"Umurumda değil," dedi Roland. Şaşkın zihninin elverdiğince derin ve net düşünmeye uğraşıyordu. "Ve şimdi yaralandın."
"Felç mi oldum?"
"Bilmiyorum." Ve aldırmıyorum. "Tek bildiğim yaşayacağın ve tekrar yazabildiğinde daha önce yaptığın gibi Kaplumbağa'nın Şarkısı'nı, Ves'-Ka Gan'ı dinleyeceğin. Felçli ya da değil, fark etmiyor. Ve bu kez şarkı bitinceye dek söyleyeceksin."
"Pekâlâ."
"Sen..."
"Ve Urs-Ka Gan, Ayı'nın Şarkısı," diye sözünü kesti King. Sonra hip-ozda olmasına rağmen bu canını, acıtıyormuş gibi başını iki yana salladı. "UiM-Ka Gan."
Ayı'nın Haykırışı mı? Ayı'nın Çığlığı? Roland hangisi olduğunu bil. miyordu. Fark etmeyeceğini, bunun yazarın gevelemelerinden biri oldu. ğunu ummak zorundaydı.
Bir araba kaza mahallinden hiç yavaşlamadan geçti, sonra iki büyük motosiklet aksi yöne doğru önlerinden geçip gitti. Tuhaf bir şekilde ikna edici olan bir fikir Roland'ın zihnini sardı: zaman durmamıştı ama o an için loştular. Artık saldırı altında olmayan, dolayısıyla biraz da olsa yardım edebilen Işın onları bu şekilde koruyordu.
4
Ona tekrar söyle. Hiçbir yanlış anlama olmamalı. Ve daha önce olduğu gibi zayıf düşmemeli.
Başını eğip yüzünü King'inkine yaklaştırdı; burunları neredeyse birbirine değecekti. "Bu kez şarkıyı bitene dek söyleyecek, hikâyeyi bitirene dek yazmayı bırakmayacaksın. İyice anladın mı?"
'"Ve ömürlerinin sonuna dek mutlu yaşadılar,'" dedi King rüyaday-mış gibi. "Bunu yazabilmeyi dilerdim."
"Ben de." Bunu her şeyden çok istiyordu. Yoğun kederine rağmen henüz gözyaşları yoktu; gözleri kafasının içinde kızgın taşlar gibiydi. Belki gözyaşları daha sonra gelirdi, olanların gerçekliğini biraz olsun sindire-bildiğinde.
"Dediğini yapacağım, Silahşor. Sayfalar azaldığında hikâye nasıl şekillenirse şekillensin." King'in sesi de inceliyor, zayıflıyordu. Roland yazarın yakında bilinçsizlik denizine dalacağını düşündü. "Dostların için üzgünüm, gerçekten üzgünüm."
"Teşekkür ederim," dedi Roland yazan çıplak elleriyle boğma dürtüsüne karşı koymaya devam ederek. Ayağa kalkmaya davranmıştı ki King ID söylediği bir şey onu durdurdu.
"Söylediğim gibi onun şarkısını dinledin mi? Susannah'mn Şarkisı'nı?"
"Ben... evet."
King kendini zorlayarak tek dirseği üzerinde doğruldu. Takati giderek azalıyordu, ama sesi net ve güçlüydü. "Sana ihtiyacı var. Senin de ona. Simdi beni rahat bırak. Nefretini daha çok hak edenlere sakla. Gan'ı veya dünyayı nasıl ben yaratmadıysam ka'm da ben yaratmadım ve bunu ikimiz de biliyoruz. Sersemliğini-ve kederini-ardında bırak ve bana dediğin gibi yapman gerekeni yap." King'in sesi yükselmişti, neredeyse bağırıyordu. Eli uzanıp Roland'ın bileğini inanılmaz bir kuvvetle kavradı. "İşi bitir!"
Roland cevap vermeye çalıştığında önce ağzından hiç ses çıkmadı. Boğazını temizleyip tekrar denemesi gerekti. "Uyu, sai-uyu ve sana çarpan adam dışında burda olan herkesi unut."
King'in gözleri kapandı. "Bana çarpan adam dışında burda olan herkesi unut."
"Yürüyüşe çıkmıştın ve bu adam sana çarptı."
"Yürüyordum... bu adam bana çarptı."
"Başka kimse yoktu. Ne ben, ne Jake ne de kadın."
"Başka kimse yok," dedi King. "Sadece o ve ben. O da aynı şeyi söyleyecek mi?"
"Evet. Çok yakında derin bir uykuya dalacaksın. Daha sonra acı hissedebilirsin ama şu an hiç acın yok."
"Şu an acı yok. Derin uyku." Çam iğnelerinin üzerinde yatmakta olan King'in yüz hatları gevşedi.
"Ama uyumadan önce bana bir kez daha kulak ver," dedi Roland. "Dinliyorum."
"Bir kadın sana gelebi... dur bir dakika. Rüyanda erkeklerle seviştiğini görür müsün?"
"Bana eşcinsel olup olmadığımı mı soruyorsun? Ya da gizli bir homoseksüel?" King'in sesi bitkin, aynı zamanda şaşkındı. "Bilmiyorum." Roland duraksadı. "Galiba evet."
"Cevap hayır," dedi King. "Bazen rüyamda kadınlarla seviştiğimi gö. rürüm. Artık yaşlandım, eskiye nazaran daha az görüyorum... ve muhtemelen bir süre iş görmeyeceğim. O kahrolası adam beni haşat etti."
Benimkini ettiği kadar değil, diye acıyla düşündü Roland ama yüksek sesle söylemedi.
"Rüyanda sadece kadınlarla seviştiğini görüyorsan sana bir kadın gelebilir."
"Öyle mi dersin?" King ilgilenmiş gibiydi.
"Evet. Eğer gelirse çok da güzel bir kadın olacaktır. Sana açıklıktaki huzur ve zevkten bahsedebilir. Adının Uykunun Kızı Morphia veya Ayın Kızı Selena olduğunu söyleyebilir. Kolunu uzatıp seni oraya götürmeyi vaat edebilir. Onu reddetmelisin." "Reddetmeliyim."
"Gözleri ve göğüsleri seni cezp etse de." "Öyle olsa bile," dedi King. "Neden reddedeceksin, sai?" "Çünkü şarkı bitmedi."
Roland sonunda tatmin olmuştu. Bayan Tassenbaum hâlâ Jake'in yanında diz çökmüş halde duruyordu. Silahşor, ona da çocuğa da aldırmayarak bütün hasara yol açan aracın direksiyonunun başında oturmakta olan adama yöneldi. Adamın irileşmiş gözleri boş boş bakıyordu, ağzı bir karış açılmıştı. Salyası tıraşsız çenesinden aşağı süzülüyordu. "Beni duyuyor musun, sai?"
Adam korkuyla başını salladı. Arkasında duran iki köpek de sessiz-leşmişti. Dört parlak göz koltukların arasından Silahşor'a bakıyordu. "İsmin nedir?"
"Bryan, sizi hoşnut etsin... Bryan Smith."
Hayır, hiç hoşnut etmiyordu. Bu adam da boğmak istediklerinden biriydi. Yoldan bir başka araba daha geçti ve bu kez sürücüsü geçtiği sırada korna çaldı. Korumaları her neyse, zayıflamaya başlamış olmalıydı.
"Sai Smith arabanla, kamyonmobilinle veya adı her neyse onunla bir adama çarptın."
Bryan Smith baştan aşağı titremeye başladı. "Ben ömrümde park cezası bile yemedim," diye mızmızlandı. "Şimdi de gidip eyaletteki en ünlü adama çarptım, olacak iş mi? Köpeklerim kavga ediyordu..."
"Yalanların beni öfkelendirmiyor," dedi Roland. "Ama onlara sebep olan korku kızdırıyor. Kapa çeneni."
Bryan Smith söyleneni yaptı. Yüzünün rengi yavaşça ama kesintisizce çekiliyordu.
"Ona çarptığın sırada yalnızdın," dedi Roland. "Hikayeci ve senden başka kimse yoktu. Anladın mı?"
"Yalnızdım. Bayım, siz bir gaipten-gelen misiniz?"
"Ne olduğumu boş ver. Kontrol ettin ve hâlâ hayatta olduğunu gördün."
"Hâlâ hayatta, güzel," dedi Smith. "Kimseyi incitmek istemedim, gerçekten."
"Seninle konuştu. Yaşadığını o şekilde anladın."
"Evet!" Smith gülümsedi. Sonra kaşlarını çattı. "Ne dedi peki?"
"Hatırlamıyorsun. Çok korkmuş ve heyecanlanmıştın."
"Korkmuş ve heyecanlanmış. Heyecanlanmış ve korkmuş. Evet öyleydim.".
"Şimdi aracına bin ve git. Giderken yavaş yavaş uyanacaksın. Bir eve veya bir dükkâna varınca duracak ve yolun aşağısında yaralı bir adam olduğunu söyleyeceksin. Yardıma ihtiyacı olan bir adam. Söylediklerimi tekrarla ve doğru ol."
"Sür," dedi. Elleri hemen o an gitmek istiyormuşçasma direksiyonu okşadı. Roland gerçekten de gitmek istiyor olabileceğini düşündü. "Ya-va§ yavaş uyan. Bir eve veya dükkâna vardığında Stephen King'in yol kenarında yaralı bir halde yattığını söyle. Hayatta olduğunu biliyorum, çünkü benimle konuştu. Bir kazaydı." Duraksadı. "Benim suçum yoktu. Yol-da yürüyordu." Tekrar duraksadı. "Belki."
Bu kargaşanın suçunun kime yüklendiğini umursuyor muyum? diye kendine sordu Roland. Umursamıyordu. King her iki türlü de yazmaya devam edecekti. Ve Roland, King'in suçlanmasını neredeyse umuyordu çünkü gerçekten de kabahat onundu. Orada olmaması gerekiyordu.
"Haydi git," dedi Bryan Smith'e. "Seni daha fazla görmek istemiyorum."
Smith çok rahatlamış görünerek minibüsün motorunu çalıştırdı. R0. land gidişini izlemeye tenezzül etmedi. Bayan Tassenbaum'un yanına gidip diz çöktü. Artık tamamen sessiz olan Oy, Jake'in başının yanında oturuyordu. Ulumalarının artık yasını tuttuğu kişi tarafından duyulmayacağını biliyordu. Silahşor'un en büyük korkusu gerçekleşmişti. Hiç hoşlanmadığı iki adamla konuştuğu sırada herkesten daha çok sevdiği çocuk -ömrü boyunca sevdiği herkesten, Susan Delgado'dan bile çok sevdiği- bir kez daha ulaşamayacağı yere gitmişti. Jake ölmüştü.
5
"Seninle konuştu," dedi Roland. Jake'i kollarına almış şefkatle öne arkaya sallıyordu. Kesenin içindeki 'Rizalar tıngırdıyordu. Jake'in bedeninin soğumaya başladığını şimdiden hissediyordu.
"Evet," dedi kadın.
"Ne söyledi?"
'"Burdaki iş bitince' senin için geri dönmemi söyledi. Kullandığı kelimeler tam olarak bunlardı. Ve, 'Babama onu sevdiğimi söyle,' dedi."
Roland'ın boğazının derinliklerinden boğuluyormuş gibi, acı yüklü bir ses yükseldi. Kapının ötesine, Fedic'e geçtikleri sırada nasıl olduğunu hatırlıyordu. Selam olsun, baba, demişti Jake. Roland, onu o zaman da kollarının arasına almıştı. Ama o zaman çocuğun çarpan kalbini hissetmişti. Tekrar hissetmek için neler vermezdi.
"Dahası var," dedi kadın. "Ama şimdi bunun için zamanımız var ını-Daha sonra da söyleyebilirim."
Roland, kadının demek istediğini hemen anladı. Hem Bryan Smith, hern de Stephen King'in bildiği hikâye basitti. Bu hikâyede uzun boylu, silahlı bir adama, saçları beyazlamaya başlamış bir kadına ve kemerinde bir makineli tüfek omzuna astığı kesede de keskin kenarlı ölümcül tabaklar olan ölü bir çocuğa yer yoktu.
Tek soru, kadının geri gelip gelmeyeceğiydi. Normal şartlarda yapmayacağı bir şeyi yapmasını sağladığı ilk insan değildi, ama yanından uzaklaştığında olayları farklı bir açıdan görebileceğini biliyordu. Söz vermesini istemek -benim için geri döneceğine söz verir misin, sai? Bu çocuğun durmuş kalbi üzerine yemin eder misin?- işe yaramayacaktı. Orada tüm sa-mimiyetiyle söz verip ilk tepeyi aştığında fikrini değiştirebilirdi.
Ama onun yerine dükkân sahibini de seçebilirdi ve seçmemişti. Yazarın evinin önündeki çimleri biçen yaşlı adamı da istememişti.
"Sonra söylersin," dedi. "Şimdi acele et, bir an önce yola çık. Bir sebeple geri dönemezsen seni suçlamam."
"Tek başına nereye gidersin?" diye sordu kadın. "Gideceğin yeri nasıl bileceksin? Bu senin dünyan değil. Değil mi?"
Roland soruyu duymazdan geldi. "İlk gelişinde burda hâlâ insanlar olursa -barış memurları, gözcü muhafızlar, mavi üniformalılar, bilmiyorum- hiç durmadan geç git. Yarım saat sonra geri gel. Hâlâ burda olurlarsa tekrar uzaklaş. Buna hepsi gidene dek devam et."
"Bir o tarafa bir bu tarafa gidişim dikkatlerini çekmeyecek mi?" "Bilmiyorum," dedi Roland. "Çekecek mi?"
Kadın bir süre düşündükten sonra neredeyse gülümsedi. "Dünyanın bu bölgesindeki polislerin mi? Muhtemelen hayır."
Roland bu değerlendirmeyi kabul ederek başını salladı. "Güvenli olduğunu düşündüğünde dur. Beni görmeyeceksin ama ben seni görece-ğ'm. Karanlık çökene dek bekleyeceğim. O zamana kadar gelmemiş olurun gideceğim."
Senin için geri döneceğim ama o hurda yığınını kullanıyor olmayanın," dedi irene. "Altımda bir Mercedes-Benz S600 olacak." Bunu gu-mrlu bir ifadeyle söylemişti.
Roland, Mercedes-Bens'in ne olduğunu bilmiyordu, ama biliyormuş gibi başını salladı. "Git. Geri döndüğünde konuşacağız."
Gelirsen, diye düşündü.
"Bunu isteyebileceğini sanıyorum," dedi irene ve Roland'ın tabancasını kılıfına koydu.
"Teşekkürler derim, sai."
"Bir şey değil."
Roland, kadının eski kamyonete doğru yürümesini (aşağılayıcı sözlerine rağmen hurda araçtan hoşlanmaya başladığından emindi) ve direksiyon başına geçmesini izledi. Tam o sırada bir şeye ihtiyacı olduğunu anladı, kamyonette olabilecek bir şeye. "Hey!"
Bayan Tassenbaum elini kontak anahtarının üzerine koymuştu. Anahtarı çekip ona sorarcasına baktı. Roland, Jake'i yakında altında yatmak zorunda kalacağı (seslenmesine bu düşünce yol açmıştı) toprağın üzerine nazikçe bıraktı ve ayağa kalktı. Yüzünü buruşturup elini kalçasına koydu ama bunu yapmasının tek sebebi alışkanlıktı. Ağrı yoktu.
"Ne?" diye sordu kadın o yaklaşırken. "Hemen yola çıkmazsam..."
Gitmesinin bir anlamı kalmayacaktı. "Evet. Biliyorum."
Kamyonetin kasasına baktı. Mavi brandanın altında, dikkatsizce atılmış aletlerin arasında kare bir şekil vardı. Brandanın kenarları uçmasın diye onun altına sıkıştırılmıştı. Roland brandayı çekip alınca Eddie'nin "mukavva" dediği malzemeden yapılmış sekiz on kutu olduğunu gördü. Kare şekli oluşturacak şekilde dip dibe sıralanmışlardı. Kutuların üzerindeki resimlerden içlerinde bira olduğu anlaşılıyordu. Patlayıcı da olsa umurunda değildi.
Onun istediği brandaydı.
Su geçirmez branda kucağında olduğu halde geriledi. "Şimdi gidebilirsin."
Kadın kontak anahtarını tekrar kavradı, ama hemen çevirmedi. "Ba-yım," dedi. "Kaybınız için üzgünüm. Size bunu söylemek istedim. Çocu' ğun sizin için ne anlama geldiğini görebiliyorum."
Roland Deschain başını eğdi ve hiçbir şey söylemedi.
irene Tassenbaum kendine kelimelerin bazen hiçbir işe yaramadığını hatırlatarak ona bir süre daha baktıktan sonra motoru çalıştırarak kanıyı kapattı. Roland, kadının kamyoneti yola çıkarmasını (artık viteslere taınamen hâkim görünüyordu), kuzeye dönmesini ve Doğu Stoneham'a doğru ilerlemesini izledi.
Kaybınız için üzgünüm.
Ve şimdi o kayıpla baş başaydı. Jake ile baş başa. Roland bir süre olduğu yerde durup yol kenarındaki küçük koruya, oraya çekilen üç kişiden ikisine baktı: baygın bir adam ve ölü bir çocuk. Roland'ın gözleri kuru ve sıcaktı, yuvalarında titreşiyorlar gibiydi ve bir an için ağlama kabiliyetini yitirdiğini sandı. Bu düşünce onu dehşete düşürdü. Tüm bunlardan sonra bile gözyaşı dökemeyecekse -tekrar kazandığını bir kez daha kaybettikten sonra- ne anlamı vardı? Gözyaşları sonunda akmaya başladığında hissettiği rahatlık bu yüzden çok büyük oldu. Neredeyse çılgınca bakan mavi gözlerini susturup usulca aktılar. Kirli yanaklarından aşağı süzüldüler. Neredeyse hiç ses çıkarmadan ağlıyordu, ama Oy bir hıçkırığını duydu. Burnunu hızla ilerleyen bulut koridoruna doğru kaldırıp tek bir kez uludu. Sonra o da sessizliğe gömüldü.
6
Roland, Jake'i ormanın derinliklerine taşıdı. Oy hemen ayaklarının dibinde onu takip ediyordu. Hantal Billy'nin de ağlıyor oluşu Roland'ı artık şaşırtmıyordu; ağladığını daha önce de görmüştü. Oy'un yaptıklarının zekâsından ve empati yeteneğinden değil sadece taklitten ibaret olabileceğini düşündüğü günler çok geride kalmıştı. Kısa yürüyüş sırasında Roland'ın düşünceleri birlikte yaptıkları, Jericho Tepesi'nde son bulan n'hai mücadelede Cuthbert'ün ölüler ardından ettiği duaya odaklanmıştı. Jake'in gönderilmek için bir duaya ihtiyaç duyacağından şüpheliydi, ama ■lahşor'un aklını meşgul etmesi gerekiyordu, çünkü o sırada pek kuvvetli olmadığını hissediyordu. Yanlış yönde çok fazla ilerlerse bozulacağı muhakkaktı. Belki daha sonra kendini histerinin -hatta belki iyileştirici delilik olan irina'nm- kucağına bırakabilirdi, ama o an değil. O an kontrolünü kaybedemezdi. Çocuğun ölümünün bir hiç için olmasına izin vermeyecekti.
Sadece ormanlarda (ve eski ormanlarda, Shardik'in altını üstüne getirdiği orman gibi eski) yaşayan altın rengi ve yeşil yaz ışıltısı koyulaştı. Ağaçların yapraklarının arasından süzülüyordu. Roland'ın sonunda durduğu yer insanda bir açıklıktan ziyade kilise hissi uyandırıyordu. Yoldan ayrıldıktan sonra batıya doğru yaklaşık iki yüz adım ilerlemişti. Jake'i yere bırakıp etrafa bakındı. İki paslı bira kutusu ve muhtemelen avcılardan kalma birkaç fişek kovanı buldu. Bulduklarını ağaçların arasına fırlattı. Sonra olabildiğince net görebilmek için gözyaşlarını sildi ve Jake'e baktı. Çocuğun yüzü açıklık gibi temizdi, Oy iyice temizlemişti, ama Jake'in tek gözü açıktı. Ona hiç yakışmayan kötücül bir ifadeyle göz kırpıyor gibiydi ve öyle kalmasına izin verilemezdi. Roland bir parmağıyla çocuğun gözünü kapadı, tekrar açıldığında (bir pencere panjuru gibi) başparmağının ucunu yaladı ve tekrar kapattı. Jake'in gözü bu kez kapalı kaldı.
Jake'in gömleğinde kan ve toz vardı. Roland önce çocuğun gömleğini, sonra kendisininkini çıkardı ve onu bir oyuncak bebek gibi yerinden oynatarak daha temiz olan kendi gömleğini giydirdi. Gömlek neredeyse çocuğun dizlerine kadar inmişti, ama Roland pantolonundan içeri sokmaya yeltenmedi, bu şekilde Jake'in pantolonundaki kan lekeleri örtülmüş oluyordu.
Oy tüm bunları altın halkalı gözlerinde yaşlarla izledi.
Roland çam iğnelerinden oluşan kalın halının altındaki toprağın yumuşak olmasını beklemişti ve gerçekten de öyle olduğunu gördü. Yol tarafından bir motor sesi duyduğu sırada Jake'in mezarını epeyce kazmıştı. Jake'i ormanın içlerine taşımasından beri başka motorlu araçlar da geÇ' misti, ama Roland bunun ahenksiz sesini tanımıştı. Mavi araçlı adam gerl dönmüştü. Roland döneceğinden tam anlamıyla emin olamamıştı.
"Burda kal," diye mırıldandı Hantal Billy'ye. "Efendini koru." Ama hu yanlıştı. "Kal ve arkadaşını koru."
Oy'un komutu aynı alçak tonda tekrarlaması şaşırtıcı olmazdı (Kal! diyebilirdi) ama bu kez hiçbir şey söylemedi. Roland, hayvanın Jake'in vanma yatıp çocuğun yüzüne konmak üzere olan bir sineği havada kapmasını izledi. Sonra tatmin olmuş bir şekilde başını salladı ve geldiği yöne doğru yürümeye başladı.
7
Roland, onu görebileceği kadar yaklaştığında Bryan Smith'in aracından çıkmış ve taş duvarın üzerine oturmuş olduğunu gördü. Bastonunu kucağına koymuştu. (Roland, adamın bastonu gerçekten ihtiyaç duyduğu için mi yoksa kendine acındırmak için mi kullandığını bilmiyor ve pek de umursamıyordu.) King hâlâ sersem görünmekle birlikte kendine gelmişti ve iki adam konuşuyordu.
"Lütfen bana sadece burkulduğunu söyle," dedi yazar cılız, endişeli bir sesle.
"Hayır! Görünüşe bakılırsa altı, hatta belki yedi yerden kırılmış." Sa-kinleşecek ve belki de iyi bir hikâye uyduracak zamanı bulmuş olan Smith' in sesi normal, hatta neredeyse neşeli geliyordu.
"Moralimi düzelttin doğrusu," dedi King. Yüzünün görünen kısmı çok solgundu ama alnındaki yaranın kanaması neredeyse durmuştu. "Sigaran var mı?"
"Yok," dedi Smith aynı tuhaf, neşeli sesle. "Bıraktım," Roland dokunuşta çok güçlü olmamasına rağmen adamın yalan söylediğini biliyordu. Smith'in sadece üç sigarası kalmıştı ve onları istediği takdirde minibüsünü sigarayla doldurabilecek kadar zengin olan bu adamla Paylaşmak istemiyordu. Ayrıca, diye düşündü Smith...
"Ayrıca kaza geçirmiş insanlar sigara içmemeli," dedi erdemli bir edayla.
King başını salladı. "Nefes almakta zorlanıyorum zaten."
"Muhtemelen bir iki kaburga kemiğidir. Adım Bryan Smith. Size çarpan benim. Üzgünüm." Elini uzattı ve -inanılmazdı ama- King uzatılan eli sıktı.
"Daha önce başıma hiç böyle bir şey gelmemişti," dedi Smith. "Park cezası bile yemedim."
King buna inanmış da olabilirdi inanmamış da; ama yorum yapmamayı seçti, aklı başka bir şeyle meşguldü. "Bay Smith -Bryan- burda başka biri var mıydı?"
Ağaçların arasındaki Roland'ın vücudu katılaştı.
Smith sorulanı bir süre düşündü. Elini cebine atıp bir Mars çikolatası çıkardı ve ambalajını açmaya koyuldu. Sonra başını iki yana salladı. "Hayır, sadece siz ve ben. Ama yol üstündeki dükkândan 911 Acil Yar-dım'ı aradım. Birinin çok yakınlarda olduğunu söylediler. Hemen burda olurmuş. Merak etmeyin."
"Kim olduğumu biliyorsunuz."
"Tanrı'm evet!" dedi Bryan Smith ve kıkırdadı. Çikolatadan bir lokma aldı ve çiğnerken konuşmaya devam etti. "Görür görmez tanıdım. Bütün filmlerinizi gördüm. En sevdiğim Saint Bernard'la ilgili olan. Köpeğin adı neydi?"
"Kujo," dedi King. Bu Roland'ın tanıdığı bir isimdi. Baş başa oldukları anlarda Susan Delgado bazen söylerdi. Mejis'te kujo, "tatlı şey" anla-mındaydı.
"Evet! O harikaydı işte! Acayip korkunçtu! Küçük çocuğun ölmemesine çok sevinmiştim!"
"Kitapta ölüyordu." King sonra gözlerini kapatıp geriye yaslanarak beklemeye başladı.
Smith çikolatadan kocaman bir lokma daha aldı. "Palyaçolu olanı da çok beğendim! Çok iyiydi!"
King cevap vermedi. Gözleri kapalıydı. Roland, yazarın göğsünün derin ve düzenli nefeslere işaret eder şekilde yükselip alçaldığını gözlemledi. Güzel.
Sonra bir araç kükreyerek bulundukları yere yaklaştı ve Smith'in mi-büsünün önünde durdu. Yeni motorlu-taşıyıcı bir cenaze arabası bü-.jklüğündeydi ama rengj siyah değil, turuncuydu ve parlak ışıklar saçıyordu. Roland yeni aracın durmadan önce dükkân sahibinin kamyonetinin izlerinin üzerinden geçtiğini memnuniyetle gördü.
Araçtan bir robotun çıkması onu şaşırtmazdı, ama inen bir adam oldu Adam aracın içinden siyah bir doktor çantası çıkararak King'in yanına seğirtti. Her şeyin olabildiğince iyi olduğunu görüp tatmin olan Roland o eski, bilinçsiz zarafetiyle yürüyerek Jake'in yattığı yere döndü: tek bir dal parçasını bile kırmamış, tek bir kuşu bile ürkütmemişti.
8
Birlikte şahit olduğumuz onca şeyden ve öğrendiğimiz onca sırdan sonra Bayan Tassenbaum'un o gün saat on yedi on beşte Chip McAvoy'un eski kamyonetini daha önce ziyaret etmiş olduğumuz bir evin önüne çekmesi sizi şaşırtır mı? Muhtemelen hayır çünkü ka bir tekerlektir ve nasıl döneceğini bilir. 1977 yılında son kez ziyaret ettiğimizde hem ev, hem de Key-wadin Gölü'nün kıyısındaki kayıkhane beyaza boyanmıştı ve yeşil süslemeleri vardı. Orayı '94'te satın alan Tassenbaumlar evi çok hoş bir krem tonuna boyatmıştı (süslemeler yoktu, irene Tassenbaum'a göre süslemeler kararsız insanlara göreydi). Ayrıca giriş yolunun hemen başına GÜNBATİMİ KULÜBESİ yazan bir tabela koymuşlardı ve Sam Amca'ya göre bu, adreslerinin bir parçasıydı ama yerel halk için Keywadin Gölü'nün güney ucundaki bu ev daima John Cullum'm yeri olarak kalacaktı.
irene kamyoneti koyu kırmızı Benz'in arkasına park etti ve içeri girdi. Bir yandan da David'e kasabanın levazımatçısınm kamyonetini kullanma sebebini açıklayan, makul bir hikâye uydurmaya çalışıyordu, ama Günbatimi Kulübesi'ne sadece boş yerlere özgü o sessizlik hâkimdi ve İrene'in bunu fark etmesi fazla zaman almadı. Geçen yıllar içinde boş mekânlara -önce apartman daireleri, sonra giderek büyüyen evler- pek S°k kez girmişti. David dışarıda içiyor veya kadınlarla gününü gün ediyor olduğundan değildi, Tanrı korusun. Hayır, David ve arkadaşları ya bir ga. rajda ya da bodrum katında bir atölyede, Beverage Barn'dan alınma ucuz şarap ve biralar eşliğinde interneti ve onu desteklemek ve kullanıcı dostu haline getirmek için gerekli olan yazılımları üretiyor olurdu. Çoğu kimse buna inanmazdı ama kâr, onlar için bir yan etkiden ibaretti. Bir diğer yan etki de eşlerinin eve girdikleri zaman sıkça karşılaştığı sessizlikti. Zamanla bu mırıldanan sessizlik insanın asabını bozuyor, çıldırtıyordu ama o gün değil. O gün evin sadece ona ait olması Irene'i çok memnun etmişti.
İsterse Şerif Dillon'la yatacak mısın?
Bu sorunun cevabını düşünmesine bile gerek yoktu. Cevap evetti, is-terse onunla yatardı: köpek stili, misyoner, o nasıl tercih ederse. Ama adam genç
(sai? oğul?)
dostu için yas tutuyor olmasaydı bile onunla yatmazdı; yüzü kırışıklıklarla dolu, saç dipleri grileşmiş, ünlü markalardan kıyafetlerinin sakla-yamadığı bir göbeğe sahip bir kadınla niye yatmak isteyecekti ki? Aptalca bir fikirdi.
Ama evet. İsterse onunla yatardı.
Buzdolabına baktı ve üzerinde mıknatısla (BİZ POZİTRONİK'İZ, GELECEĞİ DEVRE DEVRE İNŞA EDİYORUZ yazıyordu mıknatısın üzerinde) tutturulmuş kısa bir not olduğunu gördü.
Ree,
Rahatlamamı istedin, ben de rahatlıyorum işte (kahretsin!). Sonny Emerson'la gölün diğer ucuna balık tutmaya gidiyorum, evet, evet. Böcekler çok kötü olmazsa aksam on dokuz gibi dönerim. Sana bir levrek getirirsem temizler îi pişirir misin?
D.
NOT: Levazımatçıda 3 polis arabasını gerektirecek kadar büyük bir olay var. GAİPTEN-GELENLER mi yoksa???? © Bir şey öğrenirsen bana da anlatırsın.
Kocasına o öğleden sonra oraya gideceğini söylemiş -yumurta ve süt imaya niyetliydi, ama alamamıştı elbette- o da başını sallamıştı. Evet, hayanı Tamam, hayatım. Ama notunda hiç endişe belirtisi yoktu, söylediklerini hatırlıyor gibi bile değildi. Eh, ne beklemişti ki? Söylenenler David'in bir kulağından girer, diğerinden çıkardı. Dâhi Dünyası'na hoş geldiniz.
Kâğıdın arkasını çevirdi, kalemle dolu fincandan bir kurşunkalem aldı tereddüt etti, sonra yazmaya koyuldu:
David,
Bir şey oldu, bir süreliğine gitmek zorundayım. En az 2, belki 3-4 gün. Lütfen beni merak etme ve kimseyi arama. ÖZELLİKLE DE POLİSİ. Kayıp kedi vakası.
Dostları ilə paylaş: |