Joe bazen tutsağının önüne Dandelo şeklinde çıkmış ve çocuğun dehşetiyle beslenmişti. Ama hücreye tıktığı ineğinden dehşetten fazlasını istiyordu. Susannah farklı duyguların farklı tatlan olduğunu tahmin ediyordu: bir gün domuz eti, ertesi gün tavuk, ondan sonraki gün balık yemek gibi.
Patrick konuşamıyor ama derdini işaretlerle anlatabiliyordu. Roland onlara kilerdeki garip keşfini gösterince daha da fazlasını yapabileceğini öğrendiler. En yüksek raflardan birinde, üzerinde MICHELANGELO, KARAKALEM İÇİN İDEAL yazan büyük resim defterleri bulmuştu. Defterlerin hemen yanında yepyeni Eberhard-Faber #2 kurşunkalemler vardı. Etraflarına bir paket lastiği geçirilmişti. Bu keşfi garip kılan, birinin (muhtemelen Dandelo'nun) her bir kalemin tepesindeki silgiyi dikkatle kesmiş olmasıydı. Silgiler, birkaç ataç ve Calla Bryn Sturgis'ten kalan birkaç Ori-za'nın altındaki çıkıntılara benzeyen bir kalemtıraşla birlikte bir kavanoza konmuştu. Patrick resim defterlerini görünce genellikle donukça bakan gözleri parladı ve sabırsız sesler çıkararak ellerini özlemle uzattı.
Roland, Susannah'ya baktı. "Bakalım ne yapacak," diyerek omuzlarını silkti Susannah. "Benim oldukça iyi bir fikrim var, ya senin?"
Çok fazla şey yapabileceği ortaya çıktı. Patrick Danville'in resim kabiliyeti olağanüstüydü. Ve ihtiyaç duyduğu sesi ona resimleri veriyordu. Büyük bir hız ve hoşnutlukla çiziyordu. Resimlerinin rahatsız edici netliği umurunda değil gibiydi. Bir resimde Joe Collins hiçbir şeyden haberi olmayan kurbanına arkadan yaklaşıp kafasını bir satırla kesiyordu ve yü'
zünde hoşnut bir sırıtış vardı. Patrick resmin yanına çizgi romanlardaki gibi ÇAT! Ve FÛŞ! gibi efektler eklemişti. Collins'in başının üzerine bir düşünce balonu ekleyip içine Al sana, budala! yazdı. Bir başka resimde Patrick korkunç bir netlikle betimlediği kahkahalarla (Ha! Ha! Ha! efektini gerektirmeyecek kadar canlıydı) yere düşmüş, çaresizce yatıyordu. Collins ise ellerini beline koymuş, ayakta durarak onu izliyordu. Patrick resmi bitirince sayfayı hemen çevirip bir yenisine başladı. Bu seferkinde Collins dizlerinin üzerindeydi. Bir eliyle Patrick'in yağlı, uzun saçlarını sıkıca kavramıştı. Büzdüğü dudaklarını Patrick'in kahkahalar ve acıyla kasılmış ağzına yaklaştırmıştı. Patrick tek bir ustaca hareketle (kalemin ucu kâğıttan hiç ayrılmamıştı) yaşlı adamın kafasının üzerine bir başka düşünce balonu çizdi ve içine sekiz harf ve iki ünlem işareti koydu. "Ne diyor?" diye sordu büyülenmiş görünen Roland. '"MMM! GÜZEL!'" dedi Susannah. Sesi cılız ve hasta gibiydi. Resimlerin konusu bir yana, Patrick'i çizerken saatlerce seyredebilirdi. Ve seyretti de. Kalemin hareketlerinin hızı şaşırtıcıydı ve ona kesilmiş silgilerden birini vermek ikisinin de aklına gelmedi, çünkü gerek yokmuş gibi görünüyordu. Susannah'nın görebildiği kadarıyla çocuk hiç hata yapmıyor ya da yaptığı hataları küçük dokunuşlarla resmin bütününe dâhice yamıyordu. Elde edilen sonuçlara eskiz denemezdi, her biri bir sanat eseriydi. Patrick'in -veya Işın'ın Yolu üzerindeki bir başka dünyada, bir başka Patrick'in- yağlıboya resimler yapabileceğini biliyor ve bu bilgi kalbini hem ısıtıyor, hem donduruyordu. Karşısındaki neydi? Dilsiz bir Rembrandt mı? Görünüşe bakılırsa ikinci ahmak-bilginleri karşılarındaydı. Sheemie ile birlikte Oy da sayılırsa üçüncü.
Patrick'in silgilere hiç ilgi göstermeyişi Susannah'nın ilgisini sadece Wr kez çekti ve bunu, dehanın küstahlığına bağladı. Patrick Danville'in s'lgi denen şeyin varlığından bihaber olabileceği aklının -Roland'ın da-ucundan bile geçmedi.
