Stephen King Kara Kule Cilt7 Kule



Yüklə 2,92 Mb.
səhifə52/62
tarix03.12.2017
ölçüsü2,92 Mb.
#33720
1   ...   48   49   50   51   52   53   54   55   ...   62

Jake'in dediğine bakılırsa New York Plaza-Park Hotel'deki resepsiyon görevlisi ona mesajı Stephen King adında birinin bıraktığını söylemişti.

"Benimle gel," dedi. "Banyoya."


3

Banyo da kulübenin geri kalanı gibi artık daha ufak görünüyordu, bir dolaptan biraz büyükçeydi. Dibi bir kir tabakasıyla kaplı küvet eski ve paslıydı. Çok uzun zamandır kullanılmış gibi görünüyordu...

Aslında Susannah'ya hiç kullanılmamış gibi görünüyordu. Duş başlığı paslanmıştı. Bazı yerlerde soyulmaya başlamış pembe duvar kâğıdı soluk ve kirliydi. Üzerinde gül yoktu. Ayna hâlâ yerindeydi, ama tam ortasında tepeden aşağı kadar inen bir çatlak vardı. Üzerine yazarken parmağını kesmemiş olması bir mucizeydi. Nefesiyle oluşan buhar kaybolmuştu ama pislik tabakasının üzerindeki kelimeler hâlâ okunabiliyordu: ÛOD LANE ve altında DANDELO.

"Bu bir anagram," dedi Susannah. "Görebiliyor musun?"

Roland yazıları bir süre inceledikten sonra utanmış görünerek başını

iki yana salladı.

"Senin suçun yok, Roland. Bunlar bizim harflerimiz, senin bildiğin harfler değil. Bana güven, bu bir anagram. Bahse girerim Eddie olsa şıp diye görürdü. Bunun Dandelo'nun şaka anlayışı veya onun gibilerin uyması gereken kurallar olup olmadığını bilmiyorum ama önemli olan Stephen King'den küçük bir yardım sayesinde zamanında fark ettik."

"Sen fark ettin," dedi Roland. "Ben kendimi gülerek öldürmekle meşguldüm."

"O dediğini ikimiz de yapıyor olabilirdik. Sen daha savunmasızdın çünkü... bağışla ama espri anlayışın oldukça kötü, Roland."

"Biliyorum," dedi Roland kasvetle. Sonra aniden dönüp odayı terk

etti.

Susannah'nın aklına korkunç bir fikir geldi ve Silahşor'un geri gelmesi sanki sonsuzluk kadar uzun sürdü. "Roland yoksa?..."



Roland gülümseyerek başını iki yana salladı. "Hâlâ ölü yatıyor. Ustalıkla ateş etmişsin, Susannah ama görüp emin olmak istedim."

"Sevindim," dedi Susannah.

"Oy nöbet tutuyor. Bir şey olsaydı eminim bizi haberdar ederdi." Notu yerden aldı ve arkasını dikkatle okudu. Sadece ecza dolabı kelimelerinde yardıma ihtiyaç duymuştu. '"Size bir şey bıraktım.' Ne olduğunu biliyor musun?"

Susannah başını iki yana salladı. "Bakacak vaktim olmadı."

"Bu ecza dolabı nerde?"

Susannah aynayı işaret etti ve Silahşor kapağı açtı. Menteşeler gıcırdadı. Aynanın arkasında raflar vardı ama Susannah'nın hayal ettiği gibi düzgünce sıralanmış kutular ve şişeler yoktu. Onun yerine kanepenin yanındaki masanın üstündekilere benzer iki kahverengi şişe ve dünyanın en eski görünümlü Smith Brothers Vişneli Öksürük Hapları vardı. Bunların yanı sıra bir de zarf olduğunu gördüler. Roland zarfı ona verdi. Üzerinde, yarı el yazısı yarı matbaa harflerinden oluşan aynı belirgin yazı vardı:

GWead'f, CMde 2-ole»rtoi

s-tc.


"Childe?" dedi Susannah sorarcasına. "Senin için bir anlam ifade ediyor mu?"

Roland başını salladı. "Görevi olan bir şövalyeyi -ya da silahşoru- tanımlayan bir kelimedir. Resmi ve çok eski bir sözcük. Bunu aramızda hiçbir zaman kullanmadık çünkü kutsal, ka tarafından seçilmiş anlamına geliyor. Kendimizi bu şekilde düşünmekten hoşlanmazdık ve ben de çok uzun yıllardır kendimi böyle görmedim."

"Ama sen Childe Roland'sın?"

"Belki bir zamanlar öyleydim. Artık böyle şeylerin ötesindeyiz. Ka' nın ötesinde."

"Ama hâlâ Işm'ın Yolu üzerinde."

"Evet." Parmağını son satır üzerinde gezdirdi: Ödeştik. "Aç, Susannah. İçinde ne varmış görelim."

Ve Susannah zarfı açtı.
4

Robert Browning'in yazdığı şiirin bir fotokopisiydi. King, şairin adını yarı el yazısı yarı baskı harflerden oluşan yazısıyla başlığın üzerine eklemişti. Susannah üniversitedeyken Brown'in dramatik monologlarından bir kısmını okumuştu, ama bu şiiri daha önce hiç görmemişti. Ancak konu ona son derece tanıdık gelmişti; şiirin adı, "Childe Roland Kara Ku-le'ye Geldi" idi. Yapı olarak öyküseldi ve beşer mısralık otuz dört kıtadan oluşuyordu. Her kıta Romen rakamıyla numaralanmıştı. Biri -muhtemelen King- I, II, XIII, XIV ve XVI numaralı kıtaları Romen rakamlarını daire içine alarak işaretlemişti.

"İşaretli olanları oku," dedi Roland boğuk sesle. "Orda burda birkaç kelimeyi anlayabiliyorum ama bu yetmez. Tümünü dinlemek isterim."

"Birinci kıta," dedi Susannah ve boğazını temizledi. Kupkuru olmuştu. Dışarıda rüzgâr uludu ve başlarının üzerindeki sinek pislikleriyle kaplı ampul yanıp söndü.

"Her sözünün yalan olduğuydu ilk düşüncem, O kır saçlı ve gözü, yalanının benimkinin üzerindeki Etkisini beğenmeyerek habisçe bakan sakatın

Ve o neşeyi gizlemekte nadiren başarılı dudakları

Her yeni kurbanla gerilip bükülürdü."

"Collins," dedi Roland. "Bunu her kim yazdıysa Collins'ten bahsettiği KJng'in hikâyelerinde ka-tet'imizden bahsetmesi kadar kesin! 'Her sözü yalan!' Evet, öyle!"

"Collins değil," dedi Susannah. "Dandelo."

Roland başını salladı. "Doğru, Dandelo. Devam et."

"Tamam; İkinci kıta.

"Başka ne için hazırlanmış olmalı, asasıyla? Yalanlarıyla pusuya yatmak, ona burada rastlayan Ve yolu soran tüm yolcuları tuzağa düşürmekten başka? O kafatası gülüşünün neye yol açacağını, mezar kitabemin Üzerinde ne yazacağını tahmin ettim bu tozlu yolda."

"Bastonunu havada nasıl salladığını hatırlıyor musun?" diye sordu Roland.

Elbette hatırlıyordu. Ve yol tozlu değil, karlıydı ama onun dışında aynıydı. Onun dışında başlarına gelenleri anlatıyordu. Bu fikir ürpermesine yol açtı.

"Bu şair senin zamanından mı?" diye sordu Roland. "Senin günlerinden mi?"

Susannah başını iki yana salladı. "Aynı ülkeden bile değiliz. Benim zamanımdan en az altmış yıl önce ölmüş."

"Ama yine de burda gerçekleşenleri görmüş olmalı. Hiç olmazsa bir versiyonunu."

"Evet. Ve Stephen King şiiri biliyordu." İçinde ani bir sezgi belirdi, o kadar parlaktı ki doğru olmaması mümkün değildi. İrileşmiş gözlerle Ro-land'a baktı. "King'in başlamasına sebep olan bu şiirdi! İlhamı veren bu şiirdi!"

"Öyle mi diyorsun, Susannah?"

"Evet!"


"Ama bu Browning denen şahıs bizi görmüş olmalı."

Susannah bunu bilmiyordu. Çok karmaşıktı. Yumurtanın mı tavuktan tavuğun mu yumurtadan çıktığını bulmaya çalışmak gibiydi. Ya da aynalarla dolu bir koridorda kaybolmak gibi. Başı dönüyordu.

"İşaretlenmiş bir sonraki kıtayı oku, Susannah! İks-i-i-i'yi oku."

"On üçüncü kıta," dedi Susannah.

"Çimlere gelince, cüzamlı deri üzerindeki saç gibi Yavaşça uzarlardı; kanla yoğrulmuş görünen

Çamurda biten incecik, kuru yapraklar.

Bir sıska kör at, her kemiği sayılan Oraya gelmiş, aptalca duruyordu Yaşlanınca atılmış şeytanın ahırından!"

"Şimdi on dördüncü kıtayı okuyorum.

"Canlı mı? Bir deri bir kemik hali Kızıl, etsiz, incecik boynu ve pas rengi Yelesinin altındaki perdeli gözleriyle ölü gibiydi;

Böylesi iğrençlik böyle bir elemle nadiren

Bulunurdu bir arada; hiçbir hayvandan nefret etmemiştim bunca Büyük bir kötülük yapmış olmalıydı katlanmak için bu acıya."

"Lippy," dedi Silahşor başparmağıyla omzunun gerisini işaret ederek. "Dışardaki hayvandan bahsediyor."

Susannah cevap vermedi... gerek yoktu, elbette Lippy'ydi: kör ve sıska, boynu bazı yerlerde pembe derisi görünene dek tahriş olmuş. Biliyorum, çirkin bir hayvan, demişti yaşlı adam... yaşlı bir adama benzeyen yaratık. Seni ihtiyar ki, kutusu, gübre fabrikası, dört bacaklı uyuşuk kemik torbası! Ve işte şimdi sai King'in doğumundan seksen, hatta belki yüz yıl önce yazılmış bir şiirde bahsediliyordu: ...cüzamlı deri üzerindeki saç gibi.

"Yaşlanınca atılmış şeytanın ahırından!" dedi Roland sert bir ifadeyle gülümseyerek. "Gitmeden önce onu cehenneme geri göndereceğiz!"

"Hayır," dedi Susannah. "Yapmayacağız." Sesi kayıtsızdı. Boğazı kurumuştu ama o uğursuz kulübenin musluklarından akan suya güvenip içemiyordu. Yakında biraz kar eritip içerdi. O zamana dek susuzluğa dayanmak zorundaydı.

"Neden öyle diyorsun?"

"Çünkü gitti. Efendisini geberttiğimizde çıkıp kar fırtınasının içine daldı."

"Nerden biliyorsun?"

Susannah başını iki yana salladı. "Biliyorum işte." İki yüz mısraya varan şiirin bir sonraki sayfasına geçti. "On altıncı kıta.

"O değil!..."

Sustu.

"Susannah? Neden devam..." Sonra İngilizce harflerle yazılmış bile olsa okuyabildiği sonraki kelimeyi gördü. "Devam et," dedi. Sesi alçak, fısıltıdan biraz yüksekti.



"Emin misin?"

"Oku, dinlemek istiyorum."

Susannah boğazını temizledi. "On altıncı kıta.

"O değil! Cuthbert'ün altın sarısı Kıvırcık bukleler altında kızaran yüzünü hayal ettim Sevgili dostumdu, beni yerimde tutmak için kolunu

Hep yaptığı gibi benimkine doladığını

Hissettiğim ana dek. Yazık, bir gecelik utanç! Yeni ateşi kalbimi terk edip buz gibi bıraktı."

"Mejis'ten bahsediyor," dedi Roland. Yumruklarını sıkmıştı ama Susannah, Silahşor'un bunun farkında olduğunu sanmıyordu. "Susan Delga-do hakkındaki fikir ayrılığımızdan bahsediyor, o günden sonra aramız asla eskisi gibi olmamıştı. Dostluğumuzu elimizden geldiğince onardık ama hayır, hiçbir zaman eskisi gibi olamadık."

"Bir kadın erkeğe geldikten veya erkek kadına geldikten sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olacağını sanmam," dedi Susannah ve fotokopileri ona uzattı. "Al. İşaretli olanların hepsini okudum. Geri kalanında Kara Kule'ye gitmekle ilgili bir şey varsa -ya da yoksa- kendin çöz. Yeterince uğraşırsan yapabilirsin sanırım. Bana gelince, bilmek istemiyorum."

Görünüşe bakılırsa Roland istiyordu. Sayfaları çevirerek sonuncusunu buldu. Sayfalar numaralanmamıştı, ama üzerinde XXXIV rakamı olan kıtayı görünce sonuncuyu bulduğunu anladı. Ama okumaya başlaya-madan o ince çığlık tekrar duyuldu. Rüzgâr sakinleştiği için bu kez sesin kaynağından emin oldular.

"Bodrumda biri var," dedi Roland.

"Biliyorum. Ve kim olduğunu da bildiğimi sanıyorum."

Roland başını salladı.

Susannah, ona bakıyordu. "Parçalar yerine oturuyor, değil mi? Bir yap bozun parçaları gibi ve yerleştireceğimiz çok az parça kaldı."

İnce, cılız çığlık tekrar duyuldu. Ölüme yakın birinin çığlığıydı. Tabancalarını çekerek banyodan çıktılar ama Susannah bu kez silahlara ihtiyaç duyacaklarını sanmıyordu.


5

Joe Collins adında neşeli ve komik bir ihtiyar kılığına girmiş olan böcek hâlâ aynı noktada yatıyordu, ama Oy bir iki adım gerilemişti. Susannah, onu suçlamıyordu. Dandelo leş gibi kokmaya başlamıştı. Çürümekte olan kabuğundan beyaz, yoğun bir sıvı sızıyordu. Roland yine de Hantal Billy'ye olduğu yerde kalıp nöbet tutmasını işaret etti.

Mutfağa vardıklarında çığlığı tekrar duydular. Bu kez daha yüksekti ama önce bodruma nereden inebileceklerini göremediler. Susannah gizli bir kapak arayarak muşamba kaplı zeminde yavaşça ilerledi. Tam bulamadığını söyleyecekti ki Roland konuştu. "Burda, soğuk-kutusunun gerisinde."

Buzdolabı artık buz makineli son model bir Amana değil, paslı, hurda, alçak bir dolaptı. Susannah, Odetta ismini kullanan küçük bir kızken annesinin böyle bir buzdolabı vardı. Ama annesi kendi dolabının bunun onda biri kadar bile pis olduğunu görmektense ölmeyi yeğlerdi. Hatta yüzde biri kadar.

Roland buzdolabını kenara kolayca çekti zira kurnaz canavar Dandelo dolabı tekerlekli bir platform üzerine yerleştirmişti. Susannah fazla ziyaretçisi olduğunu sanmıyordu ne de olsa burası Uç-Dünya'ydı ama yine de birinin uğraması ihtimaline karşı kirli çamaşırlarını gizlemişti. Susannah ahalinin yolunun nadiren de olsa oraya düştüğünden emindi. Ama Odd Lane'den öteye gidebilenlerin sayısının fazla olduğunu sanmıyordu.

Aşağıya inen basamaklar dar ve dikti. Roland eliyle duvarı yokladı ve ışık düğmesini buldu. Biri basamakların üzerinde, biri aşağıda olmak üzere iki çıplak ampul yandı. Çığlık, ışığa tepkiymiş gibi tekrar yükseldi. Acı ve korku dolu, ama sözsüzdü. Sesi duyan Susannah titredi.

"Her kimsen basamakların önüne gel!" diye seslendi Roland.

Aşağıdan hiç karşılık gelmedi. Dışarıda rüzgâr şiddetini arttırıp kum taneleriymiş gibi ses çıkaran kar tanelerini evin yan tarafına savurdu.

"Seni görebileceğimiz bir yere gel yoksa seni olduğun yerde bırakacağız!" diye bağırdı Roland.

Bodrum sakini ışığın altına gelmedi ama tekrar çığlık attı. Keder, dehşet ve -Susannah bundan korkuyordu- delilik yüklüydü.

Roland, ona baktı. Susannah başını salladı ve fısıldadı. "Önden git. Gerekirse seni korurum."

"Basamaklara dikkat et, düşme," dedi Roland alçak sesle.

Susannah tekrar başını salladı ve tek eliyle Roland'ın sabırsız işaretini yaptı: Haydi, devam et.

Bunun üzerine Silahşor'un yüzünde bir gülümsemenin hayaleti belirdi. Tabancasını omuz hizasına kaldırarak merdiveni inmeye başladı ve bir an için Jake'e öylesine benzedi ki Susannah ağlayacak gibi oldu.


6

Bodrum kutular, variller ve tavandaki kancalardan sarkan örtülü şeylerle doluydu. Susannah kancalardan nelerin sarktığını bilmek istemiyordu. Kulağa hıçkırmayla ağlama karışımı gibi gelen çığlık tekrar yükseldi. Rüzgârın sesi artık biraz boğuklaşmıştı ama hâlâ duyuluyordu.

Roland soluna döndü ve boyuna dek yükselen kutu yığınları arasında zikzaklar çizerek yürüdü. Susannah sık sık omzunun üzerinden geriyi kontrol ederek sessizce peşinden geliyordu. Gerekirse Oy'un sesini duyabilmek için dikkatle kulak kesilmişti. Tahta kasalardan birinin üzerinde TEXAS ALETLERİ, bir diğerinin üzerinde HO FAT ÇİN FALİ KURABİYELERİ ŞİRKETİ yazıyordu. Uzun süre önce terk ettikleri araca verdikleri ismi görünce hiç şaşırmadı; şaşkınlık günleri artık çok geride kalmıştı.

Biraz ilerisindeki Roland durdu. "Annemin gözyaşları," dedi alçak sesle. Susannah bu deyişi kullandığını daha önce bir kez duymuştu: bir yarığa düşüp her iki arka ayağıyla bir ön ayağını kırmış, sinekler gözlerini diri diri yediği için yattığı yerden onlara görmeyerek bakan zavallı geyiği gördükleri zaman.

Silahşor, onu çağırana dek olduğu yerde durdu ve sonra elleriyle dizleri üzerinde süratle sağ tarafına doğru ilerledi.

Dandelo'nun taş duvarlı bodrumunun uzak köşesinde -yön hissi doğruysa güneydoğu köşesinde- derme çatma bir hapishane hücresi vardı. Kapısı çaprazlama üst üste binmiş çelik çubuklardan meydana gelmişti. Hemen yanında, Dandelo'nun hücreyi yaparken kullandığı kaynak makinesi vardı... ama asetilen tankının üzerindeki kalın toz tabakasına bakılırsa çok uzun zamandır kullanılmamıştı. Taş duvara, tutsağın uzanabileceği noktanın hemen ötesine çakılmış S şeklinde bir kancadan -Susannah tutsakla alay etmek için o kadar yakına asıldığından emindi- büyük ve eski tarzda gümüş bir

(la-la-la, la-la-le)

anahtar sarkıyordu. Söz konusu tutsak hücresinin parmaklıklarının gerisinde ayakta duruyor, kirli ellerini onlara doğru uzatıyordu. O kadar zayıftı ki Susannah'nın aklına gördüğü korkunç toplama kampı fotoğrafları geldi; Auschwitz, Bergen-Belsen ve Buchenwald'daki, çizgili üniformaları üzerlerinden sarkan ve iğrenç komi şapkaları başlarında, farkında olduklarını gösteren korkunç, parlak gözlerle bakan ve ölümün kıyısında yaşayan, insanlık suçu kurbanlarının fotoğrafları. Keşke ne hale geldiğimizi bilmeseydik, diyordu o gözler. Ama ne yazık ki biliyoruz.

Ellerini çaresizce uzatır, o anlaşılmaz sesleri yalvarırcasına çıkarırken Patrick Danville'in gözlerinde aynı ifade vardı. Yakından duyunca bu sesler Susannah'ya bir film müziğinde, bir orman kuşunun alaycı ötüşleri gibi geldi: Ay-yiii, ay-yiii, ay-yook, ay-yook!

Roland anahtarı kancadan alıp kapıya yürüdü. Danville'in ellerinden biri gömleğini kavrayınca Silahşor eli itti. Susannah öfkeden tamamıyla yoksun bir hareket olduğunu düşündü ama hücredeki sıska şey korkuyla geriledi. Gözleri yuvalarından fırlamıştı. Saçları uzundu -omuzlarına dek iniyordu- ama yanaklarında neredeyse hiç sakal yok gibiydi. Çenesinde ve dudağının üzerinde biraz daha yoğundu. Susannah on yedi yaşlarında olduğunu düşündü, daha fazla olamazdı.

"Korkma, Patrick," dedi Roland yumuşak sesle. Anahtarı kilide soktu. "Patrick misin? Patrick Danville misin?"

Kirli kot pantolon ve dizlerine dek inen büyük bir gömlek giymiş sıska şey hiç cevap vermeden üçgen hücresinin köşesine doğru geriledi. Sırtı duvara dayanınca yavaşça aşağı kayarak Susannah'nın tuvalet olarak kullandığını tahmin ettiği kovanın yanına oturdu. Gömleğinin etekleri, dehşet dolu yüzünün neredeyse iki yanına dek yükselen bir deri bir kemik kalmış dizlerinin arasından sarkıyordu. Patrick Danville, Roland kapıyı kendine çekerek olabildiğince açınca (menteşeleri yoktu) kuş sesine benzer sesleri tekrar çıkarmaya başladı: AY-Yİİİ! AY-YOOOK! AY-Yİİİ! Susannah dişlerini gıcırdattı. Roland hücreye girmeye niyetlenince delikanlı daha da tiz bir çığlık attı ve kafasını taş duvara sertçe vurmaya başladı.

Roland hücreden çıktı. Korkunç kafa darbeleri kesildi, ama Danville yabancıya korku ve güvensizlikle bakıyordu. Sonra uzun parmaklı, leş gibi ellerini yardım istercesine tekrar uzattı.

Roland, Susannah'ya baktı.

Susannah elleri üzerine yükselip bedenini iterek hücrenin kapısına geldi. Bir deri bir kemik kalmış çocuğa benzer şey tiz bir sesle haykırdı ve uzattığı ellerini kendini korumak istercesine bilekleri üst üste gelecek şekilde göğsünde kavuşturdu.

"Hayır, şekerim." Konuşan, Susannah'nın varlığına daha önce inanmayacağı, aklından bile geçirmediği bir başka Detta'ydı. "Hayır, şekerim. Seni incitmeyeceğim, canını yakmak isteseydim yukardaki pezevenge yaptığım gibi kafana iki kurşun sıkardım."

Patrick'in gözlerinde bir şey gördü, belki kanlanmış aklarını belirgin-leştiren bir anlık irileşme. Başını sallayıp gülümsedi. "Evet, doğru! Bay Collins geberdi! Bir daha asla buraya inip sana... ne? Sana ne yaptı, Patrick?"

Yukarıda esen rüzgârın boğuk uğultusu tekrar duyuldu. Işıklar göz kırptı; kulübe itiraz edercesine gıcırdayıp inledi.

"Sana ne yaptı, evlat?"

Sonuç yoktu. Zavallı şey anlamıyordu. Tam buna iyice inanmaya başlamıştı ki Patrick Danville ellerini karnına götürdü ve tuttu. Yüzünü kramp girmiş gibi çarpıttı ve Susannah gülme taklidi yaptığını anladı.

"Seni güldürdü mü?"

Köşeye büzülmüş olan Patrick başını salladı. Yüz hatları daha da çarpıldı. Yumruklarını yüzüne kaldırdı. Yanaklarını sürttü, ardından gözlerini ovuşturur gibi bir hareket yaptı ve ona baktı. Susannah burnunun kemeri üzerinde küçük bir yara izi olduğunu gördü.

"Seni ağlattı da."

Patrick başını salladı. Karnını tutup sarsılarak tekrar gülme taklidi yaptı; sonra yanaklarındaki gözyaşlarını siliyormuş gibi yaparak ağlama taklidi yaptı, ama sonrasında bu kez elini kepçe gibi yapıp ağzına götürdü ve dudaklarıyla şapırtı sesleri çıkardı.

Hafifçe gerisinde duran Roland, "Seni güldürdü, ağlattı, yedirdi," dedi.

Patrick başını iki yana öyle şiddetli salladı ki köşede birleşen iki duvara çarptı.

"O yedi," dedi Detta. "Söylemeye çalıştığın bu, değil mi? Dandelo yedi."

Patrick başını hızla salladı.

"Seni güldürdü, ağlattı ve elde ettiği ürünü yedi. Çünkü onun işi bu!"

Patrick başını yine salladı ve gözyaşlarına boğuldu. Anlaşılmaz sesler çıkarıyordu. Susannah kafasını duvara tekrar vurması halinde geri çekilmeye hazır şekilde hücreye doğru yavaşça ilerledi. Ama çekindiği şey gerçekleşmedi. Köşedeki çocuğun yanına vardığında Patrick başını Susannah'nın göğsüne dayayarak ağlamaya devam etti. Susannah dönüp Ro-land'a baktı ve bakışlarıyla, artık içeri gelebileceğini söyledi.

Patrick başını kaldırıp Susannah'ya taparcasına baktı.

"Merak etme," dedi Susannah-Detta yine gitmiş, muhtemelen şefkat ve nezaketten sıkılmıştı. "Artık sana bir şey yapamayacak, Patrick. Nehirde bir taş gibi, duvardaki çivi gibi ölü. Şimdi benim için bir şey yapmanı istiyorum. Ağzını açmanı istiyorum."

Patrick hemen başını iki yana salladı. Gözlerinde yine korku vardı ancak bu kez Susannah'nın görmekten nefret ettiği bir başka duygu eklenmişti: utanç.

"Evet, Patrick, evet. Ağzını aç."

Patrick başını şiddetle iki yana salladı. Yağlı saçları paspas gibi yüzüne çarpıyordu.

"Ne..." diye başladı Roland.

"Şşş," dedi Susannah, ona. "Ağzını aç ve bize göster, Patrick. Sonra seni götüreceğiz ve buraya bir daha asla gelmeyeceksin. Bir daha asla Dandelo'nun akşam yemeği olmayacaksın."

Patrick, ona yalvarırcasına baktı ama Susannah'nın kararlı ifadesi değişmedi. Sonunda Patrick gözlerini kapadı ve ağzını yavaşça açtı. Dişleri vardı ama dili yoktu. Muhtemelen bir an gelmiş, Dandelo mahkûmunun sesinden -veya sözlerinden- usanıp dilini koparmıştı.


7

Yirmi dakika sonra mutfakta oturmuş, Patrick Danville'in bir kâse çorbayı içişini izliyorlardı. Çorbanın en az yarısı, çocuğun gri gömleğinin üzerine dökülüyordu, ama Susannah önemi olmadığını düşündü; bolca çorba ve kulübenin tek yatak odasında yedek giysiler vardı. Ayrıca Joe Collins'in girişte asılı olan parkasını da muhtemelen o günden itibaren Patrick giyecekti. Dandelo'dan -yani Joe Collins'ten- geri kalanları üç battaniyeye sarıp karın içine atmışlardı.

"Dandelo kan yerine duygularla beslenen bir vampirdi," dedi Susannah. "Patrick ise ineğiydi. İnekten iki tür besin alabilirsin: et veya süt. Eti seçersen önce en güzel kısımlarını, sonra daha kötü yerlerini yer, ardından kalanları haşlarsın ve biter. Ama sadece sütü alırsan, ineği açlıktan ölmeyeceği şekilde beslediğin sürece devam edebilirsin."

"Sence ne kadar süredir aşağıdaki hücredeydi?" diye sordu Roland. "Bilmiyorum." Ama asetilen tankı üzerindeki toz tabakasını hatırlıyordu, çok iyi hatırlıyordu. "Ama çok uzun bir süre olduğu muhakkak. Ona sonsuzluk gibi gelmiştir." "Ve canı yanmıştır."

"Hem de çok. Dandelo çocuğun dilini kopardığında hissettiği fiziksel acının, duygusal kan emişi yanında hiç kaldığına bahse girerim. Ne halde olduğunu görüyorsun."

Roland görüyordu gerçekten. Gördüğü bir şey daha vardı. "Onu bu fırtınada dışarı çıkaramayız. Kat kat giydirsek bile soğuk onu mutlaka öldürür."

Susannah başını salladı. O da aynı fikirdeydi. Emin olduğu bir şey daha vardı: kulübede kalamazdı. Bu Susannah'yı öldürebilirdi.

Hissettiklerini dile getirince Roland, ona katıldı. "Fırtına dinene kadar ahırda kamp kurarız. Soğuk olacaktır ama iki olası kazanç görüyorum: Mordred ve Lippy gelebilir."

"İkisini de öldürür müsün?"

"Yapabilirsem evet. Bir itirazın mı var?"

Susannah bir süre düşündükten sonra başını iki yana salladı.

"Pekâlâ. Haydi neler götüreceğimize karar verelim. Önümüzdeki iki, hatta belki dört gün boyunca ateşimiz olmayacak."


8

Fırtına üç gece, iki gün sonra kendi öfkesinde boğulup dindi. İkinci gün şafak vaktine doğru Lippy fırtınanın içinden topallayarak çıkageldi ve Roland kör gözlerinin arasına bir kurşun sıktı. Susannah ikinci gece yakınlarda bir yerde olduğunu hissetti, ama Mordred kendini hiç göstermedi. Varlığını belki Oy da fark etmişti çünkü ahırın girişinde durup yağan kara doğru havlamıştı.

Susannah ahırda kaldıkları süre zarfında Patrick Danville hakkında umduğundan fazlasını öğrendi. Tutsaklığı sırasında akıl sağlığının fena halde zarar görmüş olduğunu görmek Susannah'yı şaşırtmadı. Onu asıl şaşırtan, kısıtlı da olsa iyileşme kapasitesiydi. Bunca eziyeti kendi çekmiş olsa tekrar normale dönüp dönemeyeceğini merak etti. Belki Patrick'in sahip olduğu yeteneğin bunda bir etkisi vardı. Susannah bu yeteneğe Say-re'm ofisinde bizzat tanık olmuştu.

Dandelo tutsağına açlıktan ölmeyeceği kadar yiyecek vermiş ve duygularını düzenli aralıklarla çalmıştı: haftada iki, bazen üç kez; hatta arada sırada dört kez. Patrick'in bir dahakinin onu öldüreceğine inandığı her seferde yeni bir kurban gelmişti. Son günlerde Patrick'in çektiği işkence dalmıştı, çünkü yeni kurbanlar giderek artan bir sıklıkla canavarın pençesine düşmüştü. Roland o gece geç saatte, samanlarından oluşan yataklarına yattıkları sırada Susannah'ya Dandelo'nun son kurbanlarının Kızıl Kral'ın şatosu'nda veya etrafındaki kasabadan gelen sürgünler olduğuna inandığını söyledi. Susannah bu mültecilerin düşüncelerini tahmin edebiliyordu: Kral gitti, her şey yolunda giderken buradan def olup gidelim. Ne olur ne olmaz, Koca Kızıl tepesi atıp geri dönebilir. Ne de olsa artık keçileri kaçırmış, asansörü artık en üst kata çıkmıyor.


Yüklə 2,92 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   48   49   50   51   52   53   54   55   ...   62




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin