Stephen King Kara Kule Cilt7 Kule



Yüklə 2,92 Mb.
səhifə45/62
tarix03.12.2017
ölçüsü2,92 Mb.
#33720
1   ...   41   42   43   44   45   46   47   48   ...   62

"Evet," dedi Susannah. "Teşekkür ederim, Roland."

Ona sarıldı ve sarıldığı sırada kızıl şatoya baktı. Giderek artan gün ışığında renginin bir zamanlar yeni dökülmüş kan rengi olduğunu görebiliyordu. Ama aradan geçen yıllar taşların rengini karartmıştı. Bu görüntü üzerine Mia ile Discordia Şatosu'nun yürüyüş yolunda yaptığı konuşmayı hatırladı. Ufukta gördüğü, bir kuvvetlenip bir zayıflayan kızıl ışıltı gözünün önüne geldi. Bulundukları yer neredeyse orasıydı.

Yanıma gel, Susannah, demişti Mia, ona. Çünkü kral uzaktan bile bü-yüleyebilir.

Bahsettiği o kızıl ışıltıydı ama...

"Gitmiş!" dedi Roland'a. "Şatodaki kızıl ışıltı-Kral'm Ocağı demişti! Gitmiş! Bunca zamandır onu bir kez bile görmedik?'

"Hayır," dedi Roland. Gülümsemesi bu kez daha sıcaktı. "Kırıcılar'ı durdurduğumuz zaman onun da durduğunu sanıyorum. Kral'ın Ocağı artık işlemiyor, Susannah. Tanrılar iyiyse sonsuza dek kapandı. Bize pahalıya mal oldu ama bu kadarım başardık."

O öğleden sonra Kızıl Kral'ın şatosuna vardılar ve tamamen terk edilmemiş olduğunu gördüler.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM KIZIL KRALİN ŞATOSU
1

Posterler ve pankartlar görülmeye başladığında şatoya bir buçuk kilometre uzaktaydılar ve görünmeyen nehrin gürültüsü daha da artmıştı. Pankartlarda kırmızı, beyaz ve mavi renkler hâkimdi... Susannah'ya Anma Günü'nü ve küçük kasabalardaki Dört Temmuz geçit törenlerini hatırlatmışlardı. Gizemli, dar evlerin ön cephelerinde, çok uzun zaman önce tavan arasından bodruma dek boşaltılıp ve kepenk indirmiş dükkânların önündeki bu pankartlar çürümekte olan bir cesedin dudaklarına sürülmüş ruj gibi duruyordu.

Posterlerin üzerlerindeki yüzler Susannah'ya çok tanıdık gelmişti. Richard Nixon ve Henry Cabot Lodge, yüzlerinde araba satıcılarına özgü gülümsemelerle zafer işareti yapıyordu (NIXON/LODGE, ÇÜNKÜ İŞİMİZ HENÜZ BİTMEDİ yazıyordu posterin üzerinde). John Kennedy ve Lyndon Johnson birbirlerine sarılmışlar, boşta kalan ellerini havaya kaldırmışlardı. Ayaklarının altında YENİ BİR SİNİRİN ÜZERİNDE DURUYORUZ yazısı vardı.

"Kimin kazandığına dair bir fikrin var mı?" diye sordu Roland omzu üzerinden. Susannah Ho Fat'in Lüks Taksisi'nde oturuyor, etrafı inceliyordu (ve bir kazağı olmasını diliyordu, ince bir hırka bile olurdu).

"Ah, evet," dedi. Bu posterlerin kendisi için asılmış olduğundan hiç şüphesi yoktu. "Kennedy kazandı."

"Dinh'iniz mi oldu?"

"Bütün Birleşik Devletlerin dinh'i oldu. Kennedy vurulunca yerine Johnson geçti."

"Vuruldu mu? Öyle mi diyorsun?" Duydukları Roland'ın ilgisini çekmişti.

"Evet. Oswald adında bir korkak tarafından vuruldu." "Ve Birleşik Devletleri'niz dünyadaki en güçlü ülke." "Eh, sen beni yakamdan tutup Orta-Dünya'ya çektiğin sırada Rusya bizimle yanşıyordu ama soruna evet diyebilirim."

"Ve ülkenizin insanları dinh'inizi kendileri seçiyor. Yönetim babadan oğla geçmiyor."

"Evet," dedi Susannah ihtiyatla. Roland'ın demokratik sistemi kötülemesini veya gülmesini bekliyordu.

"Mono Blaine'in deyişiyle bu kulağa çok hoş geliyor," dediğini duyunca şaşırdı.

"Bana bir iyilik yap ve Mono Blaine'in hiçbir sözünü tekrarlama, Roland. Ne şimdi ne de sonra. Tamam mı?"

"Nasıl istersen," dedi Roland ve hiç hız kesmeden ilerlemeyi sürdürdü. Sonra çok daha alçak bir sesle ekledi. "Tabancamı hazır tut, sana uyarsa."

"Bana çok uyar," dedi Susannah hemen aynı alçak ses tonuyla. Ana Çık ıyar der gibi olmuştu zira dudaklarını kıpırdatmamaya çalışarak konuşmuştu. Kral'ın Yolu'nun bu ucundaki ortaçağdan (veya bir film setinden) çıkmış gibi görünen dükkânlar ve tavernalardan izleniyor olduklarını hissedebiliyordu. Gözetleyenlerin insan mı, robot mu yoksa sadece kayralar mı olduğunu bilmiyordu ama bu duyguyu Roland konuşup doğrulamadan önce hissetmişti. Aynı şeyi onun da hissettiğini bilmek için Oy'un eski bir saatin rakkası gibi sağa sola dönen başına bakması yeter-liydi.

"Peki şu Kennedy iyi bir dinh miydi?" diye sordu Roland normal sesine dönerek. Sessizlikte iyi yayılıyordu. Susannah harika bir şeyi fark etti: gürüldeyen nehre çok yakın olmalarına, hava da rutubetli ve buz gibj olmasına rağmen üşümüyordu. Etrafındaki dünyaya soğuğu hissetmeyecek kadar konsantre olmuştu. En azından o an için.

"Şey, herkes öyle düşünmüyordu. Onu vuran kaçığın düşünmediği kesin. Ama bence çok iyiydi," dedi. "Başkanlık için yarışırken değişim sözü verdi. Muhtemelen seçmenlerin yarıdan çoğu samimiyetine inanmadı çünkü politikacıların neredeyse tümü aynı sebepten yalan söyler, yani yapabildiği için. Ama seçildikten sonra vaatlerini yerine getirmeye başladı. Küba adında bir yerde bir anlaşmazlık vardı ve o kadar cesur davrandı ki... şey, onunla birlikte at sürmek hoşuna giderdi diyeyim. Bazıları ne kadar ciddi olduğunu gördü ve orospu çocukları onu vurması için bir kaçık tuttu."

"Oz-walt."

Susannah telaffuzunu düzeltmeye gerek görmeyerek başını salladı. Aslında düzeltilecek bir şey yoktu. Oz-walt. Oz. Her şey yine bir araya geliyordu, değil mi?"

"Ve Kennedy ölünce yerine Johnson geçti."

"Evet."

"O nasıldı?"



"Ayrıldığımda sağlıklı bir yorum yapabilmek için çok erkendi ama oyunu oynamaya alışık olan adamlardandı. 'Anlaşmak için suyuna git,' derdik eskiden. Anlıyor musun?"

"Evet," dedi Roland. "Ve Susannah, sanırım geldik." Ho Fat'in Lüks Taksisi'ni çekmeyi bıraktı. Saplarını tutmaya devam ederek Kızıl Kral'ın şatosuna baktı.


2

Kral'ın Yolu şüphesiz bir zamanlar Kızıl Kral'ın muhafızlarınca Buc-Inn^ham Sarayı'nın Kraliçe Elizabeth'in muhafızları tarafından korunduğu gibi korunan taş döşeli geniş bir avluda son buluyordu. Taşların üzerinde, yılların rengini pek az soldurduğu kıpkırmızı bir göz vardı. Yer seviyesinde ne olduğu ancak tahmin edilebiliyordu ama Susannah şatonun üst katlarından bakıldığında gözün kuzeybatı manzarasına hakim olduğunun görüleceğinden emindi.

Aynı kahrolası şey muhtemelen pusulanın bütün yönlerine çizilmiştir, diye düşündü.

Bu dış avlunun üzerinde, terk edilmiş iki gözetleme kulesinin arasına yeni boyanmış gibi görünen bir pankart asılmıştı. Üzerine (yine kırmızı, beyaz ve mavi renklerde) şunlar yazılmıştı:

ROLAND VE SUSANNAH, HOŞ GELDİNİZ!

(SEN DE OY!)

ÖZGÜR DÜNYADA EĞLENMEYE DEVAM EDİN!

İç avlunun (ve kale hendeği görevi gören kafeslenmiş nehrin) gerisindeki şato yılların etkisiyle neredeyse siyahlaşmış koyu kızıl renkte taşlarla inşa edilmişti. Kuleler ve taretler şatodan gözleri acıtacak şekilde genişleyerek, yerçekimini inkâr edercesine gökyüzüne yükseliyordu. Bu gösterişli kuleler arasındaki şato ağırbaşlı, ana girişin üzerindeki kemere oyulmuş dik dik bakan göz dışında hiçbir süslemesi olmayan sade bir yapıydı. Yukarıdaki yürüyüş yollarından ikisi yıkılmış, ana avluya taş parçalarının saçılmasına yol açmıştı ama diğer altısı Susannah'ya büyük otobanların kesiştiği alanlardaki gişe girişlerini hatırlatır şekilde çaprazlama uzanıyordu. Kapılar, pencereler, evlerde olduğu gibi tuhaf denecek kadar dar ve uzundu. Kapkara, şişman ekinkargaları yukarıdaki pencerelerin eŞiklerine tünemiş onları izliyordu.

Roland'ın tabancasını hemen ulaşabileceği biçimde beline sokrtius olan Susannah çek-çek arabasından indi. Hendeğin ana girişe bakmakta olan silahşorun yanına gitti. Kapıları açıktı. Hemen gerisinde, nehrin di. ğer tarafına geçmek için bir taş köprü vardı. Köprünün altında karanla sular on iki metre genişlikte kayalık bir yatakta akıyordu. Suyun keskin nahoş bir kokusu vardı. Kapkara, sivri kayaların göründüğü yerlerde suda oluşan köpükler beyaz değil, sarıydı.

"Şimdi ne yapıyoruz?" diye sordu Susannah.

"Başlangıç olarak şu adamları dinleyebiliriz," dedi Roland başını şatonun taş döşeli avlusunun diğer tarafındaki büyük kapıya doğru sallayarak. Kapının kanatları aralıktı. İki adam-son derece normal adamlardı, Susannah'nın beklediği gibi güldüren aynalarda görülen yansımalara benzemiyorlardı-dışarı çıktı. Avlunun ortasına gelmişlerdi ki bir üçüncüsü daha çıkıp onlara yetişmek için aceleyle yürüdü. Hiçbiri silahlı gibi görünmüyordu. Susannah ilk ikisi yaklaştığında tek yumurta ikizi gibi tıpatıp aynı olduklarını görünce pek şaşırmadı. Arkadan gelen de diğerleriyle aynı görünüme sahipti: beyaz, uzunca boylu, uzun siyah saçlı. Demek üçüzdüler. Üçüncüsü iyi şans için. Üzerlerinde kot pantolonlar ve Susannah'nın görür görmez (ve acı verecek kadar) kıskandığı kalın kabanlar vardı. Öndeki ikisi deri saplı büyük sepetler taşıyordu.

"Gözlük ve sakal eklersen tıpkı Stephen King olurlar. Eddie ile onunla ilk tanıştığımız günkü hali," dedi Roland alçak sesle.

"Sahi mi? Doğru mu diyorsun?" ijj

"Evet. Sana söylediklerimi hatırlıyor musun?" ||

"Konuşma işini sana bırakacağım."

"Ve zaferden önce günaha teşvik gelir. Bunu da unutma."

"Unutmam. Roland, onlardan korkuyor musun?"

"Bu üçünden korkmak için bir sebebimiz olduğunu sanmıyorum Ama ateş etmeye hazır ol."

"Silahsız görünüyorlar." Ama ellerindeki sepetlerin içinden her şey akabilirdi.

"Yine de hazırlıklı ol."

"Olacağım."
3

Yabancıların çizmelerinin topuklarının tok seslerini nehrin çağıltısına rağmen duyabiliyorlardı. Sepet taşıyan ikisi kemerli köprünün tam ortasında, yani en yüksek noktasında durdu. Kucaklarındaki sepetleri yan yana yere bıraktılar. Üçüncü adam şato tarafında durdu ve boş ellerini önünde kavuşturdu. Susannah artık sepetlerden birinden yayıldığından emin olduğu pişmiş et kokusunu alabiliyordu. İnsan eti de değildi üstelik. Kızarmış dana eti ve tavuğun Susannah'ya göre cennetten çıkma kokuşuydu. Ağzı sulanmaya başladı.

"Selam olsun, Gilead'lı Roland!" dedi sağ taraflarındaki siyah saçlı adam. "Selam olsun, New York'lu Susannah! Selam olsun, Orta-Dünya'h Oy! Uzun günler ve hoş geceler dilerim!"

"Biri çirkin, diğeriyse daha beter," dedi yanındaki. "Ona aldırmayın," dedi sağdaki Stephen King benzeri. '"Ona aldırmayın,'" diye alayla tekrarladı diğeri suratını özellikle buruşturup komik bir şekilde çirkinleştirerek.

"İki katını sizin için dilerim," dedi Roland ikiliden daha kibar olana. Formalite icabı bacağını öne uzatarak eğildi. Susannah ise olmayan eteğinin uçlarını tutarak Calla usulü reverans yaptı. Oy Roland'ın sol ayağının dibinde oturmuş, köprüdeki tıpatıp aynı iki adama bakıyordu. "Biz uffi'yiz," dedi sağdaki adam. "L^jftleri bilir misin, Roland?" "Evet," dedi ve Susannah'ya açıkladı: "Eski bir kelime... hatta antik. Şekil-değiştiriciler olduklarını iddia ediyor." Ardından nehrin gürültüsü yüzünden duyulamayacağı muhakkak olan alçak bir sesle ekledi. "Ama doğru olduğunu sanmıyorum."

"Doğru söylüyorum," dedi sağdaki adam nazikçe.

"Yalancılar kendi türlerinden birini nerede görse tanır," dedi soldaki ve mavi gözünü devirdi. Tek gözünü. Susannah daha önce sadece tek gözünü devirebilen birini gördüğünü hatırlamıyordu.

Arkadaki adam hiçbir şey söylemiyor, ellerini önünde kavuşturmuş halde sessizce duruyordu.

"İstediğimiz şekle girebiliriz," diye devam etti sağdaki. "Ama aldığı-mız emirler tanıyıp güvendiğiniz birinin şekline bürünmekti."

"Sai King'e zerre kadar güvenim yok," dedi Roland. "O adam pantolon kemiren bir keçi gibi baş belasının teki."

"Elimizden gelenin en iyisini yaptık," dedi sağdaki Stephen King. "Eddie Dean'in şeklini de alabilirdik ama hanımefendi için çok acı verici olacağını düşündük."

"'Hanımefendi' bacaklarının arasında dik durmasını sağlayabilse bir ipi bile becermekten hoşlanacakmış gibi görünüyor," dedi soldaki Stephen King ve yan yan baktı.

"Buna gerek yoktu," dedi arkadaki, kavuşturduğu ellerini ayırmayarak. Bir yarışma hakemi gibi sakince konuşmuştu. Susannah neredeyse Sivridil'e ceza kutusunda beş dakika kalmasını söylemesini bekledi. Buna itiraz da etmezdi zira Sivridil King'in konuşması onu incitmiş, Eddie'yi hatırlatmıştı.

Roland tüm bunları görmezden geldi.

"Üç ayrı şekle bürünebilir misiniz?" diye sordu Kibardil King'e. Susannah silahşorun soruyu sormadan önce yutkunduğunu duymuş ve sepetten yayılan kokularla ağzı sulanan tek kişi olmadığını anlamıştı. "Biriniz sai King, biriniz sai Kennedy, biriniz de sai Nixon olabilir mi mesela?"

"Güzel bir soru," dedi sağdaki Kibardil King.

"Aptalca bir soru," dedi soldaki Sivridil King. "Hiçbir amacı yok. Son derece gereksiz. Aman neyse, zeki bir macera kahramanı var mıdır acaba?" "Danimarka Prensi Hamlet," dedi Hakem King arkalarından usulca. "Ama akla hemen gelen tek örnek olduğuna göre kuralın doğruluğunu ispatlayan istisnadan fazlası olmayabilir."

Sivridil ve Kibardil dönüp ona baktı. Başka bir şey söylemeyeceğini anladıklarında tekrar Roland ve Susannah'ya döndüler.

"Aslında tek bir varlık olduğumuzdan," dedi Kibardil. "Ve oldukça sınırlı bir kapasiteye sahip olduğumuzdan bu soruya hayır demek durumundayım. Hepimiz birden Kennedy olabiliriz ya da Nixon, ama..."

'"Reçel dün vardı, yarın olacak ama bugün yok,'" dedi Susannah. Aklına nereden geldiğini (ve niçin yüksek sesle söylediğini) bilmiyordu ama Hakem King, "Kesinlikle!" dedi ve ona aferin dercesine başını salladı.

"Babalarınızın hatırı için devam edin," dedi soldaki Sivridil King. "Kızıl Lord'a ihanet eden bu hainlere kusmadan fazla uzun süre bakamayacağım."

"Pekâlâ," dedi yanındaki. "Onlara hain demek biraz haksızlık, en azından denkleme ka da eklendiğinde. Kendimize verdiğimiz isimleri telaffuz edemeyeceğiniz için..."

"Süpermen'in düşmanı Bay Mxyzptlk gibi," dedi Sivridil.

"... bize Los'un, yani Kızıl Kral dediğinizin kullandığı isimlerle hitap edebilirsiniz. Kabaca söylersek ben egoyum ve adım Feemalo. Yanımdaki Fumalo. O da idimiz."

"O halde arkanızdaki de Fimalo olmalı," dedi Susannah Fie-ma-lo şeklinde telaffuz ederek. "O ne oluyor, süperegonuz mu?"

"Ah harika!" diye bağırdı Fumalo. "Bahse girerim Freud bile diyebi-liyorsundur ama azgın kelimesiyle kafiyeli değil!" Öne eğilerek Susannah'ya bilmişçe baktı. "Peki heceleyebilir misin, g.tten bacaklı New York kara kuşu?"

"Ona aldırmayın," dedi Feemalo. "Kadınlar karşısında kendini hep tehdit altında hisseder."

"Siz Stephen King'in egosu, idi ve süperegosu musunuz?" diye sordu Susannah.

"Ne kadar güzel bir soru!" dedi Feemalo onaylarcasına. "Ne salakça bir soru!" dedi Fumalo onaylamazca. "Annenlerin hayatta kalan çocuğu oldu mu hiç, kara kuş?"

"Benimle o oyunu oynamaya kalkmasan iyi olur," dedi Susannah "Detta Walker'i yüzeye çıkarıp çeneni kapatırım."

Hakem King, "Bazı fiziksel özelliklerini kısa süreliğine benimsemek dışında sai King ile hiçbir ilgim yok," dedi. "Ve çok az vaktiniz olduğunu anlıyorum. Hedefinize sempati duyuyor değilim, yardım etmek için yo-lumdan ayrılıp herhangi bir şey yapmaya da hiç niyetim yok-en azından yolumdan fazla uzaklaşmaya-ve anlıyorum ki Los'un gidişinden büyük ölçüde siz sorumlusunuz. Beni mahkûmu olarak tutup soytarısıymı-şım-hatta evcil maymunuymuşum-gibi davrandığından gidişini görmek beni fazla üzmedi. Yapabilirsem size yardım edeceğim-hiç olmazsa bi-raz-ama bunun için kendi yolumdan ayrılmayacağım. Müteveffa dostunuz Eddie Dean'in söyleyeceği gibi, 'Bunu açıklığa kavuşturalım.'"

Susannah yüzünü buruşturmamaya çalıştı ama acıtıyordu, hem de çok.

Feemalo ve Fumalo daha önce olduğu gibi konuşurken durup Fima-lo'ya bakmıştı. Şimdi tekrar Roland ve Susannah'ya dönmüşlerdi.

"Dürüstlük en iyi politikadır," dedi Feemalo dindar bir tavırla.

"Yalancılar malı götürür," dedi Fumalo alaycı bir sırıtışla. "Anonim."

"Los'un bizi altıya, hatta yediye böldüğü zamanlar olurdu," dedi Feemalo. "Sadece incittiği için. Ama şatodaki herkes gibi biz de buraya kısılıp kalmıştık çünkü duvarların dışına bir ölüm hattı kurmuştu."

"Gitmeden önce hepimizi öldüreceğini sandık," dedi Fumalo. Bu kez sesinde daha önceki sert alaycılık yoktu. Yüzünde bir felaketten kıl payı kurtulmuş birinin düşünceli, ciddi ifadesi vardı.

Feemalo: "Çok kişiyi öldürdü. Başbakanının kafasını uçurdu."

Fumalo: "İşin kötüsü ileri derecede frengi hastasıydı ve mezbahadaki bir domuz gibi başına geleceklerden bihaberdi."

Feemalo: "Mutfak personelini ve hizmetçi kadınları sıraya dizdi..."

Fumalo: "Hepsi de ona son derece sadıktı, gerçekten çok sadık..."

Feemalo: "Ve önünde sıralanmış dikilirlerken hepsine zehir verdi. İsteseydi onları uykularında da öldürebilirdi..."

Fumalo: "Ve bunun için sadece istemesi yeterdi."

Feemalo: "Ama bunun yerine onları zehirledi. Fare zehri. Koca kahverengi lokmalar halinde yutup o tahtında otururken önünde kıvranarak can verdiler..."

Fumalo: "Kafataslarından yapılmış tahtında..."

Feemalo: "Dirseğini dizine dayayıp çenesini avucuna koydu ve derin düşüncelere dalmış görünerek, çemberi kareleştirmeye veya En Yüksek Asal Sayı'yı bulmaya çalışıyormuş gibi bir edayla Kabul Salonu'nun zemininde kıvranmalarını, kusmalarını, can çekişmelerini izledi."

Fumalo (Susannah'nın hem şehvetli hem de son derece itici bulduğu bir hevesle): "Bazıları su için yalvararak öldü. Susuzluk hissettiren bir zehirdi, evet! Ve sıranın bize geldiğini sanmıştık!"

Bunun üzerine Feemalo sonunda isyan etti; sesinde öfkeden ziyade bir nebze kırgınlık vardı. "İzin ver de bitireyim ve onlar da yollarına devam edebilsinler, lütfen."

"Her zamanki gibi patronluk taslıyorsun," dedi Fumalo ve suratını asarak sessizliğe büründü. Şato Kargaları tünedikleri yerde kanat çırparak boncuk gözleriyle onları izlemeye devam etti. Bir yere gidemeyecek olanlarla kendilerine bir ziyafet çekmeyi umduklarına şüphe yok, diye düşündü Susannah.

"Büyücü'nün Kürelerinin zarar görmeden bugüne gelmiş altı tanesi ondaydı," dedi Feemalo. "Siz hâlâ Calla Bryn Sturgis'teyken kürelerden birinde tetiği çekip onu çıldırtan bir şey gördü. Ne olduğunu bilmiyoruz Çünkü biz görmedik ama kürede gördüğünün sadece Calla'daki değil, Al-gul Siento'daki zaferiniz de olduğunu sanıyoruz. Böylece Işınlar'ı kırıp Kule'yi devirme planlan suya düşmüş oldu."

"Elbette oydu," dedi Fimalo usulca ve köprünün üzerindeki iki Stepten King yine ona döndü. "Başka bir şey olamaz. Onu çılgınlığın eşiğine getiren, zihnindeki iki çelişen zorunluluktu: Kule'yi yıkmak ve oraya sen-den önce varıp en tepeye tırmanmak, Roland. Kule'yi yok etmek... veya hükmetmek. Anlamaya çalıştığını hiç sanmıyorum-senin de istediğin bir şeyi senden önce ele geçirmekti amacı. Böyle şeyleri çok önemserdi."

"Senin yüzünden nasıl da öfkelendiğini, değerli oyuncaklarını kırma-dan önceki haftalarda haykırarak sana lanetler okuduğunu duymak şüp. hesiz hoşuna gidecektir, Roland," dedi Fumalo. "Senden mümkün oldu-ğunca korktuğunu duymak da öyle."

"Bu değil," diye karşı çıktı Feemalo ve Susannah ifadesinin hüzünlü olduğunu düşündü. "Bu pek hoşuna gitmeyecektir. Kazandığında da kay-bettiğinde olduğu kadar kötü."

Fimalo: "Kızıl Kral Algul'un düşeceğini görünce Işınlar'ın tekrar canlanacağını anladı. Daha da ötesi! Hâlâ kırılmamış olan iki Işın zamanla diğer Işınlar'ı tekrar yaratacak, kilometre kilometre, tekerlek tekerlek tekrar örecekti. Bu gerçekleşirse, o zaman er geç..."

Roland başını sallıyordu. Susannah silahşorun gözlerinde yepyeni bir ifade gördü: mutlu şaşkınlık. Belki nasıl kazanacağını gerçekten biliyor, diye düşündü. "O zaman ilerlemiş olan er geç geri dönebilecek," dedi Roland. "Belki Orta-Dünya ve İç-Dünya." Duraksadı. "Hatta belki Gilead. Işık. Beyaz."

"Belkisi fazla," dedi Fimalo. "Çünkü ka bir tekerlektir ve bir tekerlek kırılmadığı sürece dönecektir. Kızıl Kral Kule'nin Efendisi veya Kule'nin Gardiyanı olmadığı sürece gitmiş olanlar geri dönecek."

"Delilik," dedi Fumalo. "Ve yıkıcı delilik. Ama elbette Koca Kızıl daima Gan'm deli tarafında olagelmişti." Susannah'ya çirkin bir sırıtışla baktı. "Bu Froood; Kara Kuş Hanım."

Feemalo sözlerine devam etti. "Küreler kırılıp öldürme işi sona erince..."

"Bunu anlamanızı istiyoruz," dedi Fumalo. "Tabii anlayamayacak kadar kalın kafalı değilseniz."

"Tüm bunları yaptıktan sonra kendini öldürdü," dedi Fimalo ve diğtf ikisi bir kez daha ona döndü. Sanki başka türlüsü ellerinden gelmiyordu.

"Bunu bir kaşıkla mı yaptı?" diye sordu Roland. "Çünkü arkadaşlarla dinleyerek büyüdüğümüz kehanette böyle deniyor. Edebi değeri olmayan bir şiirdi."

"Gerçekten de öyle oldu," dedi Fimalo. "Boğazını kaşıkla kestiğini düşündüm çünkü kaşığın kenarı keskinleştirilmişti (bazı malum tabaklar gibi, anlarsınız ya-ka bir tekerlektir ve daima başladığı yere döner) ama kasığı yuttu. Yuttu, buna inanabiliyor musunuz? Ağzından kan boşaldı, gir şelale gibi! Sonra gri atların en irisine bindi-ona uyku ve rüyalar diyarı olan Nis'in adını vermişti-ve eyerin önüne küçük çıkınını yerleştirerek güneydoğuya, Empathica'nın beyaz topraklarına doğru sürdü." Gülümsedi. "Burada büyük miktarda yiyecek var ama tahmin edebileceğiniz gibi onun yiyeceğe ihtiyacı yok. Los' artık yemek yemiyor."

"Bir dakika, mola," dedi Susannah elleriyle T şekli yaparak (farkında değildi ama bu hareketi Eddie'den kapmıştı). "Keskin bir kaşık yutmuş ve hem boğuluyor hem kan kaybediyorsa..."

"Kara Kuş Hanım ışığı görmeye başladı!" dedi Fumalo ve ellerini gökyüzüne doğru kaldırıp salladı.

"... nasıl oluyor da herhangi bir şey yapabiliyor?"

"Los' ölemez," dedi Feemalo üç yaşında bir çocuğa çok aleni bir şeyi söylüyormuşçasına. "Vesiz..."

"Siz zavallı aptallar..." dedi yanındaki dalga geçerek.

"Zaten ölü olan birini öldüremezsiniz," diye tamamladı Fimalo. "Tabancaların işini bitirebilirdi, Roland."

Roland başını sallıyordu. "Namluları Arthur Eld'in muhteşem kılıcı Excalibur'dan yapılmış ve babadan oğla geçmiş. Evet, bu da kehanetin bir parçası. O da bunu biliyordu muhakkak."

"Ama artık tabancaların ona zarar veremez. Kendini onların ötesine attı. O artık bir Ölmeyen."

"Elimizde Kule'nin balkonlarından birine hapsolduğuna inanmak •Çin sebepler var," dedi Roland. "Ölmeyen veya değil, tepeye Eld'in bir sigulu olmaksızın asla çıkamazdı, kehanetin bu kadarını bildiğine göre o noktayı da biliyordu mutlaka."

Fimalo sertçe gülümsüyordu. "Evet, ama Los', yani Kızıl Kral şimdi Kule'yi Susannah'nın dünyasında anlatılan bir hikâyede Horatio'nun köprüyü tuttuğu gibi tutuyor. İçine girmenin bir yolunu buldu ama tepe-sine tırmanamıyor, bu doğru. Ama o Kule'yi tuttukça sen de tırmanama-yacaksın."

"Görünüşe bakılırsa yaşlı Kızıl Kral aklını tamamen kaçırmamış," dedi Feemalo.

"Kafayı peynir ekmekle yemiş!" dedi Fumalo. Şakağına ciddi bir ifadeyle vurdu... ve kahkahalara boğuldu.

"Ama devam ederseniz," dedi Fimalo. "Şu an onu tutsak edenin hakimiyetini ele geçirebilmesi için gereken Eld sigullanm ayağına götürmüş olursunuz."

"Önce onları benden alması gerekecek," dedi Roland. "Bizden." Havadan sudan konuşuyormuş gibi kayıtsızdı.

"Doğru," diye onayladı Fimalo. "Ama bir düşün, Roland, onlarla Kızıl Kral'ı öldüremezsin. Oysa o onları elinden alabilir zira aklı başından gitmiş ve kolu uzun. Eğer başarırsa... eh! Kara Kule'nin tepesinde elinde bir çift tabancayla ölü, aynı zamanda deli bir kral düşünün! Oradan da hükmedebilir ama bana kalırsa çılgınlığı göz önüne alındığında yıkıp yerle bir etmesi daha olası. Ve buna gücü yetebilir. Işınlar olsun olmasın." Köprünün diğer tarafında duran Fimalo onlara ciddi bir ifadeyle baktı.

"Ve sonra," dedi. "Her şey karanlığa gömülür."


4

Orada bulunanlar bu fikri kafasında tartarken bir sessizlik oldu. Sonra Feemalo neredeyse özür dilercesine konuştu. "Sadece bu dünya, Kara Kule burada olduğu için Kule Anahtarı dediğimiz dünya söz konusu olsaydı hasar o kadar fazla olmayabilirdi ama Kara Kule'nin bazen bir gül olduğu dünyalar da var. Ayrıca bazılarında ölümsüz bir kaplan, en azından bir dünyada Rover adında bir bir-köpek ya da..."

"Rover adında bir köpek mi?" diye sordu Susannah şaşırarak. "Gerçekten öyle mi diyorsun?"

"Yarı yanmış bir sopa kadar hayal gücün var, hanım," dedi Fumalo tiksintiyle.

Feemalo ona aldırmadı. "Kule bu dünyada kendi varlığıyla bulunuyor. Son gittiğin dünyada çoğu cins hâlâ doğru şekilde ürüyor ve hayatların çoğu tatlı, Roland. Orada hâlâ enerji ve umut var. Bununla birlikte o dünyayı ve sai King'in hayal gücüyle dokunup çektiği diğer dünyaları riske atar mısın? O dünyaları o yaratmadı, biliyorsun. Pek çok yaratıcı kişi o şekilde düşünse de Gan'ın göbek bağına bir göz atmak o kişiyi Gan yapmaz. Her şeyi riske atabilir misin?"


Yüklə 2,92 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   41   42   43   44   45   46   47   48   ...   62




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin