Stephen King Kara Kule Cilt7 Kule



Yüklə 2,92 Mb.
səhifə42/62
tarix03.12.2017
ölçüsü2,92 Mb.
#33720
1   ...   38   39   40   41   42   43   44   45   ...   62


Hepsinden öte, Silahşor diye bir şey yoktur. Sonuncusu John Kennedy'dir, şoförü Andrew o konuda haklıdır.

"Sana sıcak çikolata getirdim," der Eddie ve bardağı ona uzatır. Krema ve üzerine serpilmiş hindistancevizi ile mükemmel bir bardak sıcak çikolatadır; kokusu genzine dolar ve bardağı alırken eldivenler içindeki parmaklarını hisseder. Aynı anda o kışın ilk kar taneleri aralarında havada süzülür. Eski, sevgili New York'ta tekrar hayatta olmanın ne kadar güzel, gerçekliğin gerçeklik olmasının ne kadar muhteşem olduğunu düşünür. İçinde bulunduktan bu yılda... Hangi yılda?

Kaşları çatılır çünkü bu önemli bir sorudur, değil mi? Ne de olsa Eddie seksenlerde yaşamıştır ve kendisi de 1964'ten ötesini görmemiştir (yoksa '65 mi?). Jake'e gelince, mutluluk beresinin üzerinde NOELLER yazan Jake Chambers yetmişli yıllardan değil midir? Üçü yirminci yüzyılın ikinci yarısının üç ayrı on yılı temsil ediyorsa buluştukları nokta nedir? Hangi yıldadırlar?

"ON DOKUZ," der bir ses (belki de Büyük Kayıp Karakter Bango Skank'in sesidir). "Bu ON DOKUZ, bu CHASSİT. Bütün dostların öldü."

Her bir kelimeyle dünya daha gerçekdışı olur. Eddie ve Jake'in bedenleri şeffaflasın Aşağı baktığında kutup ayısının pençeleri havaya dikilmiş halde ölü yatmakta olduğunu görür. Sıcak çikolatanın güzel kokusu yerini küflü bir başka kokuya bırakır: eski plastik, yıllanmış ahşap. Yıllardır kimsenin kalmadığı bir otel odasının kokusu.

Hayır, diye inler zihni. Hayır, ben Central Park'ı, Bay MUTLU ve Bay NOELLER'İ istiyorum. Sıcak çikolata kokusunu, aralık ayının ilk kararsız kar tanelerini istiyorum. Fedic'ten, İç-Dünya'dan, Orta-Dünya'dan, Uç-Dünya'dan bıktım. Kendi-Dünya'mı istiyorum. Kara Kule'yi görüp görmemek umurumda değil.

Eddie ve Jake'in dudakları Susannah'nın duyamadığı bir şarkıyı söyler-cesine aynı anda, aynı şekilde hareket eder, ama bu bir şarkı değildir; rüyası sona ermeden önce dudaklarında okuduğu cümle
4

"Dandelo'ya dikkat edin."

Dudaklarında bu kelimelerle, titreyerek uyandı. Daha şafak vakti olmamıştı. Rüyasının hiçbir parçası gerçek olmasa bile nefes buharlaşması kısmı doğruydu. Ellerini yanaklarına götürdü ve hissettiği ıslaklığı sildi. Hava gözyaşlarını donduracak kadar soğuk değildi ama o dereceye yakındı.

Central Park rüyasının gerçek olmasını tüm kalbiyle dileyerek Fedic Hotel'in kasvetli odasında etrafına bakındı. Yerde uyumak zorunda kalmıştı -yatak, parçalara ayrılması an meselesi olan bir pas yığınından ibaretti- ve sırtı tutulmuştu. Ayrıca altına serdiği ve üzerini örttüğü battaniyeler o uykusunda döndükçe parçalanıp lime lime olmuştu. Hava battaniyelerin tozuyla ağırlaşmıştı. Susannah'nın genzini gıdıklıyor, boğazım kaplıyor, korkunç bir gribe yakalanacakmış hissi yaratıyordu. Tir tir titriyordu. Ve tuvalete gitmesi gerekiyor, bu da yarı uyuşuk elleri ve kesik bacaklan üzerinde koridorun sonuna dek emeklemesi gerektiği anlamına geliyordu.

Ve bunların hiçbiri Susannah Odetta Holmes Dean'in o sabahki gerçek sorunu değildi, tamam mı? Asıl sorun harika bir rüyadan uyanıp (bu ON DOKUZ bütün dostların öldü)

kendini neredeyse çıldırmasına yol açacak kadar yalnız hissettiği bir dünyada bulmasıydı. Sorun, gökyüzünün ağarmakta olan tarafının doğu olmayabileceğiydi. Sorun yorgun ve üzgün, kederden kendini kaybetmiş ve depresyonda hissetmesi, evini özlemesi ve kalbinin kırık olmasıydı. Asıl sorun, şafaktan önceki o saatte, havanın battaniye lifleriyle dolu olduğu yıkılmak üzere olan harap bir otel odasında içindeki tüm yaşama isteği kaybolmuş gibi hissetmesiydi. Rüyasını geri istiyordu.

Eddie'yi geri istiyordu.

"Bakıyorum sen de uyanmışsın," dedi bir ses ve Susannah ellerinin yardımıyla öyle hızlı döndü ki bir eline kıymık battı.

Silahşor koridora açılan kapıya yaslanmıştı. İplerden Susannah'ya çok tanıdık gelen bir tür askı örmüş ve sol omzuna asmıştı. Sağ omzuna asılı deri çantanın içinde buldukları yeni malzemeler ve kalan Orizalar vardı. Roland'ın ayaklarının dibinde oturmakta olan Oy, Susannah'ya ciddi bir ifadeyle bakıyordu.

"Ödümü patlattınız, sai Deschain," dedi Susannah.

"Ağlıyordun."

"Ağlayıp ağlamayışım seni ilgilendirmez."

"Burdan ayrıldıktan sonra kendimizi daha iyi hissedeceğiz. Fedic bozulmuş."

Roland'ın ne kastettiğini çok iyi biliyordu. Gece rüzgâr şiddetlenmiş, otelin ve yan taraftaki tavernanın çatısının altından inleyerek eserken sesi Susannah'ya zamanda ve boşlukta evlerinin yolunu asla bulamayacak kadar kaybolmuş çocukların çığlıkları gibi gelmişti.

"Pekâlâ, ama Roland., caddeyi geçip Dogan'a girmeden önce bana w konuda söz vermeni istiyorum."

"Hangi konuda?"

"Bir şey bizi haklayacakmış gibi olursa -Şeytan'ın Kıçı'ndan veya geçiş boşluğundan bir canavar- bu gerçekleşmeden kafama bir kurşun sıkacaksın. Kendine istediğini yapabilirsin ama... ne var? Onu neden bana uzatıyorsun?" Tabancalarından biriydi.

"Çünkü bugünlerde sadece birini iyi kullanabiliyorum. Ve canını alan kişi ben olmayacağım. Ama bunu kendin yapmaya karar verirsen..."

"Roland çarpık vicdani tereddütlerin beni şaşırtmaya devam ediyor," dedi Susannah. Sonra bir eliyle tabancayı alıp diğeriyle Roland'ın ördüğü koşum takımını gösterdi. "O şeye gelince, ona mecbur kalmadan bineceğimi sanıyorsan fena halde aldanıyorsun."

Roland'ın yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. "İkimiz olunca daha iyi, değil mi?"

Susannah iç geçirerek başını salladı. "Evet, biraz, ama mükemmel olduğu söylenemez. Haydi koca adam, burdan def olup gidelim. Kıçım buz tuttu ve şu koku sinüslerimi mahvediyor."
5

Dogan'a girdiklerinde Roland, onu yine tekerlekli ofis sandalyelerinden birine oturttu ve çıkmlarıyla Oriza kesesini kucağına bırakarak ilk merdivenlere gelene kadar itti. Basamakların başında Susannah'yı kalçasına oturtarak sandalyeyi tekmeledi ve paldır küldür aşağı yuvarlanmasını yüzlerini buruşturarak izlediler.

"Eh, sanırım onu bir daha kullanmamız söz konusu değil," dedi Susannah sesler nihayet kesildiğinde. "Burda bıraksaydın da fark etmezdi."

"Göreceğiz," dedi Roland basamakları inmeye başlayarak. "Şaşırabilirsin."

"O şeyi bir boka yaramaz halde bulacağız ve ikimiz de bunu çok iyi biliyoruz," dedi Detta. Oy, çok doğru dercesine kısaca havladı.
6

Bununla birlikte sandalye gerçekten de sağlam görünüyordu. Sonra-ki merdiveni ve ondan sonrakini de kırılmadan atlattı. Ama Roland üçüncü -ve son derece uzun- merdivenden aşağı yuvarladığı sandalyenin durumunu incelemek için eğildiğinde tekerleklerden birinin kopmuş olduğunu gördü. Aklına Susannah'nın Kurtlar'la Doğu Yolu'nda yaptıkları savaştan sonra buldukları tekerlekli sandalyesinin hali gelmişti.

"İşte, sana söylemiştim," dedi Detta ve gıdaklarcasına güldü. "Galiba o boktan sandalyeye veda etmenin zamanı geldi, Roland!" Roland, ona tersçe baktı. "Detta'yi gönderebilir misin?" Susannah şaşırdı, sonra son söylediği şeyi hatırladı ve kızardı. "Evet," dedi çok cılız bir sesle. "Üzgünüm derim, Roland."

Silahşor, onu kaldırıp askıya yerleştirdi ve yola devam ettiler. Dogan'ın altı son derece nahoştu -ve ürkütücü- ama Susannah yine de Fedic'ten uzaklaştıkları için memnundu. Çünkü bu, diğerlerini de geride bıraktıkları anlamına geliyordu: Lud, Callalar, Gök Gürültüsü, Algul Siento; aynı zamanda New York ve Batı Maine. Önlerinde Kızıl Kral'ın şatosu vardı, ama Susannah bu konuda fazla endişelenmeleri gerektiğini sanmıyordu zira şatonun en ünlü sakini orayı terk etmiş ve Kara Kule'de kamp kurmuştu.

Konu dışı olaylar uzaklaşıyordu. Uzun yolculuklarının sonuna yaklaşıyorlardı ve endişelenecek pek az şey kalmıştı. Bu iyiydi. Peki Roland'ın takıntısına yaptıkları yolculukta ölecek olursa? Eh, varlığın diğer tarafında sadece karanlık varsa (yetişkin hayatının büyük bir bölümünde inandığı gibi) hiçbir şey kaybetmemiş olacaktı. Ama elbette bu karanlık korkunç canavarlarla dolu geç iş karanlığı olmadığı sürece. Ve hey! Belki yo-lun sonundaki açıklıkta ölümden sonra hayat, cennet, yeniden doğuş hatta diriliş vardı. Bu son fikir hoşuna gitmişti ve bu o güne dek bunun gerçek olabileceğine inanmasına yetecek kadar çok şey görmüştü. Belki Ed-dle ve Jake kışın yere düşen ilk kar taneleri kaşlarına, kirpiklerine takılmış, sıkı sıb giyinmiş halde onu bekliyor olurdu: ona sıcak çikolata sunan Bay MUTLU ve Bay NOELLER.

Central Park'ta sıcak çikolata! Bununla kıyaslandığında Kara Kule neydi ki?


7

Dip dibe sıralanmış kapılarla dolu, daire şeklindeki odadan geçtiler ve duvarında SADECE TURUNCU KART GÖSTERİN, MAVİ GEÇÎŞ KARTİ KABUL EDİLMİYOR yazan geniş geçite vardılar. Biraz daha ilerleyince, hâlâ yanmakta olan floresan lambaların loş aydınlığında (ve unutulmuş lastik mokasenin yakınında) fayans kaplı duvarın üzerine yazılmış bir yazı görüp okumak üzere durdular.

SıXE bol $a«*J

Mesajın altına hepsi imzasını atmıştı: Fred Worthington, Dani Rostov, Ted Brautigan ve Dinky Earnshaw. İsimlerin altında bir başka elden çıkmış iki satır daha vardı. Susannah bunun Ted'in yazısı olduğunu düşündü ve okuyunca ağlamaklı oldu:

Ümor-ıa six de loutu/suoua.

"Tanrı onları gözetsin," dedi Susannah boğuk sesle. "Tanrı onları gözetsin ve sevsin."

"Sin," dedi Roland'ın ayağının dibinden cılız ve çekingen bir ses. Aşağı baktılar.

"Yine konuşmaya mı karar verdin, bir tanem?" diye sordu Susannah ama Oy buna karşılık vermedi. Tekrar konuştuğunda aradan haftalar g£' çecekti.


8

İki kez kayboldular. Bir keresinde Oy tüneller ve geçitlerden -bazılarından uzak hava esintileri yüzünden iniltiler yayılıyor, bazılarından ise daha yakın ve ürkütücü sesler geliyordu- oluşan labirentte yollarını buldu ve bir keresinde de Dani'nin yere düşürdüğü Mounds şeker ambalajını eören Susannah doğru yolu tekrar bulabildi. Algul'da bolca şekerleme vardı ve küçük kız yanına taşıyabildiğince almıştı. ("Ama bir parça bile yedek kıyafet yok," demiş ve başını gülerek iki yana sallamıştı Susannah.) Bir noktada Roland'a kumsaldaki üç kapıyı hatırlatan çok eski, demira-ğacından bir kapıya rastladılar ve nahoş bir çiğneme sesi duydular. Susannah böyle bir sesi neyin çıkarabileceğini düşündü ve zihninde sapsarı, pis dişlerle dolu, hiçbir bedene bağlı olmayan dev bir ağız görüntüsü belirdi. Kapının üzerinde çözemediği bir sembol vardı. Sadece bakmak bile kendini huzursuz hissetmesine sebep oluyordu.

"Ne yazıyor, biliyor musun?" diye sordu. Roland yarım düzineden fazla dil konuşuyor, çok daha fazlasını tanıyor olmasına rağmen başını iki yana salladı. Susannah rahatlamıştı. İçinden sembolün nasıl okunduğunu bilirse yüksek sesle söylemek isteyeceğine dair bir his vardı. Söylemeye mecbur kalabilirdi. Sonra kapı açılırdı. Diğer taraftaki çiğneyen şeyi gördüğünde kaçmak ister miydi? Muhtemelen. Kaçabilir miydi? Sanmıyordu.

Bu kapıyı geçtikten kısa bir süre sonra daha az basamaklı bir merdivenden indiler. "Dün konuşurken burayı unutmuşum, ama şimdi hatırlıyorum," dedi Susannah ve tozlu basamaklardaki izleri gösterdi. "Bak, bıraktığımız izler. Fred, beni aşağı taşıdı, Dinky ise yukarı. Nerdeyse geldik, Roland. Çok az kaldı."

Ancak merdivenden inince vardıkları labirent gibi yerde yine yolu kaybetti ve Oy onları Silahşor'un boynuna sarılmış Susannah ile başını eğerek yürümek zorunda kaldığı alçak, loş, tünelimsi bir geçite sokarak tekrar doğru yolu buldu.

"Bilemiyorum..." diye başladı Susannah ama Oy o sırada onları nispeten daha aydınlık (tavandaki floresan lambaların yarısı yanmıyordu ve duvardaki fayansların çoğu yerinden düşerek gerisindeki kara toprağı açıkta bırakmıştı) bir koridora getirdi. Hantal Billy karışık izlerin arasına oturarak onlara istediğiniz bu muydu? dercesine baktı.

"Evet," dedi rahatladığı yüzünden belli olan Susannah. "Tamam. Bak, tıpkı sana anlattığım gibi. Üzerinde FORD TİYATROSU, 1865 LINCOLN SUİKASTİNİ GÖRÜN yazan kapıyı gösterdi. Hemen yanında, bir çerçeve içinde, sanki önceki gün basılmış gibi görünen Amerikalı Kuzenlerimiz posteri vardı. "Aradığımız yer hemen aşağıda olmalı. İki kere sola, bir kez de sağa döneceğiz... sanırım. Her neyse, görünce anlarım."

Roland tüm bu süre boyunca çok sabırlı davranmıştı. İçinde Susan-nah'ya söylemediği berbat bir his vardı: aşağıdaki geçitlerin ve koridorların daha şimdiden "yukarıdaki dünya" diye düşünmeye başladığı yerdeki pusulaların iğneleri gibi güvenilmez ve değişken olabileceğini düşünüyordu. Eğer öyleyse başlan dertte demekti.

Aşağısı sıcaktı. Bir süre sonra ikisi de terlemeye başladı. Oy küçük bir motor gibi düzenli bir şekilde sıkça soluyor ama Silahşor'un sol ayağının dibinden hiç ayrılmadan ilerliyordu. Yerde toz yoktu, daha önce ara sıra gördükleri izleri artık göremez olmuşlardı. Bununla birlikte kapıların ardından gelen gürültüler artmıştı ve birinin önünden geçerlerken diğer tarafta bir şey kapıya çerçevesinde sarsılmasına yol açacak kadar şiddetle vurmuştu. Oy kulaklarını geriye yapıştırıp kapıya doğru havladı ve Susannah küçük bir çığlık attı.

"Sakin olun," dedi Roland. "Bu tarafa geçemez. Hiçbiri geçemez."

"Emin misin?"

"Evet," dedi Silahşor kendinden emin bir şekilde. Aslında emin de-"'İdi Aklına Eddie'nin söylediği bir söz geldi: Bahisler kapandı.

Yerdeki birikintilerin etrafından dolaşıyorlar, radyasyon veya cadı gj yüzünden ışıldıyor olabileceklerin ise yakınından bile geçmiyorlardı. Yeşil bir buhar püskürten bir borunun önünden geçmeleri gerekti ve Susannah diğer tarafa ulaşana dek nefeslerini tutmalarını önerdi. Roland bunun çok yerinde bir öneri olduğunu düşündü.

Otuz kırk metre sonra Susannah durmasını istedi. "Bilmiyorum, Roland," dedi. Paniğe kapılmamaya çalıştığı sesinden belli oluyordu. "Lincoln kapısını gördüğümüz sırada yolun geri kalanını hatırladığımdan emindim ama şimdi bu... burası..." Sesi titredi ve Roland genç kadının kendini kontrol etmek için çabalayarak derin bir soluk aldığını duydu. "Burası çok farklı görünüyor. Ve sesler... kafamın içine girmeleri..."

Roland Susannah'nın ne demek istediğini çok iyi anlıyordu. Sol taraflarında menteşeleri gevşemiş, çarpık duran bir kapı vardı ve tepedeki boşluktan geçiş çınlamaları yayılıyordu; hem korkunç, hem büyüleyici sesler. Aralıktan çınlamalarla birlikte leş gibi bir koku da yayılıyordu. Roland, Susannah'nın hâlâ yapabiliyorlarken geri dönmelerini, şatonun altından geçme fikrini tekrar gözden geçirmeyi önereceğini tahmin ediyordu, bu yüzden, "Haydi ilerde ne olduğuna bir bakalım," dedi. "Burdan daha aydınlık görünüyor."

Geçitlerin ve duvarları fayans kaplı koridorların kesiştiği noktaya yaklaştıklarında Susannah askılar içinde dikleşti ve, "İşte!" diye bağırdı. "Şu taş yığını! Onun etrafından dolaşmıştık! Hatırlıyorum, Roland! Onun etrafından dolaşmıştık."

Kesişme noktasının ortasında tavan kısmen çökmüş, zeminde bir moloz yığını meydana gelmişti. Yığının kıyısında ayak izleri vardı.

"Aşağısı!" diye bağırdı Susannah. "Doğruca ilerleyeceğiz! Ted, 'Sanının burası ana cadde dedikleri yer,' demişti. Dinky de onunla aynı fikirdeydi. Dani Rostov'un dediğine göre çok uzun zaman önce, Kızıl Kral Gök Gürültüsü'nü karartacak şeyi yaptığında bir grup insan kaçmak içjn bu yolu kullanmış. Ama giderken bazı düşüncelerini geride bırakmışlar Ona bunun nasıl bir his olduğunu sorduğumda bana içindeki su boşaltıl-dığında küvetin kenarında kalan kirli köpükleri görmek gibi olduğunu söyledi. 'Hoş değil,' dedi. Fred kapıyı işaretledi ve sonra hep beraber revire döndük. Erken konuşup böbürlenmiş gibi olmak istemem ama sanırım artık sorun yaşamayacağız."

En azından o an için sorunları yokmuş gibi görünüyordu. Moloz yığınının seksen adım ötesinde girişi kemerli bir açıklığa vardılar. Açıklığın ötesinde tavandan göz kırparak sarkan beyaz lambalar aşağı doğru eğim yapan bir geçiti gösteriyordu. Duvarda özgürlüklerine kavuşturdukları Kırıcılar'ın onlara bıraktığı son mesaj vardı. Dört tebeşir darbesiyle çizilmiş şekil havadaki rutubet yüzünden şimdiden belirsizleşmişti.

Havası vakumla alınmış bir teneke kutudan avuç avuç üzüm alıp yiyerek orada bir süre dinlendiler. Üzümleri pek sevmediği belli olan Oy bile birkaç tane yedi. Yeterince yedikten sonra Roland kutuyu deri çantaya kaldırıp Susannah'ya sordu: "Devam etmeye hazır mısın?"

"Evet. Hatta burdan ne kadar çabuk gidersek kendimi o kadar... Tanrı'm Roland, o neydi?"

Arkalarından, muhtemelen moloz yığınının bulunduğu yerde kesişen geçitlerden birinden alçak bir darbe sesi gelmişti. Bir dev, su dolu çizmeleriyle bir adım atmış gibi ıslak bir sesti aynı zamanda.

"Bilmiyorum," dedi Roland.

Susannah omzunun gerisinden huzursuzca baktı ama gölgelerden başka bir şey göremedi. Gölgelerden bazıları hareket ediyordu ama bu göz kırpan ışıkların etkisi olabilirdi.

Olabilirdi.

"Roland," dedi. "Burdan bir an önce gitsek iyi olur." "Bence de," diyerek starta hazırlanan bir koşucu gibi tek dizini yere .yayarak parmakları açık ellerini yere koydu Roland. Susannah askının içindeki yerine geçince duvardaki ok işaretinin önünden hızla geçerek koşar adım ilerlemeye başladı.


9

Çürümekte olan askeri bir üniforma içindeki iskeletin yanma vardıklarında aynı hızla on beş dakikadır ilerliyorlardı. Kafatasının üzerinde kafa derisinin bir kısmı hâlâ duruyordu. Hâlâ birkaç tel siyah saça sahip iskeletin ağzı onlara yeraltına hoş geldiniz diyormuşçasına sırıtıyordu. İskeletin çıplak kalçasının yanında, etleri çürüyüp erimiş parmaklarından birinden düşmüş bir yüzük vardı. Susannah yakından bakmak isteyince Roland yüzüğü yerden alıp ona uzattı. Susannah yüzüğü aklından geçenlerin doğrulandığını görecek kadar inceledikten sonra bir kenara fırlattı. Yüzük hafif bir tıngırtıyla yuvarlandı. Sonra damlayan suların şıpırtısı ve geçiş çınlamalarından başka ses kalmadı. Çınlamalar artık daha uzaktan geliyordu, ama kesintisizce devam ediyorlardı.

"Düşündüğüm gibi," dedi Susannah.

"Yani?" Tekrar ilerlemeye başlamışlardı.

"Adam bir Elk. Kahrolası yüzüğün aynısından babamda da vardı."

"Bir elk mi? Anlamadım."

"Bir tür tarikat kardeşliğidir. Bir erkekler ka-tet'i. Ama bir Elk'in burda ne işi var? Bir Tapmak Şövalyesi olsa anlardım." Gülüşü biraz deliceydi.

Tavandaki ampuller ritmik, ancak sürekli olmayan bir şekilde nabız 8'bi atan göz alıcı parlaklıkta bir gazla doluydu. Susannah burada bir ilişki olduğunu düşündü ve bir süre sonra ne olduğunu anladı. Roland acele ettlği sıralarda ampullerin nabız gibi atışı süratleniyordu. Yavaşladığında (hiç durmuyor ama yavaşlayarak enerjisini muhafaza ediyordu) ampulıe. rin parlaklığının artıp azalması yavaşlıyordu. Tam olarak Roland'ın veya kendisinin kalp atışlarına tepki gösterdiklerini sanmıyordu, ama nabızla-rının da bir rolü olmalıydı. (Biyorittn terimini bilseydi tam üzerine basmış olacaktı.) Ana caddenin bulundukları yerin elli metre kadar ötesi karan-lıktı. Onlar ilerledikçe ışıklar teker teker yanıyordu. Büyüleyiciydi. Arkasına dönüp baktı (sadece bir kez, Roland'ın yürüyüş ritmini bozmak istemiyordu) ve yaklaşık elli metre gerilerinde ışıkların onlar ilerledikçe birer birer sönmekte olduğunu gördü. Bu ışıklar ana caddenin başlangıcın-daki göz kırpan lambalardan çok daha parlaktı. Susannah diğerlerinin yanmasını sağlayan güç kaynağının (bu dünyadaki pek çok şey gibi) tükenmekte olduğunu tahmin etti. Sonra yaklaşmakta oldukları ampullerden birinin yanmadığını fark etti. Tam altından geçerlerken tamamen sönük olmadığını, içinde belli belirsiz bir ışığın bedenlerinin ve zihinlerinin ritmiyle titreştiğini gördü. Aklına bazı harfleri yanmayan neon lambalan geldi, LOKANTASİ, KANTASi olurdu. Otuz metre sonra bir başka arızalı ampul gördüler, sonra bir tane daha, ardından iki tane peş peşe.

"Görünüşe bakılırsa yakında zifiri karanlıkta kalacağız," dedi Susannah kasvetle.

"Biliyorum," dedi Roland. Nefesi belli belirsiz kesiliyormuş gibiydi. Hava hâlâ bayattı ve sıcak, yerini giderek artan bir serinliğe bırakıyordu. Duvarlarda çoğu okunamayacak kadar çürümüş posterler vardı. Duvarın kuru olduğu bir bölümde arenada bir kaplana mağlup olmuş bir adamın resmedildiği bir poster gördüler. Koca kedi feryat eden adamın yarılmış karnından kanlı bağırsaklarını çekip çıkarıyor, kalabalık coşkuyla haykırıyordu. Resmin altında altı farklı dilde yazılmış bir yazı vardı. Üstten ikinci satır İngilizceydi. MAXIMUS SİRKİ'NE GELİNİ COŞACAKSİNİZİ diyordu. "Tanrım, Roland," dedi Susannah. "Neymiş bunlar?" Roland cevabı bilmesine rağmen bir şey söylemedi: aklını kaçırmış ahaliydi.


10

Kısa merdivenler -en uzunu on basamaklıydı- yüzer metrelik aralarla rsılarına çıkıyor ve onları dünyanın daha da derinlerine indiriyordu. „ sannah'nın beş yüz metre kadar olduğunu tahmin ettiği bir mesafeyi ldıktan sonra muhtemelen motorlu bir araç tarafından yıkılıp parçalanmış bir kapıya vardılar. Burada da iskeletler vardı. Sayıları o kadar çoktu ki Roland geçebilmek için bazılarının üzerine basmak zorunda kaldı. Ezilen kemikler çıtırdamıyor, daha da beter, nemli bir ezilme sesi çıkarıyordu. Hava bayat ve rutubetliydi. İskeletlerin gerisindeki duvarlardaki bazı fayanslar düşmüştü. Düşmeyenlerin ise üzerinde kurşun delikleri vardı. Anlaşılan bir silahlı çatışma olmuştu. Susannah bir şey söylemek için ağzını açmıştı ki daha önceki ses yine duyuldu. Bu kez biraz daha yüksekti. Ve daha yakın. Tekrar arkasına baktı ve hiçbir şey görmedi. Elli metre gerideki ışıklar sırayla sönüyordu.

"Paranoyakça davranmak istemiyorum, Roland ama sanırım takip ediliyoruz."

"Biliyorum."

"Ateş etmemi ister misin? Ya da bir tabak fırlatmamı? Tabağın ıslığı epey ürkütücü olabiliyor."

"Hayır."


"Neden?"

"Ne olduğumuzu bilmiyor olabilir. Ateş edersen... öğrenecektir."

Roland'ın gerçekte ne söylüyor olduğunu anlaması birkaç saniye sürdü: Roland kurşunların -veya bir Oriza'nın- arkadaki her neyse onu durdurabileceğinden emin değildi. Ya da daha kötüsü, belki de durduramayacağından emindi.

Tekrar konuştuğunda sesinin sakin çıkması için epey çaba sarf etme-sı gerekti ve oldukça başarılı olduğunu düşündü. "Sence şatonun gerisindeki yarıktan bir yaratık mı?"

"Olabilir," dedi Roland. "Geçiş karanlığından çıkmış bir şey de olabi-lir. Şimdi sessiz ol."

Silahşor daha da hızlanarak koşmaya başladı. Roland'ın hareketle-rindeki rahatlık ve akıcılık kalçasındaki ağrı yok olduğundan beri inanıl-mayacak kadar artmıştı. Susannah buna şaşırıyor ama Silahşor'un sırtında olduğu için soluklarının giderek sıklaştığım ve iyice zorlandığını hissedebiliyordu. Onun yanında Jack Mort'un çaldığı kendi bacakları üzerinde koşabilmek için her şeyini verirdi.

Tavandaki ampullerin parlaklığındaki nabız gibi atış hızlanmıştı. Bunu görmek artık daha kolaydı, çünkü sayıları iyice azalmıştı. Gölgeleri önlerinde uzuyor, bir sonraki ampule yaklaştıkça kısalıyordu. Hava daha serindi ve geçitin seramik zemini düzgünlüğünü giderek kaybediyordu. Bazı yerlerde çatlaklar ve yarıklar oluşmuştu ve dikkat edilmezse tehlikeli olabilirlerdi. Oy bunları kolaylıkla aşıyordu, Roland da o ana dek pek sorun yaşamamıştı.

Susannah tam takipçilerinin sesini uzun zamandır duymadığını söyleyecekti ki arkalarındaki şey hırıltılı bir nefes aldı. Susannah etrafındaki havanın geriye doğru hareket ettiğini, kıvırcık saçlarının çekilen havanın etkisiyle havalandığını hissetti. İçinden bir çığlık atma isteğinin yükselmesine neden olan tüyler ürpertici bir ağız şapırtısı duyuldu. Arkalarında her ne varsa, büyüktü.

Hayır.

Kocamandı.


11

Kısa merdivenlerden birinden daha indiler. Elli metre ileride üç ampul kararsızca yanıp geçiti hafifçe aydınlattı, ama ötesi kapkaranlıktı. Fayansları yer yer kırılıp düşmüş duvarlar ve artık pek düzgün sayılmayacak zemin öylesine yoğun bir boşluğun içinde kayboluyordu ki, karanlık maddi bir varlık gibi görünüyordu: simsiyah bir çuhaydı sanki. Susannah, ona çarpacaklarını ve sahip oldukları ivmeyle bir an daha ilerleyeceklerini düsündü. Ama sonra aynı hızla geriye savrulacaklar ve peşlerinden gelen şevin kucağına düşeceklerdi. Susannah yaratığa bakacaktı ve gördüğü şey o kadar korkunç, o kadar yabancı olacaktı ki, zihni algılayamayacak bu da onun için bir lütuf olacaktı. Sonra yaratık üzerlerine saldıracak ve...

Roland karanlığa hiç yavaşlamaksızın daldı ve elbette geriye savrul-madılar. İlk başlarda birazı arkalarındaki, birazı da tepelerindeki ampullerden kaynaklı hafif bir aydınlık vardı (birkaçı can çekişiyormuş gibi titreşiyordu). O cılız aydınlıkta önlerinde kısa bir merdiven daha olduğunu gördüler. Basamakların tepesinde, her iki tarafta paçavraya dönmüş giysiler içinde iskeletler vardı. Roland merdivenden -dokuz basamak vardı-hiç duraksamadan indi. Kulaklarını geriye yatırmış olan Oy dans edercesine zarif hareketlerle yanında koşuyordu. Artık zifiri karanlıktaydılar.


Yüklə 2,92 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   38   39   40   41   42   43   44   45   ...   62




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin