Stephen King Kara Kule Cilt7 Kule



Yüklə 2,92 Mb.
səhifə57/62
tarix03.12.2017
ölçüsü2,92 Mb.
#33720
1   ...   54   55   56   57   58   59   60   61   62

"Pekâlâ, şimdi gülü biraz daha iyi görebiliyor musun?" diye sordu şakacı bir tonla olmasına çalışarak ama sesi yine hırçın çıkmıştı, hırçın ve yorgun.

Neyse ki Patrick, Silahşor'un sesindeki sertliğe tepki göstermedi; muhtemelen söylediklerimi duymadı bile, diye düşündü Roland. Dilsiz delikanlı bacaklarını ayak bilekleri üst üste gelecek şekilde uzatmış, resim defterini kucağına koymuştu. Yarısı yenmiş yemeği, hemen yan tarafında duruyordu.

"Resme dalıp yemeğini bitirmeyi ihmal etme," dedi Roland. "Beni duydun, değil mi?" Çabalarına cevap olarak dalgın bir baş sallaması alınca pes etti. "Ben biraz uyuyacağım, Patrick. Uzun bir gün olacak." Daha da uzun bir gece, diye ekledi içinden... ama o da Mordred ile aynı teselliye sahipti: o gece, sonuncu olacağa benziyordu. Gül tarlasının bitimindeki Kara Kule'nin içinde onu neyin beklemekte olduğunu tam olarak bilmiyordu ama Kızıl Kral'ın işini bitirse bile bunun son yürüyüşü olduğundan oldukça emindi. Can'-Ka No Rey'den bir daha ayrılacağını sanmıyordu ve bunun bir sakıncası yoktu. Çok yorgundu. Ve gülün gücüne rağmen üzgündü.

Gilead'lı Roland kolunu gözlerinin üzerine koydu ve anında uyudu.


4

Patrick yaptığı ilk gül resmini göstermek için onu çocuksu bir coşkuyla uyandırdığında uykuya dalalı çok az bir süre olmuştu... güneşin konumuna bakılırsa on, en fazla on beş dakika uyumuştu.

Patrick'in bütün resimleri gibi bunun da acayip bir gücü vardı. Patrick sadece bir kurşunkalemle çalışmasına rağmen resme adeta hayat vermişti. Roland yine de bu sanat eserini takdir etmeyi bir saat sonrasına bırakmayı tercih ederdi. Bununla birlikte başını sallayarak beğendiğini belirtti -böylesine harikulade bir şeyin karşısında daha fazla hırçınlık etmeyeceğine dair kendine söz verdi- ve Patrick aldığı tepki çok büyük olmamasına rağmen mutlulukla gülümsedi. Sayfayı çevirip gülü tekrar çizmeye başladı. İkisi için birer resim, tıpkı Roland'ın istediği gibi.

Roland tekrar uyuyabilirdi ama ne anlamı vardı? Dilsiz çocuk ikinci resmi sadece dakikalar sonra tamamlayacak ve göstermek için onu yine uyandıracaktı. Uyumak yerine Oy'un yanma gitti ve gür kürkünü okşadı. Bunu nadiren yapardı.

"Sana öyle sert çıktığım için üzgünüm, dostum," dedi Hantal Billy'ye. "Bana hiç olmazsa tek bir kelime söylemeyecek misin?"

Söylemeyecekti.

Roland on beş dakika sonra arabadan indirdiği tek tük eşyayı tekrar yerine yerleştirdi, avuçlarına tükürdü ve tutamakları kavradı. Araba artık daha hafifti, öyle olmalıydı, ama daha ağırmış gibi geliyordu.

Elbette daha ağır gibi gelir, diye düşündü. İçinde kederim var. Her gittiğim yere onu da götürüyorum, evet götürüyorum.

Kısa süre sonra Patrick de Ho Fat H'deki yerini aldı. Kendine rahat bir köşe hazırlayarak kıvrılıp hemen uyudu. Gölgesi giderek uzayan Roland başı önde, ayaklarını sürüyerek yürümeye devam etti. Oy hemen yanı başında yürüyordu.

Bir gece daha, diye düşündü Silahşor. Bir gece ve bir gün daha, sonra bitecek. Öyle ya da böyle.

Kule'nin ritminin ve şarkı söyleyen binlerce sesinin zihnini doldurup ayaklarını hafifletmesine izin verdi... hiç olmazsa biraz. Yol kenarındaki güllerin sayısı artmıştı; her iki taraftaki düzinelerce gül, genel olarak kasvetli olan manzarayı aydınlatıyordu. Yolun üzerinde de birkaç güle rastladı ve zarar vermemeye özen göstererek etraflarından dolaştı. Son derece yorgundu, ama tek bir yapraklarına bile zarar vermemişti. Yolun üzerine düşmüş olanlara bile.
5

Güneş ufkun hâlâ epey üzerindeyken gece için durdu; havanın kararmasına daha en az iki saat vardı ama daha fazla ilerleyemeyecek kadar bitkindi. Kurumuş bir dere yatağının yanında kamp kurdular. Dere yatağının içi o muhteşem güllerle doluydu. Şarkıları bitkinliğini yok etmedi ama ruhunu bir nebze olsun canlandırdı. Aynı şeyin Patrick ve Oy için de geçerli olduğunu düşündü; bu iyiydi. Patrick uyandığında etrafına önce ilgiyle bakmıştı. Sonra suratı asıldı ve Roland, çocuğun Susannah'nın gidişini hatırladığını tahmin etti. Kapı arkasından kapandığında Patrick biraz ağlamıştı ama Roland burada ağlayacağını sanmıyordu.

Dere yatağı boyunda kavak ağaçları vardı -en azından Silahşor kavak olduklarını düşünüyordu- ama köklerinin beslendiği dere kuruyunca onlar da kuruyup kalmıştı. Dalları artık gökyüzüne doğru uzanan kemiksi, yapraksız kördüğümlerdi. Roland kuru dallar arasında on dokuz rakamlarını görebiliyordu. Hem Susannah'nın dünyasının, hem de kendi dünyasının rakamlarıyla. Bir yerde dallar, kararmakta olan gökyüzü önünde CHASSIT yazarcasına iç içe geçmişti.

Roland bir ateş yakıp erken bir akşam yemeği pişirmeden önce -Dandelo'nun kilerinden aldıkları konserve yiyecekler o akşam için iyi bir öğün olacaktı- kuru dere yatağına gidip gülleri kokladı. Ölü ağaçlar arasında yavaş adımlarla yürüyerek şarkılarını dinledi. Hem koku, hem de şarkı canlandırıcıydı.

Kendini biraz daha iyi hissederek ağaçların altından odun topladı (alçak dalları koparıp geride Patrick'in kurşunkalemlerini hatırlatan küçük parçalar bırakıyordu) ve ortalarına çalı çırpıları yerleştirdi. Sonra eski duayı neredeyse duymayarak söyledi ve ateşi yaktı: "Karanlıkta kıvılcım, kimdir atam? Yatacak mıyım? Kalacak mıyım? Bu kampı ateşle kutsa."

Roland ateşin önce harlayıp sonra korlara dönüşmesini beklerken New York'ta kendisine hediye edilen saati çıkardı. Pilinin en az elli yıl bitmeyeceği garanti edilmesine rağmen saat önceki gün durmuştu.

Öğle saatlerinin akşama döndüğü o an ise kollar yavaşça ters yöne doğru ilerlemeye başlamıştı.

Bunu büyülenmişçesine bir süre izledi, sonra kapağını kapattı ve üzerine işlenmiş sigul'lara baktı: anahtar, gül ve Kule. Spiral şeklinde yükselen pencerelerden hafif, ürkütücü, mavi bir ışık yayılmaya başlamıştı.

Bunu yapacağını bilmiyorlardı, diye düşündü ve saati her zaman yaptığı gibi düşebileceği bir delik olup olmadığını kontrol ettikten sonra ön sol cebine dikkatle koydu. Sonra yemek pişirdi. Patrick ile karınlarını güzelce doyurdular.

Oy hiçbir şey yemedi.


6

Kuru dere yatağının yanında, karanlıkta geçirdiği on iki saat, siyahlı adamla konuşarak geçirdiği gece dışında -Walter'in önceden dizildiğine şüphe olmayan bir deste kart ile geleceğe dair kasvetli kehanetlerde bulunduğu gece- Roland'ın hayatının en uzun saatleri oldu. Giderek artan bitkinliği, üzerine taşlardan yapılmış bir pelerin gibi çöktü. Uykuyla ağırlaşan gözlerinin önünden eski yüzler ve yerler birer birer geçmeye başladı sarı saçları gerisinde savrularak deli gibi Uçurum'a at süren Susan; ay-nl şekilde Jericho Tepesi'nden aşağı koşan, çığlıklar atan ve gülen Cuth-bert; şerefe kadeh kaldıran Alain Johns; Oy etraflarında havlayarak dans ederken çimler üzerinde neşeyle bağırarak güreşen Eddie ve Jake.

Mordred karanlığın içinde bir yerlerdeydi ve çok yakındaydı, ama Roland kendini giderek artan bir sıklıkla uykunun kollarına yuvarlanmak üzereyken yakalıyordu. Sıçrayarak uyandığı her seferde karanlığa deli gibi bakıyor, bilinçsizliğin kıyısına kadar geldiğini biliyordu. Her seferinde karnında kırmızı leke olan örümceği üzerine saldırırken görmeyi bekliyor, ama uzakta dans eden turuncu ışıklar dışında hiçbir şey göremiyordu.

Ama bekliyor. Fırsat kolluyor. Ve uyursam -uyuduğumda- üzerimize saldıracak.

Saat sabah üç civarında derin bir uykuya dönüşmek üzere olan bir şekerlemeden sadece iradesinin gücüyle uyandı. Avuçlarının alt kısmıyla gözlerini görüş alanında karmaşık geometrik şekiller uçuşmasına yol açacak kadar sertçe ovuşturarak etrafına umutsuzca baktı. Ateş sönmeye yüz tutmuştu. Patrick ateşin yaklaşık altı metre ötesinde, bir kavak ağacının yumrulu gövdesinin önünde uyuyordu. Roland'ın bulunduğu yerden üzeri deriyle örtülü bir yığından başka bir şey değilmiş gibi görünüyordu. İlk anda Oy'dan hiçbir iz göremedi. Hantal Billy'ye seslendi, ama karşılık alamadı. Silahşor tam ayağa kalkmak üzereydi ki Jake'in eski dostunun ateşin aydınlattığı alanın hemen ötesinde durmakta olduğunu gördü; daha doğrusu, gözlerindeki altın halkaların ışıltısıydı gördüğü. Gözler Ro-land'a bir anlığına baktıktan sonra kayboldu, Hantal Billy muhtemelen burnunu patilerinin üzerine koymuştu.

O da yorgun, diye düşündü Roland. Neden olmasın?

Oy'a ertesi günden sonra ne olacağı sorusu Silahşor'un karışık, yorgun zihninde şekillenmeye çalıştı, ama Roland soruyu tam anlamıyla oluşamadan aklından uzaklaştırdı. Ayağa kalktı (o bitkinlikle eli kalçasında bir zamanlar yer etmiş acıyı beklercesine yine aynı yere uzandı) Patrick'in yanına gidip onu sarsarak uyandırdı. Biraz uğraşması gerekmiş ama çocuğun gözleri sonunda açılmıştı. Bu kadarı Roland için yeterince iyi değildi Patrick'in omuzlarını kavradı ve doğrultup oturmasını sağladı. Çocuk tekrar uzanmaya çalışınca Roland, onu yine sarstı. Sertçe. Patrick, Silah-şor'a uykulu bir şaşkınlıkla baktı.

"Ateş yakmama yardım et, Patrick."

Hareket etmek çocuğun uykusunu biraz olsun açacaktı. Ateş canlandığında Patrick kısa bir süre nöbet tutmak durumunda kalacaktı. Bu fikir Roland'ın hiç hoşuna gitmiyor, kampı Patrick'in sorumluluğuna bırakmanın tehlikeli olacağını biliyordu, ama bütün gece uyanık kalmaya çalışması daha da tehlikeli olacaktı. Uykuya ihtiyacı vardı. Bir iki saat yeterli olacaktı. Patrick o kadar süre uyanık kalabilirdi elbette.

Patrick tekrar ayağa kaldırılmış bir ceset gibi hareket ediyor olmasına rağmen çalı çırpı toplayıp ateşe atmak için yeterince istekli görünüyordu. Ateş harlayınca önceki yerine oturarak ellerini dizlerinin arasından sarkıttı. Şimdiden uyumaya başlamış gibiydi. Roland, çocuğu tamamen uyandırmak için tokat atması gerekebileceğini düşündü. Daha sonra -acı acı- düşündüğünü yapmış olmayı dileyecekti.

"Patrick, dinle beni." Çocuğu omuzlarından kavrayıp uzun saçlarının havada savrulmasına yol açacak kadar sertçe sarstı. Saçları gözlerine doğru düşünce Roland sabırsızca kenara itti. "Uyanık kalıp nöbet tutmanı istiyorum. Sadece bir saatliğine... sadece... başını kaldır, Patrick! Bana bak! Tanrı'm, sakın uyuyakalayım deme! Şunu görüyor musun? Bize en yakındaki parlak yıldızı?"

Roland, Yaşlı Ana'yı gösteriyordu. Patrick hemen başını salladı. Gözlerinde bir ilgi pırıltısı olduğunu gören Silahşor bundan biraz cesaret aldı. Patrick'in yüzünde, "çizmek istiyorum" ifadesi vardı. En büyük kavak ağacının dallarındaki en geniş aralıktan görünen Yaşlı Ana'nın resmini yapmaya başlarsa uyanık kalabilirdi. Kendini çok kaptırırsa şafak vaktine kadar bile çizebilirdi.

"Otur, Patrick." Çocuğu ağacın dibine oturtup sırtını gövdesine yaslamasını sağladı. Ağacın yumrulu gövdesinin onu uyanık tutacak kadar rahatsız edici olacağını umuyordu. Roland tüm bu hareketleri su altında yapıyormuş gibi hissediyordu. O kadar yorgundu ki. Çok yorgundu. "Yıldızı hâlâ görüyor musun?"

Patrick başım hevesle salladı. Uykulu halini üzerinden atmış gibiydi ve Silahşor bu lütuf için tanrılara şükretti.

"Yıldız şu kalın dalın arkasında kaldığında ve oturduğun yerden göremediğinde veya kalkmadan çizmeye devam edemediğinde... beni çağır. Beni ne kadar zor olursa olsun uyandır. Anladın mı?"

Patrick hemen başını salladı ama onunla bir süredir yolculuk etmekte olan Roland başını böyle sallamasının bir anlamı olmadığını biliyordu. Patrick'in tek istediği, onu hoşnut etmekti. Ona dokuzla dokuzun toplamının doksan dokuz olduğunu söyleyecek olsa yine aynı şekilde hevesle başını sallayacaktı.

"Oturduğun yerden yıldızı göremediğinde..." Kendi sözleri artık çok uzaklardan geliyormuş gibiydi. Patrick'in onu anladığını ummaktan başka seçeneği yoktu. Dilsiz çocuk hiç olmazsa resim defterini ve ucu yeni açılmış bir kalem çıkarmıştı.

En iyi korumam bu, diye mırıldandı Roland'ın zihni, bedeni Ho Fat II ile kamp ateşi arasındaki deri yığınından oluşan döşeğine yıkıhrcasına uzanırken. Resim yaparken uyuyakalmaz, değil mi?

Umudu o yöndeydi ama cevabı bildiği söylenemezdi. Önemi de yoktu çünkü Gilead'h Roland her halükârda uyuyacaktı. Elinden geleni yapmıştı ve bu kadarı yeterli olmak zorundaydı.

"Bir saat," diye mırıldandı ve sesi kendi kulaklarına çok uzaklardan geldi. "Beni uyandır... yıldız... Yaşlı Ana dalın arkasında..."

Ama Roland cümlesini tamamlayamadı. Artık ne söylediğini bile bilmiyordu. Bitkinlik onu yakaladı ve rüyasız bir uykunun içine çekiverdi.
7

Mordred tüm bunları uzağı gören cam gözlerle izledi. Ateşi yüksel-miş ve parlak alevinde kendi bitkinliği en azından geçici bir süre için yok olmuştu. Silahşor'un dilsiz çocuğu -Ressam- uyandırmasını ve ateş yafc. ması için yardım etmeye zorlamasını ilgiyle izledi. Dilsiz çocuğun bu işi bitirip Silahşor, onu engelleyemeden tekrar uykuya dalmasını umarak izlemeye devam etti. Ne yazık ki umduğu gerçekleşmedi. Bir grup ölü kavak ağacının yanına kamp kurmuşlardı. Roland, Ressam'ı en büyüğünün yanına götürdü. Vardıklarında, gökyüzünü işaret etti. Gökyüzü yıldızlarla doluydu ama Mordred, Yaşlı Beyaz Silahşor Baha'sının Yaşlı Ana'yı gösterdiğini tahmin etti zira en parlağı oydu. Pek zeki sayılamayacak Ressam sonunda anlamış göründü. Resim defterini çıkarıp çizmeye koyuldu. Yaşlı Beyaz Baba'sı Ressam'ın dinlemediği açıkça görülen talimatlar mırıldanarak biraz öteye gidip devrilircesine yattı.

Öyle ani yatmıştı ki Mordred, orospu çocuğunun kalbinin bunca yorgunluğa dayanamayıp iflas ettiğinden korktu. Sonra Roland hafifçe kıpırdanarak yattığı yere iyice yerleşti ve kuru dere yatağının yaklaşık doksan metre ötesinde bir tepeciğe uzanmış izleyen Mordred'in kalp atışları yavaşladı. Yaşlı Beyaz Silahşor Baha'sının uykusu çok derin olabilirdi ama Ressam o sözsüz, ancak şeytana yakışacak kadar yüksek çığlıklarından birini attığında tabancasını çekmiş, ateş etmeye hazır bir halde anında uyanmasını sağlayacak bir eğitime ve Eld'in kendisine kadar uzanan bir soya sahipti. Mordred'in sancıları giderek kötüleşiyordu. Çığlık atmamak, insan şeklini koruyabilmek, ölmemek için mücadele ederek iki büklüm oldu. Aşağıdan o uzun pırtlama sesini duydu ve kahverengi sıvı dışkının bacaklarından aşağı süzüldüğünü hissetti. Ama son derece keskin burnu bu kez bokla birlikte kan kokusu da aldı. Acının asla sona ermeyeceğini, onu ikiye bölene dek artacağını sandı ama sonunda hafiflemeye başladı. Sol eline bakınca parmaklarının siyahlaşıp birbirine yapıştığını gördü ve hiç şaşırmadı. Bu parmaklar bir daha asla insan parmağı olmayacaktı; sadece bir kez daha değişeceğini biliyordu. Sağ eliyle kaşındaki teri sildi ve geri zekâlı dilsiz veledi uyuyakalmış görmek için Kızıl Baha'sına dua ederek dürbünü yine gözlerine kaldırdı. Ama hâlâ uyanıktı. Sırtını ağacın gövdesine yaslamış, dalların arasından gökyüzüne bakarak Yaşlı Ana'nın resmini yapıyordu. Mordred Deschain'in ümitsizliğe en fazla yaklaştığı an bu oldu. Roland gibi o da, resim yapmanın geri zekâlı çocuğu uyanık tutabilecek tek aktivite olduğunu düşünüyordu. Yükselen ateşi içini bu tahrip edici enerjiyle doldurmuşken neden şekil değiştirmiyordu? Neden şansını denemiyordu? Ne de olsa istediği çocuk değil, Ro-land'dı; örümcek bedeninde Silahşor'un üzerine süratle çullanıp bedenini aç ağzına yaklaştırabilirdi mutlaka. Yaşlı Beyaz Baba'sı bir, hatta belki iki el ateş etme fırsatı bulabilirdi ama Mordred kurşunlar örümceğin sırtındaki beyaz yumruya, çifte bedeninin beynine isabet etmediği sürece tehlikede olacağını sanmıyordu. Ve onu bir kez yakaladım mı emip kupkuru edene dek bırakmayacağım, tıpkı Mia adındakine yaptığım gibi tozdan bir mumyaya dönecek. Rahatladı ve bedeninin değişimine izin vermeye hazırlandı. Tam o sırada zihninde bir başka ses duydu. Kara Kule'nin dışına hapsolmuş ve özgür kalabilmek için Mordred'in hiç olmazsa bir gün daha yaşamasına muhtaç olan Kızıl Baha'sının sesiydi.

Biraz daha bekle, dedi ses. Birazcık daha. Sana yardımı olabilecek bir numaram var. Bekle... biraz daha bekle...

Mordred bekledi. Ve bir iki dakika sonra Kara Kule'den yayılan ritmin değiştiğini hissetti.
8

Değişimi Patrick de hissetti. Ritim daha sakinleştirici olmuştu. Ve içinde sözcükler vardı; çizme isteğini körelten kelimeler. Bir çizgi daha Çekti, duraksadı, sonra kalemi bir kenara bırakıp kafasının içindeki kelimelerin ritmiyle uyumlu bir şekilde parlayıp sönüyormuş gibi görünen Yaşlı Ana'yı seyretmeye koyuldu. Roland duysa bu kelimeleri hemen tanırdı. Ancak bu kez söyleyen bir kadın değil, yaşlı bir adamdı. Sesi titriyordu ama tatlıydı:

"Canım bebeğim, güzel bebeğim, Bak bitti bir gün daha Tatlı ve mutlu rüyalar sana Çilek tarlaları gör rüyanda

Canım bebeğim, güzel bebeğim Hep koklayayım öpeyim Chussit, chissit, chassit! Yetmesi gerek, dolacak sepet!"

Patrick'in başı göğsüne düştü. Gözleri kapandı... açıldı... tekrar kapandı...

Yetmesi gerek dolacak sepet, diye düşündü ve ateşin aydınlığında uyu-yakaldı.


9

Şimdi, akıllı oğlum, diye fısıldadı Mordred'in kaynayan, eriyen beynindeki soğuk ses. Şimdi. Git ve uykusundan asla uyanmamasını sağla. Onu birlikte hükmedeceğimiz güllerin arasında öldür.

Mordred saklandığı yerden çıktı. Dürbün, artık bir ele benzemeyen elinden düşmüştü. Değişirken içini yoğun bir özgüven kapladı. Bir dakika sonra iş bitecekti. İkisi de uyuyordu, başaramaması için hiçbir sebep yoktu.

Yedi bacak üzerinde bir kâbus gibi, uyuyan iki erkeğin üzerine doğru hızla gitti. Ağzı açılıp kapanıyordu.


10

Roland binlerce kilometre ötede bir yerlerden gelen havlama sesini duydu. Ses yüksek, telaşlı, öfkeli ve vahşiydi. Yorgun beyni havlamayı al-

804

gılamamak, bir çukura gömüp üzerini örtmek istedi. Sonra onu bir anda uyandıran, acı dolu, korkunç bir çığlık yükseldi. Acıyla değişmiş bile olsa Roland bu sesi çok iyi tanıyordu.



"Oy!" diye haykırdı yerinden fırlayarak. "Oy, neredesin? Yanıma gel! Yanı..."

Oradaydı, örümceğin kolları arasında kıvranıyordu. Ateşin aydınlığında ikisi de net bir şekilde görülebiliyordu. Daha ötelerinde Patrick, Susannah gittiğine göre artık kirlenmiş olabilecek bir saç perdesinin gerisinden aptalca bakıyordu. Hantal Billy, Mordred bedenini doğal olmayacak bir şekilde bükmüş olmasına rağmen öne arkaya var gücüyle kıvranıyor, ağzından köpükler saçarak örümceğin bedeninin herhangi bir parçasını ısırmaya çalışıyordu.

Uzun otlar arasından fırlamasaydı Mordred'in pençelerindeki o değil, ben olacaktım, diye düşündü Roland.

Oy dişlerini örümceğin bacaklarından birine sertçe geçirdi. Roland dişlerini daha derine geçirirken Hantal Billy'nin kaslarında beliren madeni para büyüklüğündeki gamzeleri ateşin aydınlığında görebiliyordu. Yaratık hafifçe yalpaladı ve kavrayışı gevşedi. İsteseydi Oy o an serbest kalabilir, örümceğin pençelerinden kurtulabilirdi. Ama yapmadı. Mordred, onu tekrar kavrayamadan atlayıp koşarak uzaklaşmak yerine zamanını boynunu uzatıp yaratığın bacaklarından birinin şiş bedeniyle birleştiği yeri yakalamakla harcadı. Dişlerini derinlere geçirince siyahımsı bir sıvı, burnunun iki yanından fışkırdı. Ateşin ışığında turuncu pırıltılar saçıyordu. Mordred daha yüksek bir çığlık attı. Oy'u hiç hesaba katmamıştı ve bedelini ödüyordu. Kıvranan iki şekil, ateşin aydınlığında bir karabasandan fırlamış iki yaratığa benziyordu.

Patrick yakınlarda bir yerde dehşetle haykırıyordu.

Beş para etmez orospu evladı uyuyakalmış, diye düşündü Roland acıyla. Peki ona nöbet tutturan kimdi?

"Bırak onu, Mordred!" diye bağırdı. "Bırakırsan bir gün daha yaşamana izin veririm! Babamın adı üzerine yemin ederim!"

Delilik ve kötülükle dolu kıpkırmızı gözler, Oy'un çarpılmış bedeninin üzerinden ona dik dik baktı. Gözlerin üzerinde, örümceğin sırtında topluiğne başı gibi minik mavi gözler vardı. Silahşor'a fazla insani bir nefretle bakıyorlardı.

Kendi gözlerim, diye düşündü korkuyla, ardından acı bir çıtırtı duyuldu. Kırılan, Oy'un omurgasıydı ama bu ölümcül yaralanmaya, çelik gibi sert kıllar bir zamanlar Jake'in bileğini şefkatle kavrayıp çocuğun görmesini istediği bir şeye doğru çeken ağzını ve çevresini parçalamış olmasına rağmen Mordred'in bacağının gövdesiyle birleştiği yeri kavrayan dişleri ayrılmadı. Ake! derdi öyle anlarda heyecanla. Ake-Ake!

Roland'ın sağ eli tabancasına gitti ama kılıfının boş olduğunu anladı. Susannah'nın diğer dünyaya geçerken tabancalarından birini yanında götürmüş olduğunu ancak o zaman, genç kadının gidişinden saatler sonra fark etti. Güzel, diye düşündü. Güzel. Diğer tarafta karanlık varsa içindeki yaratıklar için beş, kendisi için bir kurşunu olacak. Alâ.

Ama bu düşünce de belli belirsiz ve uzaktı. Mordred ağırlığını arka bacakları üzerine verip kalan orta bacağını Oy'un gövdesine dolayarak hâlâ diş göstermekte olan Hantal Billy'yi kanayan bacağından uzaklaştırırken diğer tabancasını çekti. Örümcek, tüylü bedeni korkunç bir şekilde havada döndürdü. Oy'un bedeni bir an için parlak Yaşlı Ana'yı perdeledi. Sonra örümcek, Hantal Billy'yi bir kenara fırlattı ve Roland dejâ vu hissine kapıldı. Bu olanları çok uzun zaman önce, Büyücü'nün Küre-si'nde görmüştü. Oy ateşin yardığı karanlıkta süzüldü ve Roland'ın yakmak için kopardığı dallardan birinin köküne sertçe çarptı. Acı dolu, korkunç bir çığlık attı -ölüm çığlığı- ve Patrick'in başının üzerinde havada hareketsizce asılı kaldı.

Mordred bir an bile duraksamadan Roland'ın üzerine atıldı ama hareketleri yeterince süratli değildi; bacaklarından biri doğar doğmaz vurularak koparıldığı, bir diğeri de az önce kötü bir şekilde yaralandığı için nispeten yavaş ilerliyor, yaralı bacağının ucundaki kıskaç yerde yararsızca sürünürken istemsizce açıhp.kapanıyordu. Roland'ın gözleri hiç bu kadar keskin, böyle anlarda içini saran soğukluk hiç bu kadar derin olmamıştı.

Örümceğin sırtındaki beyaz yumruyu ve kendisinin olan masmavi gözlerini gördü. Tek oğlunun korkunç yaratığın sırtından bakan yüzünü gördü ve ilk kurşunun parçalamasıyla gördüğü yüz fışkıran kanlar ardında bir anda kayboldu. Örümcek arka ayakları üzerinde yükseldi, ön bacakları yıldızlarla dolu gökyüzüne doğru havayı yardı. Roland'ın sonraki iki kurşunu açığa çıkan karnına gömüldü ve koyu renk bir sıvı fışkırtarak sırtından çıktı. Örümcek, belki kaçma niyetiyle yan tarafına döndü ama kalan bacakları, gövdesini daha fazla destekleyemedi. Mordred Deschain kızıl ve turuncu kıvılcımlar saçarak ateşin üzerine düştü. Korların arasında kıvrandı, karnındaki kıllar yanmaya başladı ve acı acı gülümseyen Roland tekrar ateş etti. Ölmekte olan örümcek artık dağılmış olan ateşin içinden yuvarlanarak çıktı, arka bacakları birleşip düğüm oldu, ardından tekrar ayrıldı. Biri yine ateşin içine girdi ve yanmaya başladı. Koku felaketti.

Ateşten fırlamış korları ve tutuşmuş otları üzerlerine basarak söndürmeye niyetlenen Roland o tarafa doğru yürümeye başlamıştı ki kafasının içinde öfke dolu, korkunç bir uluma duydu.

Oğlum! Tek oğlum! Onu öldürdün!

"Benim de oğlumdu," dedi Roland üzerinden duman tüten canavara bakarak. Gerçeği kabullenebilirdi. Evet, hiç olmazsa bu kadarını yapabilirdi.

Gel o halde! Gel, evlat katili! Gel ve Kule'ne bak ama şunu bil... kapısına bile dokunamadan Can'-Ka'nın kıyısında ihtiyarlıktan öleceksin! Geçmene hiçbir zaman izin vermeyeceğim! Geçiş karanlığı gelip geçecek, sen geçemeyeceksin! Katil! Ana katili, arkadaş katili... evet, her biri öldü, Susannah onu gönderdiğin kapının diğer tarafında boğazı kesilmiş halde ölü yatıyor... ve şimdi de evlat katili oldun!

"Onu bana gönderen kimdi?" diye sordu Roland kafasındaki sese. "Şu çocuğu -çünkü görünüşü ne olursa olsun o bir çocuk- eceline kim gönderdi, seni kızıl canavar?"

Buna cevap gelmedi. Roland tabancasını kılıfına koydu ve alevleri daha fazla yayılmalarına fırsat vermeden söndürdü. Sesin Susannah hakkında söylediklerini düşündü ve inanmamaya karar verdi. Susannah ölmüş olabilirdi, evet olabilirdi, ama Mordred'in Kızıl Baba'sının bu konuda Roland'dan fazlasını bildiğini sanmıyordu.

Silahşor bu fikri ardında bıraktı ve ka-tef inin sonuncu üyesinin dalın köküne saplanmış halde havada asılı olduğu ağaca yöneldi. Oy hâlâ yaşıyordu. Altın halkalı gözler Roland'a keyifli bir yorgunluk denebilecek bir ifadeyle baktı.

"Oy," diyerek elini uzattı ısırılabileceğini bilerek ama zerre kadar umursamayarak. Galiba bir parçası -hem de küçük sayılamayacak bir parçası- ısırılmak istiyordu. "Oy, hepimiz teşekkürler deriz. Ben teşekkürler derim, Oy."

Hantal Billy ısırmadı ve tek bir kelime söyledi. "Olan." Sonra içini çekti, Silahşor'un elini bir kez yaladı ve cansız başı aşağı sarktı.


Yüklə 2,92 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   54   55   56   57   58   59   60   61   62




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin