacağını iddia ettiği gibi bir yer olduğundan emindi; yani paranın geçmediği bir toplum. Eski Seeberg öyle düzenlenmişti ki müziği başlatmak için tuşlara basmak yeterli oluyordu. On dokuzuncu sıradaki şarkının Elton John'dan 'Someone Saved My Life Tonight'0 olduğundan emindi.
Ayağa kalktı ve çağrı o zaman geldi. Tek duyan kendisi de değildi; Oy kısa, keskin bir inilti çıkardı. Roland yanı başlarında duruyor gibiydi.
Yanıma gel, Jake. Acele et. Gidiyor.
7
Jake sokaklardan birine girip koşmaya başladı, Efendi'nin hâlâ dumanlar tüten Evi'nin çevresinden dolaştı (Roland'ın orayı terk etmelerimin' Bu Gece Hayatımı Kurtardı. ne dair emirlerini ya duymazlıktan gelmiş ya da duymamış olan uşak Tassa başını elleri arasına almış, üzerinde bir eşofman üstü ve İskoç etekliği ile kamburunu çıkarmış, oturuyordu) ve sıralanmış cesetlere kısa bir bakış fırlatarak çarşı boyunca ilerledi. Daha önce gördüğü seans halkası artık orada değildi.
Ağlamayacağım, diye söz verdi kendine sertçe. Sigara içecek ve kendime bir bira almayı düşünecek kadar büyüdüysem aptal gözlerimi kontrol edecek kadar da büyüdüm demektir. Ağlamayacağım.
Ama kendine verdiği sözü tutamayacağını biliyordu.
8
Sheemie ve Ted süitin dışında beklemekte olan Dinky'nin yanma gelmiş, Dinky sandalyesini Sheemie'ye vermişti. Ted yorgun görünüyordu, ama Sheemie'nin haii çok kötüydü: gözleri yine kan çanağına dönmüştü, bir kulağında ve burnunun altında kurumuş kan vardı ve avurtları çökmüştü. Terliklerini çıkarmış, acı veriyormuş gibi ayaklarından birini ovuyordu. Bununla birlikte yüzünde son derece mutlu bir ifade vardı. Hatta vecde kapılmış olduğu bile söylenebilirdi.
"Işın her şeyin yoluna girebileceğini söylüyor, genç Jake," dedi Sheemie. "Işın geç kalmadığımızı söylüyor. Işın teşekkürler diyor."
"Çok iyi," dedi Jake kapının tokmağına uzanarak. Sheemie'nin söylediklerini hayal meyal duyuyordu. Tüm dikkatini konsantre olmaya (ağlayıp durumu Susannah için zorlaştırmayacağım) ve duygularını kontrol altında tutmaya yöneltmişti. Sonra Sheemie hızla geri dönmesine sebep olacak bir şey söyledi.
"Gerçek-Dünya'da da geç değil," dedi Sheemie. "Biliyoruz. Bir göz attık. Hareketli tabelayı gördük. Değil mi, Ted?"
"Gördük gerçekten de." Ted bir kutu Nozz-A-La'yı kavradığı elin1 kucağına indirmişti. Kutuyu dudaklarına götürüp bir yudum aldı. Iceri girdiğinde Roland'a ilgilendiğiniz tarih 19 Haziran 1999 ise hâlâ vaktiniz olduğunu söyle, Jake. Ama zaman aralığı giderek daralıyor." "Söylerim."
"Ve ona zamanın o tarafta bazen kaydığını hatırlat. Eski bir vites gibi kayıyor. Işın iyileşmeye başladı ama bu durum bir süre daha devam edecektir. Eğer 19'unu kaçırırsanız..."
"Tekrar yakalayamayabiliriz," dedi Jake. "Orda mümkün değil. Biliyoruz." Kapıyı açtı ve loş süite süzüldü.
9
Yatağın başucundaki lambanın sarı ışığı Eddie Dean'in yüzünü aydınlatıyordu. Burnunun gölgesini sol yanağına düşürüyor ve gözlerinin karanlık delikler gibi görünmesine sebep oluyordu. Susannah yatağın yanında dizleri üzerinde duruyor, Eddie'nin ellerini tutarak genç adama bakıyordu. Gölgesi duvara düşmüş, yukarı doğru uzanıyordu. Roland yatağın diğer tarafındaki koyu gölgeler içinde oturuyordu. Ölmekte olan adamın uzun, mı-rıltıh monologu kesilmiş, solukları iyice düzensizleşmişti. Ani ve kısa bir nefes alıyor, ardından ıslığa benzer uzun bir soluk koyuveriyordu. Göğsü o kadar uzun süre hareketsiz kalıyordu ki, Susannah başını kaldırıp bir sonraki uzun, titrek nefese dek yüzüne endişeyle bakıyordu.
Jake, Roland'ın yanma, yatağın kenarına oturdu. Eddie'ye baktı, Su-sannah'ya baktı, sonra tereddütle Silahşor'a döndü. Loşlukta yüzünde bitkinlikten başka bir ifade seçemedi.
"Ted Amerika tarafında nerdeyse 19 Haziran olduğunu hatırlatmadı istedi, teşekkürler derim. Ayrıca zamanın kayabileceğini belirtti."
Roland başını salladı. "Yine de bunun bitmesini bekleyeceğiz. Fazla uzun sürmeyecek, ona bu kadarını borçluyuz."
"Ne kadar zamanı kaldı?" diye mırıldandı Jake.
"Bilmiyorum. Koşsan bile yetişemeyeceğini, sen gelmeden gideceğini Sandırn..."
"Koştum..."
"...ama gördüğün gibi..."
"Var gücüyle savaşıyor," dedi Susannah ve geriye kalan tek gurur kaynağının bu olması Jake'in ürpermesine yol açtı. "Erkeğim var gücüyle mücadele ediyor. Belki söyleyecek sözü vardır."
10
Gerçekten de vardı. Jake'in yatak odasına girmesinden sonsuzluk-muş gibi gelen beş dakika sonra Eddie'nin gözleri açıldı. "Sue..." dedi.
"Su...sie..."
Susannah ellerini sıkıca tutmaya devam edip gülümseyerek eğildi. Tüm dikkatini Eddie'ye yöneltmişti. Eddie, Jake'in daha önce söylense inanmayacağı bir çabayla bir elini kurtardı, sağa doğru kaldırdı ve Susan-nah'nın sık lülelerini kavradı. Elinin ağırlığı saç diplerini çekiştirip acıttıy-sa bile Susannah belli etmedi. Dudaklarında beliren gülümseme neşeli, sıcak, hatta belki duygusaldı.
Dostları ilə paylaş: |