Stephen King Kara Kule Cilt7 Kule



Yüklə 2,92 Mb.
səhifə18/62
tarix03.12.2017
ölçüsü2,92 Mb.
#33720
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   62

Kendisini dindar bir kaçık olarak görmüyordu. Kesinlikle değildi. Tanrı ve cennete dair bu düşüncelerinden kimseye bahsetmiyordu. Dünyanın geri kalanı için o sadece görevini yapan bir hizmetkârdı. Görevini iyi yapmaya ve tamamlamaya niyetli bir hizmetkâr. Kendini kötü adam olarak görmüyordu elbette ama gerçekten tehlikeli olan hiç kimse görmezdi zaten. Tüm yaz sürse bile o cephede savaşmaya devam etmeye kararlı olan İç Savaş generali Ulysses S. Grant'i düşünün.

Algul Siento'da yaz bitmek üzereydi.

Efendi'nin evi, çarşının uçundaydı. İsmi Shapleigh Evi'ydi (Pimli sebebini bilmiyordu) ve Kırıcılar oraya Bok Evi diyordu. Çarşının diğer ucunda Damli Evi adında çok daha büyük bir ikametgâh vardı; ismi zarifçe gezinti yapan Kraliçe Anne tarafından, yine belirsiz sebeplerle verilmişti. Clemson'daki Fraternity Row'da veya Ole Miss'te evinde gibi görünebilirdi. Kırıcılar bu binaya Kırık Kalpler Evi ya da bazen Kırık Kalpler Oteli diyordu. Diyebilirlerdi. Taheen ve çok sayıdaki can-toi'nin çalışıp yaşadığı yer burasıydı. Kırıcılar'a gelince, küçük esprilerini yapmalarına Ve personelin bilmediğine inanmalarına izin veriliyordu.

Pimli Prentiss ve Finli o'Tego çarşı boyunca dostça bir sessizlik için-e yürüdü... görev başında olmayan Kırıcılar'm yanından geçtikleri za-anlar hariç. Pimli her birini nezaketle selamlıyordu. Aldığı karşılıklar neşeli cevaplardan somurtkan homurtulara varan bir değişkenlik gösteri yordu. Yine de hepsi bir şekilde selamım alıyor ve Pimli bunu bir zafe sayıyordu. Kırıcılar'ı umursuyordu. Hoşlansalar da hoşlanmasalar da -ç0 ğu hoşlanmıyordu- umursuyordu. Katillerle, tecavüzcülerle ve Attica'nm silahlı soyguncularıyla kıyaslandığında başa çıkılmalarının daha kolay ol. duğu muhakkaktı.

Bazıları eski gazeteler veya dergiler okuyordu. Dörtlü bir grup at nalı fırlatıyordu. Bir başka dörtlü yeşillikler üzerindeydi. Tanya Leeds ve Joey Rastosovich zarif, yaşlı bir karaağaç altında satranç oynuyor, gün ışı-ğı yüzlerinde oynaşıyordu. Onu samimi bir memnuniyetle selamladılar ve neden olmasın? Tanya Leeds artık Tanya Rastosovich'di zira Pimli onları bir ay önce bir gemi kaptanı gibi evlendirmişti. Ve bu bir anlamda doğruydu; Algul Siento, Gök Gürültüsü'nün karanlık denizinde kendi güneşli noktasında süzülen bir gemi gibiydi. Evet, güneş bazen yok oluyordu ama o günkü kesinti fazla önemli değildi, sadece kırk üç saniye sürmüştü.

"Nasıl gidiyor, Tanya? Joseph?" Daima Joseph derdi, asla Joey değil, En azından yüzüne karşı değil. Hoşuna gitmiyordu.

Her şeyin yolunda olduğunu söylediler ve ona sadece yeni evlilere mahsus olan o sersemce ifadeyle gülümsediler. Finli, Rastosovich çiftine hiçbir şey söylemedi ama çarşının Damli Evi ucuna yakın bir yerde, bir ağacın altındaki mermer banka oturmuş kitap okuyan genç adamın önünde durdu.

"Sai Earnshaw?" dedi taheen.

Dinky kaşlarını sorarcasına kibarca kaldırarak ona baktı. Sivilcelerle dolu yüzünde aynı ifadesiz nezaket vardı.

"Bakıyorum Büyücü'yü okuyorsunuz," dedi Finli neredeyse utangaçça. "Ben de Koleksiyoncu'yu okuyorum. Ne tesadüf!"

"Öyle diyorsanız," dedi Dinky. İfadesi değişmemişti.

"Fowles hakkında ne düşündüğünüzü merak ediyorum. Şimdi Ç0* meşgulüm ama belki sonra onu tartışabiliriz."

Yüzünde hâlâ aynı donuk nezaket ifadesi olan Dinky Earnshaw, »Reiki sonra Koleksiyoncu kitabınızı alır -umarım ciltlidir- ve o tüylü kıçıma sokarsınız," dedi. "Yanlamasına."

Finli'nnı yüzündeki umutlu gülümseme yok oldu. Hafifçe ama ku-ursuzca eğildi. "O şekilde hissettiğiniz için üzgünüm, sai."

"Def olup gidin," dedi Dinky ve kitabını tekrar açtı. Sonra yüzüne doğru kaldırdı.

Pimli ve Finli o'Tego yürümeye devam etti. Algul Siento'nun Efendilinin Finli'ye farklı yöntemlerle yaklaşmayı ve genç adamın sözlerinin onu ne ölçüde kırdığını öğrenmeyi denediği bir sessizlik dönemi oldu. Taheen okuyabilme ve insan edebiyatını takdir edebilme yeteneğiyle gurur duyuyordu, Pimli o kadarını biliyordu. Sonra Finli uzun parmaklı ellerini -kıçı aslında tüylü değildi ama elleri öyleydi- bacaklarının arasına koyarak onu zahmetten kurtardı.

"Toplarımın hâlâ yerinde olup olmadığını kontrol ediyorum," dedi ve Pimli, güvenlik şefinin sesindeki neşenin zorlama değil, samimi olduğuna karar verdi.

"Üzgünüm," dedi Pimli. "Mavi Cennet'te ergenlik sonrası sorunları yaşayan biri varsa o da Dinky Earnshaw."

"Beni parçalıyorsun!" diye inledi Finli ve Efendi'si, ona şaşkınca bakınca sivri dişlerini göstererek sırıttı. "Asi Gençlik filminden meşhur bir replik," dedi. "Dinky Earnshaw, bana James Dean'i hatırlatıyor." Bir süre duraksayıp düşündü. "Yakışıklılık konusunda değil elbette."

"İlginç bir vaka," dedi Prentiss. "Bir Pozitronik şubesince yürütülen suikast programı için işe alınmıştı. Kontrol memurunu öldürüp kaçtı. Yanladık, elbette. Ciddi bir sorun yaratmadı -en azından bize- ama rahatsız edici bir tavrı var."

Ama bir sorun teşkil etmediğini düşünüyorsun."

Pimli, ona gözucuyla baktı. "Hakkında bilmem gereken farklı bir fikrin mi var?"

"Yoo, hayır. Seni daha önce son birkaç haftadır olduğun kadar tedir gin görmemiştim. Hatta paranoyak olduğunu bile söyleyebilirim."

"Büyükbabamın sıkça kullandığı bir atasözü vardı," dedi Pimli. '"gv varmaya birkaç metre kalana dek yumurtaları düşürmekten korkmazsın' Eve çok yaklaştık."

Ve bu doğruydu. On yedi gün önce, son Kurt grubunun 16. Kavis Başlangıç Noktası'ndan dörtnala ayrılmasından kısa bir süre önce Damlj Evi'ndeki cihazları Ayı-Kaplumbağa Işını'nda ilk ciddi eğilmeyi tespit et-misti. O zamandan sonra Kartal-Aslan Işını kırılmıştı. Yakında Kırıcüar'a ihtiyaç kalmayacaktı. Sondan ikinci Işın'ın parçalanması onların yardımı olsun olmasın gerçekleşecekti. Hızını almış, hassas bir dengede duran bir nesne gibiydi. Yakında geri dönüşü olmayan noktaya ulaşacak ve devrilecekti. Yani Işın kırılacaktı. Varlığı son bulacaktı. Devrilecek olan, Ku-le'ydi. Son Işın olan Kurt-Fil Işını bir hafta, belki bir ay daha dayanabilirdi ama daha fazlasını beklemiyordu.

Bunu düşünmek Pimli'yi hoşnut etmeliydi ama etmiyordu. Sebebin büyük bölümü düşüncelerinin Yeşil Pelerinliler'e kaymasıydı. Altmış kadarı rutin akın için Calla bölgesine gitmişti ve yetmiş iki saat sonra topladıkları çocuklarla geri dönmüş olmaları gerekiyordu. Ama... dönmemişlerdi. Finli'ye bu konuda ne düşündüğünü sordu.

Finli durdu. Ciddi görünüyordu. "Bir virüs söz konusu olabilir," dedi. "Anlamadım?"

"Bir bilgisayar virüsü. Damli'deki bilgisayarların çoğunda bu sorunu yaşadık ve unutma ki çiftçilere ne kadar korkunç görünürlerse görünsün-ler Yeşil Pelerinliler iki ayak üzerinde yürüyen bilgisayarlardan fazlası değil." Duraksadı. "Belki de Calla ahalisi onları öldürmenin bir yolun» bulmuştur. Cesaretlerini toplayıp Kurtlara kafa tutmaları beni şaş/"1 mı? Belki biraz, ama fazla değil. Özellikle de cesur biri çıkıp onlara liderlik: ederse."

"Bir silahşor gibi biri belki?"

Finli, ona küçümseyen bir ifadeyle baktı.

Ted Brautigan ve Stanley Ruiz bisikletleri üzerinde yanlarından geçti. r ncjj ve güvenlik şefi onlara el sallayınca aynı şekilde karşılık verdiler. utjgan gülümsemedi, ama Ruiz'in yüzünde zihinsel özürlülere özgü o osalca gülümseme belirdi. Gözleri boş bakıyor, tükürükle ıslanmış dudakları parlıyordu ama yine de çok güçlü bir Kıncı'ydı ve böyle bir adam, Con-necticut'taki küçük "tahTinden döndürüldüğünden beri tamamen değişmiş olan Ted Brautigan'la takılmaktan çok daha kötüsünü de yapabilirdi. İki adamın giydiği tıpatıp aynı tüvit şapkalar -bisikletleri de aynıydı- Pimli'yi eğlendirdi. Ama aynısı Finli'nin bakışı için söylenemezdi. "Kes şunu," dedi Pimli. "Neyi keseyim, sai?" diye sordu Finli.

"Külahından dondurmasını düşüren ve bunu fark etmeyen küçük bir çocukmuşum gibi bakmayı," dedi.

Ama Finli gerilemedi. Nadiren gerilerdi ve Pimli'nin onda hoşlandığı özelliklerden biri de buydu. "Sana bir çocukmuşsun gibi bakılmasını istemiyorsan öyle davranmayı bırakmalısın. Dünyayı kurtarmak için Or-ta-Dünya'dan gelen silahşorlardan bahseden söylentiler yıllardır etrafta dolaşır. Ama bir silahşorun varlığı resmen kanıtlanmış değil. Senin İsa Adam'dan bir ziyaret bence daha olası." "Rodlar diyor ki..."

Finli canı gerçekten yanmış gibi yüzünü buruşturdu. "Rodların söylediklerini boş ver. Zekâma -ve kendininkine- bundan daha fazla saygı duyduğundan eminim. Beyinleri ciltlerinden bile çabuk çürüyor. Kurtlara gemce, şöyle söyleyeyim: nerede oldukları veya başlarına ne geldiği önemli değil. İşi bitirmeye yetecek kadar güçlendiricimiz var ve beni tek ilgilenmen de bu."

Güvenlik şefi, Damli Evi'nin verandasına çıkan basamakların önün-e durdu. Birbirinin eşi bisikletlere binen iki adama kaşlarını çatarak, dü-Sunceli bir ifadeyle baktı. "Brautigan çok sorun çıkardı."

"Hem de nasıl!" Pimli hüzünle güldü. "Ama belalı günleri sona erdi Daha fazla sorun çıkaracak olursa Connecticut'h dostlarının -Robert Garfield adında bir çocuk ve Carol Gerber isminde bir kız- ölecekleri söylendi. Ayrıca bazı Kırıcılar'm onu akıl hocası olarak görmesine, şu akılsız gibi birkaçının da neredeyse tapmasına rağmen kimse... felsefi du-şünceleriyle ilgilenmiyor. Daha önce ilgilenen varsa da artık yok. Ve dönüşünden sonra onunla bir konuşma yaptım. Samimi bir konuşma." Finli bunu ilk kez duyuyordu. "Ne hakkında?" "Hayatın bazı gerçekleri. Sai Brautigan eşsiz güçlerinin artık eskisi kadar önemli olmadığını anladı. Artık o dönemi geçtik. Geriye kalan iki Işın o olsa da olmasa da kırılacak. Ve sonunda... kargaşa olacağını biliyor. Korku ve kargaşa." Pimli başını yavaşça salladı. "Brautigan son geldiğinde burda olmak istiyor. Gökyüzü yarıldığında Stanley Ruiz gibilerini teselli etmek için bile olsa."

"Gel kasetlere ve telemetriye bakalım. Emin olmak iyidir." Damli Evi'nin önündeki ahşap basamakları yan yana tırmandılar.


5

Can-foi'lerden ikisi Efendi ve güvenlik şefine alt kata kadar eşlik etmek için bekliyordu. Pimli herkesin -Kırıcılar ve Algul Siento personeli dahil- onlara "sığ adamlar" demeye başlamasının ne kadar tuhaf olduğunu düşündü. Bu deyişi başlatan Ted Brautigan'dı. "Meleklerden bahset, kanat seslerini duy," derdi Pimli'nin sevgili annesi ve Pimli Gerçek Dün-ya'nın bu son zamanlarında gerçek insan hayvanlar varsa tanıma can-toi' lerin ta/ıeenlerden daha çok uyduğunu düşündü. Acayip insan maskelen olmaksızın görüldüklerinde fare kafalı taheenler oldukları zannedilebilir-di. Ama can-toi'ler, insanları (Pimli gibi istisnai örnekler dışında) daha aşağı bir ırk olarak gören taheenlerin aksine insan formunu ilahi görüp tapardı. Maskeleri taptıkları için mi takıyorlardı? Bu konuda ketum davranırlardı ama Pimli öyle olduğunu sanmıyordu. İnsan olduklarını düşündüklerine inanıyordu, bu yüzden maskelerini ilk takışlannda (maskeler canlıydı; yapılmıyor, büyüyorlardı) insan görünümlerine uyan birer insan isffli alıyorlardı. Pimli, Düşüş'ün ardından bir şekilde insan ırkının yerini alacaklarına inandıklarını biliyor... ama böyle bir inanca nasıl sahip olduklarını kesinlikle anlamıyordu. Düşüş'ten sonra Cennet olacaktı, Aydınlanma Kitabı'nı okuyan herkes bunu bilirdi ama... dünya?

Belki yeni bir dünya olacaktı ama Pimli ondan da emin değildi.

İki can-toi güvenlik görevlisi Beeman ve Trelawney geniş salonun ucunda duruyor, bodrum katma inen merdivenlerin başında nöbet tutuyordu. Pimli bütün can-toi erkeklerini, sarışın ve ince yapılı olanları bile kırklı, ellili yılların aktörlerinden Clark Cable'a benzetiyordu. Hepsinde aynı dolgun dudaklar ve büyük kulaklar var gibiydi. Ama yakından bakıldığında insan maskelerinin kıvrılıp bükülerek asıl gerçeklikleri olan (kabul etseler de etmeseler de) kıllı, dişli ete dönüştüğü boyun ve kulak arkası bölümlerinde bulunan kırışıklıklar görülebiliyordu. Ve bir de gözleri vardı. Kıllar etraflarını sarıyordu ve yakından bakıldığında göz yuvası sanılanların aslında canlı etten meydana gelme o garip maskelerdeki delikler olduğu anlaşılıyordu. Bazen maskelerin nefes aldığı duyulabiliyor ve Pimli bunu hem tuhaf, hem de iğrenç buluyordu.

"Selam olsun," dedi Beeman.

"Selam olsun," dedi Trelawney.

Pimli ve Finli selama karşılık verdi, hepsi yumruğunu alnına götürdü ve Pimli önlerine geçerek alt kata giden merdivenlere yöneldi. Alt kattaki koridorda, üzerinde YANGİNSİZ BİR ORTAM İÇİN HEP BİRLÎKTE ÇALİŞMALİ-Y1z yazan bir levhanın önünden geçtiler. Sonra da üzerinde HER ŞEY CAN-TOİ'YE SELAM VERSİN yazan bir başkasının. "Çok garipler," dedi Finli alÇak sesle.

Pimli gülümsedi ve Finli'nin sırtına hafifçe vurdu. Finli o'Tego'dan Sanmasının sebebi buydu: Mike ve Ike gibi benzer düşüncelere sahip-


6

Damli Evi'nin bodrum katının büyük bir bölümünü malzemelerle dolu koca bir salon kaplıyordu. Cihazların tümü çalışmıyordu ve çalışan-lardan bazılarını da kullanmıyorlardı (nasıl işlediğini bile anlamadıkları pek çok makine vardı) ama gözetim cihazlarını ve karanlıkları, harcanan psişik enerji birimlerini ölçen telemetriyi kullanmayı biliyorlardı. Kırıcı-lar'ın psişik yeteneklerini Çalışma Odası dışında kullanmaları yasaktı ve zaten çoğu istese de yapamazdı. Pek çoğu, tuvalette olduklarını ve kendilerini rahatlatmaları için bir engel olmadığını belirten bir görsel uyana bulunmaksızın idrarlarını yapamayan, ağır bir tuvalet eğitimi almış erkekler ve kadınlar gibiydi. Henüz tuvalet eğitimini tamamlamamış küçük çocuklar gibi olan diğerleri bazen psişik patlamalara engel olamıyordu. Bu patlamalar hoşlanmadıkları birinde baş ağrısı yaratmak veya çarşıda bir bankı devirmekten öteye pek geçmiyordu ama Pimli'nin adamları bu tür patlamaları yakın takipte tutuyor, "kasti" olanlar ilk seferinde hafifçe, tekrarlandığı takdirde giderek artan şiddette cezalandırılıyordu. Ve Pimli'nin yeni gelenlere nutuk atarken (yeni gelenlerin hâlâ olduğu eski günlerde) söylemekten hoşlandığı bir söz vardı: "Günahlarınız er geç sizi bulur." Finli'nin sloganı daha basitti: Telemetri yalan söylemez.

O gün telemetri verilerinde kısa süreli sinyallerden fazlasını bulamadılar. Bir grubun geğirme ve gaz çıkarma seslerinin dört saatlik bir kaydı gibi anlamsızdı. Video kayıtları ve muhafızların raporlarında da dişe dokunur bir şey yoktu.

"Tatmin oldun mu, sai?" diye sordu Finli ve sesindeki bir şey Pimli'nin dönüp ona sertçe bakmasına yol açtı. "Ya sen?"

Finli o'Tego iç geçirdi. Pimli böyle zamanlarda Finli'nin insan olma-sim ya da taheen olmayı diliyordu. Sorun, Finli'nin ifadesiz kara gözleriydi. Neredeyse bir bez bebeğin düğme gözleri gibiydiler ve okunmaları imkânsızdı. Bir taheen olmadıkça elbette.

"Haftalardır kendimi pek rahat hissetmiyorum," dedi Finli sonunda. »Uyuyabilmek için çok fazla graf içiyorum ve ertesi gün kendimi adeta sürüklüyor, ona buna çatıyorum. Bir sebebi, son Işın'ın kırılmasından beri iletişimin kopmuş olması..."

"Ama bunun kaçınılmaz olduğunu biliyordun..." "Evet, biliyorum tabi. Mantıksız hislere mantıklı açıklamalar getirmeye çalıştığımı söylemeye çalışıyorum. Ve bu hiçbir zaman iyiye işaret değildir."

Karşı duvarda Niagara Şelalesi'nin bir resmi vardı. Bir can-toi muhafız resmi baş aşağı çevirmişti. Sığ adamlar resimleri baş aşağı çevirmeyi pek komik bulurdu. Pimli'nin bunun sebebine dair hiçbir fikri yoktu. Ama kimin umurundaydı? Kahrolası işimi nasıl yapacağımı biliyorum, diye düşündü Niagara Şelalesi'ni düzeltirken. Nasıl yapacağımı biliyorum, gerisi önemli değil, Tanrı'ya ve İsa Adam 'a teşekkürler derim.

"Sona geldiğimizde her şeyin tuhaflaşacağını biliyorduk," dedi Finli. "Kendi kendime hepsinin bu olduğunu söyleyip duruyorum. Bu... biliyorsun..."

"İçindeki his," diye destekledi eskiden Paul Prentiss olan adam. Sonra sırıttı ve sağ işaret parmağını, sol elinin başparmağıyla işaret parmağını birleştirerek yaptığı halkanın üzerine koydu. Taheen hareketleriyle sana doğruyu söylüyorum demek anlamına geliyordu. "Şu mantıksız his."

"Evet. Kanayan Aslan'ın kuzeyde tekrar belirmediğini biliyorum, güneşin içten içe soğuduğuna da inanmıyorum. Kızıl Kral'ın deliliğiyle ilgili hikâyeleri ve dan-tete'in onun yerini almaya geldiğini duydum. Tek söyleyebileceğim, ancak gözümle gördüğümde inanacağım. Aynısı eski masallarda ve şarkılarda söylendiği gibi Kule'yi kurtarmak için batıdan çıkage-,en silahşor adamla ilgili muhteşem haber için de geçerli. Hepsi palavra." Pimli, Finli'nin omzunu tuttu. "Bunu duymak beni memnun etti!" Gerçekten de etmişti. Finli o'Tego güvenlik şefi olarak o güne dek *°* iyi bir iş çıkarmıştı. Güvenlik ekibi geçen yıllar içinde yarım düzine rıcıyı öldürmek zorunda kalmıştı -hepsi de yuva hasreti çekip kaçmaya çalışan aptallardı- ve iki tanesinin de beyni alınmıştı ama "çitin altından geçebilen" (Pimli bu deyimi Casuslar Kampı adlı bir filmde duymuştu) sadece Ted Brautigan olmuş, Tann'ya şükür onu da geri getirebilmişlerdi Zaferi can-toi'ler üstlenmiş, güvenlik şefi de buna göz yummuştu ama Pimli işin aslını biliyordu; başlangıçtan sona dek her adımı planlayan Finli olmuştu.

"Ama içimdeki bu his sinir gerginliğinden fazlası olabilir," diye devam etti Finli. "Bazen ortaya çıkan önseziler olabileceğine inanıyorum." Güldü. "Geçmişi ve geleceği gören insanlarla dolu böyle bir yerde inanmamak mümkün mü?"

"Ama teleportlar yok," dedi Pimli. "Değil mi?"

Teleportasyon, tüm Devar ahalisinin iyi bir sebepten dolayı çekindiği bir yetenekti. Bir teleportun yol açabileceği tahribatın sonu yoktu. Örneğin uzaydan dört dönümlük bir bölüm getirip vakumdan kaynaklanan bir kasırga yaratabilirlerdi. Neyse ki bu özel yeteneği ayırt edecek basit bir test (malzemeler eski insanlardan kalma, ne kadar zamandır kullanıldığı belirsiz aletlerdi ama kullanımları kolaydı) ve bu tehlikeli organik devreleri kesmek için basit bir işlem (yine eski insanlardan kalma) vardı. Dr. Gangli teleportların icabına iki dakikadan kısa bir sürede bakabiliyordu. "O kadar basit ki vazektomiyi beyin ameliyatı gibi gösteriyor," demişti bir keresinde.

"Kesinlikle yok," dedi Finli ve Pimli'yi Susannah Dean'in Dogan'ına ürpertici derecede benzeyen bir konsolun önüne götürdü. Eski insanların yazısıyla (Bulunmamış Kapı'nm üzerindekiler gibi) işaretlenmiş iki kadranı gösterdi. Her ikisinde de iğne en başa yaslanmış, O'ı işaret ediyordu. Finli tüylü parmaklarıyla tıklayınca iğnelerden biri hafifçe titreşip tekrar

eski yerine döndü.

"Bu kadranların gerçekte neyi ölçtüğünü tam olarak bilmiyoruz," dedi. "Ama ölçtüklerinden biri, teleportasyon potansiyeli. Bu yeteneklerim gizlemeye çalışıp başaramayan Kırıcılar oldu. İçlerinde bir teleport olsaydı bu iğneler elliyi, hatta belki sekseni gösteriyor olurdu New Jersey" Pimli."

"O halde," dedi Pimli yarı gülümser, yarı ciddi bir ifadeyle parmaklarıyla sayarak. "Teleportlar yok, kuzeyden bakan Kanayan Aslan yok, silahşor adam yok. Ah, bir de Yeşil Pelerinliler virüse teslim oldu. Durum böyleyse içindeki o tuhaf his nerden geliyor?"

"Belki sonun yaklaşması yüzündendir," diyerek iç çekti Finli. "Yine de bu gece gözetleme kulelerindeki ve çitlerdeki nöbetçileri iki katına çıkaracağım."

"Çünkü içinde tuhaf bir his var," dedi Pimli hafifçe gülümseyerek. "Evet, öyle." Finli gülümsemiyordu, sivri dişleri kahverengi yüzünde belirmemişti.

Pimli, Finli'nin omzunu tuttu. "Haydi, Çalışma Odası'na gidelim. Belki Kırıcılar'ı işbaşında görmek içini rahatlatır."

"Belki," dedi Finli, hâlâ gülümsemiyordu.

"Sorun yok, Fin," dedi Pimli nazikçe.

"Sanırım," dedi taheen etrafındaki makinelere şüpheyle bakarak. Sonra bakışları kapıda iki önemli amirinin konuşmasının bitmesini saygıyla beklemekte olan iki sığ adama, Beeman ve Trelawney'ye döndü. "Sanırım öyle." Ama buna kalben inanmıyordu. Emin olduğu bir şey varsa o da Algul Siento'da teleportların olmadığıydı.

Telemetri yalan söylemezdi.
7

Beeman ve Trelawney onlara meşe kaplamalı bodrum koridoru boyunca, yine meşe kaplamalı personel asansörüne dek eşlik etti. Asansörün içinde bir başka yangın söndürücü ve De\ar-ahalisini yangına karşı dikkatli olmaları için uyaran bir başka levha vardı.

Bu da baş aşağı edilmişti.

Pimli'nin bakışları Finli'ninki ile karşılaştı. Güvenlik şefinin gözlemde neşe görür gibi oldu, ama bu elbette kendi gözlerindeki neşenin o K^a kuyulardaki yansıması da olabilirdi. Finli levhayı tek-kelime etmeden yerinden çıkardı ve düzeltti. Gürültülü ve bozulmak üzereymiş giDj görünen asansör mekanizması hakkında ikisi de yorum yapmadı. Yükselirken hafif bir sarsıntı yaşadıklarında bile bir şey söylemediler. Asansör yarı yolda kalacak olursa yukarıdaki kapaktan kaçmak, hafifçe kilolu olan (eh... epeyce kilolu olan) Prentiss gibi biri için bile sorun olmazdı. Damli Evi bir gökdelen sayılmazdı ve etrafta yardım edebilecek çok kişi vardı.

Kapalı asansör kapısının üzerindeki levhanın düzgün asıldığı üçüncü kata vardılar. Levhada SADECE PERSONEL, LÜTFEN ANAHTAR KUL-LANIN ve BU KATA KAZARA ÇIKTIYSANIZ DERHAL GERİ DÖNÜN. HEMEN RAPOR VERMENİZ DURUMUNDA CEZALANDIRILMAYACAKSINIZ yazıyordu.

Finli anahtar kartını çıkarırken yapmacık olabilecek bir rahatlıkla (okunamaz kara gözlerine lanet olsun) "Sai Sayre'dan bir haber aldın mı?" diye sordu.

"Hayır," dedi Pimli (biraz tersçe). "Almayı da beklemiyorum zaten. Burda tecrit edilmemiz, 1940'lardaki Manhattan Projesi'ndeki bilim adamları gibi çölde kasten unutulmamız boşuna değil. Onu son gördüğümde onu... şey, son kez görüyor olabileceğimi söylemişti."

"Sakin ol," dedi Finli. "Öylesine sordum." Kartı yuvaya soktu ve asansörün kapıları cehennemden çıkmışa benzer bir gıcırtıyla açıldı.


8

Çalışma Odası Damli'nin tam ortasında, yüksek tavanlı, meşe lambrili, uzun, Algul'un nadide güneş ışığından azami ölçüde faydalanabilmek için camdan yapılmış çatıya doğru üç kat yükselen büyük bir salondu. Prentiss ve o'Tego'nun girdiği kapının karşısındaki balkonda Jakli isminde kuzgun kafalı bir taheen, Conroy adında can-toi bir teknisyen ve Pim-li'nin isimlerini o an hatırlayamadığı iki insan muhafızdan oluşan tuhaf

bir grup vardı. Taheenlet, can-toi'ltv ve insanlar iş saatleri içinde

dikkatli


(ve bazen hassas) bir nezaketle birlikte çalışırdı, ama ortak sosyal aktivelerde Sunmaları pek beklenmezdi. Ayrıca balkon, sosyal aktiviteler ■cjn kesinlikle yasak olan bir bölgeydi. Aşağıdaki Kırıcılar ne hayvanat . Resindeki hayvanlar, ne de akvaryumdaki egzotik balıklardı; Pimli (ve Finli o'Tego) personele bu konuyu defalarca hatırlatmıştı. Algul Sien-to'nun Efendi'si, onca sene içinde personelden sadece birinin beynini almak zorunda kalmıştı. David Burke adında geri zekâlı bir insan muhafızdı. Aşağıdaki Kırıcılar'a bir şeyler (fıstık kabukları mıydı?) atıyordu. Burke Efendi'sinin beynini alma konusunda ciddi olduğunu anlayınca ikinci bir şans vermesi için yalvarmış, bir daha böyle aşağılayıcı ve aptalca bir şey yapmayacağına söz vermişti. Pimli bu yakarışlara aldırmamıştı. Yıllarca, hatta on yıllarca örnek teşkil edecek bir fırsat geçmişti eline ve o da bu şansı kullanmıştı. Artık gerçekten geri zekâlı olan Bay Burke hâlâ oralardaydı. Gözlerinde boş bir bakış, yüzünde kim olduğumu neredeyse hatırlayacağım, bu hale gelmek için ne yaptığımı hatırlar gibiyim diyen bir ifadeyle çarşıda veya sınır civarında amaçsızca dolaşıyordu. İş başındaki Kı-ncılar'a yapılmaması gerekenin yaşayan bir örneğiydi. Ama personelin oraya gelmesini yasaklayan bir kural yoktu ve hepsi ara sıra gelirdi. Çünkü canlandırıcıydı.

Öncelikle, çalışan Kırıcılar'ın yanındayken konuşmaya gerek yoktu. Üçüncü katın koridorunda yürürken "iyi akıl" dedikleri orada bulunanların kafasına dolar, balkon kapısını açtıklarında ise iyice hücum ederek algının kapılarım açardı. Pimli, pek çok kez olduğu gibi Aldous Huxley'nin orada kendini kaybedeceğini düşündü. Bazen ayaklarının yere değmedi-ğmi, adımlarını uçarcasına attıklarını hissederlerdi. Ceplerde ne varsa ağırlığını kaybedip uçuyor gibi olurdu. Daha önce çözümsüz gibi görünen durumlar düşünceler o konuya yöneltilir yöneltilmez hallolurdu. Unutu-'an bir şey varsa, beşteki randevu veya kayınbiraderin göbek adı unutul-mu§sa mesela, hatırlamak için en doğru yer orasıydı. Unutulan, çok önemli de olsa orada strese girilmezdi. En kötü ruh hali içinde gelmiş bi-e °lsa ahali balkondan yüzünde gülümsemeyle ayrılırdı (kötü ruh halleri alkona gelmek için en iyi sebepti). Sanki göze görünmeyen, en hassas telemetrilerle bile ölçülemeyen bir çeşit mutluluk gazı aşağıdaki Kiriq. lar'dan yükselirdi.


Yüklə 2,92 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   62




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin