Roland'ın tabancası tek bir atışla gürledi. Kurşun, diz çökmüş yaratığın alnına isabet ederek mahvolmuş yüzünün yıkımını tamamladı. Eddie yaratık geriye savrulurken bedeninin bir yabanarısmm kanadı gibi şeffaf-laşıp yeşilimsi bir dumana dönüştüğünü gördü. Chayven'li Chevin'in dişleri bir an için hayalet bir mercan dizisi gibi havada asılı kaldıktan sonra yok oldu.
Roland tabancasını kılıfına geri koydu, sonra sağ elinin kalan parmaklarını yüzünün önüne getirerek Eddie'nin kutsama olduğunu düşündüğü bir hareket yaptı.
"Huzur bul," dedi Roland. Sonra kemerini çözerek tekrar tabancasının etrafına sardı.
"Roland o... o bir ağır değişken miydi?"
"Evet, sanırım öyle. Zavallı yaratık. Ama Roderickler dünya ilerle meden önce Arthur Eld'e bağlılıklarını bildirmiş olmalarına rağmen bil diğim tüm toprakların ötesinden." Mavi gözleri yorgun yüzünde parlayarak Eddie'ye döndü. "Mia'nın çocuğunu doğurmak için gittiği yer Fedic bundan eminim. Susannah'yı oraya götürdü. Son şatonun kıyısına. Eninde sonunda Gök Gürültüsü'ne dönmeliyiz ama ilk durağımız Fedic. Bunu bilmek güzel."
"Biri için üzüldüğünü söyledi. Kimdi?"
Roland, Eddie'nin sorusunu cevaplamayarak başını iki yana salladı. Bir Coca-Cola kamyonu yanlarından hızla geçti ve uzaklarda bir yerde gök gürledi.
"Discordia'daki Fedic," diye mırıldandı Silahşor. "Kızıl Ölüm'ün Fe-dic'i. Susannah'yı -ve Jake'i- kurtarabilirsek tekrar Callalar'a doğru ilerleyeceğiz. Ama ordaki işimiz bittiğinde geri döneceğiz. Ve sonra güneydoğuya döndüğümüzde..."
"Ne?" diye huzursuzca sordu Eddie. "Ne olacak, Roland?" "Sonra Kule'ye ulaşana dek durmak yok." Ellerini kaldırdı, titremelerini izledi. Sonra Eddie'ye baktı. Yüzünde yorgun ama korkusuz bir ifade vardı. "Daha önce hiç bu kadar yaklaşmamıştım. Kaybettiğim tüm dostlarımın ve babalarının bana fısıldadığını duyabiliyorum. Fısıltıları Kule'nin nefesinde."
Eddie büyülenmiş ve korkmuş halde bir süre Roland'a baktı ve sonra neredeyse fiziksel bir çabayla o ruh halinden sıyrıldı. "Eh," dedi Ford'un sürücü tarafındaki kapıya yönelerek. "O seslerden biri Cullum'a ne söyleyeceğimizden bahsedecek olursa -onu ikna etmek için bir öneride bulunursa- bana mutlaka haber ver."
Eddie arabaya bindi ve Roland'ın cevap vermesine fırsat vermeden kapısını kapattı. Zihninde, Roland'ın tabancasını doğrulttuğunu görebiliyordu. Diz çöken yaratığa nişan alıp tetiği çekişini. Bu hem dinh'i, hem de dostu olarak gördüğü adamdı. Ama yüreği ona Kule'ye yaklaşması 'Çin buna mecbur olduğunu söylerse Roland'ın aynı şeyi ona... Suze'a... veya Jake'e yapmayacağını kesin bir dille söyleyebilir miydi? Yapamazdı. Buna rağmen onunla yola devam edecekti. Susannah'nın öldüğünden emin olsa bile -ah, Tanrı korusun!- onunla giderdi. Çünkü buna mecburdu. Çünkü Roland, onun için bir dinh ve dosttan çok daha fazlasıydı.
"Babam," diye mırıldandı Roland'ın kapıyı açıp arabaya binmesinden hemen önce.
"Bir şey mi dedin, Eddie?" diye sordu Roland.
"Evet," dedi Eddie. '"Gidelim buradan,' dedim."
Roland başını salladı. Eddie vitesi geçirdi ve Ford, Turtleback Yo-lu'na doğru ilerlemeye başladı. Uzaklarda -ama bu kez biraz daha yakındı- tekrar gök gürledi.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM DAN-TETE
I
Susannah Dean, bebeğin doğumu yaklaşırken etrafına bakınarak Roland'ın ona öğrettiği gibi düşmanlarını tekrar saydı. Karşında kaç kişi olduğunu bilmeden, öğrenemeyeceğinden emin olmadan ya da o günün öleceğin gün olacağına karar vermeden silahını asla çekme, demişti Roland. Kafasına geçirilen düşünce istilacısı korkunç başlıkla baş etmek zorunda olmamayı diledi ama başındaki her ne ise, Mia'nın bebesinin gelişine tanıklık etmek isteyenleri sayma çabasıyla pek ilgileniyor gibi değildi. Ve bu iyiydi.
Sayre vardı, operasyonun şefi. Alnının ortasında nabız gibi atan kırmızı deliğin bulunduğu sığ adam. Mia'nın bacaklarının arasında duran ve doğumu başlatmaya hazırlanan Scowther vardı. Sayre küstahlık edince doktoru biraz hırpalamıştı ama işini yapmasına engel olacak kadar değildi anlaşılan. Sayre'ın yanı sıra beş sığ adam daha vardı, ama sadece ikisinin ismini öğrenebilmişti. Gerdanı buldoklarınki gibi sarkmış, iri göbekli olanın adı Haberdi. Haber'ın yanında, bir şahinin kötücül boncuk gözle-nne ve kahverengi tüylerine sahip kafasıyla kuşumsu bir yaratık duruyordu. Bu yaratığın ismi Jey ya da muhtemelen Gee olabilirdi. Hepsi de kol-tukaltlarında otomatik tabancalara benzeyen silahlar taşıyordu. Scowt-her'ın tabancası, dikkatsizce her eğilişinde hafifçe aşağı sarkıyordu. Susannah, onu gözüne kestirmişti bile.
Ayrıca Mia'nın ötesinde duran üç solgun, tetikte insanımsı yaratık vardı. Susannah koyu mavi auralar içindeki bu yaratıkların vampir olduğundan emindi. Muhtemelen Peder Callahan'ın Üçüncü Tip adını verdiği vampirlerdi. (Peder bir keresinde onlar için pilot köpekbalıkları demişti.) Toplam on ediyordu. Vampirlerden ikisinde arbaletler vardı, üçüncüsü ise o sırada hafif bir ışıltı saçan bir tür ateşli-kılıç taşıyordu. Scowther'in tabancasını alabilirse (aldığında şekerim, diye düzeltti -Pozitif Düşüncenin Gücü'nü okumuştu ve Rahip Peale'in yazdığı her bir kelimeye hâlâ inanıyordu) önce ateşli-kılıcı olan adamı haklayacaktı. Öyle bir silahın ne kadar hasar vereceğini Tanrı bilirdi ve Susannah Dean'in öğrenmeye niyeti yoktu.
Ayrıca bir de kocaman, kahverengi bir sıçan kafası olan hemşire vardı. Alnında nabız gibi atan kırmızı gözü gören Susannah, sığ ahalinin çoğunun New York kaldırımlarında dolaşırken avlarını ürkütmemek için insan maskesi taktığını düşündü. Belki maskenin gerisindekilerin hepsi sıçan kafası değildi ama Susannah, Robert Goulet'e benzemediklerinden emindi. Sıçan kafalı hemşire, Susannah'mn görebildiği kadarıyla aralarında tek silah taşımayandı.
Toplam on bir. Manhattan'ın altında olmadığından şüphe duymadığı bu devasa ve çoğunlukla terk edilmiş revirde on bir kişi. Harekete geçe-cekse, hepsi Mia'nın bebeğiyle meşgulken olmalıydı... kıymetli bebe ile. "Geliyor, doktor!" diye haykırdı hemşire huzursuz bir coşkuyla. Gerçekten de geliyordu. O ana dek hissettiği en korkunç sancı Susannah'mn sayımını yarıda kesti. İki kadını da pençesine aldı. Gömdü. Aynı anda çığlık attılar. Scowther, Mia'ya it, diyordu, ŞİMDİ İT!
Susannah gözlerini kapadı ve o da ıkındı, çünkü bu onun da bebeğiydi... ya da bir zamanlar öyleydi. Acının karanlık bir deliğe doğru döne döne akan su gibi içinden çıktığını hissederken hayatı boyunca duyduğu en derin keder, tüm benliğini sardı. Çünkü bebeğin aktığı, Mia'ydı; Susannah'mn bedeninin her nasılsa ilettiği yaşayan mesajın son satırları da gönderilmişti. Artık bitiyordu. Bundan sonra ne olursa olsun bu bölüm sona eriyordu ve Susannah Dean rahatlamayla pişmanlığın karıştığı bir çjğhk attı; şarkıya benzer bir çığlık.
Ve sonra, dehşet başlamadan -o kadar korkunçtu ki her bir ayrıntıyı yolun sonundaki açıklığa vardığı güne dek parlak gün ışığında görmüş gibi hatırlayacaktı- küçük, sıcak bir elin bileğini kavradığını hissetti. Başlığın nahoş ağırlığını taşıyarak başını çevirdi. Gözleri Mia'nınkilerle karşılaştı. Mia ağzını açtı ve tek bir kelime söyledi. Susannah, Scowther'in kükremeleri arasında Mia'nın ne söylediğini duyamadı (Scowther, Mia'nın açık bacakları arasına iyice eğilmiş, forsepsi kaşının üzerine kaldırmıştı). Ama Susannah yine de onu bir şekilde duyabildi ve sözünü tutmaya çalıştığını anladı.
Fırsatım olursa seni özgür bırakacağım, demişti bedenini ele geçiren kadın. Susannah'mn o an zihninde duyduğu ve doğum yapmakta olan kadının dudaklarında okuduğu kelime chassit'tı.
Susannah, beni duyuyor musun?
Seni çok iyi duyuyorum, dedi Susannah.
Ve anlaşmamızı hatırlıyor musun?
Evet. Yapabilirsem bebenle birlikte buradan kaçmana yardım edeceğim. Ve...
Yapamazsan bizi öldüreceksin, diye bitirdi ses vahşice. Hiç bu kadar yüksek olmamıştı. Susannah bunda onları birleştiren bağlantı kablosunun da etkisi olduğundan emindi. Söyle Susannah, Dan'in kızı!
ikinizi de öldüreceğim. Eğer...
Orada durdu. Mia yine de tatmin olmuş görünüyordu ve bu iyiydi zira Susannah o an ikisinin hayatı buna bağlı olsaydı bile konuşmaya devam edemezdi. Gözü dev odanın tavanına, boş yatakların oluşturduğu sıraların üzerine takıldı. Ve orada Eddie ile Roland'ı gördü. Belli belirsizdiler, hayalet balıklar gibi tavandan içeri dışarı süzülüyorlar, Susannah'ya bakıyorlardı.
Bir başka acı dalgası bedenini sardı ama bu, önceki kadar şiddetli değildi. Bacak kaslarının sertleştiğini, ıkınma duygusunu hissedebiliyordu, ama hepsi çok uzaktaymış gibiydi. Önemsizdi. O an asıl önemli olan, gördüğünü sandığı şeyi gerçekten görüp görmediğiydi. Fazlasıyla zorlanmış, kurtarılmayı dileyen beyni onu rahatlatmak için bu halüsinasyonu yaratmış olabilir miydi?
Neredeyse inanacaktı. İkisi de çıplak ve havada uçuşan çer çöple -bir kibrit kutusu, bir fıstık, küller, bir peni- sarılı olmasalardı büyük ihtimalle inanacaktı. Ve Tanrı aşkına, uçuşan nesnelerden biri bir paspastı! Üzerinde FORD yazan bir araba paspasıydı. "Doktor, bebeğin kafasını göre..."
Bir centilmen olmayan Dr. Scowther Sıçan Hemşire'yi dirseğiyle kabaca bir kenara itip Mia'nın bacakları arasına daha da eğilirken sıçan yaratık nefesi kesilmişçesine cıyakladı. Doktor öylesine eğilmişti ki gören bebeği dişleriyle doğurtacağını sanırdı. İsmi Jey ya da Gee olan şa-hin-yaratık, heyecanlı, vızıldayan bir sesle Haber adındaki diğer yaratıkla konuşuyordu.
Gerçekten oradalar, diye düşündü Susannah. Paspas varlıklarını kanıtlıyor. Paspasın bunu nasıl kanıtladığını bilmiyordu ama öyleydi işte. Mia'nın az önce söylediği kelimeyi sessizce onlara iletti: chassit. Bu bir şifreydi. En az bir, belki pek çok kapıyı açacaktı. Mia'nın yalan söylüyor olabileceği Susannah'nın aklının ucundan bile geçmedi. Birbirlerine sadece kablo ve başlıklarla değil, daha ilkel (ve çok daha güçlü) doğum olgusuyla bağlanmışlardı. Hayır, Mia yalan söylememişti.
"Ikın, tanrıların belası tembel sürtük" diye ulurcasına haykırdı Scowther ve Eddie'yle Roland adamın nefesinin şiddetiyle uçmuş gibi tavandan bir daha dönmemecesine kayboldu. Susannah'nın tüm bildikleri...
Susannah başlığın içinde sırılsıklam olup kafasına yapışmış saçlarını ve bedeninden fışkıran ter damlacıklarını hissederek yan döndü. Mia'ya cowther'a, Scowther'in sarkan otomatik tabancasının kabzasına biraz daha yaklaştı.
"Kıpırdama hanım, beni dinle yalvarırım," dedi sığ adamlardan biri ve Susannah'nın koluna dokundu. İri yüzüklerle kaplı eli soğuk ve yumuşaktı. Dokunuşu Susannah'nın derisini karıncalandırdı. "Bu iş bir dakika içinde bitecek ve bütün dünyalar değişecek. Bu çocuk Gök Gürültü-sü'ndeki Kırıcı'lara katıldığında..."
"Kes sesini Straw," diye terslendi Haber ve Susannah'yı sözde teselli eden yaratığı itti. Sonra tekrar hevesle doğumu izlemeye koyuldu.
Mia inleyerek sırtını yay gibi gerdi. Sıçan kafalı hemşire ellerini Mia'nın kalçalarına koymuş, nazikçe yatağa bastırıyordu. "Haydi annecik, ıkın annecik."
"Bok ye, orospu!" diye haykırdı Mia. Susannah acısının çok az bir kısmını hissetti. Aralarındaki bağlantı zayıflıyordu.
Sonra tüm konsantrasyonunu topladı ve kendi zihninin derin kuyusuna haykırdı. Hey! Pozitronik'çi hanım! Hâlâ orada mısın?
"Bağlantı... kesildi," dedi hoş kadın sesi. Daha önceki gibi Susannah'nın kafasının içinden geliyordu ama önceki seferin aksine bu kez tehlikeli değil, bir radyonun uzaktan duyulan sesi gibi belli belirsizdi. "Tekrar ediyorum: bağlantı... kesildi. Umarız tüm zihinsel geliştirme ihtiyaçlarınız için Kuzey Merkez Pozitronik'i kullanırsınız. Ve Sombra Şirketi'ni! On binli yıllardan beri zihinden-zihne iletişimde lider!"
Susannah'nın kafasının derinliklerinde dişlerinin takırdamasına yol açan bir BİİİÎİİÎİİP sesi oldu ve sonra bağlantı kesildi. Korkunç bir şekilde hoş olan nazik kadın sesi yok olmakla kalmamış, her şey bitmişti. Susannah kendini vücudunu hapsetmiş acı veren bir kapandan kurtulmuş gibi hissetti.
Mia tekrar bir çığlık attı ve Susannah da ona katıldı. Bunu yapmasının bir sebebi, Sayre ve adamlarının Mia ile aralarındaki bağın koptuğunu öğrenmesini istememesiydi; diğer sebep ise hissettiği derin üzüntüydü. Bir anlamda gerçek kız kardeşi kadar yakın olan kadını kaybetmişti.
Susannah! Suze, orada mısın?
Bu yeni ses üzerine irkilerek dirsekleri üzerinde doğruldu ve bir an için yanındaki kadını neredeyse tamamen unuttu. Bu ses...
Jake? Sen misin, tatlım? Sensin, değil mi? Beni duyabiliyor musun?
EVET! diye bağırdı Jake. Nihayet! Tanrım, kiminle konuşuyordun öyle? Bağırmaya devam et ki sesini takip ederek sana...
Ses aniden kesildi ama Susannah hemen öncesinde uzaklardan gelen silah seslerinin hayaletimsi takırtısını duyabildi. Jake birine ateş mi ediyordu? Sanmıyordu. Birileri Jake 'e ateş ediyordu.
2
"Şimdi!" diye bağırdı Scowther. "Şimdi, Mia! Ikın! Hayatın adına! Elinden geleni yap! IKIN!"
Susannah yuvarlanarak diğer kadına yaklaşmaya çalıştı -ah endişeliyim ve teselli arıyorum, bakın ne kadar da endişeliyim, teselli bulmak istiyorum, başka bir amacım yok- ama Straw denen yaratık onu geri çekti. İki kadın arasındaki boğumlu çelik kablo sallandı ve gerildi. "Mesafeni koru, kaltak," dedi Straw ve Susannah, Scowther'in tabancasına ulaşmasına izin vermemeleri olasılığıyla ilk kez yüzleşti. Ne Scowther'in tabancasına ne de bir başka silaha.
Mia tekrar çığlık attı; garip bir dilde, garip bir Tanrı'mn adını haykırıyordu. Karnını yataktan kaldırmaya yeltenince hemşire -Alia, Susannah hemşirenin isminin Alia olduğunu düşündü- zorla tekrar yatağa bastırdı ve Scowther memnuniyet belirtiyor gibi görünen kısa bir çığlık attı. Elindeki forsepsi bir kenara fırlattı.
"Bunu niye yaptın?" diye sordu Sayre. Mia'nın ayrılmış bacaklarının altındaki çarşaf şimdi kanla ıslanmıştı ve patron kızmış gibiydi.
"Artık ihtiyacım olmayacak!" diye cevap verdi Scowther neşeyle. "Bu kadın çocuk doğurmak için yaratılmış. Çeltik tarlasında çalışırken işini hiç aksatmadan bir düzine çocuk doğurabilir. İşte sorunsuzca geliyor!"
Scowther bitişikteki yatağın üzerindeki genişçe leğeni almaya niyetlendi ama yeterince zaman olmadığına karar vermiş olacak ki vazgeçip pembe, eldivensiz ellerini Mia'nın bacaklarının arasına uzattı. Susannah yine Mia'ya yaklaşmaya çalıştı ve Straw bu kez ona engel olmadı. Herkes, tüm sığ adamlar ve vampirler doğumun son safhasını büyülenmiş gibi izliyordu. Çoğu, birleştirilmiş iki yatağın ayakucunda toplaşmıştı. Sadece Straw hâlâ Susannah'nın yakınında duruyordu. Ateşli-kılıcı olan vampir artık birincil hedef olmaktan çıkmıştı; Susannah ilk önce Straw'u vurmaya karar verdi.
"Bir kez daha!" diye bağırdı Scowther. "Bebeğin için!" Sığ adamlar ve vampirler gibi Mia da Susannah'yı unutmuştu. Yaralı, acı dolu gözleri Sayre'a döndü. "Onu alabilir miyim, efendim? Lütfen tasa bir süre için de olsa onu alabileceğimi söyleyin!"
Sayre, Mia'nın elini tuttu. Gerçek yüzünü örten maske gülümsedi. "Evet, hayatım," dedi. "Bebe yıllarca seninle kalacak. Sen bir kez daha ıkın sadece."
Ona inanma, Mia! diye haykırdı Susannah ama sesi hiçbir yere gitmedi. Belki böylesi daha iyiydi. O an için tamamen unutulmak işine gelirdi.
Düşüncelerini bir başka hedefe yöneltti. Jake! Neredesin, Jake?
Cevap yoktu. İyiye işaret değildi. Tanrı'ya hâlâ sağ olması için yalvardı.
Belki sadece meşguldür. Kaçıyordur... saklanıyordun., savaşıyordun Sessizlik sadece öldüğü anlamına gelme...
Mia uluyarak küfre benzer sözcükler haykırdı ve ıkındı. Halihazırda aralanmış vajinasının dudakları iyice ayrıldı. Bacaklarının arasından taze kan boşaldı ve altındaki çarşafı iyice ıslattı. Ve sonra Susannah kırmızı karışımın arasından siyah beyaz bir başın tepesini gördü. Beyaz olan teni, siyahsa saçıydı.
Siyah beyaz kafa kırmızı yuvaya gerilemeye başlayınca Susannah bebeğin dünyaya gelmekten vazgeçerek tekrar rahme döneceğini düşündü, ama Mia yeterince beklemişti. Yumruk haline getirdiği titreyen ellerini havaya kaldırdı, dudakları gerilip dişlerini ortaya çıkardı, gözleri kısıldı ve tüm gücüyle bebeği itti. Bir damar alnında tehlikeli bir şekilde kabarıp nabız gibi attı, boynunda bir başkası aynı şekilde belirginleşti.
"HEEEYAHHHH!" diye bağırdı. "COMMALA SENİ GÜZEL PİÇ; COMMALA-GEL-GEL!"
"Dan-tete," diye mırıldandı şahin-yaratık Jey ve diğerleri büyülenmiş-çesine fısıldadı: Dan-tete... dan-tete... commala-dan-tete. Küçük tanrının gelişi.
Bebeğin başı bu kez tamamen fırladı. Susannah, bebeğin minik yumruklarının yaşamla titreşen göğsüne yapışmış olduğunu gördü. Şaşırtıcı bir farkındalıkla bakan ve Roland'ınkilere benzeyen masmavi gözlerini gördü. Simsiyah kirpikler gözlerini çevrelemişti. Kirpiklerinin ucunda barbarca doğum süsleri gibi minik kan damlacıkları vardı. Susannah, bebeğin alt dudağının annesinin vajinasmın iç dudağını bir anlığına nasıl takıldığını gördü, bu görüntüyü hayatı boyunca unutmayacaktı. Bebeğin ağzı kısa bir an için açıldı ve alt çenesindeki bir dizi bembeyaz diş gözler önüne serildi. Gerçekten dişlerdi, sivri değillerdi ama yeni doğmuş bir bebeğin ağzının dişlerle dolu olduğunu görmek Susannah'yı ürpertti. Bebenin orantısızca büyük ve tam anlamıyla ereksiyon halindeki penisini görmek de aynı etkiyi yarattı. Susannah, bebenin penisinin serçe parmağından uzun olduğunu düşündü.
İrileşmiş gözleri yaşlarla parlayan Mia zafer dolu bir çığlık atarak dirsekleri üzerinde doğruldu. Scowther, bebeği ustaca yakalarken Mia uzanıp demir gibi parmaklarla Sayre'ın kolunu kavradı. Sayre acıyla bağırıp kolunu kurtarmaya çalıştı ama bu... şey, Oxford, Mississippi'de bir şerif yardımcısından kurtulmaya çalışmayı denemek gibi bir şeydi. Büyülenmiş fısıltılar kesildi ve bir an için şok dolu bir sessizlik oldu. Susannah'nın aşırı yorgun kulakları bu sessizlikte Sayre'ın birbirine sürten kemiklerinin sesini yakalayabildi.
"YAŞIYOR MU?" diye haykırdı Mia, Sayre'ın şaşkın suratına. Dudaklarından tükürükler saçılıyordu. "SÖYLESENE SENİ BEŞ PARA ETMEZ OROSPU EVLADI, BEBEM HAYATTA MI?"
Scowther, bebeği yüz yüze gelebileceği şekilde havaya kaldırdı. Doktorun kahverengi gözleri bebeğin mavi gözleriyle birleşti. Ve Susannah, kebe dikilmiş penisiyle Scowther'in ellerinde havada dururken sol topu-gundaki kızıl izi açık seçik gördü. Sanki o topuk, bebek Mia'nın rahminden ayrılmadan hemen önce kana batırılmıştı.
Scowther, bebeğin poposuna vurmak yerine derin bir nefes aldı ve doğruca bebenin açık gözlerine üfledi. Mia'nın bebesi gözlerini komik (ve inkâr edilemeyecek kadar insana özgü) bir şekilde şaşkınca kırpıştırdı. O da nefes aldı, bir süre tuttu ve bıraktı. Kralların kralı veya tüm dünyaların yok edicisi olabilirdi ama dünyaya kendisinden önceki pek çok bebek gibi öfkeyle bağırarak selam verdi. Bu çığlığı duyan Mia mutluluk gözyaşlarına boğuldu. Çiçeği burnunda annenin etrafına toplanan şeytani yaratıklar Kızıl Kral'ın hizmetkârlarıydı ama bu, az önce şahit oldukları olayın etkisinde kalmalarına bir engel değildi. Hepsi birden gülüp alkışlamaya başladı. Susannah, kendinden iğrenerek de olsa onlara katıldı. Bebek yüzünde şaşkın bir ifadeyle etrafına bakındı.
Sümüğü akan ve gözyaşları yanaklarından süzülen Mia kollarını uzattı. "Onu bana ver," dedi hiçliğin kızı, birin annesi Mia ağlayarak. "Bırakın onu kollarıma alayım, yalvarırım! Bırakın oğluma sarılayım! Kıymetlimi tutayım!"
Ve bebek, başını annesinin sesine doğru çevirdi. Susannah böyle bir şeyin mümkün olamayacağını düşünürdü, ama ona bakılırsa ağzı dişlerle dolu ve gözleri tamamen açık bir şekilde doğması da mümkün değildi. Bununla birlikte bebek diğer her açıdan normal görünüyordu: tombul, tüm uzuvları yerinde, insan ve dolayısıyla güzel. Evet, topuğunda kırmızı bir leke vardı ama doğum lekeleri pek de nadir değildi, değil mi? Kendi babası da aile efsanesine göre kırmızı elle doğmamış mıydı? Bu leke çocuk plajda olmadığı sürece görünmeyecekti bile.
Yeni doğan bebeği hâlâ ellerinde tutmakta olan Scowther, Sayre'a baktı. Susannah'nın Scowther'in tabancasını kolayca ele geçirebileceği bir anlık duraksama oldu. Ama bunu yapmak aklının ucundan bile geçmedi.
Jake'in telepatik haykırışını ve Roland'la kocasının yaptığı tuhaf ziyareti tamamen unutmuştu. Jey, Straw, Haber ve diğerleri gibi kendini önündeki manzaraya, bir çocuğun bu yıpranmış dünyaya gelişine kaptırmıştı.
Sayre neredeyse algılanamayacak kadar belirsizce başını salladı ve Scowther hâlâ bağırmakta olan (ve belli ki annesini görebilmek için omzundan geriye bakan) bebek Mordred'i Mia'nın bekleyen kollarına bıraktı.
Mia, oğlunu ona bakabilmek için çevirdi ve Susannah'nm yüreği korku ve dehşetle doldu. Çünkü Mia aklını kaçırmıştı. Parlak gözlerinden çılgınlık akıyordu. Bir gülümsemeyle gerilen dudaklarının kenarlarından süzülen, dilini ısırdığı için kanla pembeleşmiş salyalardan, en çok da zafer dolu kahkahasından anlaşılıyordu. İlerideki günlerde akıl sağlığına tekrar kavuşabilirdi ama...
Kaltak asla geri dönmeyecek, dedi Detta sesinde bir sempati kırıntı-sıyla. Bu noktaya ulaşmak ve görevini tamamlamak onu tüketti. Sınırını aştı ve bunu sen de benim kadar iyi biliyorsun!
"Ah bu ne güzellik!" diye mırıldandı Mia. "Şu mavi gözlerine, Ge-niş-Dünya'nın ilk karından önceki gökyüzü kadar beyaz tenine bak! Kusursuz böğürtlenleri andıran meme uçlarına, taze şeftaliler kadar pürüzsüz aletine ve hayalarına bak!" Önce Susannah'ya dönerek -bakışları hiçbir tanıma belirtisi olmaksızın Susannah'nm üzerinden kayıp geçti- etrafındakilere baktı. "Bebemi görün sizi talihsizler, sizi zavallılar! Kıymetlime, oğluma, bebeğime bakın!" Çılgınca bakan gözlerinde kahkahalarla, çarpılmış dudaklarından akan salyaları çenesinden süzülerek onlara bağırdı. "Sonsuzluğu ne için feda ettiğimi görün! Mordred'ime bakın, ona iyi bakın, çünkü onun gibisini bir daha asla göremezsiniz!"
Gözlerini kırpmadan bakan bebeğin kanlı yüzünü öpücüklere boğdu. Kana bulanan yüzü, ruj sürmeye çalışmış bir sarhoşunki gibi görünüyordu. Bir kahkaha attı ve tombul bebeğin gerdanını, meme uçlarını, karnını ve dikilmiş penisinin ucunu öptü. Mordred adını verdiği ve ona şaşkınca bakan bebeği titreyen kollarıyla giderek daha yükseğe kaldırıyordu.
Sonra bebesinin dizlerine ve minik ayaklarına birer öpücük kondurdu. Susannah odadaki ilk emme seslerini duydu ama sesin kaynağı annesinin göğsünü emen bebek değildi; Mia, bebeğin her biri kusursuz olan ayak parmaklarını emiyordu.
Bu çocuk âmh'imin laneti, diye soğukça düşündü Susannah. Başka hiçbir şey yapamasam bile Scowther'in tabancasını alıp onu vurabilirim. İki saniyelik iş.
Sahip olduğu sürat düşünüldüğünde -silahşor sürati- bu muhtemelen doğruydu. Ama kıpırdayamıyordu. Oyunun bu perdesinin sonuna dair pek çok tahminde bulunmuştu ama Mia'nın çıldıracağını hiç düşünmemiş, bu yüzden hazırlıksız yakalanmıştı. Pozitronik bağlantısı daha önce kesildiği için şanslı olduğunu düşündü. Kesilmeseydi o da Mia gibi çıldırabilirdi.
O bağlantı tekrar kurulabilir, güzelim... hâlâ fırsatın varken harekete geçsen daha iyi olmaz mı?
Ama yapamıyordu, sorun da buydu. Büyülenmişçesine donakalmış, anın etkisine kapılmıştı.
"Kes şunu!" diye çıkıştı Sayre. "Görevin onu emmek değil, beslemek! Ona sahip olmak istiyorsan acele et! Onu emzir! Yoksa bir sütanne mi getirteyim? Bu fırsat için gözlerini feda etmeye hazır pek çok sütanne var
"Hayatta...OLMAZ!" diye bağırdı Mia gülerek ama çocuğu göğüs hizasına indirdi ve giydiği basit, beyaz elbisenin yakasını sabırsızca açarak sağ göğsünü açtı. Susannah erkeklerin Mia'nın büyüsüne niçin kapıldığını görebiliyordu; bembeyaz göğsü mükemmel uçlarıyla o an bile beslenmeyi bekleyen bir bebeğin ağzından ziyade bir erkeğin avuçları ve şehvetli dokunuşları için yaratılmış gibiydi. Mia, bebeği göğüs ucuna yaklaştırdı. Bebek bir an için ne yapacağını bilemez gibi başını salladı, yüzü göğüs ucuna değip uzaklaştı. Ama bir dahaki birleşmede gül goncasına benzeyen ağzı dikleşmiş ucu yakaladı ve emmeye başladı.
Hâlâ gülmekte olan, Mia, bebeğin kanla ıslanmış, karışık siyah saçlarını okşadı. Kahkahaları Susannah'ya birer çığlık gibi geliyordu.
Bir robotun yaklaşmasıyla tak tuk sesler oldu. Biraz Haberci Robot Andy'ye benziyordu; o da inceydi, boyu iki metreyi geçiyordu, aynı elektrikli mavi gözlere ve çok eklemli parlak bedene sahipti. Kollarında, içi yeşil ışıkla dolu camdan bir kutu taşıyordu.
Dostları ilə paylaş: |