"İstemediği bir şey yapıyordu," dedi Jake. Yüzü solgun ve şiş görünüyordu. Roland'ın ilk düşüncesi, sebebin derin uyuması olduğuydu, ama sonra nasıl o kadar aptal olabildiğini merak etti. Çocuk Peder Callahan
'Çin ağlamıştı.
"Ne yapıyormuş?" diye sordu Eddie çantasını bir omzuna atıp Susan-nah'yı kucağına aldı. "Kim için? Ve neden?"
'Bilmiyorum," dedi Jake. "Bilmemi istemiyordu, ben de sinsice gözetlenin doğru olmayacağını düşündüm. Sadece bir robot olduğunu biliyorum ama nezaketi ve İngiliz aksanıyla daha fazlasıymış gibiydi."
"Bu tür vicdani tereddütleri aşmak zorundasın," dedi Roland elinden geldiğince nazik bir dille.
"Çok ağır mıyım, tatlım?" diye sordu Susannah, Eddie'ye neşeyle "Ya da o güzel iskemleyi çok özlüyor musun diye mi sormalıyım? Ya da omuz askısını."
"Suze, o askıyı hiçbir zaman sevmediğini hepimiz biliyoruz." "Sorduğum o değildi ve sen de bunu biliyorsun." Detta'nın Susannah'nın sesine veya -bu daha da ürkütücüydü- suratına süzülüvermesi Roland'ı daima büyülemişti. Ancak Susannah, Ed-die'nin o an fark ettiği bu baskınlardan bihaber görünüyordu.
"Seni dünyanın öbür ucuna dek taşırım," dedi Eddie duygu dolu bir ifadeyle ve karısının burnunun ucunu öptü. "Yani beş kilo daha almadığın sürece. O zaman seni terk edip daha hafif bir hanım aramaya başlayabilirim."
Susannah, onu dürttü -pek nazikçe olduğu da söylenemezdi- sonra Roland'a döndü. "Aşağı inince burası kocaman bir yer oluyor. Gök Gü-rültüsü'ne giden kapıyı nasıl bulacağız?"
Roland başını iki yana salladı. Bilmiyordu.
"Ya sen, evlat?" diye Jake'e döndü Eddie. "Dokunuşta kuvvetli olan sensin. İstediğimiz kapıyı bulabilmemiz için dokunuşu kullanabilir misin?" "Nasıl başlayacağımı bilseydim belki yapabilirdim," dedi Jake. "Ama bilmiyorum."
Bunun üzerine üçü birden Roland'a döndü. Hayır, dördü birden çünkü tanrıların lanetlediği Hantal Billy bile ona bakıyordu. Eddie olsa herkesin bakışlarının üzerinde toplandığı böyle bir anda huzursuzluğu dağıtmak için espri yapardı ve Roland da bunu denemeyi düşündü. Belto de çok fazla gözün pastayı bozduğunu söyleyebilirdi? Hayır. Susan-nah'dan duyduğu bu söz aşçılar ve et suyuna çorbayla ilgiliydi. Sonunda espri yapmaktan vazgeçti. "Kokuyu kaybeden av köpeklerinin yaptığı g«" biraz etrafı yoklar ve ne bulacağımıza bakarız."
Belki kullanabileceğim bir başka tekerlekli iskemle bulabiliriz," dedi Susannah hevesle. "Bu kötü beyaz çocuk her tarafımı elleyerek namusuma leke sürüyor."
Eddie, ona samimiyetle baktı. "Namuslu olsayd, öyle ayrık olmazdı, hayatım."
Mutfağa geri dönmelerinden sonra liderliği ele alıp onları yönlendiren Oy oldu. Oy havlayarak ismini haykırmaya başladığında Jake'i huzursuz eden bir amaçsızlıkla etrafa bakmıyorlardı. "Ake! Ake-Akef"
Hantal Billy'yi üzerinde C-SEVİYESİ yazan, takozla kapanması önlenmiş bir kapının önünde buldular. Oy koridorda biraz ilerledikten sonra durup omzu üzerinden parlak gözlerle onlara baktı. Peşinden gelmediklerini görünce havlayarak hayal kırıklığını belirtti.
"Ne diyorsunuz?" diye sordu Roland. "Takip etmeli miyiz?"
"Evet," dedi Jake.
"Ne kokusu almış?" diye sordu Eddie. "Biliyor musun? "Belki Dogan'dan bir şeydir," dedi Jake. "Whye Nehri'nin diğer yakasındaki gerçek Dogan'dan. Oy ile birlikte Ben Slightman'ın babasıyla... biliyorsunuz, robotun konuşmasına kulak misafiri olduğumuz yer." "Jake?" dedi Eddie. "İyi misin, evlat?"
"Evet," dedi Jake, Benny'nin babasının çığlığını hatırlamak onu sarsmış olmasına rağmen. Slightman'ın homurdanmasından sıkılan Haberci Robot Andy, adamın dirseğinde bir sinire bastırmış veya hassas bir noktayı çim-diklemiş, Slightman da, Roland'm tabiriyle "bir baykuş gibi ulumuştu" (ve muhtemelen bunu biraz da küçümseyerek söyleyecekti). Oğul Slightman artık bunların çok ötesindeydi elbette. Elmer'ın oğlunun -bir zamanlar neşe dolu olan ancak artık nehir boyundaki balçık kadar soğuk- duraksamasının edeni de bu gerçeği hatırlamasıydı. Herkes ölmek zorundaydı, evet ve Ja-zanıanı geldiğinde ölümünün hiç olmazsa ortalama ölçüde iyi olmasını umuyordu. Nasıl öldürüleceğine dair yeterince eğitim almıştı ne de olsa Asıl kanını donduran, mezarda geçirilecek onca zamandı. Toprağın altında, ki zaman. Hareketsizce-yatıp-ölü-kalmaya-devam-etme zamanı.
Whye Nehri'nin diğer tarafındaki Dogan'ın her yerine Andy'nin ko-kuşu -soğuk ama yağlı ve belirgin- sinmişti. Ne de olsa Roland ve ekibi son Kurt akınını karşılamadan önce Baba Slightman ile orada defalarca buluşmuşlardı. Bu koku tam olarak aynısı değildi ama ilginçti. Oy'un burnuna o ana kadar ulaşan en tanıdık koku olduğu muhakkaktı ve kokuyu takip etmek istiyordu.
"Bir dakika, bir dakika," dedi Eddie. "İhtiyaç duyduğumuz bir şey gördüm."
Susannah'yı kucağından indirdi, mutfağın diğer ucuna yürüyüp muhtemelen yeni yıkanmış bulaşıkları veya büyükçe mutfak gereçlerini taşıma amaçlı paslanmaz çelikten bir arabayı iterek getirdi.
"Haydi bakalım hop," dedi Eddie ve Susannah'yı arabanın üzerine oturttu.
Susannah kenarlara tutunarak oturdu. Yeterince konforlu görünmesine karşın Susannah'nın yüzünde kuşkulu bir ifade vardı. "Karşımıza merdivenler çıkarsa ne olacak? O zaman ne yapacağız, şeker çocuk?"
"Şeker çocuk bir çaresini bulur," dedi Eddie ve tekerlekli masayı itti. "Haydi Oy! Koklamaya devam!"
"Oy! Kok!" Hantal Billy başını ara sıra eğerek hızla ilerlemeye başladı ama izi bulduğundan fazla uğraşmıyordu. Koku çok dikkat gerektirmeyecek kadar barizdi ve geniş alana yayılmıştı. Bulduğu koku Kurtlar'a aitti. Bir saatlik yürüyüşün ardından üzerinde ATLARA yazan kocaman bir kapının önünden geçtiler. Onun ötesinde, yol onları üzerinde BAŞLANGİÇ NOKTASİ ve SADECE YETKİLİ PERSONEL yazan bir başka kapıya ulaştırdı (Yolun bir kısmı boyunca Walter o'Dim tarafından takip edildiklerim hiçbiri, dokunuşta en güçlü olan Jake bile hissetmemişti. Kukuletalı at»' mın "düşünce kepi" en azından çocuğun üzerinde işe yaramıştı. Waltfr Hantal Billy'nin onları nereye götürdüğünden emin olunca Mordred şrnak için geri dönmüştü... bunun bir hata olduğu ortaya çıkmıştı hiç olmazsa bir tesellisi vardı: bir daha asla hata yapamayacaktı.) Oy her iki yöne açılan türden olan kapalı kapının önüne oturdu, kuyruğunu arka bacaklarına sıkıca doladı ve havladı. "Ake, aç-aç! Aç, Aker
"Tamam, tamam," dedi Jake. "Birazdan. Sabret." "BAŞLANGİÇ NOKTASİ," dedi Eddie. "Kulağa umut verici geliyor." Susannah hâlâ paslanmaz çelik arabanın üzerindeydi, karşılaştıkları kısa merdiveni fazla sorun yaşamadan aşmışlardı. Susannah önce kalçası üzerinde aşağı inmiş -her zaman yaptığı gibi- Roland ve Eddie ardından arabayı aşağı taşımıştı. Jake, Susannah'nın ardından, Eddie'nin tabancasını omuz hizasına kaldırıp etrafı dikkatle kolaçan ederek, "koruma" pozisyonunda inmişti.
Roland, kendi tabancasını çekerek sağ omzuna doğru kaldırdı ve kapıyı iterek açtı. Duruma göre kendini yere atmaya veya geri çekilmeye hazır bir pozisyonda hafifçe eğilerek kapıdan geçti.
İkisine de gerek kalmadı. Kapıdan ilk geçen Eddie olsaydı Oz Büyü-cüsü'ndeki uçan maymunlara benzer uçan Kurtlar tarafından saldırıya uğradıklarını -bir anlığına bile olsa- düşünebilirdi. Ancak Roland'ın hayal gücü gibi fazladan bir yükü yoktu ve bu kocaman, ambara benzer yerin tavanındaki floresan lambaların çoğu yanmıyor olmasına rağmen havada asılı nesneleri olduklarından farklı zannederek vakit -ya da adrenalin-harcamadı: tamir edilmeyi bekleyen robot akıncılardı.
"Gelin," dedi ve sözleri yankılanarak kendisine geri döndü. Yukarıdaki gölgeler arasından bir yerden kanat çırpma sesleri geldi. Kırlangıçlar veya ekin kargaları içeri girmenin bir yolunu bulmuş olmalıydı. "Sanırım her Şey yolunda."
İceri girdiler ve sessiz bir şaşkınlıkla yukarı bakakaldılar. Tek etki- nraeyen, Jake'in dört ayaklı arkadaşıydı. Oy fırsattan istifade yalanıp temizlenmeye başladı. Önce sol, ardından sağ tarafını temizledi. Sonunda çelik masanın üzerinde oturmakta olan Susannah konuştu. "Çok şey 05, düm ama bunun gibisini şimdiye kadar hiç görmemiştim."
Diğerleri de öyle. Dev oda havada asılı görünen Kurtlar ile doluydu Bazılarının üzerinde yeşil Dr. Doom pelerinleri vardı; diğerleri çelik kos-tümleriyle çıplak halde asılı duruyordu. Bazılarının kafası, bazılarının ko-lu, bazılarmınsa bacağı eksikti. Gri metal suratlarındaki ifade ışığın vur-ma açısına göre bazen sırıtışa bazen de diş göstermeye benziyordu. Yerde Yeşil Pelerinler ve yeşil uzun eldivenler vardı. Ve yaklaşık kırk metre ileride (oda bir uçtan diğerine en az iki yüz metre vardı) tek bir gri at dört bacağı havaya dikilmiş halde sırtüstü yatıyordu. Başı kopmuştu. Boynundan sarı, yeşil, kırmızı kablolar fışkırıyordu.
Hızlı adımlarla ilgisizce odanın diğer ucuna doğru yürüyen Oy'u yavaşça takip ettiler. Tekerlekli masanın sesi burada çok yüksek çıkıyordu, dönüp gelen yankısı adeta günahkâr bir gürültüydü. Susannah hâlâ yukarıya bakıyordu. İlk başta -ve bunun tek sebebi, bir zamanlar ışığa boğulduğu belli olan dev odanın çok loş oluşuydu- Kurtlar'in yerçekimine karşı koyan bir çeşit cihaz sayesinde havada asılı durduğunu sanmıştı. Sonra floresan lambaların çoğunun hâlâ çalıştığı bir noktaya vardılar ve telleri gördü.
"Onları burda tamir ediyor olmalılar," dedi. "Tamir edecek kimse kalmışsa elbette."
"Bence enerjiyi de surda yüklüyorlar," dedi Eddie parmağıyla işaret ederek. Artık net bir şekilde görmeye başladıkları karşı duvar boyunca bir dizi bölme vardı. Kurtlar bazılarının içinde hareketsizce duruyordu. Boş olan diğer bölmelerde fişler ve yuvalar vardı. Jake aniden gülmeye başladı. "Ne var?" diye sordu Susannah. "Ne oldu?"
"Yok bir şey," dedi Jake. "Sadece..." Tekrar yükselen kahkahası, karartıcı mekânda kulağa harikulade genç geliyordu. "Penn İstasyonu'nda evlerini veya ofislerini aramak için telefon kulübelerinin önünde sıraya girmiş bekleyen yolculara benziyorlar."
Eddie ve Susannah bunu bir süre düşündü sonra onlar da gülmeye haşladı. Roland, Jake'in gördüğünün doğru olması gerektiğini düşündü. Yaşadıkları onca şeyden sonra bu onu şaşırtmamıştı. Onu mutlu eden, çocuğun kahkahasıydı. Jake'in arkadaşı olan peder için ağlaması doğruydu ama hâlâ gülebilmesi iyiydi. Hem de çok iyiydi.
Aradıkları kapı, enerji yükleme bölmelerinin solundaydı. Üzerindeki şimşek ve bulutlu sigul'u "R.F."in onlara Oz Daily Buzz'm bir sayfasının arkasına bıraktığı not sayesinde hemen tanımışlardı ama kapı, o zamana dek karşılaştıklarından çok farklıydı; şimşek ve bulut dışında son derece sıradandı. Yeşile boyanmış olmasına rağmen demirağacından veya daha ağır olan hayaletağacmdan değil, çelikten olduğunu görebiliyorlardı. Kapının gri çerçevesi de çeliktendi. Her iki tarafına bacak kalınlığında kablolar bağlıydı. Bu kablolar duvarlardan birine giriyordu. Duvarın arkasından, Eddie'ye tanıdık gelen sert bir homurtu yükseliyordu.
"Roland," dedi alçak sesle. "Ta başlangıçta rastladığımız Işın Kapı-sı'nı hatırlıyor musun? Jake'in mutlu grubumuza katılmasından önceydi." Roland başını salladı. "Küçük Gardiyanlar'ı vurduğumuz yer. Shar-dik'in makamı. Ya da ondan geride kalanlar."
Eddie başını salladı. "Kulağımı o kapıya dayayıp dinlemiştim. Ölüler diyarı sessiz, diye düşünmüştüm. Burası ölülerin salonu, örümceklerin döndüğü ve büyük devrelerin birer birer sessizliğe gömüldüğü yer.'"
Aslında bunları yüksek sesle söylemişti ama Roland, Eddie'nin bunu hatırlamamasına pek şaşırmadı. Genç adam o sırada hipnozda ya da ona yakın bir durumdaydı.
"O zaman dışardaydık," dedi Eddie. "Şimdi içerdeyiz." Gök Gürültüsü ne giden kapıyı gösterdi, sonra bir parmağı kalın kabloları takip etti. °unlar aracılığıyla enerji gönderen makinelerin sesi kulağa pek sağlıklı gelmiyor. Eğer bu kapıyı kullanacaksak bir an önce geçelim derim. Her an devre dışı kalabilir. O zaman ne yaparız?"
"Triple-A Seyahat Acente'sini aramak zorunda kalırız," dedi Susannah rüyadaymışçasına.
"O dediğini yapabileceğimizi sanmıyorum. O zaman kızgın tavada... nasıl diyordun, Roland?"
"Kızgın tavada yanarız. 'Bunlar harap olmuşluğun salonları.' Böyle de demiştin. Hatırlıyor musun?"
"Demiş miydim? Yüksek sesle mi?"
"Evet." Roland önlerine düşerek kapıya yöneldi. Uzanıp tokmağa dokunduktan sonra elini geri çekti.
"Sıcak mı?" diye sordu Jake.
Roland başını iki yana salladı.
"Elektrik mi?" diye sordu Susannah.
Silahşor başını yine iki yana salladı.
"O halde aç hadi," dedi Eddie. "İşimize bakalım."
Roland'ın yanına geldiler. Eddie, Susannah'yı yine kucağına almış Jake de Oy'u kucaklamıştı. Hantal Billy yine her zamanki sırıtkan ifadesiyle sık nefesler alıyordu. Altın rengi halkalar içindeki gözleri cilalanmış akikler gibi parlıyordu.
"Kilitliyse..."İVe yapacağız diye soracaktı Jake ama daha lafını bitire-meden Roland kapının tokmağını sağ eliyle kavradı (diğer eliyle tabancasını tutuyordu) ve kapıyı çekti. Duvarın gerisindeki makinelerin gürültüsü neredeyse umutsuzca arttı. Jake yanık kokusu alır gibi oldu; belki de yanan izolasyondu. Kendi kendine hayal gücünün fazla çalıştığını söylüyordu ki tavandaki pervanelerden birkaçı dönmeye başladı. Bir İkinci Dünya Savaşı filminde pistte ilerleyen avcı uçakları kadar gürültülüydüler ve çıkan ses üzerine hepsi irkildi. Susannah, kendini düşen nesnelerden korumak istermiş gibi elini başına bile götürmüştü.
"Haydi," dedi Roland sertçe. "Çabuk." Ardına bir kez bile bakmadan kapıdan geçti. Tam yarı yolda olduğu o kısacık anda ikiye ayrılmış g^1 göründü. Jake, Silahşor'un ötesinde BAŞLANGIÇ NOKTASI'ndan çok daha büyük, loş bir oda olduğunu görebiliyordu. Ve bir de saf ışıkmış gibi görünen, zikzak çizen gümüşümsü çizgiler vardı. "Yürü, Jake," dedi Susannah. "Sıra sende."
Jake derin bir nefes alarak kapıdan geçti. Sesler Mağarası'nda yaşadıkları gibi bir gelgit dalgası veya çınlamalar yoktu. Geçiş yapma hissini de bir anlığına bile yaşamamıştı. Bunlar yerine tersyüz ediliyormuş gibi (corkunç bir his vardı. Ömründe yaşamadığı kadar şiddetli bir mide bulantısı baş gösterdi. Adımını attı, dizi büküldü. Bir an sonra her iki dizinin üzerine çökmüştü. Oy kollarının arasından düştü. Jake bunu güçlükle fark etti. Öğürmeye başladı. Roland da biraz ötesinde elleri ve dizleri üzerine çökmüş, öğürüyordu. Bir yerlerden alçak, kesintisiz bir motor sesi, bir zilin ısrarcı ding-ding-ding-ding ve yankılanan, yükseltilmiş sesi geliyordu.
Jake, Roland'a kahrolası kapılarından neden robot akıncıları gönderdiklerini anladığını söylemek üzere başını çevirdi, ama tek kelime edemeden tekrar kusmaya başladı. Son öğününde yedikleri çatlak beton üzerine yayılıyordu.
Bir an sonra Susannah'nın şaşkın sesi duyuldu. "Hayır! Hayır! Beni yere bırak! Eddie çabuk beni yere bırak yoksa..." Sesi şiddetli öğürtülerle kesildi. Eddie kendisi de kusmaya başlayıp Kusmuk Korosu'na katılmadan önce Susannah'yı beton zemine bırakmayı başardı.
Oy yan tarafına yatarak boğuk boğuk öksürdükten sonra dört ayağı üzerine kalktı. Şaşkın ve dikkati dağınık görünüyordu... ya da belki Jake, Hantal Billy'nin de onunla aynı şeyleri hissettiğini varsayıyordu.
Yankılanan ayak seslerini duyduğu sırada mide bulantısı hafiflemeye yüz tutmuştu. Üçü de kot pantolon, mavi pamuklu gömlek ve elde yapılmışa benzeyen tuhaf görünümlü ayakkabılar giymiş üç adam hızla yanlarına geliyordu. Dağınık beyaz saçlı yaşlıca adam diğerlerinin biraz önünde yürüyordu. Üçünün de elleri havadaydı.
"Silahşorlar!" diye bağırdı beyaz saçlı adam. "Silahşor musunuz? Eğer °y'eyseniz ateş etmeyin! Biz sizin tarafınızdayız!"
Kimseyi vuramayacak durumdaymış gibi görünen Roland (ama bunu sınamak istemem elbette, diye düşündü Jake) ayağa kalkmaya çalıştı, neredeyse başardı, sonra tek dizi üzerine çöktü ve boğuluyormuşçasma tekrar öğürdü. Beyaz saçlı adam, onu bileğinden tutup pek de nazik sayılmayacak bir hareketle kaldırdı.
"Bulantı kötüdür," dedi yaşlı adam. "Benden iyi kimse bilemez. Neyse ki çabuk geçer. Hemen bizimle gelmelisiniz. Şu an hiçbir yere gitmek istemediğinizi biliyorum ama ki'dam'm Çalışma Odası'nda bir alarm var ve..."
Konuşması aniden kesildi. Neredeyse Roland'ınkiler kadar mavi olan gözleri irileşiyordu. Jake o loşlukta bile yaşlı adamın yüzünün solduğunu fark etmişti. Arkadaşları ona yetişmişti ama yaşlı adam fark etmemiş görünüyordu. Jake Chambers'a bakıyordu.
"Bobby?" dedi fısıltıdan yüksek olmayan bir sesle. "Tanrım, Bobby Garfield sen misin?"
BEŞİNCİ BÖLÜM STEEK-TETE
1
Beyaz saçlı adamın arkadaşları ondan epeyce gençti (Roland birinin yirmi yaşma yeni girmiş gibi göründüğünü düşündü) ve ikisinin de yüzünde katıksız bir dehşet ifadesi vardı. Elbette kazara vurulmaktan korkuyorlardı -karanlığın içinden ellerini havaya kaldırarak gelmelerinden belliydi- ama bir şeyden daha korkuyor olmalıydılar zira artık vurulmayacaklarını anlamış olmaları gerekirdi.
Yaşlı adam kasılmış gibi irkildi ve kendini özel bir yerden çekip o ana getirdi. "Elbette Bobby değilsin," diye mırıldandı. "Öncelikle saçının rengi farklı, ayrıca..."
"Ted, burdan bir an önce ayrılmalıyız," dedi içlerinde en genç olan telaşla. "Yani inmediatamento diyorum."
"Evet," dedi yaşlı adam, ama gözlerini Jake'ten ayırmamıştı. Bir elini gözlerine götürdü (Eddie, adamın zihin okuma seanslarından birine haklanan gösterişçi sahte medyumlara benzediğini düşündü) ve tekrar indirdi. "Evet, elbette." Roland'a baktı, "dinh sen misin? Gilead'lı Roland? Öd soyundan Roland?"
"Evet, ben..." diye başladı Roland, sonra iki büklüm olup tekrar W tu. Bu kez ağzından uzun, gümüşümsü salyadan başka bir şey çıkmadı. Nigel'ın çorbaları ve sandviçlerinden kalanlar çoktan beton zeminin üze. rine saçılmıştı. Sonra hafifçe titreyen yumruğunu alnına götürüp selam verdi. "Evet. Benden bir adım ilerdesin, sai."
"Bunun bir önemi yok," dedi beyaz saçlı adam. "Bizimle gelecek mi-siniz? Sen ve ka-tet'mV
Roland'm arkasındaki Eddie eğilip tekrar kustu. "Kahretsin!" diye bağırdı boğuk sesle. Bir de Greyhound'a binmenin kötü olduğunu düşü. nürdüm! O şeyin yanında otobüs bir... bir..."
"Queen Mary 'de birinci sınıf bir kamara gibi kalıyor," dedi Susannah cılız bir sesle.
"Haydi ama!" dedi en genç olan telaşla. "Sansar taheen ekibiyle birlikte yola çıktıysa beş dakikaya kadar burda olur! O kedi tırmalamayı iyi bilir!"
"Evet," dedi beyaz saçlı adam. "Gerçekten gitmemiz gerek, Bay Deschain."
"Önden buyruri," dedi Roland. "Arkanızdan geleceğiz."
2
Kapı onları bir tren istasyonuna değil, devasa çatılı bir tür manevra alanına götürmüştü. Jake'in gördüğü gümüş çizgiler birbirlerini kesen raylardı. Belki yetmiş ayrı ray vardı. Birkaçı üzerinde gerekliliği muhtemelen yüzyıllar önce sona ermiş işleri yerine getirmek için ileri geri hareket eden güdük, otomatik motorlar vardı. Biri, paslı borularla dolu bu açık yük vagonunu itiyordu. Diğeri otomatikleşmiş sesle bağırdı: "Carn-ka-A Kapı yolu 9'a gidebilir mi lütfen. Camka-A Kapı Yolu 9'a."
Eddie'nin kucağında sarsılarak ilerlemek Susannah'nın midesinin tekrar bulanmasına yol açmıştı, ama beyaz saçlı adamın sesindeki acili)*1 ona da nezle gibi bulaşmıştı. Ayrıca taheenlerm ne olduğunu artık bu'du' kuş veYa başka tür hayvanların kafalarına, insan bedenlerine sahip
avarımsı yaratıklardı. Susannah'ya Bosch'un Dünyevi Zevkler Bahçesi tablosunu hatırlatıyorlardı.
"Tekrar kusabilirim, bir tanem," dedi Eddie'ye. "Sakın yavaşlayayım deme."
Eddie'nin homurtusunu onay olarak kabul etti. Solgun teninden süzülen ter damlacıklarını görüyor, onun için üzülüyordu. Onun midesi de en az Susannah'nınki kadar bulanıyor olmalıydı. İşlevini eskisi gibi yerine getirmeyen bilimsel bir teleportasyon cihazından geçmenin nasıl bir şey olduğunu artık biliyordu. Birinden daha geçmek için kendini ikna edip edemeyeceğini merak etti.
Jake başını kaldırınca milyonlarca farklı şekil ve büyüklükte levhadan oluşmuş çatıyı gördü; grinin tek bir tonuna boyanmış bir mozaiğe bakıyormuş gibiydi. Sonra bir kuş, birinin içinden uçarak geçti ve Jake çatının levhalardan değil, bazıları kırılmış camlardan oluştuğunu anladı. Koyu gri renk, Gök Gürültüsü'ndeki dünyanın nasıl olduğuna dair bir fikir veriyordu. Sürekli bir güneş tutulması gibi, diye düşünerek titredi. Yanında ilerleyen Oy tekrar kesik kesik öksürdü ve başını sallayarak yürümeye devam etti..
İş görmediği için bir tarafa atılan bir yığın makinenin önünden geçtiler (jeneratör olabilirlerdi) ve ardından Mono Blaine'in çektiğinden çok farklı, darmadağın vagonlardan oluşan bir labirente girdiler. Bazıları Susannah'ya kendi zamanı olan 1964'te Grand Central İstasyonu'nda gör-mtiş olabileceği, New York Central yolcu vagonlarını hatırlattı. Bu fikri kuvvetlendirmek istercesine, yan tarafında BAR VAGONU yazan bir vagon gördü. Bununla birlikte ondan çok daha eskiymiş gibi görünenler de ardı; krom yerine perçinli teneke veya çelikten yapılmışlardı. Eski bir ovboy filminde ya da Maverick gibi bir televizyon programında rastlanabilecek türden vagonlardı. Bunlardan birinin yanında, boynundan karma-karışık kablolar fışkıran bir robot duruyordu. Başını üzerinde BİRİNCİ sı-NİF KONDÜKTÖRÜ yazan bir armanın bulunduğu bir şapka takmaktaydı kolunun altında tutuyordu.
Susannah önce bu labirentte sağa veya sola yaptıkları dönüşlerin he-sabini tutmaya çalıştı ama sonra pes etti. Sonunda kapısının üzerinde YÜKLEME/KAYIP BAGAJ yazan ahşap duvarlı bir kulübenin elli metre ile. risinde labirentten çıktılar. Kulübeyle aralarında, üzerinde terk edilmiş bagaj arabaları, yığılmış kasalar ve iki ölü Kurt'un olduğu, çatlak beton zemine sahip bir alan vardı. Hayır, diye düşündü Susannah. Üç tane var. Üçüncüsü, YÜKLEME/KAYIP BAGAJ'ın köşesini dönünce gördükleri duvarın gölgesinde kıpırtısızca duruyordu.
"Haydi," dedi beyaz saçlı adam. "Fazla bir şey kalmadı. Ama acele etmemiz gerek, Kırık Kalpler Evi'nden gelen ta/ıeen'ler sizi yakalarsa mutlaka öldürür."
"Bizi de öldürürler," dedi üçünden en genç olanı. Saçını gözünün önünden geri itti. "Ted hariç herkesi öldürürler. Ted'in yeri doldurula-maz, onu kaybetmeyi göze alamazlar. Ama o bunu söylemeyecek kadar mütevazı."
YÜKLEME/KAYIP BAGAJ'ın ötesinde (Susannah'nm gayet mantıklı bulduğu) NAKLİYE BÜROSU vardı. Beyaz saçlı adam kapıyı yokladı. Kilitliydi. Bu onu üzmekten ziyade memnun etmiş gibiydi. "Dinky?" dedi.
Görünüşe bakılırsa üçü içinde en genci Dinky'ydi. Tokmağı kavradı ve Susannah, içeriden bir yerden kopma sesi duydu. Dinky bir adım geriledi. Ted denediğinde bu kez kapı kolayca açıldı. Yüksek bir tezgâh ile ikiye bölünmüş loş bir ofise girdiler. Üzerinde Susannah'ya neredeyse nostalji hissi veren bir tabela vardı: BİR NUMARA ALIP BEKLEYİNİZ' Kapı kapanınca Dinky tokmağı tekrar tuttu. Yine sert bir ses duyuldu. "Tekrar kilitledin," dedi Jake. Sesi suçlar gibiydi ama yüzünde bir gi>' Kimseme vardı ve yanaklarına tekrar renk gelmeye başlamıştı. "Değil mi?
"Simdi değil, lütfen," dedi beyaz saçlı adam... Ted. "Vakit yok. Beni takip edin, lütfen."
Tezgâhın bir bölümünü kaldırdı ve diğer tarafa geçtiler. Ofisin bu bölümünde çok uzun zaman önce ölmüş görünen iki robot ve üç iskelet vardı.
"Neden kemik bulup duruyoruz ki?" dedi Eddie. Jake gibi o da kendini daha iyi hissediyordu ve bir cevap beklemeden yüksek sesle düşünmüştü. Bununla birlikte Ted'den bir cevap geldi.
"Kızıl Kral'ı biliyor musun, genç adam? Biliyorsun, elbette biliyorsun. Dünyanın bu bölümünü bir zamanlar zehirli gazla kapladığını sanıyorum. Muhtemelen canı biraz eğlenmek istediği için. Neredeyse herkesi öldürmüş. Gördüğünüz karanlık onun geride kalan etkisi. Aklını kaybetmiş, elbette. Sorunun büyük kısmı bu. Burdan."
Üzerinde ÖZEL yazan bir kapıdan içeri, muhtemelen bir zamanlar muhteşem yükleme ve nakliye dünyasında yüksek mevkide bir poobah'a ait olan bir odaya girdiler. Susannah yerdeki izleri fark etti ve odaya yakın zamanda girilmiş olduğunu düşündü. Belki de yine bu üç adam girmişti. On beş santimlik kabarık toz tabakasının altında bir masa, ayrıca iki sandalye ve bir kanepe vardı. Masanın gerisinde bir pencere olduğunu gördü. Bir zamanlar pencereyi örtmekte olan storlar ürkütücü olduğu kadar büyüleyici bir manzarayı gözler önüne sererek yere düşmüştü. Gök Gürültüsü İstasyonu'nun ötesindeki topraklar ona Whye Nehri'nin diğer tarafındaki düz, çorak bölgeleri hatırlatmıştı ama burası daha kayalık, daha korkutucuydu.
Dostları ilə paylaş: |