"Çok cesurca," dedi Susannah, Jake'in saçlarını karıştırarak. Sonra Oy'un başını okşamak için eğildi. Hantal Billy tilkiye benzer ufak yüzünde bir gülümseme ile gözleri yarı kapalı halde boynunu uzatıp okşanmanın tadını çıkardı. "Hem de çok. Teşekkürler derim, sai Jake." "TeşekAke!"dediOy.
"Kaplumbağa olmasaydı ikimizi de haklarlardı," dedi Jake. Sesi sakindi ama yüzü solmuştu. "Yine de peder... o..." Gözyaşını avucunun alt kısmıyla sildikten sonra Roland'a baktı. "Beni göndermek için onun sesini kullandın. Seni duydum."
"Evet, mecbur kaldım," dedi Silahşor. "Pederin istediği de farklı değildi."
"Vampirler onu ele geçiremedi," dedi Jake. "Peder kanını içip onu kendilerinden biri yapmalarına fırsat vermeden Ruger'ımı kullandı. Zaten kendilerinden biri yapmaya kalkacaklarını sanmıyordum. Paramparça ed'P yiyeceklerdi. Çılgına dönmüşlerdi."
Roland başıni sallıyordu.
"Gönderdiği son şey -sanırım yüksek sesle söyledi ama emin değilim-şuydu..." Jake bir süre düşündü. Artık kendini tutmadan ağlıyordu. '"Dilerim Kule'ni bulursun, Roland, içine girer ve en üst katına kadar çıkarsın,' dedi. Sonra..." Jake dudaklarını büzerek sesli bir şekilde üfledi. "Gitti. Mum alevi gibi. Başka hangi dünyalar varsa oraya."
Sesi kesildi. Bir süre hiçbiri konuşmadı. Sonra Eddie, "Pekâlâ yine bir aradayız," dedi. "Şimdi ne yapıyoruz?"
4
Roland yüzünü buruşturarak oturduktan sonra Eddie'ye bakışlarıyla -kelimelerden çok daha açık bir şekilde- neden sabrımı sınıyorsun? dedi. "Pekâlâ," dedi Eddie. "Bu sadece bir alışkanlık. Bana öyle bakma." "Alışkanlık olan ne Eddie?"
Eddie bağımlı olup Henry ile geçirdiği o bir yılı son zamanlarda neredeyse hiç düşünmemişti ama o an aklına geldi. Bununla birlikte söylemek istemiyordu, utandığından değildi -artık o safhayı aştığına inanıyordu- asıl sebep Silahşor'un Eddie'nin şartları ağabeyi Henry'ye göre açıklamasına duyduğu, giderek artan sabırsızlığı hissetmesiydi. Ve belki de bu adildi. Tamam, Henry Eddie'nin hayatında belirleyici, şekillendiriri bir rol oynamıştı. Tıpkı Cort'un Roland'ın hayatında oynadığı rol gibi... ama Silahşor eski öğretmeninden her zaman söz etmiyordu. "Cevabı bildiğim halde sorular soruşum," dedi Eddie. "Ve bu kez cevap nedir?"
"Kule'ye gitmeden önce Gök Gürültüsü'ne geri dönüyoruz. Kırıcı-lar'ı ya öldüreceğiz ya da serbest bırakacağız. Işınlar'ı güvene almak için hangisi gerekiyorsa. Walter'i ya da Flagg'i veya kendine ne diyorsa onu öldüreceğiz. Çünkü o elebaşı, değil mi?"
"Öyleydi," dedi Roland. "Ama şimdi sahneye yeni bir oyuncu çıktı. Robota baktı. "Nigel, sana ihtiyacım var."
Nigel kollarını indirdi ve başını kaldırdı. "Nasıl hizmet edebilirim?1 "Bana yazabileceğim bir şey bularak. Var mı?"
"Çıkarım Salonu'nun diğer ucundaki Denetleyici Odası'nda tüken-tnezkalemler, kurşunkalemler ve tebeşirler var, sai. En azından son gidişimde vardı."
"Çıkarım Salonu," dedi Roland düşünceli bir ifadeyle yatak sıraları-na bakarak. "Bu ismi mi verdiniz?"
"Evet, sai." Sonra neredeyse çekinerek devam etti. "Kelimelerinizde-lo tonlamalar ve dalgalanmalar kızgın olduğunuzu belirtiyor. Öyle mi gerçekten?"
"Buraya yüzlerce, binlerce çocuk getirdiler -hâlâ pek çoğunun hasarlı doğduğu dünyadan getirdikleri sağlıklı çocuklar- ve akıllarını boşalttılar. Neden kızgın olayım?"
"Bilmediğimden eminim, sai," dedi Nigel. Belki de oraya döndüğü için pişmanlık duyuyordu. "Ama sizi temin ederim çıkarım işlemlerinin bir parçası değildim. Ben bakım dahil olmak üzere yerel hizmetlerden sorumluyum."
"Bana bir kurşunkalem ve bir parça tebeşir getir."
"Beni imha etmeyeceksiniz değil mi, sai? Son on iki, on dört yıldır çıkarım işlemlerinden Dr. Scowther sorumluydu ve o da öldü. Bu hanım, sai onu öldürdü, hem de kendi silahıyla." Nigel'ın sesinde kısıtlı kapasitesi gözönüne alındığında oldukça belirgin sayılabilecek bir sitem vardı.
Roland az önce söylediğini tekrarladı. "Bana bir kurşunkalem ve bir parça tebeşir getir. Hemen."
Nigel söyleneni yapmak üzere uzaklaştı.
"Yeni oyuncu derken bebeği kastediyorsun sanırım," dedi Susannah.
"Elbette. O bah-bo iki babaya sahip."
Susannah başını salladı. Terk edilmiş Fedic kasabasına (Sayre, Scowther ve Kurtlar gibileri dışında terk edilmiş) yaptıkları geçiş ziyareti sırasında Mia'nm ona anlattığı hikâyeyi düşünüyordu. Biri beyaz biri zenci, biri hamile diğeri hamile olmayan iki kadın Gin-Puppy Meyhanesi'nin önünde * sandalyeye oturup konuşmuştu. Mia orada Eddie Dean'in karısına pek Ç°kşey... bildiklerinin çok daha fazlasını anlatmıştı.
Beni orada değiştirdiler, demişti Mia. Muhtemelen Dr. Scowther ve a§ka doktorlardan oluşan bir ekibi kastediyordu. Büyücüler de var mıydi? Diğer tarafa geçmiş Manni gibi insanlar? Belki. Kim bilebilirdi? Çj_ karım Salonu'nda ölümlü kılınmıştı. Sonra Roland'm spermi içindeyken başka bir gelişme olmuştu. Mia o kısmı tam hatırlamıyordu, tek hatırladığı kızıl bir karanlıktı. Susannah şimdi Kızıl Kral'ın Mia'nın yanına şahsen gelmiş olabileceğini, o kocaman örümcek gövdesiyle üzerine çıktığını ve iğrenç sperminin bir şekilde Roland'mkiyle birleşmiş olabileceğini düşünüyordu. Her nasıl olmuşsa, bebek Susannah'nın gördüğü korkunç karışım haline gelmişti: bir örümcek-çocuk. Ve şimdi dışarıda bir yerdeydi. Ya da belki oradaydı, konuştukları sırada onları izliyordu. Nigel, Roland'm istedikleriyle geri döndü.
Evet, diye düşündü Susannah. Bizi seyrediyor. Ve bizden nefret ediyor... ama nefretinin dağılımı eşit değil. Dan-tete en çok Roland'dan nefret ediyor. İlk babasından.
Ürperdi.
"Mordred seni öldürmek istiyor, Roland," dedi. "Görevi bu. Yaradılış sebebi bu. Senin, amacının ve Kule'nin sonunu getirmek."
"Evet," dedi Roland. "Ve babasının yerine hükmetmek. Kızıl Kral çok yaşlı ve bir şekilde hapiste olduğuna giderek daha çok inanıyorum. Bu doğruysa artık düşmanımız sayılmaz demektir."
"Discordia'nın diğer tarafındaki şatosuna gidecek miyiz?" diye sordu Jake. Son yarım saat içindeki ilk konuşmasıydı. "Gideceğiz, değil mi?"
"Galiba evet," dedi Roland. "Eski efsanelerde oraya Le Casse Roi Russe deniyor. Oraya ka-tet olarak gidecek ve içinde yaşayan ne varsa katledeceğiz."
"Öyle olsun bakalım," dedi Eddie. "Tanrı adına, öyle olsun."
"Evet," dedi Roland. "Ama öncelikli işimiz Kırıcı'lar. Buraya gelmeden hemen önce Calla Bryn Sturgis'te hissettiğimiz Işın Depremi işlerinin neredeyse sonuna geldiklerini gösteriyor. Öyle olmasa bile..."
"Yaptıklarına bir son vermek bizim işimiz," dedi Eddie.
Roland başını salladı. Hiç o kadar yorgun görünmemişti. "Evet," dedi. "Öldüreceğiz veya serbest bırakacağız. Kalan iki Işın'a zarar vermelerini bir şekilde önlemeliyiz. Ve dan-tete'in işini bitirmeliyiz. Kızıl Kral a ait olan... ve bana."
N gel m epeyce faydası 0,du (ama yaramı sadece R0,and ve Wine değildi). Oncehkle lkl tükenmez, iki kurşunkalem getirdi .biri bir n t kâtibinin eline yakışacak kadar eskiydi) ve biri rui kah n Hsırı alıp bir diğerini Jake'e uzattı "Si™ ı™ı^idiıu teoe- nmı bir tarafa güzelce yaz Jake " aoyıeaiKie-
^ £ •*«*,, yKdl. Ve omya e6aneyj ^ gcfan taba wr ta
"Fedic," dedi Roland 1 'i göstererek ve 2'ye doğru kısa bir çizgi çizdi. "Ve burası da altında kapılarla Discordia Şatosu. Duyduğuma göre olağanüstü bir geçit merkeziymiş. Bizi buradan oraya, şatonun altına götürecek bir geçit olacak. Şimdi Susannah, Kurtlar'ın nasıl gittiğini ve ne yaptığım bir kez daha anlat." Tutamağı içindeki tebeşiri ona uzattı.
"Tek-yönlü bir kapı onları şuraya getiriyor," dedi Susannah 2'den Ja-ke'in yanına Gök Gürültüsü İstasyonu yazdığı 3'e bir çizgi çizerek. "Bu kapıyı gördüğümüzde mutlaka tanırız diye düşünüyorum, çünkü atlarıyla birlikte geçtikleri için büyük olmalı. Tabi tek sıra halinde geçmiyorlarsa." "Belki öyle yapıyorlardır," dedi Eddie. "Yanılmıyorsam eski insanların bıraktıklarına çok bağlı kalmışlar."
"Yanılmıyorsun," dedi Roland. "Devam et, Susannah." Çömelmiş ama sağ bacağını hafifçe uzatarak oturuyordu. Eddie kalçasındaki sancının ne şiddette olduğunu ve tekrar kavuştuğu çıkınında Rosalita'nın kedi yağından kalıp kalmadığını merak etti. Kaldığını sanmıyordu.
"Kurtlar, Gök Gürültüsü'nden sonra demiryolu boyunca en azından gölgeden... ya da karanlıktan... her ne ise ordan çıkana dek ilerliyor. Sen ne olduğunu biliyor musun, Roland?"
"Hayır ama yakında göreceğiz." Sol eliyle devam etmesini işaret eden
sabırsız hareketi yaptı.
"Nehri aşıp Callalar'a varıyorlar ve çocukları alıyorlar. Sanırım Gök Gürültüsü'ne döndüklerinde atlarını ve çocukları trene bindirip Fedic'e o şekilde gidiyorlar, çünkü kapı diğer tarafa açılmıyor."
"Evet, bence de yaptıkları bu," dedi Roland. "8 ile işaretlediğimiz Devar-toi'yi pas geçiyorlar."
Susannah devam etti. "Scowther ve Nazi doktorları bu yataklara bağlı başlıklarla çocuklardan bir şey çıkarıyordu. Kırıcılar'a verdikleri her neyse onu. Sanırım ya yediriyorlar ya da zerk ediyorlar. Çocuklar ve beyin zımbırtısı Gök Gürültüsü'nden kapı aracılığıyla gönderiliyor. Çocuklar Calla Bryn Sturgis'e veya diğer Callalar'a trenle gönderiliyor, De-var-toi'de ise..."
"Akşam yemeği hazır, efendim," dedi Eddie kasvetli bir ifadeyle. Nigel bu noktada neşeyle araya girdi. "Yiyecek bir şey ister miydiniz, sailer?"
Jake karnının guruldadığını fark etti. Pederin ölümünün -ve Dixie pig'de gördüklerinin- üzerinden o kadar az bir süre geçmişken o kadar acıkmak korkunçtu ama yine de açtı işte. "Yemek var mı, Nigel? Gerçekten?"
"Evet, elbette genç adam," dedi Nigel. "Korkarım sadece konserve yiyecekler ama size iki düzineden fazla çeşit sunabilirim. İçlerinde haşlanmış fasulye, tonbalığı, çeşitli çorbalar..."
"Ben çorba alayım," dedi Roland. "Ama birkaç çeşit getirsen iyi olur."
"Elbette, sat"
"Bana bir Elvis Spesiyal ayarlayamazsın, değil mi?" dedi Jake özlemle. "Fıstık ezmesi, muz ve domuz pastırması."
"Tanrım, evlat," dedi Eddie. "Bu ışıkta belli oluyor mu bilmiyorum ama yüzüm yeşile dönüyor."
"Ne yazık ki muz veya domuz pastırması yok," dedi Nigel. "Ama fıstık ezmesi ve üç çeşit jöle var. Ve elma marmelatı."
"Elma marmelatı iyi olur," dedi Jake.
"Devam et, Susannah," dedi Roland, robot yiyecekleri getirmeye gidince. "Aslında belki de seni böyle acele ettirmeme gerek yok. Yedikten sonra hepimizin dinlenmesi gerek." Bu fikir onu hiç hoşnut etmişe benzemiyordu.
"Anlatacak bir şey kaldığını sanmıyorum," dedi Susannah. "Kulağa karmaşık geliyor -küçük haritamız ölçeksiz olduğundan aynı zamanda karmaşık görünüyor- ama temel olarak yaklaşık her yirmi dört yılda bir tekrarlanan bir döngü: Fedic'ten Calla Bryn Sturgis'e, sonra çocuklarla birlikte beyinlerini boşaltacakları Fedic'e. Sonra çocukları Calla'ya geri gönderiyorlar ve elde ettikleri beyin yemeğini Kırıcılar'ın olduğu hapishaneye götürüyorlar."
"Devar-toi," dedi Jake.
Susannah başını salladı. "Asıl soru, bu döngüyü nasıl kıracağımız."
"Kapıdan geçip Gök Gürültüsü İstasyonu'na gideceğiz," dedi Roland. "İstasyondan da Kırıcılar'ı tuttukları yere. Ve orda..." ka-tet'ine teker teker baktı ve eliyle tabancasını ateşliyormuş gibi bir hareket yaptı.
"Muhafızlar olacaktır," dedi Eddie. "Muhtemelen sayıları çok olacak. Ya sayıca ezilirsek?"
"Bu ilk sefer olmayacak," dedi Roland.
İKİNCİ BÖLÜM İZLEYİCİ
1
Nigel neredeyse araba tekerleği büyüklüğünde bir tepsiyle geri döndü. Üzerinde sandviçler, çorbayla dolu iki termos (dana eti ve tavuk) ve kutu içecekler vardı. Coke, Sprite, Nozz-A-La ve Wit Green Wit adında bir başka içecek. Eddie bu sonuncusunu denedi ve tarif edilemeyecek kadar kötü olduğunu belirtti.
Nigel'ın artık Tanrı bilir kaç yıldır veya kaç asırdır olduğu neşeli, hizmete hevesli robot olmadığını hepsi de görebiliyordu. Baklava şeklindeki kafası sert ve ani hareketlerle bir sağa bir sola dönüyordu. Sol tarafa döndüğünde "Un, deux, trois!"n sağa döndüğünde ise "Ein, zwei, drei!"{'"> diye mırıldanıyordu. Karnında artık alçak, sabit bir tıkırtı vardı.
"Neyin var tatlım?" diye sordu Susannah, robot tepsiyi aralarında yere bırakırken.
"Oto-teşhis test serileri iki ila altı saat içinde bütünsel sistem çöküşü öngörüyor," dedi Nigel hüzünlü ama sakin bir tavırla. "Önceden var olan
Fransızca, "Bir, iki, üç!" Almanca, "Bir, iki, üç!" ve şimdiye dek karantina altında tutulan mantık hataları GDS'ye sızdı." Sonra başını sertçe sağa çevirdi. "Ein, zwei, drei! Ya özgür yaşa ya öl, işte sana Greg!"
"GDS nedir?" diye sordu Jake.
"Ve Greg kim?" diye ekledi Eddie.
"GDS Genel Düşünce sistemidir," dedi Nigel. "Böyle iki sistem var; makul ve mantık dışı. Bilinçli ve bilinçsiz de diyebilirsiniz. Greg'e gelince, okumakta olduğum romanda bir karakter olan Greg Stillson olmalı. Hoş bir roman. Stephen King'in Çağrı adlı kitabı. Onu gündeme niçin getirdiğimi bilmiyorum."
2
Nigel, Asimov Robotları dediği türlerde mantık hatalarına sık rastlandığını açıkladı. Robot ne kadar zeki olursa mantık hataları o kadar artıyor ve o kadar erken ortaya çıkıyordu. Eski insanlar (Nigel onlara Yaratıcılar diyordu) buna önlem olarak sıkı bir karantina sistemi kurmuştu. Bu sistem hatalara suçiçeği veya kolera muamelesi yapıyordu. (Jake bunun deliliğe karşı çok iyi bir sistem olduğunu düşündü ama psikiyatrlar işlerinden olacakları için pek rağbet etmezdi muhtemelen.) Nigel gözlerinin kurşunlarla parçalanmasının yarattığı travmanın zihinsel korunma sistemlerini bir şekilde zayıflattığına ve karantina altındaki tüm hataların devrelerine dağılıp tümdengelimsel ve tümevarımsal mantık yürütme kabiliyetini bozarak sol ve sağ taraftaki mantık sistemlerine zarar verdiğine inanıyordu. Susannah'ya onu kesinlikle suçlamadığını söyledi. Susannah yumruğunu alnına götürerek ona çok çok teşekkür etti. Aslında sevgili DNK 45932'ye tam olarak inanmıyordu ama bunun sebebini bilemiyordu. Belki de Calla Bryn Sturgis'te tanıdığı ve Nigel'a görünüş olarak çok benzemekle birlikte onun aksine kötü niyetli ve kindar olan bir başka robotun etkisiydi. Ve bir şey daha vardı.
Küçük gözümle görüyorum, diye düşündü Susannah.
"Ellerini uzat, Nigel."
Robot söyleneni yaptığında hepsi çelik parmak eklemlerindeki tüyleri gördü. Ayrıca bir damla da kan vardı. "Bu nedir?" diye sordu Susannah birkaç tüyü havaya kaldırarak.
"Üzgünüm anne, ben..."
Göremiyordu. Elbette. Nigel kızılötesi görüşe sahipti ama asıl görüş yeteneği Dan'in kızı, On Dokuz ka-tet'inin silahşoru Susannah Dean yüzünden yok olmuştu.
"Bunlar tüy. Ve bir de kan görüyorum."
"Ah, evet," dedi Nigel. "Mutfakta sıçanlar var, anne. Rastladığım zararlı mahlukatı yok etmeye programlandım. Ne yazık ki bugünlerde sayılan iyice arttı; dünya ilerliyor." Sonra başını sertçe sola çevirdi. "Un-deux-trois! Minnie Mouse est la mouse pour moi!"n
"Şey... Minnie ve Mickey'yi sandviçleri yapmandan önce mi, sonra mı öldürdün, Nigel ahbap?" diye sordu Eddie.
"Sonra, sai. Sizi temin ederim."
"Eh, ben yine de pas geçebilirim," dedi Eddie. "Maine'de bir sandviç yemiştim ve lanet olası mideme taş gibi oturdu."
"Un, deux, trois, demelisin," dedi Susannah. Sözcükler daha o söyleyeceğini bilmeden ağzından dökülmüştü.
"Pardon?" Eddie, ona sarılmış, oturuyordu. Dördünün tekrar bir araya gelmesinden beri sadece bir hayal olmadığını kendine ispatlamak istercesine ona her fırsatta dokunuyordu.
"Yok bir şey." Daha sonra, Nigel odadan çıktığında veya tamamen bozulduğunda ona içindeki histen bahsedecekti. Nigel ve Andy tipindeki robotların, gençlik yıllarında okuduğu Isaac Asimov romanlarmdaki robotlar gibi yalan söyleme kabiliyetinin olmadığını düşünüyordu. Andy belki bir şekilde değiştirilmiş ya da kendisini değiştirebilmişti, bu sorun Eğildi. Ama konu Nigel olunca bir sorun haline geliyordu; hem de çok
Minnie Mouse fare benim!
çok büyük bir sorun. İçinden bir ses, Nigel'ın Andy'nin aksine temel ola-rak iyi kalpli olduğunu söylüyordu ama evet, mutfaktaki sıçanlar hakkında ya yalan söylemiş ya da gerçeği çarpıtmıştı. Belki başka konularda da öyle yapmıştı. Ein, zwei, drei ve un, deux, trois üzerindeki baskıyı azaltmanın bir yoluydu. Hiç olmazsa bir süreliğine.
Mordred olmalı, diye düşündü etrafına bakarak. Yemek zorunda olduğu için bir sandviç aldı -onun da Jake gibi midesi kazınıyordu- ama hiç iştahı yoktu ve boğazından aşağı inen lokmalardan keyif almıyordu. Ni-gel'a bulaşmış ve şimdi bir yerlerden bizi izliyor. Biliyorum... hissediyorum.
Ve ne olduğunu bilmediği, çok uzun süre kutuda kalmış etten bir lokma ısırdı.
Anneler daima bilir.
3
Hiçbiri Çıkarım Salonu'nda (içeride tertemiz çarşaflı üç yüz civan yatak olmasına rağmen) veya dışarıdaki terk edilmiş kasabada uyumayı istemedi bu yüzden Nigel onları ara sıra durup başını sertçe sallayıp Fransızca ya da Almanca üçe kadar sayarak kendi bölümüne götürdü. Artık hiçbirinin bilmediği başka dillerde de saymaya başlamıştı.
Yolları üzerinde bir mutfaktan geçtiler -hepsi paslanmaz çelikten olan, kesintisizce düzenli bir şekilde mırıldanan makinelerle dolu olan mutfak, Susannah'nın geçiş yaparak gittiği Discordia Şatosu'nun altındaki mutfaktan çok farklıydı- ve Nigel'ın onlar için hazırladığı yemeklerden arta kalanları ve hazırlama faslının hafif dağınıklığını görmelerine rağmen ölü ya da diri bir tek sıçana bile rastlamadılar. Hiçbiri bu konuda yorum yapmadı.
Susannah'nın içindeki izleniyormuş hissi ara ara gelip gitti.
Kilerin ötesinde Nigel'ın hizmet etmediği süre boyunca kaldığı üç odalı, küçük, tertipli bir daire vardı. Yatak odası yoktu ama oturma odasının ve izleme gereçleriyle dolu kâhya odasının ilerisinde, içinde bir kolk halojen lamba ve meşe çalışma masasının bulunduğu kitaplarla dolu . raiışma Odası vardı. Masanın üzerindeki bilgisayarı üreten firma Ku-ev Merkez Pozitronik'ti ki bu hiç şaşırtıcı değildi. Nigel onlara temiz ve kullanılmamış olduklarını garanti ettiği battaniyeler ve yastıklar getirdi.
"Belki ayakta uyuyorsun ama görüyorum ki okurken herkes gibi oturmayı seviyorsun," dedi Eddie.
"Ah evet gerçekten, bir, iki, üç," dedi Nigel. "İyi bir kitaptan keyif alırım. Programımın bir parçası."
"Altı saat uyuyup işe koyulacağız," dedi Roland.
Bu arada Jake kitapları inceliyordu. O kitap sırtlarmdaki isimleri okur, bazen içlerinden birini daha iyi incelemek için yerinden çekip alırken Oy her zamanki gibi ayağının dibindeydi. "Görünüşe bakılırsa bütün Dickens kitapları var," dedi. "Ayrıca Steinbeck... Thomas Wolfe... pek çok Zane Grey... Max Brand adında biri... Elmore Leonard diye bir adam... ve her zaman çok popüler olan Stephen King."
Sayıları otuzu geçen, en azından dördü çok kalın, iki tanesi ise neredeyse tuğla kadar olan ve iki rafı dolduran kitapların hepsini inceledi. Anlaşılan King Bridgton'daki günlerinden sonra epey meşgul bir yazar olmuştu. En yeni roman Maça Kızı'ydı ve çok tanıdık bir yılda yayınlanmıştı: 1999. Görebildikleri kadarıyla eksik olanlar sadece onlarla ilgili kitaplarıydı. Tabi King'in onlar hakkında yazdığını varsayıyorlardı. Jake telif sayfalarını kontrol etti, birkaç belirgin boşluk vardı. Ancak bunun hiçbir anlamı olmayabilirdi zira King çok fazla yazmıştı.
Susannah, Nigel'a sordu ama robot Stephen King kitapları içinde Gilead'lı Roland veya Kara Kule ile ilgili olanına hiç rastlamadığını söyledi. Sonra başını sertçe sola çevirdi ve Fransızca saymaya başlayarak bu kez ona kadar ilerledi.
Nigel çotank çutank sesler çıkararak odadan ayrıldıktan sonra Eddie, "Yine de," dedi. "Burda kullanabileceğimiz pek çok bilgi olduğundan eminim. Roland sence Stephen King'in bütün eserlerini paketleyip yanımda götürebilir miyiz?"
"Belki," dedi Roland. "Ama yapmayacağız. Kafamızı karıştırabilir ler."
"Neden öyle diyorsun?"
Roland başını iki yana sallamakla yetindi. Neden öyle dediğini bilmiyordu ama doğru olduğundan emindi.
4
16. Kavis Deney İstasyonu'nun Sinir-Merkezi Çıkarım Salonu, mutfak ve Nigel'ın konutunun bulunduğu seviyeden dört kat aşağıdaydı. Kontrol Merkezi'ne kapsül şeklinde bir giriş bölümünden geçiliyordu. Giriş bölümü sadece dışarıdan, üç kimlik bölmesi birbiri ardına kullanılarak açılıyordu. Fedic Dogan'ının bu en alt katına yayılan müzik, Komadaki Yaylı Sazlar Dörtlüsü tarafından çalınan Beatles ezgilerini andırıyordu.
Kontrol Merkezi'nin içinde bir düzineden fazla oda vardı ama bizi ilgilendiren, televizyon ekranları ve güvenlik cihazlarıyla dolu olan odaydı. Bu cihazlardan biri, sneetchlcri ve lazer tabancaları olan bir avcı-katil robot ordusunu kontrol ediyordu. Bir diğeri, düşmanca bir ele geçirme olayına karşı zehirli gaz (Blaine'in Lud'daki insanları katletmek için kullandığından) salma mekanizmasını kontrol ediyordu. Mordred Deschain'e göre o sırada gerçekleşen buydu. Hem avcı-katilleri, hem de zehirli gazı serbest bırakmaya çalışmış ama makineler komutuna tepki vermemişti. Mordred'in burnu kanıyordu, alnında giderek genişleyen bir morluk vardı ve dudağı şişmişti çünkü oturmakta olduğu sandalyeden düşmüştü. Yerde yuvarlanırken attığı bebek çığlıkları içindeki korkunç öfkeyi ifade etmekte yetersiz kalıyordu.
Onları en az beş ayrı ekranda görebilmek ve bırak öldürmeyi, hiçbirinin canını bile yakamamak! Çileden çıktığına şaşmamalıydı! Değişimi' nin sinyalini veren canlı karanlığın üzerine yaklaştığını hissedince değiŞ' memek için kendini sakin olmaya zorladı. İnsan formundan örümcek formuna geçişin (ve sonra tekrar insan şekline dönmenin) şok edici miktarlarda enerji tükettiğini keşfetmişti. Bu gerçek daha sonra pek önemli olmayabilirdi ama yanmış bir orman parçasındaki arı gibi açlıktan ölme tehlikesiyle karşı karşıya olmadığı sürece dikkatli olmalıydı.
Size göstereceğim şey şimdiye kadar şahit olduklarımızdan çok daha garip ve sizi uyarmalıyım, ilk tepkiniz gülmek olacak. Sorun değil. İsterseniz gülün. Sadece gözlerinizi göreceğiniz şeyden ayırmayın çünkü karşınızda size hayalinizde bile zarar verebilecek bir yaratık var. Unutmayın ki her ikisi de katil olan iki babası var.
5
Mia'nın bebesi, doğumunun üzerinden sadece birkaç saat geçmiş olmasına rağmen on kiloya ulaşmıştı ve altı aylık sağlıklı bir bebek gibi görünüyordu. Mordred'in üzerinde Nigel'ın çocuğa Doğan vahşi yaşamından ilk öğününü getirdiği sırada üzerine sardığı havludan, uydurma bir çocuk bezi vardı. Bebeğin bir çocuk bezine ihtiyacı vardı zira henüz altını tutamıyordu. Bu fonksiyonlar üzerinde yakında kontrol sahibi olacağını biliyordu -bu hızla büyümeye devam ederse gün sona ermeden bile olabilirdi- ama istediği kadar çabuk gerçekleşmeyecekti. Bir süre için o aptal bebek bedenine hapsolmuştu.
Bu şekilde kapana kısılmak iğrençti. Sandalyeden düşüp ağlayarak morarmış kollarını ve bacaklarını sallamaktan başka bir şey yapamamak çekilir şey değildi! DNK 45932 gelip onu yerden kaldıracaktı, Kral'm oğlunun emirlerine yüksek bir pencereden atılan kurşun ağırlığın yerçekimi karşısında çaresiz kalışı gibi karşı koyamıyordu ama Mordred, onu çağırmaya cesaret edemedi. Kahverengi derili kaltak Nigel'da bir sorun olduğundan şüphelenmeye başlamıştı bile. Kara fahişenin hisleri çok kuvvetli, Mordred ise çok hassas bir durumdaydı. 16. Kavis İstasyonu'ndaki her makineyi kontrol edebiliyordu, makinelere hükmetmek yeteneklerinden sadece biriydi ama kapısında KONTROL MERKEZİ yazan odanın zemininde yatarken (çok eskiden, dünya ilerlemeden önce oraya "Baş" diyorlardı) hükmedilecek ne kadar az makine kaldığını fark etti. Babasının Kule'yj yıkıp her şeye tekrar başlamak istemesine şaşmamalıydı! Bu dünya bozulmuştu.
Daha önce üzerinde insan şekline döndüğü sandalyeye tekrar çıka-bilmek için örümcek formunu alması gerekmişti... ama değişim tamam-landığında midesi gurulduyordu ve ağzı açlık yüzünden ekşimişti. Enerjiyi tüketenin sadece değişim olmadığından şüpheleniyordu; örümcek, gerçek şekline daha yakındı ve örümcek iken metabolizması daha hızlı, daha yoğun çalışıyordu. Bunun yanı sıra düşünceleri de değişiyordu ve örümcek zihniyeti daha çekiciydi zira insan düşünceleri çoğunlukla nahoş olan duygularla bulanıyordu (duygularını kontrol edemediğini fark etmişti, ama zamanla kontrolü ele geçirebileceğini düşünüyordu). Örümcekken düşünceleri gerçekten düşünceler değildi, en azından insanların bildiği anlamda değildi; derinlerdeki ıslak bir zeminden yükselen karanlık haykırışlara benziyorlardı. İçerikleri genellikle
Dostları ilə paylaş: |