Stephen King Kara Kule Cilt7 Kule



Yüklə 2,92 Mb.
səhifə54/62
tarix03.12.2017
ölçüsü2,92 Mb.
#33720
1   ...   50   51   52   53   54   55   56   57   ...   62

"Patrick?" diye sordu Roland. "Sen ne diyorsun?"

Patrick omuz silkti ve başım defterinden kaldırmadan elini onlara doğru salladı. Hareketi, onlar neye karar verirse uyacağını söylüyordu. Susannah, Patrick'in Kara Kule hakkında pek bir fikri olmadığını, Kule'yi hiç umursamadığını görebiliyordu. Neden umursayacaktı ki? Canavardan kurtulmuştu, karnı da toktu. Bunlar onun için yeterliydi. Dilini kaybetmisti ama içinden geçenleri çizerek ifade edebiliyordu. Patrick'in halinden memnun olduğunu tahmin edebiliyordu. Ama...

Kule'ye varmak onun kaderinde de yok. Ne onun, ne Oy'un, ne de benini- Peki o halde bize ne olacak?

Bilmiyordu ve tuhaftı ama bu konuda hiç endişeli değildi. Ka söyleyecekti. Ka ve rüyaları.


4

Üç insan, Hantal Billy ve robot Bili bir saat sonra Ho Fat'in Lüks Taksisi'nin biraz daha büyüğü gibi görünen, kesilmiş bir arabanın etrafında toplanmıştı. Arabanın tekerlekleri büyük ve inceydi. Bir rüya gibi kolayca dönüyorlardı. Susannah yüklü olduğunda bile tüy gibi kolayca çekilebileceğini düşündü. En azından Roland'ın gücü kuvveti yerindeyken. Yokuş yukarı çekmek enerjisini hiç şüphesiz bir süre sonra tüketecekti ama taşıdıkları yiyecekleri yedikçe Ho Fat II hafifleyecekti... ve Susannah önlerinde çok fazla tepe olduğunu sanmıyordu. Açık alana, kırlık bölgeye gelmişlerdi; kar ve ağaç kaplı sırtlar arkalarında kalmıştı. Bili, ona ne bir motosiklet ne de bir golf arabası sayılabilecek, elektrikle işleyen bir araç getirmişti. Arkada sürüklenme ("kırık bir egzoz borusu gibi") günleri geride kalmıştı.

"Bana yarım saat daha verirseniz bunu zımparalayabilirim," dedi Bili üç parmaklı çelik elini artık ismi Ho Fat II olan küçük arabanın kesik ön kısmında gezdirerek.

"Teşekkürler deriz ama gerek yok," dedi Roland. "Üzerine birkaç kat deri sereriz, olur biter."

Yola koyulmak için sabırsızlanıyor, diye düşündü Susannah. Bunca zamandan sonra neden'sabırsızlanmasın ki? Ben de yola çıkmaya can atıyorum.

"Eh, öyle diyorsanız öyle olsun," dedi pek mutlu görünmeyen Bili. "Galiba gidişinizi geciktirmeye çalışıyorum. Bir daha ne zaman insan göreceğim kim'bilir?"

Buna hiçbiri cevap vermedi. Bilmiyorlardı.

"Çatıda çok yüksek sesli bir korna var," dedi Bili, Federal'i işaret ederek. "Ne tür bir sorunu haber vermek için kuruldu bilmiyorum -belki radyasyon sızıntıları veya bir saldırıyla karşılaşılması halinde çalmak içindir- ama sesinin en az yüz tekerlek öteye yayılacağından eminim. Rüzgâr doğru yönde esiyorsa daha da uzağa. Sizi takip ettiğini düşündüğünüz kişiyi görürsem veya hâlâ çalışmakta olan hareket algılayıcı cihazlar varlığını hissederse kornayı çalarım. Belki duyarsınız."

"Teşekkürler," dedi Roland.

"Kamyonetle gitseydiniz size yetişme şansı olmazdı," diye belirtti Bili. "Kule'ye ulaşır ve onu hiç görmezdiniz."

"Doğru söylüyorsun," dedi Roland, ama fikrini değiştirdiğine dair en ufak bir belirti yoktu. Bunu görmek Susannah'yı memnun etti.

"Kızıl Baba'sı diye bahsettiğiniz kişi, Can'-Ka No Rey'e gerçekten hükmediyorsa ne yapacaksınız?"

Roland bu olasılığı Susannah ile değerlendirmiş olmasına rağmen başım iki yana salladı. Kule'nin etrafında uzak mesafedeyken bir daire çizip dibine Kızıl Kral'ın hapsolduğu balkondan görülemeyecek bir noktadan yaklaşabileceklerini düşünmüşlerdi. Sonra dolaşıp hemen altındaki kapıya varabilirlerdi. Ama elbette bu düşündüklerinin mümkün olup olmadığını Kule'ye ulaşana dek öğrenemeyeceklerdi.

"Eh, Tanrı isterse su olacaktır," dedi eskiden Kekeme Bili olarak bilinen robot. "Eski insanlar böyle derdi. Belki sizinle hiçbir yerde olmasa bile yolun sonundaki açıklıkta tekrar görüşürüz. Eğer robotların oraya girmesine izin veriliyorsa. Umarım veriliyordur, çünkü tekrar görmek istediğim pek çok kişi var."

Öyle mahzun görünüyordu ki Susannah, Bill'in yanına gidip bir robota sarılmanın saçmalığını bir an bile düşünmeden kaldırılmak için kollarını uzattı. Birbirlerine sarıldılar. Bili, Calla Bryn Sturgis'teki kötücül Andy'nin olumsuz etkilerini silmişti ve sırf bu yüzden bile olsa kucaklanmayı hak ediyordu. Susannah, Bill'in çelik kollarının bedenine dolanmasını hissedince istediği takdirde belini kuru bir dal parçası gibi kırabileceğini anladı. Ama Bill'in sarılışı son derece nazikti.

"Uzun günler ve hoş geceler, Bili," dedi Susannah. "İyi olmanı umuyoruz, hepimiz öyle dileriz."

"Teşekkür ederim, hanımefendi," dedi Bili ve onu yere indirdi. "Size teşek, tekeş, teşkek..." Biiip! Ve elini yine başına indirdi. "Teşekkürler derim." Duraksadı. "Kekeleme sorununu hallettim, gerçekten, ama daha önce de dediğim gibi, tamamen duygusuz değilim."
5

Patrick yorulup Ho Fat IFye binmeden önce Susannah'nın elektrikli aracının yanında dört saat boyunca yürüyerek ikisini de şaşırttı. Bill'in Mordred'i gördüğünü (veya cihazların varlığını algıladığını) belirten korna sesini beklediler ama duyamadılar... üstelik rüzgâr onlara doğru esiyordu. Günbatımında karlı bölgeyi tamamen artlarında bıraktılar. Uzun gölgelerinin düştüğü arazi giderek daha düz bir hal alıyordu.

Roland kamp yapmak için durduklarında ateş yakmak için çalı çırpı topladı ve uyuyakalmış olan Patrick uyanıp koca bir porsiyon sosisle haşlanmış fasulye yedi. (Fasulyelerin Patrick'in dişsiz ağzında kayboluşunu izleyen Susannah uyumadan önce döşek olarak kullandığı deriyi Patrick'in rüzgârının altına sermemesi gerektiğini aklının bir köşesine not etti.) O ve Oy da iştahla yedi ama Roland yemeğine neredeyse hiç dokunmadı.

Patrick akşam yemeğinden sonra resim defterini aldı, kurşunkalemine kaşlarını çatarak baktı ve bir elini Susannah'ya uzattı. Ne istediğini anlayan Susannah omzuna astığı, kişisel eşyalarını koyduğu çıkınından cam kavanozu çıkardı. Kavanozu hep yanında taşıyordu, çünkü sadece bir tane kalemtıraş vardı ve Patrick'in onu kaybetmesinden korkuyordu. Elbette Roland bıçağıyla Eberhard-Faberler'in ucunu açabilirdi ama o şekilde uçların kalitesi bir şekilde değişiyordu. Susannah kavanozu baş aşağı çevirerek içindeki silgileri ve ataçları kalemtıraşla birlikte avucuna döktü Sonra kalemtıraşı Patrick'e uzattı. Patrick kalemin ucunu sokup birkaç kez hızla çevirdikten sonra kalemtıraşı geri verdi ve hemen resmine döndü. Susannah pembe silgilere bakıp Dandelo'nun hepsini teker teker kesmeye niçin tenezzül ettiğini düşündü. Çocuğa eziyet etmenin bir yolu muydu? Eğer öyleyse pek işe yaramamış görünüyordu. Belki ilerideki yıllarda, beyniyle parmakları arasındaki müthiş bağlantılar bir nebze paslandığında (yeteneğinin küçük ama inkâr edilemeyecek kadar göz kamaştırıcı dünyası ilerlediğinde) silgilere ihtiyaç duyabilirdi. Şu an için hataları bile ayrı birer ilham kaynağıydı.

Patrick uzun süre çizmedi. Susannah günbatımının turuncu aydınlığında başını resim defterine iyice eğdiğini görünce defteri itiraz etmeyen parmaklarının arasından aldı ve Patrick'i arabanın arkasına yatırarak (ön kısmı tekerlekleriyle neredeyse aynı yükseklikte bir kayanın üzerine dayandığı için araba yere paralel duruyordu) üzerini derilerle örttükten sonra yanağına bir öpücük kondurdu.

Patrick uykulu bir halde uzanıp Susannah'nın yanağmdaki yaraya dokundu. Susannah önce yüzünü buruşturdu ama nazik dokunuştan kaçmadı. Yara yine kabuk bağlamıştı ama zonklaması acı veriyordu. O günlerde gülümsemek bile Susannah'nın canını acıtıyordu. Uzatılan el indi ve Patrick uykuya daldı.

Yıldızlar gökte belirmişti. Roland dikkatle onları izliyordu.

"Ne görüyorsun?" diye sordu Susannah.

"Sen ne görüyorsun?" diye soruyla karşılık verdi Roland.

Susannah ışıltısı giderek artan gökyüzüne baktı. "Şey," dedi. "Yaşlı Yıldız'ı ve Yaşlı Ana'yı görüyorum ama batıya doğru ilerlemiş gibiler. Ve surda da... aman Tanrı'm!" Ellerini Roland'ın hafif sakallı (hiçbir zaman fazla uzamalarına izin vermiyor gibiydi) yanaklarına koyup çevirdi. "Batı Denizi'nin kıyısından ayrıldığımızda şu orda değildi, olmadığından eminim. O bizim dünyamızdan, Roland... biz ona Büyük Ayı diyoruz!"

Roland başını salladı. "Ve babamın kütüphanesindeki en eski kitaplardan birine göre bir zamanlar bizim dünyamızın da göğündeymiş. İsmi, Lydia'nın Kepçesi'ymiş. İşte şimdi yine görülebiliyor." Gülümseyerek Su-sannah'ya döndü. "Yenilenmenin bir başka işareti. Kızıl Kral hapsolduğu yerden gökyüzüne bakıp onu gördüğünde çileden çıkıyordur!"
6

Susannah kısa bir süre sonra uyudu. Ve rüya gördü.


7

Yine Central Park'ta, ilk kar tanelerinin düşmeye başladığı parlak, gri bir gökyüzünün altında; yakınlarda bir yerde Noel ilahileri söylenmektedir ama söyledikleri "Silent Night" veya "What Child Is This" değil, pirinç sarkışıdır: "Yeşil yeşil pirinçler, Bak gör çok tazeler, Tazeler yemyeşiller, Comma-la-gel-gel! Bir şekilde değişmiş olmasından korkarak bereyi çıkarır ama üzerinde hâlâ MUTLU NOEL'LER yazmaktadır ve

(burada ikizler yok)

içi rahatlar.

Etrafına bakınca ona sırıtmakta olan Eddie ve Jake'i görür.

Eddie'nin üzerinde NOZZ-A-LA İÇİYORUM!yazan bir eşofman üstü vardır.

Jake'inkinin üzerindeyse TAKURO SPIRIT SÜRÜYORUM!yazmaktadır.

Bunların hiçbiri yeni sayılmaz. Ama arkalarında, Beşinci Cadde'ye giden at arabası yolunun yanında durmakta olan şey kesinlikle yenidir. Yaklaşık iki metre yüksekliğinde bir kapıdır bu ve görünüşüne bakılırsa masif de-mirağacından yapılmıştır. Kapının tokmağı som altındır ve üzerinde hanım silahşorun nihayet anladığı bir şekil vardır: çaprazlama duran iki kurşunkalem. Eberhard-Faber #2 olduklarından şüphesi yoktur. Silgileri kesilmiştir.

Eddie bir bardak sıcak çikolata uzatmaktadır. Üzerinde krema ve hin-distancevizi parçacıklarının yüzdüğü mükemmel bir sıcak çikolata. "Al," der Eddie. "Sana sıcak çikolata getirdim."

Susannah uzatılan bardağa aldırmaz. Kapı onu büyülemiştir. "Kumsalda gördüğümüz kapılara benziyor, değil mi?" diye sorar.

"Evet," der Eddie.

"Hayır" der Jake aynı anda.

"Anlayacaksın," der ikisi birlikte ve neşeyle birbirlerine gülümserler.

Susannah yürüyerek yanlarından geçer. Roland'ın onları çektiği kapıların üzerinde TUTUKLU, nöron PRİM KADİNİ ve mc\ yazmaktadır. Bunun üzerinde ise şu yazar: )c^^)©( ŞcfH^ Ve altında şu vardır:

RESSAM

Susannah tekrar onlara döner ama yok olmuşlardır. Central Park da öyle.



Harap olmuş şehir Lud'a ve çorak topraklara bakmaktadır. Soğuk ve ısıran bir esinti ona beş kelime fısıldar: "Zaman dolmak üzere... acele et..."
8

Susannah, ondan ayrılmalıyım... ve bunu Kara Kale'yi ufukta görmeden önce yapmam en iyisi. Ama nereye gideceğim? Ve hem Mordred ile hem Kızıl Kral'la savaşında onu nasıl sadece Patrick'le bırakırım, diye düşünerek panik içinde uyandı.

Son düşüncesi, acı bir gerçeği aklına getirdi: bir hesaplaşma olursa Oy'un Roland'a Patrick'ten daha faydalı olacağı muhakkaktı. Hantal Billy cesaretini pek çok kez göstermiş ve silahşor olmayı hak etmişti; tek eksiği bir silahtı. Ama Patrick... Patrick bir... şey, o bir kalemşordu. Mavi alevlerden hızlıydı ama çok keskin değilse bir Eberhard-Faber ile kimseyi öldüremezdiniz.

Doğrulup oturdu. Küçük elektrikli aracının uzak tarafına yaslanmış, nöbet tutan Roland uyandığını fark etmedi. Ve Susannah fark etmesini ütemedi. Soru işaretleri uyandırabilirdi. Tekrar uzanıp derileri üzerine çekti ve ilk avlarını düşündü. Genç geyiğin nasıl yön değiştirip doğruca 0na doğru koştuğunu ve kafasını Oriza'sıyla nasıl uçurduğunu hatırladı. Tabağın altındaki çıkıntının, Patrick'in kalemtıraşına çok benzeyen çıkıntının buz gibi havayı yarmasıyla duyulan ıslık sesini hatırladı. Zihninin bir çeşit bağlantı kurmaya çalıştığını düşündü, ama ne olduğunu keşfedeme-yecek kadar bitkindi. Belki de çok fazla çabalıyordu. Eğer öyleyse bu konuda ne yapabilirdi?

Calla Bryn Sturgis'te geçirdikleri günler sayesinde emin olduğu bir şey vardı. Kapının üzerindeki sembol, BULUNMAMIŞ anlamına geliyordu.

Zaman dolmak üzere. Acele et.

Ertesi gün Susannah'nın gözyaşları başladı.
9

Tuvaletini gerisinde yapabileceği (ve tutamadığında gözyaşlarını dökebileceği) çalılar hâlâ bol miktarda vardı ama arazi düzleşip açılmaya devam ediyordu. Yolda geçirdikleri ikinci gün, öğle civarı Susannah ileride, önce bulutların gölgesi sandığı karaltıyı fark etti. Ancak gökyüzü bir ufuktan diğerine masmaviydi ve tek bir bulut bile yoktu. Sonra karaltı, bulut gölgesine hiç benzemeyen bir şekilde yön değiştirdi. Susannah nefesini tutup elektrikli aracını durdurdu.

"Roland!" dedi. "İlerde bir yaban sığırı sürüsü var! Evet, eminim!"

"Yaa, öyle mi diyorsunuz?" dedi Roland geçici bir ilgiyle. "Epeyce büyük bir sürü."

Patrick, Ho Fat H'nin arkasına oturmuş, deli gibi çiziyordu. Kalemi tutuşunu değiştirdi ve avucunun alt kısmını kâğıda bastırarak ucuyla gölge yapmaya başladı. Susannah neredeyse Patrick'in çizdiği sürünün üzerinden yükselen toz bulutunun kokusunu alabilecekti. Ama Patrick gözleri Susannah'nınkilerden keskin değilse resimde sürüyü yedi sekiz kilometre daha yakında çizmiş gibi görünüyordu. Daha keskin olmasının mümkün olduğunu düşündü. Her neyse, gözleri uyum sağladı ve Susannah da daha net görmeye başladı. Kocaman başlarını, hatta kara gözlerini bile görebiliyordu.

"Amerika'da bu büyüklükte bir sürü nerdeyse yüz yıldan beri görülmedi," dedi.

"Öyle mi?" Hâlâ aynı kibar alaka. "Ama burda sayıları oldukça fazla. Küçük bir tet menzilimize girerse birkaçını avlayalım derim. Geyik dışında taze et yemek hoşuma gider. Ya senin?

Susannah gülümsemekle yetindi. Roland da gülümsemesine karşılık verdi. Ve Susannah hem an-tet hem dan-dinh olmadan önce ya bir serap ya da bir iblis olduğuna inandığı bu adamı kısa bir süre sonra bir daha asla görmeyeceğini tekrar hissetti. Eddie ölmüştü, Jake ölmüştü ve pek yakında Gilead'lı Roland'ı son kez görecekti. O da ölecek miydi? Peki ya kendisi?

Roland görecek olursa gözyaşları için bir mazerete sahip olabilsin diye başını kaldırıp parlak güneşe baktı. Ve o geniş, boş arazide güneydoğuya, tüm dünyaların ve zamanın merkezi olan Kule'nin giderek şiddetlenen ritmine doğru ilerlemeye devam ettiler.

Güp-güp-güp.

Commala-gele-gele, yolculuk bitmek üzere.

O gece ilk nöbeti Susannah tuttu ve gece yarısı Roland'ı uyandırdı.

"Galiba oralarda bir yerlerde," dedi kuzeybatıyı göstererek. Kimden bahsettiğini belirtmesine gerek yoktu, aklından geçen sadece Mordred olabilirdi. Diğer herkes gitmişti. "Gözünü dört aç."

"Dikkatli olurum," dedi Roland. "Sen de silah sesi duyarsan hemen hazırlan."

"Emin olabilirsin," dedi ve Ho Fat IFnin dibindeki kuru kış otları üzerine uzandı. Önce uyuyamayacağını sandı, yakınlarda bir düşman olmasının gerginliği onu canlandırmıştı. Ama uyudu.

Ve rüya gördü.


10

İkinci gecenin rüyası hem ilk geceki gibi, hem değildir. Ana unsurlar tam olarak aynıdır: Central Park, gri gökyüzü, kar taneleri, ilahi söyleyen sesler (bu kez eski bir Del-Vikingsparçası olan "Come With Me"yi söylemekler), Jake (TAKURO SPIRIT SÜRÜYORUM!) ve Eddie (bu kez üzerinde-Idnde KLİK! BU BİR SHINNARO KAMERA!yazmaktadır). Eddie'nin sıcak çikolatası vardır ama bu kez Susannah 'ya ikram etmez. Susannah endişelerini hem yüzlerinden, hem de gergin bedenlerinden okur. Bu rüyanın en büyük farkı budur: görülecek bir şey veya yapılacak bir şey vardır ya da belki ikisi birden. Her ne ise o ana dek Susannah'nın görmesini beklemişlerdir ve Susannah hep geriye dönmektedir.

Aklına korkunç bir soru gelir: özellikle mi geri dönmektedir? Burada yüzleşmek istemediği bir şey mi vardır? Kara Kule iletişimi bir şekilde engelliyor olabilir mi? Bu aptalca bir fikirdir elbette -gördüğü bu insanlar hasret çeken hayal gücünün eserleridir; ölüdür onlar! Eddie'yi bir kurşun öldürmüş, Jake ise bir arabanın al(ında kalmıştır- biri bu dünyada, biri Anahtar-Dünya'da, yani olanın olduğu bitenin bittiği dünyalarda (çünkü zaman sadece bir tek yönde ilerlemekte) ve başarılı şairleri de Stephen King'dir.

Ancak yüzlerindeki ifadeyi inkâr edemez, o panik ifadesini., sanki ona söylemek istedikleri bir şey vardır. Ona sahipsin, Suze... sana göstermek istediğimiz şeye, bilmen gereken şeye sahipsin. Elinden kayıp gitmesine izin mi vereceksin? Dördüncü devre. Dördüncü devre ve zaman ilerliyor, ilerlemeye devam edecek, etmek zorunda çünkü bütün mola haklan bitti. Acele etmen gerek... acele...


11

Susannah aniden uyandı. Güneş doğmak üzereydi. Eliyle kaşını şilince ter damlalarının ıslaklığını hissetti.

Bilmem gereken şey ne, Eddie? Neyi görmemi istiyorsun? Sorusuna cevap gelmedi. Nasıl gelecekti? Bay Dean öldü, diye düşündü ve tekrar yattı. Bir saat geçti ama tekrar uyuyamadı.
12

Ho Fat H'de, Ho Fat I'de olduğu gibi tutamaklar vardı. Ama Ho Fat I'dekilerin aksine bunlar ayarlanabiliyordu. Patrick yürümek istediğinde tutamaklar birbirlerinden ayrılıyor, Roland birini, Patrick de diğerini tutup çekiyordu. Patrick arabaya bindiğindeyse Roland tutamakları tekrar birbirlerine yaklaştırıp tek başına çekmeyi sürdürüyordu.

Öğle vaktinde yemek için mola verdiler. Yedikten sonra Patrick Ho Fat H'nin arkasına kıvrılıp uyudu. Roland çocuğun (yaşı ne olursa olsun onu bir çocuk olarak görüyorlardı) horlamasını duyana dek bekledi ve Susannah'ya döndü.

"Aklını kurcalayan nedir, Susannah? Söyle bana. Artık bir tet olmasa da, dinh'in olmasam da bana dan-dinh anlat." Gülümsedi. Bu gülümsemedeki hüzün Susannah'nın yüreğine dokundu ve artık gözyaşlarını giz-leyemez oldu. Gerçeği de.

"Roland, Kule'yi gördüğünde hâlâ seninle birlikteysem çok büyük bir sorun var demektir."

"Nasıl bir sorun?"

Susannah başını iki yana salladı. Gözyaşları daha da artmıştı. "Bir kapı olması gerekiyor. Bulunmamış Kapı. Ama onu nasıl bulacağımı bilmiyorum! Eddie ve Jake rüyalarımda bana gelip bildiğimi söylüyorlar -gözlerinden okuyorum- ama bilmiyorum! Yemin ederim bilmiyorum!"

Roland, ona sarılıp şakağına bir öpücük kondurdu. Susannah'nın ağzının kenarındaki yara zonklayıp yandı. Kanamıyordu ama yine büyümeye başlamıştı.

"Bırak ne olacaksa olsun," dedi Silahşor, annesinin bir zamanlar ona dediği gibi. "Bırak ne olacaksa olsun ve ağlama, ka işini yapsın."

"Onun ötesine geçtiğimizi söylemiştin."

Roland, onu kollarında sallıyor ve bu çok iyi geliyordu. Sakinleştiriciydi. "Yanılmışım," dedi. "Senin de bildiğin gibi."
13

Üçüncü gece ilk nöbeti tutma sırası Susannah'daydı ve bir el omzunu kavradığında arkalarına, Kule Yolu boyunca kuzeybatıya bakıyordu. Dehşet içinde arkasına döndü

(arkamda, yüce Tanrı'm Mordred arkamda ve örümcek şeklinde!)

ve tabancasını şimşek hızıyla çekti.

Patrick korkuyla büzüldü. Ellerini korkuyla irileşmiş gözlerine doğru kaldırmıştı. Bağırsaydı Roland'ı uyandıracağı muhakkaktı, uyandırsaydı her şey farklı olurdu. Ama Patrick ses çıkaramayacak kadar korkmuştu. Boğazından sadece alçak bir inilti yükseldi.

Susannah tabancayı kılıfına koydu, ona boş ellerini gösterdi ve Pat-rick'i kendisine çekerek sarıldı. Patrick'in bedeni hâlâ kaskatıydı -hâlâ korkuyordu- ama sonra gevşedi.

"Ne oldu, bir tanem?" diye sordu Susannah sotto vocen. Sonra farkında olmadan Roland ile aynı kelimeleri kullandı. "Aklını kurcalayan nedir?"

Patrick ondan uzaklaşıp kuzeyi gösterdi. Susannah bir an için yine de anlamadı ama sonra dans edip göz kırpan turuncu ışıkları gördü. En az sekiz kilometre ötede olduklarını düşündü ve daha önce görmemiş olmasına hayret etti.

Roland'ı uyandırmamak için alçak sesle konuşmaya devam etti. "Bunlar sadece ışıklar, tatlım... sana zarar veremezler. Roland cinler olduğunu söylüyor. Aziz Elmo'nun ateşi veya öyle bir şey gibi."

(' Alçak sesle.

Ama Patrick'in Aziz Elmo'nun ateşinin ne olduğuna dair hiçbir fikxj yoktu, Susannah bunu gözlerinden anlayabiliyordu. Ona hiçbir zarar vermeyeceklerini tekrarlamakla yetindi. Cinler bundan yakına gelmezdi Tekrar dönüp baktığında da dans ederek uzaklaşmakta olduklarını gördü zaten. Kısa bir süre sonra çoğu yok olmuştu. Belki düşünceleriyle onları uzaklaştırmıştı. Bir zamanlar böyle fikirlere dudak bükerdi ama artık de-

Patrick sakinleşmeye başladı.

"Neden tekrar uyumuyorsun, tatlım? Dinlenmen gerek." Aslında bu kendisi için de geçerliydi ama korkuyordu. Yakında Roland'ı uyandırıp yatacak vd rüya görecekti. Jake ve Eddie'nin hayaletleri geçen seferkinden daha yoğun bir endişeyle ona bakacaktı. Bilmediği, bilemediği bir şeyi görmesini isteyeceklerdi.

Patrick başım iki yana salladı.

"Uykun gelmedi mi?"

Tekrar iki yana salladı.

"Peki o halde, neden bir süre resim yapmıyorsun?" Çizmek Patrick'i daima rahatlatırdı.

Patrick gülümsedi ve başını salladı. Sonra hemen Ho Fat'e gidip resim defterini aldı. Roland'ı uyandırmamak için abartılı, büyük adımlarla yürüyordu. Bu görüntü Susannah'yı gülümsetmişti. Patrick resim yapmayı seviyordu; galiba Dandelo'nun bodrumunda hayatta kalmasının tek sebebi, yaşlı piçin ona ara sıra çizmesi için kalem kâğıt vereceğini bilmesiy-di. Susannah, Patrick'in de Eddie'nin bir zamanlar olduğu gibi bir bağımlı olduğunu düşündü. Ama Patrick'in bağımlı olduğu maddeler kalem ve kâğıttı.

Oturup resim yapmaya başladı. Susannah nöbetine devam etti ama kısa bir süre sonra bütün bedenini tuhaf bir titreşim sardı, sanki izlenen kendisiydi. Aklına yine Mordred geldi, sonra gülümsedi (yarası büyüyüp şiştiği için canı yandı). Mordred değil, Patrick'ti. Patrick, onu izliyordu. Patrick, onu çiziyordu.

Neredeyse yirmi dakika boyunca hareketsizce oturdu, sonra merak baskın çıktı. Patrick için yirmi dakika, Mona Lisa'yı yapabilmesine yetecek bir süreydi hatta arka plana St. Paul Bazilikası'nı da çizebilirdi. Hissettiği titreşim öylesine tuhaftı ki neredeyse zihinsel değil, fizikseldi.

Yanına gidince Patrick önce defteri alışılmamış bir utangaçlıkla göğsüne bastırdı. Ama Susannah'nın bakmasını istiyordu, bu gözlerinden okunuyordu. Neredeyse bir âşığın bakışıydı ama Susannah, Patrick'in bu hissinin resimdeki kadına yönelik olduğunu tahmin etti.

"Haydi, şekerim," dedi ve bir elini defterin üzerine koydu. Ama Patrick istese bile çekip almamaya kararlıydı. Ressam oydu, eserini gösterip göstermeme kararı tamamen ona ait olmalıydı. "Lütfen?"

Patrick defteri bir süre daha göğsüne bastırdı. Sonra -utangaçça, gözlerini kaçırarak- Susannah'ya uzattı. Defteri alan Susannah resme baktı. O kadar iyiydi ki bir an nefesi kesildi. İri gözler. Babasının "Etiyopya'nın mücevherleri" dediği çıkık elmacık kemikleri. Eddie'nin öpmeye bayıldığı dolgun dudaklar. Susannah'nın birebir kopyasıydı... aynı zamanda ondan fazlasıydı. Sevginin kurşunkalemle çizilmiş çizgilerden böyle kusursuz bir yalınlıkla parlayacağını tahmin edemezdi, ama işte o sevgi karşısındaydı, gerçekten öyleydi; bir çocuğun onu kurtaran, orada kalmaya devam ettiği takdirde ölmesi muhakkak bir kara delikten çekip çıkaran kadına duyduğu aşk tüm çıplaklığıyla karşısındaydı. Bir anneye duyulan sevgi, bir kadına duyulan aşk.

"Patrick, bu muhteşem!" dedi.

Çocuk, ona endişeyle baktı. Şüpheyle. Sahi mi? diye soruyordu gözleri ve Susannah, yaptığının inkâr edilemez güzelliğinden sadece onun -zavallı, güvensiz, ömrü boyunca bu yeteneğe sahip olmuş ama değerinden bihaber- şüphe duyabileceğini anladı. Çizmek onu mutlu ediyordu; bu kadarını her zaman bilmişti. Resimlerinin başkalarını mutlu edebileceği ihtimali... işte bu fikre alışması gerekecekti. Susannah ne kadar süredir Dandelo'nun elinde tutsak olduğunu ve en başta o gaddar yaratığın eline nasıl düştüğünü bir kez daha merak etti. Herhalde hiçbir zaman öğrenemeyecekti. Bu arada Patrick'in yeteneğinin farkına varması gerekiyordu.

"Evet," dedi. "Muhteşem olmuş. Çok iyi bir ressamsın, Patrick. Buna bakmak kendimi iyi hissettiriyor."

Patrick bu kez gülümserken dişlerini sıkmayı unuttu. Ve dilsiz olsun olmasın o gülümseme o kadar tatlıydı ki, Susannah yiyebileceğini bile düşündü. Korkularıyla endişelerini çok küçük ve önemsizmiş gibi gösteriyordu.

"Bende kalabilir mi?"

Patrick başını hevesle salladı. Yırtma hareketi yaptıktan sonra Su-sannah'yı gösterdi. Evet! Sayfayı yırtıp al! Sende kalsın!

Susannah kâğıdı yırtacaktı ki duraksadı. Patrick'in sevgisi (ve kalemi) onu çok güzel yapmıştı. O güzelliği bozan tek çirkinlik, ağzının kenarındaki yaraydı. Resmi ona çevirdi, parmağının ucuyla yarayı gösterdi, sonra yüzündeki yaraya dokundu. Ve yüzünü buruşturdu. En ufak dokunuş bile acıtıyordu. "Tek kötü şey bu," dedi.


Yüklə 2,92 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   50   51   52   53   54   55   56   57   ...   62




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin