"İyi misiniz?" diye sordu kadm alçak, ilgili bir sesle.
"Evet," dedi Roland. "İyiyim. Ya Moses Carver? O ne zaman öldü?"
Kadın kaşlarını kaldırdı ve güldü.
"Ne?..."
"Kendiniz görün."
Cam kapıları işaret ediyordu. Yüzü buruş buruş olmuş, saçları ve kaşları kar gibi bembeyaz bir adam kendi kendine konuşur görünen kadının masasının önünden geçerek onlara doğru ilerliyordu. Teninin rengi koyuydu ama koluna girip ona destek olan kadınınki çok daha koyuydu. Adamın boyu uzundu -omurgasındaki eğilme gözönüne alınmazsa bir doksana yakın olmalıydı- ama kadın daha da uzundu, neredeyse iki metreydi. Yüzü güzel değildi, vahşi bir yakışıklılığı olduğu söylenebilirdi. Bir savaşçının yüzüydü. Bir Silahşor'un yüzü.
9
Moses Carver'ın omurgası dik olsaydı Roland ile göz göze olacaklardı. Onun yanında kısa kalan Carver başını bir kuş gibi hafifçe yana eğerek ona doğru kaldırmak durumunda kalmıştı. Boynunu eğemiyormuş gibi görünüyordu, kireçlenme yüzünden sabitlenmiş olmalıydı. Gözleri kahverengiydi, ama akları o kadar kararmıştı ki, irislerinin nerede son-landığını seçmek güçtü. Altın çerçeveli gözlüklerin gerisinden bakan gözleri neşe doluydu. Küçük beyaz bıyığı hâlâ duruyordu.
"Gilead'lı Roland!" dedi. "Sizinle tanışmaya nasıl da can atıyordum, etendim! John ve Aaron öldükten sonra bunca zaman hayatta kalmamın tek sebebi sanırım bu. Beni bir dakikalığına bırak, Marian, bırak! Yapmam gereken bir şey var."
Marian Carver adamı bırakıp Roland'a baktı. Roland, kadının sesin, kafasının içinde duymadı, buna gerek de yoktu; kadının anlatmak istediği gözlerinden açık seçik okunuyordu: Düşerse onu yakalayın, sai.
Ama Susânnah'nın Mose Baba dediği adam düşmedi. Gevşek bir yumruk yaptığı elini alnına götürdü ve tüm ağırlığını titreyen sağ bacağı. na vererek sağ dizini kırdı. "Selam olsun Steven'ın oğlu, Arthur Eld'in hakiki vârisi, Gilead'dan çıkan son Silahşor Roland Deschain. Araıruzda Gül ka-tet'i adını verdiğimiz birliğin hayatta kalan son üyesi olarak seni selamlıyorum."
Roland da yumruğunu alnına götürdü ve dizini kırmakla yetinmeyip tek dizi üzerine çöktü. "Selam olsun Susânnah'nın vaftiz babası, Gül ka-tet'inm dinh'i Mose Baba. Seni tüm kalbimle selamlıyorum."
"Teşekkürler derim," dedi yaşlı adam ve ardından küçük bir çocuk gibi güldü. "Gül'ün Evi'nde karşılaşmamız hayırlı oldu! Bir zamanlar Gül'ün Mezarı haline getirilmek istenen yerde! Ha! Bize öyle yapmadığımızı söyle! Yapabilir misin?"
"Hayır, çünkü yalan olur."
"Söyle!" diye haykırdı adam ve ardından yine o cehennemin-dibine-ka-dar-yolun-var kahkahasını patlattı. "Şaşkınlığımdan nezaket kurallarını unuttum, Silahşor. Bu yanımdaki güzel kadının torunum olduğunu düşünebilirsin çünkü o doğduğunda, yani bin dokuz yüz altmış dokuzda yetmiş yaşındaydım ama gerçek şu ki bazen hayattaki en büyük zevkler geç yaşta tadılıyor, kanımca buna çocuk sahibi olmak da dahil. Uzun lafın kısası, bu benim kızım, Marian Odetta Carver, doksan sekiz yaşında emekli olduğum '97'den beri Tet Şirketi'nin başkanıdır kendisi. Yaklaşık on milyar dolar değerindeki bu şirketin bir kara derili tarafından yönetilmesi bazılarının küçük dilini yutmasına sebep olur mu sence, Roland?" Giderek artan heyecanı ve neşesi aksanının iyice koyulaşmasına yol açmıştı.
"Yeter, baba," dedi yanındaki uzun boylu kadın. Sesi nazik ama tavizsizdi. "Yoksa kalbin bu heyecana isyan edecek. Ayrıca bu adamın vakti kısıtlı."
"Beni bir koyun gibi güdüyor!" diye bağırdı yaşlı adam öfkeyle. Aynı da başını hafifçe çevirdi ve kızının görmeyeceğini bildiği bir anda Roland'a muzipçe göz kırptı.
Sanki kızın numaralarını bilmiyor, yaşlı adam, diye düşündü Roland hüznüne rağmen hafifçe eğlenerek. Sanki çok uzun yıllardır -delah- bilmiyor. Sen öyle sanmaya devam et.
"Seninle birazdan konuşacağız, Roland," dedi Marian Carver. "Ama Önce görmem gereken bir şey var."
"Hiç de bile!" diye bağırdı yaşlı adam sesi hiddetle çatlayarak. "Hiç gerek yok ve sen de biliyorsun! Yoksa bir aptal mı büyüttüm?"
"Muhtemelen haklı," dedi Marian. "Ama tedbirli olmak, sonradan..."
"...üzülmekten iyidir," dedi Silahşor. "Evet, bu güzel bir ilke. Görmek istediğiniz nedir? Size söylediğim kişi olduğumu ispatlayarak bana inanmanızı sağlayacak olan nedir?"
"Tabancan," dedi kadın.
Roland Eski Ev Günleri tişörtünü deri çantasından çıkardı ve kılıfı içinden çekip aldı. Sonra sandal ağacından kabzasını tutup tabancayı kılıfından çekti. Marian Carver'in keskin, huşu dolu bir nefes aldığını duydu ama duymamış gibi yaptı. Takım elbiseli iki muhafızın irileşmiş gözlerle yaklaştığını fark etmişti.
"Bakın!" diye bağırdı Moses Carver. "Evet, her biriniz onu görün! Tanrı deyin! Torunlarınıza Arthur'un kılıcı Excalibur'u gördüğünüzü söyleyebilirsiniz çünkü bu aynı şey!"
Roland, babasının tabancasını Marian'a uzattı. Kim olduğunu doğrulamak için tabancayı alması gerektiğini, onu Tet Şirketi'nin yumuşak karnına (yanlış kişilerin korkunç zararlar verebileceği) götürmeden önce kimliğinden emin olması gerektiğini biliyordu ama kadın bir an için görevini yerine getiremedi. Sonra kendini toplayarak çelik gibi sertleşti ve tabancayı aldı. Ağırlığı karşısında gözleri şaşkınlıkla irileşti. Parmaklarını tetikten uzak tutarak namluyu göz hizasına kaldırdı ve namlunun yakınındaki işlemeyi inceledi:
"Bana bunun ne anlama geldiğini söyler misiniz, Bay Deschain?" dj. ye sordu ona.
"Evet ama bana Roland demen şartıyla." "İstediğiniz buysa denerim."
"Bu Arthur'un nişanı," dedi Roland parmağını şeklin üzerinde gezdi, rerek. "Kabrinin kapısındaki yegâne nişan. Onun dinh nişanı ve BEYA£ anlamına gelir."
Yaşlı adam sessiz ama emredici bir tavırla titreyen ellerini uzattı. "Dolu mu?" diye sordu kadın. Sonra cevabını beklemeden: "Elbette dolu."
"Tabancayı ona ver," dedi Roland.
Marian şüpheli görünüyordu. İki muhafız ondan da şüpheli gibiydi ama Mose Baba titreyen ellerini hâlâ dulbırakana doğru uzatmış, bekliyordu. Roland başını salladı. Kadın tabancayı gönülsüzce babasına uzattı. Yaşlı adam silahı aldı, iki eliyle tuttu ve Silahşor'un yüreğini hem ısıtan, hem de buz kesmesine yol açan bir şey yaptı: yaşlı, buruşuk dudaklarıyla namluyu öptü.
"Ne tadı aldın?" diye sordu Roland merakla.
"Yılların tadını, Silahşor," dedi Moses Carver. "Yılların tadını aldım." Ve tabancayı kabzası karşıya gelecek şekilde tekrar kızma uzattı.
Kadın, öldürücü ağırlığından kurtulduğuna memnun olmuş gibi silahı Roland'a verdi ve o da tekrar kılıfına koydu.
"İçeri gelin," dedi kadın. "Vaktimiz az olmasına rağmen burda geçirdiğiniz sürenin kederinizin elverdiğince iyi olması için elimizden geleni yapacağız."
"Buna amin derim!" dedi yaşlı adam ve Roland'ın omzunu tuttu. "Sizin Susannah dediğiniz Odetta'm hâlâ hayatta. Bunu bilmenin seni memnun edebileceğini düşündüm."
Roland gerçekten memnun olmuştu ve başını sallayarak teşekkür etti. "Haydi, Roland," dedi Marian Carver. "Gel ve kendini evinde hisset çünkü burası sana da ait ve bir daha ziyaretimize gelme ihtimalinin çoK düşük olduğunu biliyoruz."
10
Marian Carver'ın ofisi doksan dokuzuncu katın kuzeybatı köşesin-, JJ Duvarlar yekpare camdı ve manzara Silahşor'un nefesini kesti. Kösede durup dışarı bakmak herhangi bir aklın hayal edebileceğinin öte-inde bir ihtişama sahip bir ufuk çizgisinin üzerinde havada asılı durmak gibiydi- Ama karşısındaki manzara tanıdıktı, asma köprüyü ve bu tarafındaki yüksek binalardan bazılarını daha önce görmüştü. Köprüyü tanıması gerekirdi zira bir başka dünyada o köprü üzerinde neredeyse ölüyorlardı. Bıçakçı, Jake'i kaçırıp Tik-Tak Adam'a götürmüştü. Burası Lud Şehri'nin en parlak günlerindeki haliydi.
"Buraya New York mu diyorsunuz?" diye sordu. "Öyle, değil mi?" "Evet," dedi Nancy Deepneau. "Peki şu köprüye?"
"George Washington," dedi Marian Carver. "Buralılar kısaca GWK der."
Demek bu köprü onları Lud'a götüren köprü olmakla kalmıyordu. Aynı zamanda Peder Callahan'ın yolculuklarına başlamadan önce New York'tan ayrılırken üzerinde yürüdüğü köprüydü. Roland, pederin hikâyesinin o kısmını çok iyi hatırlıyordu.
"İçecek bir şey alır mıydınız?" diye sordu Nancy Deepneau.
Reddedecekti ki başının döndüğünü hissederek fikrini değiştirdi. Evet, bir içecek alırdı ama sadece duyularını keskinleştirecekse. "Varsa çay içerim," dedi. "Sıcak, demli çay. Şeker veya balla. Mümkün mü?"
"Mümkün," dedi Marian ve masasının üzerinde bir düğmeye bastı. Roland'ın göremediği bir kadınla konuştu ve Silahşor bir anda dış ofiste-h kadının -kendi kendine konuşuyormuş gibi görünen- varlığının sebebini anladı.
Sıcak içecekler ve sandviçler sipariş edildikten sonra Marian öne eğ'ldi ve Roland'ın gözlerine baktı. "New York'ta karşılaşmamız hayırlı oldu, Roland, öyle olduğunu umuyorum ama burdaki zamanımız... hayan değil. Ve sebebini bildiğini sanıyorum."
Silahşor bir süre düşündükten sonra başını salladı. Biraz ihtiyatla ama ihtiyat, yıllar içinde yapısının bir parçası olmuştu. Tedbirin karakter-lerinin doğal bir parçası olduğu insanlar vardı -mesela Alain Johns ve Ja. mie DeCurry- ama Roland onlardan biri olmamış, daima önce ateş etmiş sonra soru sormuştu.
"Nancy Işın Bahçesi'ndeki pirinç plakada yazanları okuduğunu söv-ledi," dedi Marian. "Sen..."
"Işın'ın Bahçesi, İlah deyin!" diye araya girdi Moses Carver. Kızının ofisine doğru yürürlerken koridordaki bir portmantodan bir baston almıştı ve şimdi o bastonu söylediklerini vurgulamak istercesine halıya vuruyordu. Marian buna sabırla katlandı, "//a/ı-bombası deyin!"
"Babamın Rahip Harrigan'la son zamanlardaki dostluğunun hayatımın önemli alanlarından biri olduğunu söyleyemem," dedi Marian iç geçirerek. "Ama boş ver. Plakayı okudun mu, Roland?"
Silahşor başını salladı. Nancy Deepneau farklı bir kelime kullanmıştı ama kastedileni anlıyordu. "Harfler Kadim Harfler'e dönüştü. Kolayca okuyabildim."
"Ne yazıyordu?"
"EDWARD CANTOR DEAN VE JOHN 'JAKE' CHAMBERS ONURUNA TET ŞİRKETİ
TARAFINDAN VERİLMİŞTİR." Duraksadı. "Sonra 'Cam-a-cam-mal, Pria-toi, gan delah,' diyordu yani BEYAZ KİRMİZİNİN ÜZERİNDE, GAN BÖYLE BUYURDU."
"Bizim için de İYİ KÖTÜDEN ÜSTÜNDÜR, BU TANRİ'NİN İRADESİDİR," dedi Marian.
"Tanrı'ya şükürler olsun!" dedi Moses Carver ve bastonunu yere vurdu. "Prim yükselsin!"
Kapı formalite icabı çalındı ve hemen ardından dış ofiste oturmakta olan kadın elinde gümüş bir tepsiyle içeri girdi. Kadının dudaklarının önünde havada duran küçük, siyah top ve kulağının arkasında, saçlarının arasında kayb0]an ince siyah düzenek Roland'ı büyülemişti. Bir tür uzak... konuş-cihazı olduğuna şüphe yoktu. Nancy Deepneau ve Marian Carver duanı tüten çay ve kahvelerin servis edilmesine yardım etti. Şeker, bal ve krema dolu kâseler masaya yerleştirildi. Ayrıca bir tabak dolusu sandviç ardı. Roland'ın midesi guruldadı. Toprağın altındaki dostlarını -onlar için tljj yemek yoktu- ve caddenin karşısındaki küçük parkta sabırla onu bekleyen irene Tassenbaum'u düşündü. Bu düşüncelerden birinin bile iştahını kapamaya yetmesi gerekirdi, ama midesinden bir başka edepsiz gurultu yükseldi. İnsanların bazı parçaları vicdansızdı, bu gerçeği çocukluğundan beri bilirdi. Tabaktan bir sandviç aldı, çayına bir kaşık şeker boca etti ve ardından bolca da bal ekledi. Buradaki işini mümkün olduğunca çabuk halledip Irene'in yanına dönecekti ama.o arada...
"Sana yarasın, Silahşor," dedi Moses Carver ve fincanındaki kahveye üfledi. "Dişlerden geçer ve boğazdan, dikkat et ey mide, işte geliyor çorban! Hee!"
"Babamla Montauk Point'te bir evimiz var," dedi Marian kahvesine krema eklerken. "Ve bu hafta sonu ordaydık. Cumartesi günü saat beşi çeyrek geçe civarı burdaki güvenlik ekibimizin bir üyesinden bir telefon aldım. Onları işe Hammarskjöld Plaza Birliği işe alıyor, ama Tet Şirketi onlara... şey, ilgi çekici bilgiler diyelim... bunları anında vermeleri için ekstra ücret ödüyor. 19 Haziran yaklaştıkça lobideki plakayı daha da artan bir ilgiyle takip ediyorduk, Roland. O gün saat beşi biraz geçinceye kadar üzerinde İŞİN
AİLESİ VE GILEAD ANISINA TET ŞİRKETİ TARAFINDAN VERİLMİŞTİR yazdlğini
bilmek seni şaşırtır mı?"
Roland bunu düşündü, çayından bir yudum aldı (sıcak, demli ve güzeldi) ve başını iki yana salladı. "Hayır."
Kadın gözleri parlayarak öne eğildi. "Neden öyle diyorsun?" "Çünkü o cumartesi günü saat on altı ve on beş arasına dek hiçbir ^y kesin değildi. Kırıcılar durdurulmuş olmasına rağmen Stephen King Varılmadığı sürece hiçbir şey kesin olamazdı." Diğerlerine baktı. "Kırı-cılar'ı biliyor musunuz?"
Marian başını salladı. "Ayrıntıları değil ama yok etmeye çalıştıklar Işın'ın artık güvende olduğunu ve yenilenemeyecek kadar fazla hasar görmediğini biliyoruz." Bir anlık tereddütten sonra devam etti. "Ve kaybı. nı biliyoruz. Her ikisini de. Çok üzgünüz, Roland."
"O çocuklar İsa'nın kucağında güvende," dedi Marian'ın babası. "or. da değillerse bile açıklıkta birlikteler."
Buna inanmak isteyen Roland başını salladı ve teşekkürler dedi Sonra tekrar Marian'a döndü. "Yazarın ölmesine ramak kalmıştı. Ağır yaralandı. Jake, onu kurtarırken öldü. King ve ona çarpacak olan mini-büsmobilin arasına girdi."
"King yaşayacak," dedi Nancy. "Ve tekrar yazacak. Bunu yetkin bir kaynaktan öğrendik."
"Kimden?"
Marian tekrar öne eğildi. "Birazdan," dedi. "Asıl nokta şu, Roland; buna inanıyoruz, bundan eminiz ve King'in önümüzdeki birkaç yıldaki güvenliği Işınlar konusundaki görevinizi yerine getirdiğiniz anlamına geliyor: Ves'-Ka Gan."
Roland başını salladı. Şarkı devam edecekti.
"Önümüzde yapılacak çok iş var," diye devam etti Marian. "Hesaplarımıza göre en az otuz yıl sürecek ama..."
"Ama bu sizin değil, bizim işimiz," dedi Nancy.
"Bunu da aynı 'yetkin kaynak' mı belirtiyor?" diye sordu Roland çayını yudumlamadan önce. Sıcak olmasına rağmen fincandaki çayı yarılamıştı bile.
"Evet. Kızıl Kral'ın kuvvetlerini mağlup etme görevin başarıyla sonuçlandı. Kızıl Kral da..."
"O söylediğin asla bu adamın görevi olmadı ve sen de bunu çok ıyı biliyorsun!" dedi zenci kadının yanında oturmakta olan yüzlük ihtiyar-Bastonunu yine yere vurmuştu. "Onun amacı..."
"Baba, bu kadarı yeter." Sesi, yaşlı adamın gözlerini kırpıştırması^ yol açacak kadar sertti."
"Hayır- bırak konuşsun," dedi Roland ve kırbaç gibi saklayan sesi ■■ erine herkes ona şaşkınca (ve biraz da korkuyla) baktı. "Bırak konuş-
çünkü doğruyu söylüyor. Her şeyi açıkça konuşalım. Benim için Işın-ı r sadece birer vasıta oldu. Kırılsalardı Kule devrilirdi. Kule devrilseydi ona asla ulaşamaz ve tepesine tırmanamazdım."
"Kara Kule'yi evrenin varlığından daha fazla umursadığını söylüyorsun " dedi Nancy Deepneau. Şunu-bir-açıklığa-kavuşturalım ses tonuyla konuşuyor, Roland'a hayret ve küçümsemeyle karışık bir ifadeyle bakıyordu. "Tüm evrenlerin varlığından."
"Kara Kule varlığın kendisidir," dedi Roland. "Ve ona ulaşmak için harcadığım yıllarda bana baba diyen bir çocuk da dahil olmak üzere pek çok dost feda ettim, hanım-Mi, bu yüzden o küstah bakışlarını üzerimden çek. Kısa zamanda ve iyi bir şekilde yap, yalvarırım."
Sesi nazik ama buz gibi soğuktu. Nancy Deepneau'nun yüzü kâğıt gibi oldu ve elleri öylesine titremeye başladı ki Roland çayını üzerine döküp yanmasına fırsat vermeden fincanı elinden aldı.
"Beni yanlış anlamayın," dedi. "Beni iyice dinleyin ve iyi anlayın, çünkü bir daha asla konuşmayacağız. Her iki dünyada da yapılan yapıldı, olan oldu. İyi ya da kötü, ka için veya ka'ya karşı. Ama bildiğiniz tüm dünyaların ötesinde dahası var ve onların da ardında tahmin edebileceğinizden fazlası var. Zamanım dar, o yüzden ilerleyelim."
"İyi dedin!" diye homurdandı Moses Carver ve bastonunu yine yere vurdu.
"Gücendirdiysem gerçekten üzgünüm," dedi Nancy.
Roland buna karşılık vermedi, çünkü bir nebze bile üzgün olmadığını biliyordu, kadın ondan sadece korkuyordu. Bir süre gergin bir sessizlik °ldu. Sonra Marian Carver sessizliği bozdu. "Bizim Kırıcılar'ımız yok, Roland. Ama Taos'taki çiftlikte işe aldığımız bir düzine telepat ve önbili-0 var. Birlikte ürettikleri bazen değişken olabiliyor ama daima bölümle-nnın toplamından büyük. 'İyi-akıl' terimini biliyor musun?"
Silahşor başını salladı.
"Onun farklı bir biçimini üretiyorlar," dedi kadın. "Gerçi Gök Gürü] tüsü'ndeki Kırıcılar'ın ürettiği kadar güçlü olmadığından eminim."
"Çünkü onların elinde yüzlercesi vardı," diye homurdandı yası adam. "Ve daha iyi besleniyorlardı."
"Ayrıca Kral'ın hizmetkârları özellikle en güçlü olanları toplamaya çalışıyordu," dedi Nancy. '"Pastanın kreması' dediğimiz kısmı hep onlar ele geçirdi. Yine de elimizdekiler bize gayet iyi hizmet etti."
"Böyle insanları işe almak kimin fikriydi?" diye sordu Roland.
"Sana garip gelebilir, ortak," dedi Moses. "Ama fikir Cal Tower'dan çıktı. Hiçbir zaman fazla katkısı olmadı, kitap koleksiyonundan başka hiçbir şeyi önemsemeyen huysuz pezevengin tekiydi..."
Kızı, ona uyaran bir bakış fırlattı. Roland gülmemek için epey çaba sarf etmek zorunda kalmıştı. Moses Carver yüz yaşında olabilirdi, ama Calvin Tower'i tek bir cümleyle anlatabilmişti.
"Her neyse, okuduğu birkaç bilimkurgu kitabında telepatlardan bah-sediliyormuş. Bilimkurgunun ne olduğunu biliyor musun?"
Roland başını iki yana salladı.
"Eh, boş ver. Çoğu saçmalık ama arada sırada içlerinden iyi bir fikir çıkabiliyor. Dinle bak, sana iyilerinden birini anlatacağım. Yirmi iki yıl önce arkadaşın Bay Dean, Tower'i iki köpekten kurtardıktan sonra Tower ile aralarında geçen konuşmayı biliyorsan anlarsın."
"Baba," dedi Marian uyarırcasına. "Zenci konuşmasını bırak. Yaşlısın ama aptal değilsin."
İhtiyar çamurlu yaşlı gözlerinde muzip bir neşeyle kızına baktıktan sonra Roland'a dönüp tekrar bilmişçe göz kırptı. "O iki serseri!"
"Eddie bahsetmişti, evet," dedi Roland.
Carver'ın aksanı yok oldu ve kelimeler net bir şekilde ağzından döküldü. "O halde Benjamin Slightman'ın yazdığı Hogan isimli kitap üzerine konuştuklarını bilirsin. Kitabın adı yanlış basılmıştı. Yazarın ismi de öyle. Tam da bizim yaşlı şişkoyu heyecanlandıracak şeyler."
“Ka-tet," dedi Roland. Kitabın ismi aslında Dogan'âı ve bu kelimenin Roland ve tet'\ için anlamı çok büyüktü.
"Eh, Cal Tower, dostunun ziyaretinden sonra yazarla daha yakından lendi ve Daniel Holmes adı altında dört kitap daha yazmış olduğunu keşfetti- Şu Slightman bir Klansman's kâğıdı gibi beyazdı ama diğer ki- olarını Odetta'nın babasının adıyla yazmayı tercih etmişti. Ve bahse gi-rerim ki bu seni hiç şaşırtmadı, değil mi?"
"Hayır," dedi Roland. Ka 'nın şifre düğmesinin dönerken çıkardığı bir başka hafif tık sesiydi.
"Ve Holmes adıyla yazdığı bütün kitaplar bilimkurguydu; hükümetin bilgi edinmek için telepatlarla önbilicileri işe almasıyla ilgili kitaplar. İşte fikri ordan aldık." Roland'a baktı ve bastonunu yere zafer kazanmış bir edayla vurdu. "Aslında daha anlatılacak çok şey var, ama vaktin olduğunu sanmıyorum. Her şey aynı noktaya gelip dayanıyor, değil mi? Zaman. Ve bu dünyada tek yöne doğru ilerliyor." Yüzünde özlem dolu bir ifade belirdi. "Vaftiz kızımı tekrar görebilmek için çok şey verirdim, Silahşor ama bunun mümkün olduğunu sanmıyorum. Öyle değil mi? Açıklıkta buluşursak görüşebileceğiz."
"Doğru diyorsun," dedi Roland. "Ama ona mesajını ileteceğim ve seni nasıl dinç ve ateşli gördüğümü anlatacağım..."
"İlah de, İlah -bombası de!" diye lafını kesti yaşlı adam ve bastonuyla yere vurdu: "Söyle ona, kardeşim! Anlat ona!"
"Anlatacağım." Roland çayını bitirip boş fincanı Marian Carver'ın masasına bıraktı ve sağ eliyle kalçasına destek olarak ayağa kalktı. Artık orada ağrısı olmadığı gerçeğine alışması uzun zaman alacaktı, muhtemelen kalan vaktinden daha fazlası gerekecekti. "Şimdi gitmeliyim. Gitmem gereken, buraya fazla uzakta olmayan bir yer var."
"Neresi olduğunu biliyoruz," dedi Marian. "Oraya vardığında seni karşılayacak biri olacak. Mekân senin için güvenli hale getirildi, aradığın topı hâlâ ordaysa ve hâlâ çalışıyorsa ordan gideceksin."
Roland hafifçe eğildi. "Teşekkürler derim, sai."
"Ama birkaç dakika daha otur, senin için uygunsa. Senin için arma&an larımız var, Roland. Yaptığın onca şeyin -senin seçimin olsalar da olmasa lar da- karşılığı olamazlar elbette ama yine de isteyebileceğini sanıyor^ Biri, Taos'taki iyi-akıl ahalisi dostlarımızdan bir haber. Bir başkası daha " Bir an düşündü "...daha normal araştırmacılarımızdan. Bu binada bizim için çalışıyorlar. Kendilerine Calvinler diyorlar ama dinsel bir grup değilıer Belki de dokuz yıl önce yeni dükkânında kalp krizinden ölen Bay Tower'a küçük bir sadakat göstergesi. Ya da belki sadece bir espridir."
"Öyleyse kötü bir espri," diye söylendi Moses Carver.
"Ve iki tane daha var... bizden. Nancy'den, benden, babamdan ve açıklığa gidenden. Bizimle kısa bir süre daha kalacak mısın?"
Roland gitmek için sabırsızlanmasına rağmen kalmayı kabul etti. Ja-ke'in ölümünden beri ilk kez kederden başka bir duyguya kapılmıştı.
Merak.
11
"Önce, New Mexico'dakilerden gelen haber," dedi Marian, Roland tekrar oturduğunda. "Sizi ellerinden geldiğince izlediler ve Gök Gürültüsü tarafında görebildikleri çoğunlukla bulanık olmasına rağmen Ed-die'nin ölmeden kısa bir süre önce Jake Chambers'a bir şey -önemli bir şey- söylediğine inanıyorlar. Muhtemelen yatıyorken ve... bilmiyorum..."
"Alacakaranlığa kaymadan önce mi?" dedi Roland.
"Evet," dedi Nancy Deepneau. "Öyle sanıyoruz. Daha doğrusu öyle sanıyorlar. Bizim Kırıcılar'ımız."
Marian, ona sözünün kesilmesinden hoşlanmadığını belirten bir ifadeyle kaşlarını çatarak baktı. Sonra tekrar Roland'a döndü. "Bu tarafta bazı şeyleri görmek çalışanlarımız için daha kolay ve içlerinden birkaçı. Jake'in ölmeden önce bu mesajı bir başkasına ilettiğinden oldukça emin-Duraksadı. "Birlikte yolculuk yaptığın şu kadın, Bayan Tannenbaum-"
"Tassenbaum," diye düzeltti Roland. Bunu hiç düşünmeden yapmış" çünkü zihni başka bir şeyle meşguldü. Arı gibi vızıldıyordu.
"Tassenbaum," dedi Marian. "Şüphesiz sana, Jake'in ölmeden önce iğliklerinin bir kısmını iletmiştir ama başka bir şey daha olabilir. Özelle sayadığından değil, önemsemediğinden söylemediği bir şey. Yollarınız vnlrnadan önce ona, Jake ile konuştuklarını tekrar sorar mısın?"
"Tamam," dedi Roland ve soracaktı elbette ama Jake'in Eddie'nin mesajını Bayan Tassenbaum'a ilettiğini sanmıyordu. Hayır, ona değil. Trene'in arabasını park etmelerinden beri Oy'u neredeyse hiç düşünmediğini fark etti ama Oy onlarla birlikteydi elbette; o an caddenin karşısındaki küçük parkta, Irene'in ayaklarının dibinde yatmış, güneşlenerek onu bekliyor olmalıydı.
"Pekâlâ," dedi kadın. "Bunu belirttiğimize göre devam edebiliriz." Marian masasının ortasındaki geniş çekmeceyi açtı ve içinden büyükçe bir zarfla küçük, ahşap bir kutu çıkardı. Zarfı Nancy Deepneau'ya uzattı. Kutuyu ise önüne, masasının üzerine koydu.
"Bir sonrakini Nancy anlatacak," dedi. "Ve olabildiğince kısa kesmeni rica etmek durumundayım, Nancy, çünkü bu adam gitmek için sabır-sızlanıyormuş gibi görünüyor."
"Anlat," dedi Moses ve bastonunu yere vurdu.
Nancy, ona baktı, sonra Roland'a döndü... ya da Roland'm civarına. Yanakları pembeleşmişti ve heyecanlı görünüyordu. "Stephen King," dedi. Sonra boğazını temizledi ve tekrarladı. Nasıl devam edeceğini bilemiyormuş gibi görünüyordu. Yanaklarının rengi daha da koyulaştı.
"Derin bir nefes al," dedi Roland. "Ve tut."
Kadın söyleneni yaptı.
"Şimdi bırak."
Nancy bunu da yaptı.
"Şimdi bana söyleyeceğini söyle, Aaron'ın yeğeni Nancy."
"Stephen King yaklaşık kırk kitap yazdı," dedi kadın ve yüzü hâlâ kı-zarık olmasına rağmen (Roland bunun sebebini yakında öğreneceğini dü-* nc*ü) sesi daha sakindi. "Bu kitapların inanılmaz bir miktarı, en eski olanlar bile bir şekilde Kara Kule ile ilgili. Sanki yazdığı ilk kitaptan be • aklındaymış gibi."
"Bildiğimin doğru olduğunu söylüyorsun," dedi Roland ellerini bir leştirerek. "Teşekkürler derim."
Bu kadını daha da sakinleştirmiş gibiydi. "Bu yüzden Calvinler, çot bilgili üç erkek ve iki kadın, sabah sekizden on altıya kadar günlerce Stephen King'in kitaplarını okudu."
Dostları ilə paylaş: |