"Sadece soruyoruz, seni ikna etmeye çalışmıyoruz," dedi Fimalo. "Ama gerçek ortada: artık tek hedefin kaldı, silahşor. Elinde kalanın tümü bu. Hiçbir şey seni daha ileri itmiyor. Şatoyu geçip Beyaz Topraklara girdiğinde arkadaşınla ka'nm ötesine geçmiş olacaksınız. Ve bunu yapmana gerek yok. Tüm yaşadıkların Işınlar'ı kurtarabilmen, kurtararak tüm dünyaların ve hayatların merkezi olan Kule'nin sonsuza dek var olmasını garanti altına alman için kurulmuş bir düzenekti. Bu gerçekleştirildi. Şimdi geri dönersen ölü Kral bulunduğu yerde sonsuza dek mahkûm kalacak."
"Diyorsunuz," dedi Susannah sai Fumalo'nunkine yakın bir kabalıkla.
"Doğru da söylüyor olsanız yalan da," dedi Roland. "Yola devam edeceğim. Söz verdiğim gibi."
"O sözü kime vermiştin?" diye patladı Fimalo. Kavuşturduğu ellerini köprünün şato tarafında durduğu andan beri ilk kez ayırdı ve saçını kaşından geri itti. Hareket küçüktü ama hissettiği rahatsızlığı çok iyi anlatıyordu. "Kehanetlerde böyle bir söz yer almıyor, sana söylüyorum!"
"Olmaması doğal. Çünkü bu sözü kendime verdim ve tutmaya karar-hyım."
"Bu adam da Kızıl Los' kadar deli," dedi Fumalo saygıyla.
"Pekâlâ," dedi Fimalo. İçini çekti ve ellerini yine önünde kavuşturdu "Ben yapabileceğimi yaptım." Başını ona dikkatle bakmakta olan diğer ikisine salladı.
Feemalo ve Fumalo tek dizlerinin üzerine çöktüler: Feemalo sağ Fumalo sol dizinin üzerine. Yere koydukları sepetlerin kapaklarını kaldırdılar ve ileri ittiler. (Susannah'nın aklına Fiyat Doğru ve Konsantrasyon programlarındaki modellerin ödülleri tanıtması gelmişti.)
Sepetlerden birinin içinde yemek vardı: kızarmış tavuk, domuz eti ve dana eti. Susannah bu görüntü üzerine midesinin hepsini içine alabile-cekmiş gibi genişlediğini hissetti. Boğazından yükselen iniltiyi bastırabilmek için insanüstü bir çaba göstermesi gerekmişti. Ağzı sulandı ve bir elini kaldırıp salyasını sildi. Ne yaptığını bileceklerdi ve bunu engellemenin bir yolu yoktu ama hiç olmazsa açlığının fiziksel belirtisinin çenesinden ve dudaklarından aşağı süzülmesini görmelerini engelleyebilirdi. Oy havladı ama silahşorun sol ayağının dibinden ayrılmadı.
Diğer sepetin içinde kalın yün kazaklar vardı. Biri yeşil, diğeri kırmızıydı: Noel renkleri.
"Ayrıca uzun iç çamaşırları, ceketler, içi kürklü çizmeler ve eldivenler var," dedi Feemalo. "Empathica yılın bu mevsiminde ölümcül derecede soğuktur ve önünüzde aylar sürecek bir yolculuk var."
"Kasabanın dışına sizin için hafif bir alüminyum kızak bıraktık,"- dedi Fimalo. "Küçük arabanızın arkasına atıp karlı bölgeye ulaştığınızda hanımla erzaklarınızı taşımak için kullanabilirsin."
"Gidişinizi onaylamadığımız halde tüm bunları niçin yaptığımızı merak ediyor olmalısınız," dedi Feemalo. "Aslında hayatta olduğumuz içi" minnettarız.."
"Gerçekten işimizin bittiğini düşünmüştük," diye araya girdi Fumalo. "Eddie olsa 'Oyun kurucu tost oldu,' derdi."
Susannah'yi bu da incitti... ama yiyeceklere bakmak kadar değil. O . 2ın kazaklardan birini başından geçirip bacaklarının üzerine kadar indi-Yken neler hissedeceğini hayal etmek kadar değil.
"Kararım sizinle konuşup yapabilirsem yola devam etmekten vazgeçirmekti," dedi Fimalo; Susannah sadece onun konuşurken birinci tekil şahıs kullandığını fark etmişti. "Vazgeçiremediğime göre bari olası ihtiyaçlarınızı karşılayayım."
"Onu öldüremezsin!" diye patladı Fumalo. "Görmüyor musun kalın kafalı öldürme makinesi, anlamıyor musun? Tek yapabileceğin fazla heveslenip onun ölü avuçlarına düşmek! Nasıl bu kadar aptal olabi..."
"Sus," dedi Fimalo sakince ve Fumalo hemen sustu. "Kararını verdi." "Ne yapacaksın?" diye sordu Roland. "Biz gittikten sonra?" Üçü aynadaki akisler gibi aynı anda, aynı şekilde omuz silki ama cevap veren Fimalo-sözde uffi'nin süperegosu-oldu. "Burada bekleyeceğim," dedi. "Yaratılış matriksinin varlığını sürdürüp sürdürmeyeceğine bakacağım. Bu arada Şato'yu elden geçirip eski şaşaalı günlerine döndürmeye çalışacağım. Bir zamanlar çok güzel bir yerdi. Yine olabilir. Ve şimdi görüşmemizin sona erdiğini düşünüyorum. Hediyeleri teşekkürlerim ve iyi dileklerimle alın."
"Gönülsüz iyi dileklerimiz," dedi Fumalo ve gülümsedi. Gülümsemesi hem baş döndürücü hem beklenmedikti.
Susannah neredeyse sepetlere doğru ilerleyecekti. Her ne kadar aç olsa da (özellikle de taze ete) asıl hasretini çektiği kazaklar ve yün iç çamaşırlarıydı. Erzakları azalıyordu (uffi'nin Empathica dediği yeri geçene dek hepsinin suyunu çekeceği muhakkaktı) ama Ho Fat'in Lüks Taksisinin arkasında hâlâ fasulye ve ton balığı konserveleri vardı ve mideleri o sırada bomboş değildi. Susannah'yı asıl öldüren soğuktu. En azından °nun hissettiği buydu; soğuk, kalbine doğru acı vererek santim santim "erliyordu.
iki şey onu durdurdu. İlki, atılacak tek bir adımın iradesinin geri kabının tümünü bir anda yok edeceğini anlamasıydı; bir anda köprünün ortasına varacak ve giyecek sepetini ucuzluk mağazasına girmiş bir kadın gibi altüst edecekti. O ilk adımı attıktan sonra onu hiçbir şey durdurarna. yacaktı. Ve en kötüsü iradesini kaybetmesi olmayacaktı; Odetta Hol. mes'ün zihnindeki şüphe edilmeyen sabotajcıya rağmen elde etmek için ömrü boyunca çalıştığı özsaygıyı yok edecekti.
Ama bu bile onu engellemeye yetmeyecekti. Onu durduran, gagasın. dan yeşil bir şeyin sarktığı, Gak, gak! diye değil, Gurk, gurk! diye öten kargayı gördükleri günü hatırlamasıydı. Evet, sadece şeytanotuydu ama aynı zamanda yeşildi. Canlıydı. Roland'm ona kendisine hakim olmasını çenesini tutmasını söylediği gündü. Bir de ne demişti? Zaferden önce gü. naha teşvik gelir miydi? Aklını kalın bir kazağın çeleceğini daha önce soy. leseler inanmazdı ama...
Aniden silahşorun ne bildiğini anladı. Roland ilk bakışta olmasa bile üç Stephen King ortaya çıktığında neler olup bittiğini anlamış olmalıydı; tüm bunlar bir düzmeceydi. Susannah sepetlerin içinde ne olduğunu bilmiyor ama yiyecek ve giysi olduğunu hiç sanmıyordu. Bu kavrayışla sakinleşti ve olduğu yerde kaldı. "Eee?" dedi Fimalo sabırla. "Gelip size verdiğim hediyeleri alacak mısınız? Yaklaşmak zorundasınız çünkü ben ancak köprünün yarısına kadar gelebiliyorum. Kral'ın ölüm hattı Feemalo ve Fumalo'nun hemen önünden geçiyor. Siz hattın üzerinden geçebilirsiniz ama biz geçemeyiz." "Nezaketiniz için teşekkür ederiz, sai," dedi Roland. "Ama hediyelerinizi kabul etmeyeceğiz. Yiyeceğimiz var ve giysiler yolumuzun üzerinde, onları yapmamızı bekliyor. Ayrıca hava o kadar da soğuk değil."
"Değil," diye onayladı Susannah birbirinin tıpatıp aynı-ve aptalla? mış-üç surata gülümseyerek. "Gerçekten o kadar soğuk sayılmaz."
"Yola devam edeceğiz," dedi Roland ve bir bacağını uzatıp hafifce eğildi.
"Teşekkürler deriz, size yarasın," dedi Susannah ve olmayan eteg"1 tutarak reverans yaptı.
Roland ile arkalarını dönecek oldular ve Feemalo ile Fumalo tam onda önlerindeki sepetlerin içine uzandı.
Susannah'nın Roland'ın talimatına ihtiyacı yoktu. Roland'ın tek bir söz bile etmesine gerek olmamıştı. Tabancayı belinden çekti ve soldaki-
j.pumalo-tam sepetten uzun namlulu gümüş rengi bir silah çıkardığı sırada vurdu. Silahtan atkıya benzer bir şey sarkıyordu. Roland tabancasını her zamanki gibi şimşek hızıyla çekti ve tek bir el ateş etti. Ürken ekin-İcargaları aniden havalanarak gökyüzünü bir anlığına kararttı. Gümüş rengi silahlardan birini tutan Feemalo alnında bir kurşun deliği, yüzünde silinmeye başlayan bir şaşkınlık ifadesiyle yemek sepetinin üzerine kapaklandı.
5
Fimalo köprünün diğer ayağının ötesinde, olduğu yerde duruyordu. Elleri hâlâ önünde kavuşturulmuştu ama artık Stephen King'e benzemiyordu. Artık yavaşça ve iyi sayılamayacak bir şekilde ölmekte olan yaşlı bir adamın solgun, sararmış, uzun yüzüne sahipti. Sahip olduğu seyrek saçlar siyah değil, kirli bir griydi. Egzama tüm kafatasını sarmıştı. Yanakları, çenesi ve alnı sivilceler ve açık yaralarla kaplıydı. Bazılarından irin, bazılarından kan süzülüyordu.
"Gerçekte nesin?" diye sordu Roland.
"Senin gibi bir insan," dedi Fimalo pes etmişçesine. "Kızıl Kral'ın başbakanı olduğum yıllarda ismim Rando Thoughtful'du. Ama bir zamanlar sadece New York'tan Austin Cornwell'dim. Ne yazık ki Anahtar Dünya'dan değil, bir başkasındandım. Bir süre Niagara Alışveriş Merke-ani işlettim, ondan önce de başarılı bir reklamcılık kariyerim vardı. Hem
Nozz-A-La hem de Takuro Spirit için iş yaptığımı duymak ilginizi çekebilir."
Susannah bu garip ve beklenmedik özgeçmişe aldırmadı. "Demek en ^t düzey memurunun kafasını kestirmedi," dedi. "Ya üç Stephen King?"
"Sadece bir numaraydı," dedi yaşlı adam. "Beni öldürecek misiniz1) Hiç durmayın. Tek istediğim işimi çabuk bitirmeniz. Görüyorsunuz ya pek iyi değilim."
"Bize söylediklerin arasında hiç doğru olan var mıydı?" diye sordu
Susannah.
Yaşlı gözleri Susannah'ya sulu bir şaşkınlıkla baktı. "Hepsi doğruy. du," dedi ve diğer iki yaşlı adamın-şüphesiz bir zamanlar yardımcılarıydı, lar-cansız yattığı köprüye çıktı. "Bir yalan hariç hepsi doğruydu... ve bu." Sepetleri tekmeledi ve içindekiler köprüye döküldü.
Susannah kendine engel olamayarak dehşet dolu bir çığlık attı. Oy hemen önünde bitiverdi ve kısa bacaklarını açıp başını eğerek koruma pozisyonunu aldı.
"Bir şey yok," dedi Susannah ama sesi hâlâ titriyordu. "Ben... sadece şaşırdım."
Kızarmış leziz etlerle doluymuş gibi görünen sepetin içinde çürü-mekte olan insan uzuvları vardı ve çok da kötü durumdaydılar. Etlerin rengi mavi-siyahtı ve kurtçuk kaynıyordu.
Ve diğer sepette de giysi falan yoktu. Sepetten dökülen, birbirine dolanıp düğümlenmiş ölmekte olan yılanlardı. Derileri parlak, boncuk gözleri donuk, çatal dilleri dışarı uzanmıştı. Çoğu hareket etmeyi kesmişti.
"Derinizle temas ettirseydiniz onları muhteşem bir şekilde tazeleye-cektiniz," dedi Fimalo üzüntüyle.
"Bunu yapmamızı gerçekten ummamıştın, değil mi?" diye sordu Roland.
"Hayır," diye itiraf etti yaşlı adam. Bezgince içini çekerek köprünü» üzerine oturdu. Yılanlardan biri kucağına sürünmek isteyince hayvanı hem dalgınca hem sabırsızca itti. "Ama aldığım emirler vardı, ben de uydum."
Susannah diğer ikisinin cesedine dehşetle karışık büyülenmişi^ bakıyordu. Artık sadece iki ölü ihtiyar olan Feemalo ve Fumalo'nun n]eri doğal olmayan bir süratle çürüyor, parşömene benzer derileri eri-ve kemiklerinin üzerinden minik derecikler halinde süzülüyordu. Su-nnah izlerken Feemalo'nun kafatasındaki göz çukurları ikiz periskoplar bj yüzeye çıktı ve cesede bir anlık şok ifadesi verdi. Bazı yılanlar çürü-ven cesetlerin üzerinde ve civarında kıvrılıp sürünüyordu. Diğerleri konuk uzuvlar arasında sürünüyor, sepetin dibindeki daha sıcak et parçalanın arıyordu. Çürüme kısa süreli ısı sağlıyordu ve Susannah kendisinin bile o sıcaklıktan faydalanmak isteyebileceğini düşündü. Bir yılan olsaydı elbette.
"Beni öldürecek misiniz?" diye sordu Fimalo.
"Hayır," dedi Roland. "Çünkü görevlerin henüz bitmiş değil. Arkadan gelen biri daha var."
Fimalo yaşlı gözlerinde bir ilgi pırıltısıyla ona baktı. "Oğlun mu?" "Benim ve efendinin. Görüşmeniz sırasında ona benden bir mesaj iletir misin?"
"Hayatta olursam, elbette."
"Ona onun toy ve genç, benim ise yaşlı ve usta olduğumu söyle. Eğer geri çekilirse hak etmek için ne yaptığımı gerçekten bilmediğim intikam tutkusuna rağmen bir süre yaşayabilir. Ama peşimden gelecek olursa onu da Kızıl Baba'sına yapmaya niyetlendiğim gibi gebertirim."
"Ya dinleyip duymuyorsun ya da duyup inanmıyorsun," dedi Fimalo. Numarası ortaya çıkmıştı (uffi gibi gösterişli bir şey değil, sadece New York'tan bir reklamcı, diye düşündü Susannah) ve son derece bitkin görünüyordu. "Kendini öldürmüş bir yaratığı öldüremezsin. Kara Kule'ye de giremezsin çünkü tek bir girişi var ve Los'un hapsolduğu balkon girişe hükmediyor. Üstelik silahlı. Sneetch'ler sizi daha gül tarlasının yarısına aramadan bulup parçalar."
"Bırak da bu konuda biz endişelenelim," dedi Roland ve Susannah bundan daha doğru söyleyemeyeceğini düşündü: daha şimdiden endişelemyordu. "Sana gelince, onu gördüğünde mesajımı Mordred'e iletecek misin?"
"İleteceğim," dedi Fimalo ve ekledi. "Eğer onu görür ve konuşma fır. satı bulursam."
"Göreceksin. İyi günler." Roland arkasını dönüp gidecekti ki Susan-nah kolunu yakalayıp durdurdu.
"Bize söylediklerinin hepsinin doğru olduğuna yemin et," dedi Su. sannah eski yerlerine tekrar tüneyen kara kuşların bakışları altında köprünün taşları üzerinde oturmakta olan yaşlı, çirkin adama. Susannah ne öğrenmeye ya da ispatlamaya çalıştığını kesinlikle bilmiyordu. Yalan söylese anlayacak mıydı? Muhtemelen hayır. Ama yine de devam etti. "Doğru söylediğine babanın adı ve yüzü üzerine yemin et."
Yaşlı adam sağ elini avucu karşıya bakacak şekilde kaldırdı ve Susannah elinde bile açık yaralar olduğunu gördü. "Tioga Springs, New York'tan Andrew John Cornwell'in adı üzerine yemin ederim. Ve yüzü üzerine. Bu şatonun kralı gerçekten delirdi ve Büyücü'nün Kürelerini gerçekten kırdı. Şatodaki çalışanlara gerçekten zehir yedirdi ve ölmelerini izledi." Az önce kaldırdığı eliyle kesik uzuvların bulunduğu sepeti işaret etti. "Onları nereden buldum sanıyorsun, Kara Kuş Hanım? Vücut Parçaları R Us'tan mı?"
Benzetmeyi anlamayan Susannah karşılık vermedi. "Gerçekten Kara Kule'ye gitti. Eski bir fabldaki köpeğe benziyor, samanı kendisi elde edemezse kimseye yâr etmek istemiyor. Size sepetlerin içindekilere dair yalan söylemedim. Sadece size gösterdim ve kendi sonuçlarınıza ulaşmanıza izin verdim." Gülümseyişindeki sinsi hoşnutluğu gören Susannah, Roland'ın numarasının en azından bir bölümünü anladığını ona hatırlatıp hatırlatmamayı düşündü. Ve sonra değmeyeceğine karar verdi.
"Size tek bir yalan söyledim," dedi eskiden Austin Cornwell olan kişi. "O da kafamın kesilmesi konusunda."
"Tatmin oldun mu, Susannah?" diye sordu Roland. "Evet," dedi Susannah gerçekte tam olarak öyle hissetmese de. "Gidelim."
"O halde Ho Fat'e bin ve ona arkanı dönme. Çok sinsi." "Bir de bana sor," dedi Susannah ve Roland'ın söylediğini yaptı. "Uzun günler ve hoş geceler," dedi eski sai Cornwell ölmekte olan yı-ja0ların arasında oturduğu yerden. "İsa Adam sizi ve tüm clan-fam'mizi korusun. Ve umarım aklınız fazla geç olmadan başınıza gelir ve Kara Ku-le'den uzak durursunuz.1"
6
Kızıl Kral'ın şatosuna gitmek için ayrıldıkları Işın'ın Yolu'na geri döndüler ve Roland orada beş dakikalığına durarak dinlendi. Hafif bir rüzgâr çıkmış, bez pankartları dalgalandırıyordu. Susannah pankartların artık eski ve solgun göründüğünü düşündü. Nixon'm, Lodge'un, Ken-nedy'nin ve Johnson'ın resimleri iyice solmuş, neredeyse görünmez olmuştu. Tüm şaşaa-Kızıl Kral'ın yaratabildiği noksanlı gösteriş-artık yok olmuştu.
Maskeler düştü, maskeler düştü, diye düşündü Susannah bitkince. Harika bir partiydi ama artık bitti... ve her yere Kızıl Ölüm çöktü.
Ağzının kenarındaki sivilceye dokundu, sonra parmağının ucuna baktı. İrin, kan veya ikisini birden görmeyi bekliyordu. Hiçbirini görmeyince içi rahatladı.
"Ne kadarına inanıyorsun?" diye sordu Susannah ona.
"Hemen hemen hepsine," dedi Roland.
"Demek orada. Kule'de."
"İçinde değil. Dışına hapsolmuş." Gülümsedi. "Arada büyük fark var."
"Var mı sahiden? Peki ona ne yapacaksın?" "Bilmiyorum."
"Sence tabancalarını ele geçirmeyi başarırsa içeri girip tepeye trrma-nabilir mi?"
"Evet." Cevap çok çabuktu.
"Bu konuda ne yapmayı düşünüyorsun?"
"Ele geçirmesine izin vermeyeceğim." Cevabının aşikâr olduğunu dü. şünüyormuşçasına konuşmuştu. Susannah gerçekten de öyle olduğunu düşündü. Roland'm kelimeleri daima olduğu gibi algıladığını hep unutuyordu. Her konuda.
"Mordred'i şatoda hapsetmeyi düşünüyordun." "Evet," dedi Roland. "Ama orda bulduklarımız -ve söylenenler- dikkate alınırsa devam etmek daha iyi bir fikir gibi göründü. Daha basit. Bak."
Roland saati çıkarıp kapağını açtı. İkisi de saniye kolunun ilerleyişini izledi. Acaba kol eski hızıyla mı ilerliyordu? Susannah cevabı bilmiyordu ama içinden bir ses kolun dönüş hızının farklı olduğunu söylüyordu. Kaşlarını kaldırarak Roland'a baktı.
"Çoğunlukla hâlâ doğru," dedi Roland. "Ama artık her zaman doğru değil. Sanırım her altmışıncı veya yetmişinci dönüşünde bir saniye kaybediyor. Belki günde üç ila altı dakika." "Bu pek fazla sayılmaz."
"Değil," diye kabul etti Roland saati kaldırarak. "Ama bir başlangıç. Bırakalım Mordred istediğini yapsın. Kara Kule beyaz toprakların ötesinde ve çok yakın. Ben de oraya varmaya kararlıyım."
Susannah, Roland'ın hevesini anlayabiliyordu. Tek endişesi bunun onu dikkatsiz kılması olasılığıydı. Korktuğu gerçekleşirse Mordred Deschain'in gençliği pek fark etmeyecekti. Roland yanlış zamanda doğru hatayı yaparsa o, Susannah ve Oy Kara Kule'yi hiçbir zaman göremeyebilirdi.
Düşünceleri arkalarından gelen kanat çırpma sesleriyle bölündü. Bir insan çığlığı giderek tizleşerek yükseldi. Mesafe yüzünden biraz boğuk-laşmıştı ama sesteki dehşet ve acıyı duymamak imkânsızdı. Nihayet rner-hamet edip kesildi.
"Kızıl Kral'ın başbakanı açıklığa vardı," dedi Roland. Susannah dönüp şatoya doğru baktı. Siyahımsı kırmızı surlarında" başka bir şey göremedi. Başka bir şey göremediğine memnun oldu.
Mordred aç, diye düşündü. Kalbi hızla çarpıyordu, ömründe bu ka-jar korktuğunu hatırlamıyordu-ne Mia doğum yaparken onunla yan yana vattığı sırada ne Discordia Şatosu'nun altındaki karanlık geçitte.
Mordred aç... ama şimdi karnı doyacak.
7
Hayata Austin Cornwell olarak başlamış ve Rando Thoughtful olarak bitirecek olan yaşlı adam köprünün şato ayağında oturuyordu. Belki de günün heyecanının sona ermediğini hisseden ekinkargaları yukarıda tünedikleri yerde bekliyordu. Thoughtful üzerindeki kaban sayesinde üşümüyordu. Ayrıca Roland ve kara kuş hanım arkadaşıyla görüşmek üzere şatodan çıkmadan önce koca bir yudum brendi içmişti. Şey... belki bu tam olarak doğru sayılmazdı. Belki kralın en iyi brendisinden birer yudum alan Brass ve Compson'dı (nam-ı diğer Feemalo ve Fumalo). İçkinin kalan üçte birlik bölümünü Los'un eski başbakanı içmişti.
Sebep her neyse yaşlı adam uyuyakaldı ve Kırmızı-Topuk Mordred'in gelişi onu uyandırmadı. Yaşlı adamın çenesi göğsüne düşmüştü ve salyaları büzülmüş dudaklarının kenarından mama sandalyesinde uyuyakalmış bir bebeğinkiler gibi sarkıyordu. Yukarıdaki pencerelerin eşiklerine ve parapetlere tüneyen kuşların sayısı daha da artmıştı. Genç Prens'in yaklaşması normal şartlar altında onları ürkütüp uçmalarına neden olurdu, ama Mordred onlara bakıp bir hareket yaptı: parmakları açık sağ elini yüzünün önünde sertçe salladı, sonra yumruk haline getirip aşağı indirdi. Bekleyin, diyordu.
Mordred köprünün kasaba tarafında durdu ve havadaki çürük et kokusunu içine çekti. Koku, Roland ve Susannah'nm Işın'ın Yolu'nda ilerlemeye devam ettiğini bilmesine rağmen onu buraya getirecek kadar çekiciydi. Evcil Hantal Billy'leriyle yollarına devam etsinler bakalım, diye "üşünüyordu çocuk. Daha arayı kapatmanın zamanı değildi. Belki daha sonra. Beyaz Baba'sı daha sonra savunmasını bir anlığına bile olsa gevşetecek ve Mordred, onu haklayacaktı.
Akşam yemeği olmasını umuyordu ama öğle yemeği ve kahvaltı da olurdu.
Onu son gördüğümüzde daha küçücük (canım bebeğim güzel bebeğim hep koklayayım öpeyim) bir bebekti. Kızıl Kral'm şatosunun ana kapısının ötesinde ayakta durmakta olan yaratık dokuz yaşlarında görünen bir erkek çocuğu görünümündeydi. Yakışıklı bir çocuk değildi; kimsenin (deli annesi hariç) çe. kici bulacağı bir görünümü yoktu. Bunun sebebi karmaşık genetik yapı-sından ziyade açlıktı. Kuru, siyah saçlarının altındaki yüzü bitkin ve fazlasıyla zayıftı. Mavi gözlerinin altında cildi mosmordu. Yüzü açık yaralar ve sivilcelerle doluydu. Bunların sebebi, Susannah'nın ağzının kenarındaki sivilcede olduğu gibi zehirli topraklarda yaptığı yolculuk olabilirdi, ama yediklerinin etkisi daha fazlaydı. Tünelin ağzının ötesindeki başlangıç noktasından konserve stoku yapabilirdi -Roland ve Susannah geride bolca bırakmıştı- ama düşünememişti. Roland'ın da bildiği gibi, hayatta kalma yollarını öğrenme aşamasındaydı. Mordred'in barakadan tek aldığı çürümüş bir cesedin üzerinden çıkardığı ceket ve bir çift hâlâ işe yarar görünen çizmeydi. İlerledikçe parçalanmalarına rağmen çizmeleri bulması iyi olmuştu.
Bir insan olsaydı -ya da daha sıradan bir melez yaratık- Mordred ceketle veya ceketsiz, çizmeyle ya da çizmesiz Kötü Topraklar'da ölür gi derdi. Aç olduğunda ekinkargalarını yanına çağırmış, onlar da bu emre çaresizce boyun eğmişti. Kuşlar berbat bir besin kaynağıydı, kavruk (ve hâlâ biraz radyoaktif) kayaların altından topladığı böcekler ise daha da beterdi ama yine de hepsini midesine indirmişti. Bir gün bir sansarın zihnine dokunup çağırmıştı. Sıska, sefil bir yaratıktı ve açlıktan ölmek üzereydi ama kuşlar ve böceklerden sonra tadı dünyanın en nefis pirzolası gibi gelmişti. Mordred şekil değiştirmiş, sansarı yedi bacağıyla sarmış, btf parça kürkten başka hiçbir şey kalmayana dek emip yemişti. Olsa, bir düzine daha yerdi ama yoktu.
Ve şimdi önünde bir sepet dolusu yiyecek vardı. Evet, oldukça eskiydiler ama ne olmuştu yani? Kurtçuklar bile besin kaynağıydı. Bunlar onu şatonun güneyindeki av hayvanlarıyla kaynayan karlı ormana götürmeye yeter de artardı bile.
Ama önce yaşlı adam vardı.
"Rando," dedi. "Rando Thoughtful."
Yaşlı adam irkilip anlaşılmaz sözler geveleyerek gözlerini açtı. Önündeki sıska çocuğa bir an için boş gözlerle baktı. Sonra ihtiyar gözleri korkuyla doldu.
"Los'un oğlu Mordred," dedi gülümsemeye çalışarak. "Selam olsun, geleceğin kralı!" Bacaklarıyla bir hareket yapmaya çalıştı, ama sonra oturmakta olduğunu fark etti. Ayağa kalkmaya çalıştı ama çocuğu eğlendiren (Kötü Topraklar'da eğlence fikri çok uzak olduğundan bu duyguyu memnuniyetle karşıladı) bir darbeyle tekrar yere düştü ve ardından yine kalkmayı denedi. Bu sefer başarabildi.
"Senden bile yaşlıyken ölmüş görünen şu ikisininkiler dışında ceset göremiyorum," dedi Mordred etrafına abartılı hareketlerle bakarak. "Ölü silahşorlar görmediğim kesin. Ne kesik bacaklı, ne de bütün bacaklı türden."
"Doğru diyorsun -ve teşekkürler derim, elbette derim- ama bunu açıklayabilirim, sai, hem de kolayca..."
"Ah, ama dur bir dakika! Mükemmel olduğundan eminim ama açıklamanı bir süre beklet! Dur da tahmin edeyim! Uzun, şişman yılanlar Si-
lahşor'u ve kadını öldürdü, sen de cesetlerini şatoya taşıttın! Öyle, değil mi?"
"Lordum..."
"Eğer öyleyse," diye devam etti Mordred. "Sepetinde çok fazla yılan olmalı, bir çoğunun hâlâ burda olduğunu görüyorum. Bazıları akşam ye-meğim olması gereken yiyeceklere göz koymuş görünüyor." Sepetteki çürümüş uzuvlar yine de onun akşam yemeği olacaktı -en azından bir kısmı- ama buna rağmen yaşlı adama gücenmiş bir ifadeyle baktı. "Silahşorların işi bitirildi mi?"
Yaşlı adamın yüzündeki korku yerini kabullenmişliğe bıraktı. Mord-red bunu görünce çok sinirlendi. Sai Thoughtful'un yüzünde görmek istediği ne korku, ne de kabullenmişlikti. Mordred'in asıl görmek istediği umuttu. Ve onu da bir çırpıda yok edecekti. Şekli dalgalandı. Yaşlı adam bir an için geriden sinsice bakan şekilsiz karalığı gördü, ardından bacaklar belirdi. Sonra yok oldular ve karşısında yine çocuğu buldu. En azından o an için.
Çığlık atarak ölmeyeyim, diye düşündü bir zamanlar Austin Cornvvell olan kişi. En azından bana bu kadarını lütfedin, tanrılar. Bu canavarın kollarında çığlıklar atarak ölmeyeyim.
"Burda neler olduğunu biliyorsunuz, genç sai. Kafamın içinde, sizinkinin de öyle. Neden sepettekileri -ve dilerseniz yılanları- alıp zaten fazla ömrü kalmamış olan bu yaşlı adamm canını bağışlamıyorsunuz? Kendinizin olmasa bile babanızın hatırı için. Ona hizmette kusur etmedim. Son ana dek elimden geleni yaptım. Şatodan çıkmayıp yollarına gitmelerine göz yumabilirdim ama yapmadım. Hiç olmazsa denedim."
"Başka seçeneğin yoktu," diye karşılık verdi Mordred köprünün diğer ucundan. Bunun doğru olup olmadığını bilmiyordu. Umurunda da değildi. Ölü etler sadece besindi. Yaşayan et ve hâlâ nefes almakta olan bir adamın içine çektiği havayla zenginleşen kan ise... ah bu çok daha başka bir şeydi. Bu kaliteli yemekti! "Bana bir mesaj bıraktı mı?" "Bıraktığını biliyorsunuz." "Söyle."
Dostları ilə paylaş: |