Bayan Tassenbaum debriyaja bastı ve motoru tekrar çalıştırdı. Bu kez geri vitesi ilk denemede buldu ve yola geri geri sorunsuzca çıktı. Birinci vites yerine ikinci vitese takınca kamyonet, ayağını debriyajdan hafifçe çektiği sırada neredeyse stop edecek oldu ama motor ona acımış olmalıydı ki çalışmaya devam etti. Motor kapağının altından gelen takırtı-
ar eşliğinde kuzeye, Stoneham-Lovell sınırına doğru ilerlemeye başladılar.
"Turtleback Yolu'nun nerde olduğunu biliyor musun?" diye sordu Roland. Önlerinde, MİLYON DOLAR KAMP ALANİ yazan bir tabelanın yanından eski, mavi bir minibüs yola çıktı. "Evet," dedi kadın.
"Emin misin?" Silahşor'un son isteği King'in yaşadığı yerin arka yolunu arayarak değerli vakitlerini harcamaktı.
"Evet. Orda yaşayan arkadaşlarım var. Beckhardtlar." Bu isim Roland'a tanıdık gelmişti. Bir süre nereden duyduğunu bulmaya çalıştıktan sonra başardı. Beckhardt, Eddie ile birlikte John Cul-lum'la son konuşmalarını yaptıkları evin sahibinin ismiydi. Eddie'yi düşününce yüreğim taze bir acı dalgası sardı. O gök gürültüleriyle dolu öğle sonrasında Eddie ne kadar da sağlıklı ve hayat doluydu. "Tamam," dedi. "Sana inanıyorum."
Kadın aralarında oturan çocuğun üzerinden ona baktı. "Çok aceleniz var, bayım... Alice Harikalar Diyan'ndaki beyaz tavşan gibi. Yetişmeye çalıştığınız bu önemli randevu nedir?"
Roland başını iki yana salladı. "Boş ver, sen sür yeter." Konsoldaki saate baktı'ama saat çalışmıyordu; uzun zaman önce, kollan (elbette) 9.19'u gösterirken durmuştu. "Hâlâ yetişebiliriz," dedi. Bu arada önlerindeki mavi minibüs arayı giderek açıyordu. Kesik çizgilerin üzerinden diğer şeride geçer gibi olduğunu gören Bayan Tassenbaum saat beşten önce içen insanlara dair nahoş kelimeler sarf edecekti ki mavi minibüs tekrar kendi şeridine dönerek bir sonraki tepeyi aştı ve Lovell'a doğru ilerlemeyi sürdürdü.
Bayan Tassenbaum minibüsü unuttu. Düşünecek daha ilginç konular vardı. Örneğin...
"İstemezseniz şimdi soracağım soruya cevap vermeyebilirsiniz," dedi. "Ama merak ettiğimi itiraf etmeliyim: siz gaipten-gelen misiniz?"
5
Bryan Smith son birkaç geceyi, Bulletn ve Pistol• adındaki ikiz Rottweiler köpekleriyle -Lovell- Stoneham sınırının hemen ötesindeki Milyon Dolar Kamp Alanı'nda geçirmiştir. Nehrin kenarındaki kamp alanı oldukça güzeldir (yerel halk nehrin iki yakasını birleştiren sarsak ahşap yapıya Milyon Dolarlık Köprü adını vermiştir ve Bryan bunun çok komik bir espri olduğunu düşünür). Ayrıca bazen insanlar (çoğunlukla Sweden, Harrison ve Waterford'dan gelen hippi tipliler) uyuşturucu satmak için oraya gelir. Bryan kafasının biraz güzel olmasını, uçmayı sever, size yarasın ve o cumartesi günü de öyledir... fazla değil, istediği kadar değil, ama ona keyif vermeye yetecek kadar. Merkez Lovell Dükkânı'nda Mars çikolatası vardır. Onlardan daha iyi abur cubur yoktur.
Kamp alanından 7. Karayolu'na trafiği hiç kontrol etmeden çıkar ve, "Tüh, yine unuttum!" der. Neyse ki trafik yoktur. Daha sonra -özellikle dört temmuzdan İşçi Bayramı'na kadar- o ıssız bölgede bile epeyce yoğun bir trafik olacaktır ve muhtemelen evin daha yakınında kalacaktır. Pek iyi bir şoför olmadığını bilir; aşırı hızdan alacağı bir ceza veya tamponunu göçertecek bir kaza daha olursa ehliyetini altı aylığına kaybedecektir. Yine.
Ama bu kez bir sorun yoktur; yolda hurda bir pikaptan başka araç yoktur ve o da yaklaşık bir kilometre geridedir.
"Tozumu yut, kovboy!" der ve kıkırdar. Aklındaki sözcük şorolo herif iken niçin kovboy dediğini bilmez ama böyle de kulağa iyi gelmiştir. Doğru gibi gelmiştir. Diğer şeride kaydığını görüp minibüsü tekrar kendi şeridine yönlendirir. "Yine yoldayım!" diye bağırır ve yine tiz sesle güler. Yine yoldayım iyi bir kalıptır ve bunu kızlar üzerinde daima kullanır. Bir başka iyi numara ise direksiyonu sağa sola kırıp arabayı yolda dolaştırarak, Eyvah, galiba öksürük şurubunu fazla kaçırdım! demektir. Böyle birçok espri bilir, hatta Çılgın Yol Esprileri adında bir kitap yazmayı bile düşünmüştür. Ne havalı olur ama! Lovell'daki King denen adam gibi kitap yazan Bryan Smith!
Radyoyu açar (minibüs asfalttan ayrılarak yol kenarındaki toprak bölüme çıkar ve bir toz bulutu kaldırır ama hendeğe yuvarlanmaz). "Hey Nineteen"• söyleyen Steely Dan'i bulur. Bu iyi parçadır! Evet efendim, çok iyi bir parçadır! Müziğe uyarak hızını biraz arttırır. Dikiz aynasına bakar, köpekleri Bullet ve Pistol'ın arka koltuğun üzerinden parlak gözlerle baktığını görür. Bir an için kendisine baktıklarını, belki ne kadar iyi bir adam olduğunu düşündüklerini sanır. Sonra nasıl o kadar aptal olabildiğini merak eder. Şoför koltuğunun arkasında bir Styrofoam soğutucu vardır. İçinde de yarım kilo taze hamburger köftesi. Köfteleri daha sonra Milyon Dolar Kamp Alam'nda yakacağı ateşin üzerinde pişirmeye niyetlidir. Evet ve tatlı olarak da birkaç Mars çikolatası yiyecektir, İsa şahidi olsun! Mars çikolatası çok güzeldir!
"O soğutucudan uzak durun, çocuklar," der Bryan Smith dikiz aynasından görebildiği köpeklerine. Bu kez minibüs saatte seksen kilometre hızla ilerlerken diğer şeride tamamen geçer. Neyse ki -ya da ne yazık ki, bakış açınıza göre değişir- karşı taraftan gelen araç yoktur ve Bryan Smith'in kuzeye doğru yolculuğu devam eder.
"O hamburger köftesine sulanayım demeyin, o benim akşam yemeğim.' Aksanı John Cullum'a benzemektedir, ama dikiz aynasından parlak gözlü köpeklere bakan, Sheemie Ruiz'in suratıdır. Neredeyse tıpatıp aynıdır.
Sheemie, Bryan Smith'in ikizi olabilir.
6
irene Tassenbaum düz vites olmasına rağmen kamyoneti artık daha güvenli bir şekilde sürüyordu. Neredeyse, beş yüz metre sonra sağa dönmek zorunda olmamayı dileyecekti, çünkü o zaman vites küçültmek için yine debriyajı kullanması gerekecekti. Ama Turtleback Yolu'na gitmek için bu gerekliydi ve yanındaki yolcuların gitmek istediği yer orasıydı.
Gaipten-gelenler! Öyle olduklarını söylemişler ve o da onlara inanmıştı ama başka kim inanırdı? Belki Chip McAvoy ve Stoneham Cor-ners'daki çılgın Gaipten-Gelenler Kilisesi'nden Rahip Peterson -rahibin inanacağı muhakkaktı- ama ya başkaları? Örneğin kocası? Hayır. Asla. David Tassenbaum bir mikroçipin üzerine yazılamayan hiçbir şeyin gerçek olduğuna inanmazdı. Kırk yedi yaşın boşanma için geç olup olmadığını düşündü (son günlerde bu düşünceye sıkça kapılmıştı).
Vitesi fazla gürültü çıkarmamayı başararak ikiye geçirdi ama sonra, aptal kamyonet anayoldan çıkarken homurdanıp öksürür gibi sesler çıkarmaya başlayınca bire alması gerekti. Yolcularından birinin ters bir şey söylemesini bekledi (belki çocuğun mutant köpeği yine bok canına derdi) ama yolcu koltuğundaki adamın tek söylediği, "Burası farklı görünüyor," oldu.
"Buraya en son ne zaman gelmiştiniz?" diye sordu irene Tassenbaum. Tekrar ikinci vitese geçmeyi düşündü ama sonra vazgeçerek birinci viteste ilerlemeye karar verdi. "Bozuk değilse tamir etmeye kalkma," derdi David bu gibi anlarda.
"Epey oldu," dedi adam. irene, adama kaçamak bakışlar fırlatmaya devam ediyordu. Adamda, özellikle de gözlerinde garip ve egzotik bir şey vardı. Sanki onun hayal bile edemeyeceği şeyler görmüşlerdi.
Kes şunu, dedi kendi kendine. Muhtemelen Portsmouth, New Hampshire'dan gelme serseri bir kovboydur.
Ama bundan şüpheliydi. Çocukta da bir tuhaflık vardı -onda ve egzotik kırma köpeğinde- ama garip mavi gözlü, sert yüz hatlı adamla kıyas-lanamazdı.
"Eddie yoldan çıkıp aynı yola dönen bir halka olduğunu söylemişti," dedi çocuk. "Belki daha önce geldiğinizde diğer uçtan girmiştiniz."
Adam bunu bir süre düşündü ve başını salladı. "Diğer uç Bridgton tarafı mı?" diye sordu kadına.
"Evet, öyle."
Garip mavi gözlü adam başım salladı. "Yazarın evine gidiyoruz." "Cara Laughs," dedi irene hemen. "Güzel bir ev. Gölden görmüştüm. Ama hangi yoldan..."
"On dokuz," dedi adam. O sırada 27 Numaralı yolun önünden geçiyorlardı. Turtleback Yolu'nun o tarafından ilerleyince rakamlar artmak yerine azalıyordu.
"Küstahlık saymazsanız ondan ne istediğinizi sorabilir miyim?" Cevap veren çocuk oldu. "Hayatını kurtarmak istiyoruz."
7
Roland son görüşü kapkara, gök gürültülü bir gecede olmasına ve dikkatinin büyük bölümü uçan parlak taheen,\&r& yönelmiş olmasına rağmen dik bir şekilde inen giriş yolunu hemen tanıdı. O gün uçan ta/ıeen'lerden ve egzotik vahşi yaşamdan eser yoktu. Aşağıdaki evin çatısı aradan geçen zamanda bakır kaplanmıştı ve ağaçlık bölüm çimlerle kaplı bir bahçeye dönüşmüştü ama sol tarafında üzerinde CARA LAUGHS, yazan, sağında ise iri rakamlarla 19 yazan iki tabelanın bulunduğu giriş yolu aynıydı. Daha ötede, öğle sonrası güneşi altında pırıldayan masmavi göl vardı.
Bahçeden çalışmakta olan küçük bir motorun sesi yayılıyordu. Ja-ke'e bakan Roland, çocuğun dehşetle irileşmiş gözlerini ve solgun yanaklarını görünce korkuya kapıldı.
"Ne var? Sorun ne?"
"Burda değil, Roland. Ne o ne de ailesi. Sadece çim biçen adam var."
"Saçmalık, nerden bile..." diye başladı söze Bayan Tassenbaum.
"Biliyorum!" diye bağırdı Jake, ona. "Biliyorum, bayan!"
Roland, Jake'e dürüst, dehşet dolu bir büyülenmişlikle bakıyordu-ama o ruh halinde çocuk bu bakışı ya anlamadı ya da kaçırdı.
Neden yalan söylüyorsun, Jake, diye düşündü Silahşor. Ve hemen ardından: Söylemiyor.
"Ya çoktan olup bittiyse?" diye sordu Jake ve evet, King için endişeleniyordu ama Roland, çocuğun tüm endişesinin bu olduğunu sanmıyordu. "Ya çoktan ölmüşse ve ailesi polisle görüşmeye gittiyse..."
"Daha hiçbir şey olmuş değil," dedi Roland ama tek emin olduğu buydu. Ne biliyorsun, Jake? Ve neden bana söylemiyorsun?
Ama bunu merak etmek için zaman yoktu.
8
Mavi gözlü adam, çocukla sakince konuşuyordu ama irene Tassenbaum, adamın hiç de sakin görünmediğini düşündü. Hem de hiç. Ve Doğu Stoneham Levazımatçısı'nın dışında fark ettiği şarkı söyleyen sesler değişmişti. Şarkıları hâlâ tatlıydı, ama sanki şimdi bir umutsuzluk notası eklenmişti? Öyle olduğunu düşündü. Şakaklarının zonklamasına yol açan tiz, yakaran bir notaydı.
"Nerden biliyorsun?" diye bağırdı Jake denen çocuk-babasına herhalde. "Nasıl o kadar emin olabiliyorsun, kahretsin?"
Roland adındaki adam, çocuğun sorusunu cevaplamak yerine ona baktı. Bayan Tassenbaum kollarındaki tüylerin diken diken olduğunu hissetti.
"Sürmeye devam et, sai."
irene, Cara Laughs'in giriş yoluna şüpheyle baktı. "İnersem bu hurda yığınını tekrar çıkaramayabilirim." "Çıkarmak zorundasın," dedi Roland.
9
Roland çimleri biçen adamın King'in kölesi olduğunu düşündü ya da o dünyada ne deniyorsa o. Hasır şapkasının altından bembeyaz olmuş saçları görülebiliyordu, ama sırtı dimdikti, yaşına göre oldukça dinç olduğu anlaşılıyordu. Kamyonet giriş yolundan eve doğru inerken adam tek e" çim biçme makinesinin üzerinde olduğu halde durup onlara baktı.
Yolcu tarafındaki kapı açılıp Silahşor inince bakıcı adam çim biçme makinesini .kapatan düğmeyi çevirdi. Ayrıca şapkasını da çıkarmıştı. Roland adamın bu hareketi bilinçsizce yaptığını düşündü. Yaşlı adam daha sonra Roland'ın kalçasından sarkan tabancayı gördü ve gözleri, etrafındaki kırışıklıklar görünmez olacak şekilde irileşti.
"Nasılsınız, bayım," dedi temkinli bir ifadeyle. Bir gaipten-gelen olduğumu sanıyor, diye düşündü Roland. Kadının yaptığı gibi.
Evet, Jake ile ikisi bir tür gaipten-gelendi; sadece böyle şeylere sık rastlanan bir yere gelmişlerdi.
Ve zamanın süratle aktığı bir yere.
Roland, adamın devam etmesine fırsat vermeden konuştu. "Nerde-ler? O nerde? Stephen King? Konuş adam ve doğruyu söyle!"
Adamın elindeki hasır şapka gevşeyen parmaklarının arasından kayarak yeni biçilmiş çimlerin üzerine düştü. Elâ gözleri büyülenmişçesine Roland'ın mavi gözlerine dikildi; bir kuşun yılana bakması gibi.
"Aile gölün karşı kıyısında, ordan aldıkları diğer yerde," dedi. "Eski Schindler evi. Bir tür parti veriliyormuş. Steve yürüyüş yaptıktan sonra arabayla gideceğini söyledi." Ve burnu evin köşesinin gerisinden hafifçe görülebilen küçük, siyah arabayı işaret etti.
"Nerde yürüyor? Biliyorsan bu hanıma söyle!"
Yaşlı adam, Roland'ın omzu üzerinden kısaca baktı, sonra tekrar Si-lahşor'a döndü. "Sizi oraya ben götürsem daha kolay olur."
Roland bunu çok kısa bir süre düşündü. Başlangıçta belki daha kolay olacaktı, evet. Ama King'in ya kurtarılacağı ya da kaybedileceği diğer uçta daha zor olacaktı. Çünkü kadını ka'mn yolunda bulmuşlardı. Nasıl bir rol oynarsa oynasın Işın'ın Yolu üzerinde karşılarına çıkan oydu. Bu kadar basitti aslında. Rolünün büyüklüğüne gelince, böyle şeyleri önceden tahmin etmeye çalışmamak daha iyiydi. Eddie ile John Cullum'a inanıp aynı yolun üç tekerlek kadar kuzeyinde buluşmasaİar hikâyelerinde çok küçük bir rol oynayacaktı. Ama sonuçta çok büyük bir rolü olmuştu.
Tüm bunlar bilincinden bir saniyeden az bir süre içinde geçti, bilgi CEddie olsa sezgi derdi) parlak bir metal not gibiydi.
"Hayır," dedi ve başparmağıyla arkasındaki kadını işaret etti. "Ona söyle- Hemen."
10
Çocuk -Jake- ellerini gevşekçe iki yanına sarkıtıp sırtını koltuğa yas-lamışti- Acayip köpek çocuğun yüzüne endişeyle bakıyor ama o onu görmüyordu. Gözleri kapalıydı, irene Tassenbaum önce çocuğun bayıldığını sandı.
"Evlat?... Jake?"
"Ona ulaştım," dedi çocuk gözlerini açmadan. "Stephen King'e değil -ona dokunamıyorum- ama ötekine. Onu yavaşlatmak zorundayım. Nasıl yapabilirim?"
Bayan Tassenbaum kocasını çalışırken pek çok kez dinlemişti -kendi kendine mırıldanarak uzun monologlar yapardı- bu yüzden kişinin kendisine sorduğu bir soruyu duyunca tanırdı. Ayrıca çocuğun kiminle konuştuğuna dair hiçbir fikri yoktu; tek bildiği, Stephen King ile konuşmadığıydı. Eh bu da geriye altı milyar seçenek bırakıyordu.
Yine de cevap verdi çünkü onu daima neyin yavaşlattığını biliyordu.
"Tuvalete gitmek zorunda olmaması ne kötü," dedi.
11
Maine'e henüz çilek mevsimi gelmedi, çilek için henüz erken ama ahududular var. Justine Anderson (Maybrook, New York'lu) ve Elvira Tootha-ker (Lovell'h arkadaşı) 7. Karayolu'nun (Elvira oraya hâlâ Eski Fryeburg Yolu der) kenarında, ellerinde plastik kovalarla, taş duvar boyunca en azından sekiz yüz metre uzanan çalılıklardan ahududu toplayarak yürümektedir. O duvarı yüz yıl önce Garrett McKeen inşa etmiştir. Gilead'lı Roland Desc-nain'in o an konuştuğu kişi de Garrett'ın torununun torunudur. Ka bir tekerlektir, anlarsınız ya.
İki kadın bir saatlik yürüyüşten keyif almıştır ve bunun sebebi ahududulara düşkün olmaları değildir (Justine kendi topladıklarını yiyeceğini bile sanmıyordun çekirdekleri hep dişlerinin arasında kalır). Keyif almışlardır çünkü bu yürüyüş sırasında birbirlerinin aileleri hakkında son haberleri pay. taşmışlar ve dostluklarının yeni başladığı, hayatlarının en önemli dönemi olarak gördükleri yılları yâd edip birlikte gülmüşlerdir. Vassar Koleji'nde tanışmışlar (bin yıl öncesinde kalmış gibi görünür) ve mezun olana dek birbirlerinden hiç ayrılmamışlardır. Mavi minibüs -1985 model bir Dodge Caravan'dır, Justine modeli tanır, çünkü en büyük oğlu ailesi büyüyünce bunlardan bir tane satın almıştır- Melder's German Restoran ve Brathaus'un önünden virajı döndüğü sırada bahsetmekte oldukları konu budur. Minibüs yolun üzerinde yalpalamaktadır. Önce yolun güney kıyısından tozları kaldırmış, sonra asfaltın diğer tarafına geçerek kuzey kıyısındakileri havalandır-mıştır. Bunu ikinci yapışında -büyük bir hızla bulundukları yere yaklaşmaktadır- Justine minibüsün hendeğe düşebileceğini düşünür (Elvira ile Vas-sar'da okudukları kırklı yıllarda buna "kaplumbağa gibi dönmek" derlerdi) ama şoför düşmeye ramak kalmışken aracı yola döndürmeyi başarır.
"Dikkat et, minibüsü süren sarhoş galiba!" der Justine telaşla. Elvira'yı geri çeker ama ahududu çalılarının gerisindeki eski duvar onları engeller. Dikenler paçalarına takılır (neyse ki ikimiz de şort giymemişiz, diye düşünür Justine daha sonra... düşünmeye fırsat bulduğunda) ve kumaştan iplikler söker.
Justine kolunu arkadaşının omzuna dolayıp ikisini birlikte duvarın gerisine yuvarlamayı düşünür -yıllar önce beden eğitimi derslerinde yaptıkları gibi bir ters takla- ama daha kararını verip uygulayamadan mavi minibüs bulundukları yere varmıştır. Neyse ki yol üzerinde ilerlemektedir ve onlara bir zarar vermeden geçip gitmiştir.
Justine rock müzik ezgileri yayarak uzaklaşan minibüsü kalbi şiddetle çarparak izler. Vücudunun ürettiği bir şeyin -muhtemelen adrenalin- keskin, metalik tadını ağzında hissetmektedir. Mavi minibüs tepeye tırmanan yolun yarısına vardığında tekrar beyaz çizgiye doğru kayar. Şoför minibüsü düzeltti ama bu kez diğer tarafa kayar. Mavi minibüs yolun sağ tarafına çıkmış, tozları kaldırarak elli metre boyunca ilerlemiştir.
"Tanrı'm, umarım Stephen King o aşağılık herifi görür," der Elvira. Sekiz yüz metre kadar geride yazara rastlamış ve selamlaşmalardır. Kasabada yaşayan herkes muhtemelen ona yürüyüş yaptığı sırada en az bir kez rastla-mıştır-
Minibüsün fren lambaları, şoförü Elvira Toothaker'ın ona aşağılık herif dediğini duymuş gibi aniden yanar. Minibüs hızla yol kenarına çıkar ve du-nır. Kapı açılınca hanımlar rock müziğin sesini daha net duyar. Ayrıca şoförün -bir erkek- birine bağırdığını işitirler (Elvira ve Justine o güzel haziran gününde bu aşağılık adamın yanında olmak zorunda kalan kişiye acır). "Sakın ona dokunayım deme!" diye bağırır adam. "O senin değil, duydun mu beni?" Şoför sonra minibüsün arkasına uzanır, bir baston alır ve çalılıklarla duvarın üzerinden geçmekte kullanır.
"Ne yapıyor?" diye huzursuzca sorar Justine.
"Galiba küçük su döküyor," diye cevaplar arkadaşı. "Ama Bay King şanslıysa büyüğünü yapar. Bay King o arada 7. Karayolu 'ndan çıkıp Turtle-back Yolu'na dönebilir."
Justine'in ahududu toplamak için tüm hevesi aniden yok olur. Eve dönüp demli bir fincan çay içmek istemektedir.
Adam çalıların arasından çıkar ve taş duvarın üzerinden geçmek için yine bastonu kullanır.
"Galiba büyüğünü yapmaya ihtiyacı yokmuş," der Elvira ve şoför mavi minibüse binerken iki yaşlı hanım göz göze gelerek kıkırdar.
12
Roland yaşlı adamın kadına talimatlar vermesini izliyordu -kestirmeden gidip Warrington Yolu'nu kullanmakla ilgili bir şeydi- derken Jake gözlerini açtı. Roland, çocuğun aşırı derecede bitkin göründüğünü düşündü.
"Durup işemesini sağladım," dedi Jake. "Şimdi koltuğunun arkasındaki bir şeyle uğraşıyor. Ne olduğunu bilmiyorum, ama onu uzun süre oyalayacağını sanmam. Roland durum kötü. Çok geç kaldık. Gitmemiz gerek."
Roland, yaşlı adam yerine yola onunla devam etmenin doğru karar olduğunu umarak kadına baktı. "Nereye gideceğimizi biliyor musun? Anladın mı?"
"Evet," dedi kadın. "Warrington Yolu'ndan 7. Karayolu'na. Bazen Warrington'a gidip akşam yemeği yeriz. O yolu biliyorum."
"O yöne giderek Steve'in yoluna çıkacağınızı garanti edemem," dedi bakıcı. "Ama oldukça muhtemel görünüyor." Eğilip şapkasını yerden aldı ve üzerindeki ot parçacıklarını temizlemeye koyuldu. Rüyadaymış gibi dalgınca hareket ediyordu. "Evet, muhtemel görünüyor." Sonra yine rüyadaymış gibi şapkasını kolunun altına sıkıştırıp yumruğunu alnına götürdü ve kalçasında tabanca olan yabancıya tek dizini kırıp selam verdi. Neden yapmayacaktı?
Yabancı bembeyaz bir ışıkla çevrelenmişti.
13
Roland dükkân sahibinin kamyonetinin yolcu koltuğuna tekrar yerleştiğinde -sağ kalçasındaki giderek artan sancı yüzünden her seferinde daha da zorlaşıyordu- elini Jake'in bacağına koydu ve çocuğun neyi niye sakladığını o an anladı. Bilmesinin Silahşor'un dikkatini dağıtabileceğinden korkmuştu. Çocuğun hissettiği ka-shume değildi, öyle olsa Roland da hissederdi. Tet zaten parçalanmışken nasıl ka-shume hissedebilirlerdi ki? Özel güçleri, hepsinden yüce olan, belki de kaynağını Işın'ın kendisinden alan güç artık yoktu. Artık sadece tek amaç için birleşmiş üç (Hantal Billy de sayılırsa dört) arkadaşlardı. Ve King'i kurtarabilirlerdi. Jake bunu biliyordu. Yazarı kurtararak Kule'yi kurtarmaya bir adım daha yaklaşacaklardı. Ama içlerinden biri bu yolda ölecekti.
Jake bunu da biliyordu.
14
Eski bir deyiş -babasının öğrettiklerinden biri- Roland'ın aklına geldi: Ka öyle istiyorsa bırak öyle olsun. Evet, pekâlâ; öyle olsun.
Siyahlı adamın izini sürdüğü uzun yıllarda Silahşor evrendeki hiçbir şeyin Kule'ye ulaşma amacından vazgeçmesini sağlayamayacağına yemin edebilirdi; bu yolda, korkunç kariyerinin başlangıcında öz annesini kendi elleriyle öldürmemiş miydi? Ama o yıllarda arkadaşsız, çocuksuz ve (kabul etmek hiç hoşuna gitmese de doğruydu) kalpsizdi. Sevgi sandığı sahte, soğuk aşk onu büyülemişti. Şimdi bir oğlu vardı, ikinci bir şans bahşedilmişti ve değişmişti. Yazarı kurtarmak için içlerinden birinin öleceğini bilmek -dostluk çemberlerinin yine daralması, hem de o kadar kısa süre sonra- onu yolundan döndürmeyecekti. Ancak bu kez fedakârlık yapanın New York'lu Jake değil, Gilead'lı Roland olmasını sağlayacaktı.
Çocuk sırrına ulaştığından haberdar mıydı? Bunun için endişelenecek zaman yoktu.
Roland kamyonmobilin kapısını sertçe kapatarak kadına baktı. "Adın irene mi?" diye sordu.
Kadın başını salladı.
"Sür, Irene. Sana Tecavüz etme niyetiyle peşinden kovalayan birinden kaçıyormuşçasma sür, yalvarırım. Warrington Yolu'na. Onu orda göremezsek Seven Yolu'na. Sürecek misin?"
"Hem de nasıl," dedi Bayan Tassenbaum ve vitesi otoriter bir tavırla bire geçirdi.
Motor homurdandı, ama kamyonet önündeki görevden çok korkmuş ve bu işe soyunmaktansa göle düşmeyi tercih edermiş gibi geri geri gitti. Sonra Bayan Tassenbaum debriyajı bırakıp gaza bastı ve International Harvester arkasında mavi bir duman bulutuyla yanık lastik kokusu bırakarak dik yolu tırmanmaya koyuldu.
Garrett McKeen'in torununun torunu uzaklaşmalarını ağzı açık bir halde izledi. Az önce neler olduğuna dair hiçbir fikri yoktu ama biraz sonra olacaklara çok fazla şeyin bağlı olduğunu hissedebiliyordu.
Belki her şeyin.
15
O kadar sıkışmak tuhaftır, çünkü Bryan Smith'in Milyon Dolar Kamp alanından ayrılmadan önce son yaptığı iş işemektir. Mesanesi patlayacakmıs gibi hissetmesine rağmen o kahrolası taş duvarın diğer tarafına geçtikten sonra da iki üç damladan fazlasını yapmamıştır. Bryan prostat sorunu yaşamadığını umar; son ihtiyacı prostatıyla ilgili bir sorundur. Zaten başında yeterince sorun vardır, İsa adına.
Eh neyse, madem durmuştur, koltuğun arkasındaki Styrofoam soğutucuyu sabitlemeye çalışabilir; köpekler hâlâ dillerini sarkıtmış halde kutuya bakmaktadır. Kutuyu koltuğun altına sokuşturmaya çalışır, ama beceremez; soğutucu fazla büyüktür. Bunun üzerine parmağını köpeklerine tehditkâr bir tavırla sallar ve kutuya yaklaşmamalarını, içindekinin onlara değil kendisine ait olduğunu söyler, onun akşam yemeği olacaktır. Bu kez uslu olurlarsa köftenin birazını mamalarına karıştıracağını söylemeyi bile düşünür. Bu Bryan Smith için derin bir düşünce sayılabilir, ama soğutucuyu öne alıp boş yolcu koltuğunun üzerine koymayı akıl edemez.
"Yaramazlık yok!" diye bağırır köpeklerine ve tekrar direksiyonun başına geçer. Kapıyı çarparak kapatır, dikiz aynasına kısaca bakar, iki yaşlı kadını görür (onları daha önce fark etmemiştir zira yanlarından geçtiği sırada yola pek bakmıyordur), onlara el sallar (ama minibüsün leş gibi ara camı hanımların bu hareketi görmesini engeller) ve 7. Karayolu'na tekrar çıkarak ilerlemeye başlar. Radyoda Owt-Ray-Juss'tan "Gangsta Dream 19" çalıyor-dur ve Bryan sesi açar (bunu yaparken yine diğer şeride kaymıştır, bu tür işleri radyoya bakmadan yapamayan tiplerdendir). Rap müzik en iyisi! Metal de öyle! Gününü tamamlamak için tek bir eksik kalmıştır o da Ozzy'den "Crazy Train"dir.
Ve bir de Mars çikolata.
16
Bayan Tassenbaum ikinci vitesle Cara Laughs yolundan Turtleback Yolu'na çıktı, eski kamyonetin motoru isyan ederek homurdanıyor (konsolda bir devir göstergesi olsaydı iğnesi muhtemelen kırmızı bölgeyi gösteriyor olurdu) paslı kasasındaki tek tük alet gürültüyle hoplayıp zıplıyordu.
Roland'da çok az dokunuş vardı -Jake ile karşılaştırıldığında hiç sayılırdı- ama Stephen King ile tanışmış ve onu hipnozun sahte uykusuna sokmuştu. Bu, iki kişi arasında kuvvetli bir bağ oluştururdu, bu yüzden Jake'in ulaşamadığı zihne dokunduğunda pek şaşırmadı. King'in o sırada onlan düşünüyor olmasının bir zararı yoktu herhalde.
Dostları ilə paylaş: |