9
Samanların üzerinde yatmakta olan Susannah üçüncü gecenin sonlarına doğru uyandı, yanında uyumakta olan Patrick'e baktı ve kalkıp aşağı indi. Roland ahırın girişinde ayakta durmuş, sigara içerek dışarı bakıyordu. Kar durmuştu. Geç doğan ay, Kule Yolu'nu kaplayan taze karı sessiz güzelliğin parlak diyarına çeviriyordu. Hava sakin ve buz gibiydi. Uzaklarda bir yerden bir motor sesi geliyordu. Giderek yaklaşıyor gibiydi. R0-land'a sesin kaynağına dair bir fikri olup olmadığını sordu.
"Galiba Kekeme Bili adındaki robot karları kuruyor," dedi Roland. "Kafasının üzerinde Kurtlarınki gibi bir anten olabilir. Hatırlıyor musun?" Susannah çok iyi hatırladığını söyledi.
"Dandelo'ya özel bir sadakatle bağlı olabilir," dedi Roland. "Pek sanmıyorum ama eğer öyleyse de şaşırmam. Düşmanca davranırsa tabaklarından birini kullanmaya hazır ol. Ben de tabancamla tetikte olacağım."
"Ama gerekeceğini sanmıyorsun." Konuyu iyice açıklığa kavuşturmak istiyordu.
"Öyle," dedi Roland. "Belki bizi bir araçla Kule'ye kadar bile götürebilir. En azından Beyaz Topraklar'ın bittiği yere kadar. Çocuk hâlâ topar-lanamamış olursa bu işimize yarayabilir."
Bunun üzerine Susannah'nın aklına bir soru geldi. "Bir çocuğa benzediği için ona çocuk diyoruz. Sence kaç yaşında?"
Roland başını iki yana salladı. "On altı, on yediden genç olmadığı kesin. Otuzunu geçtiğini sanmıyorum. Işınlar saldın altındayken zaman garipleşmişti. Tuhaf atlayışlar, kaymalar yapıyordu. Buna bizzat şahit oldum."
"Onu yolumuza Stephen King mi çıkardı?"
"Bilmiyorum ama onu tanıdığı muhakkak." Duraksadı. "Kule o kadar yakın ki! Hissedebiliyor musun?"
Hissediyordu. Bazen nabız gibi atıyor, bazen şarkı söylüyor, çoğunlukla ikisini birden yapıyordu. Ve Polaroid hâlâ Dandelo'nun kulübesinde asılıydı. En azından o, göz boyamanın bir parçası değildi. Susannah her gece rüyalarında en az bir kez fotoğraftaki Kule'yi görüyordu; gül tarlasının sonunda, hâlâ tutmakta olduğu iki Işın yüzünden üzerindeki bulutların dört ayrı yöne doğru sürüklendiği gri-siyah taş Kule'yi. Seslerin şarkı söylediğini -commala! commala! commala-gel-gel!- biliyor ama kendisine veya kendisi için söylediklerini sanmıyordu. Hayır, asla; bu Roland'ın sarkışıydı ve sadece ona aitti. Ama bunun, bulundukları yerle yolculuklarının son bulacağı nokta arasında öleceği anlamına gelmediğini ummaya başlamıştı.
Onun kendi rüyaları vardı.
10
Güneşin doğması (tam doğudan, teşekkürler deriz) üzerinden daha bir saat bile geçmemişti ki turuncu bir araç -kamyon ve buldozer karışımı- ufukta belirdi ve önündeki kar yığınlarını yarıp kenara iterek yavaşça, ama durmaksızın onlara doğru ilerledi. Yol kenarındaki kar yığını daha da yükselmişti. Susannah, Kekeme Bill'in (kar küreyiciyi kullananın o olduğuna şüphe yoktu) Kule Yolu ve Odd Lane'in kesiştiği yere vardığında geri döneceğini tahmin etti. Belki orada durup mola veriyor, kahve değil de bir fışkırtmalık yağ içiyordu. Bu düşünce üzerine gülümsedi. Onu gülümseten bir şey daha vardı. Kar küreyicinin tepesine monte edilmiş hoparlörden Susannah'nın tanıdığı bir melodi yayılıyordu. Neşeyle bir kahkaha attı. "'California Sun!• The Rivieras! Ah, kulağımın pası gitti!"
"Öyle diyorsan," dedi Roland. "Tabağını hazır tut."
"Emin olabilirsin."
Patrick yanlarına geldi. Roland'ın kilerde bulduğundan beri olduğu gibi resim defteri ve kalemi yanındaydı. Büyük harflerle tek bir kelime yazıp Susannah'ya gösterdi. Roland'ın yazdıklarını okumakta çok büyük harflerle yazılmış bile olsalar zorlanacağını biliyordu. Kâğıdın sağ alt köşesine BILL yazmıştı. Yazının üzerinde Oy'un kusursuz bir resmi vardı. Hantal Billy'nin başının üzerindeki konuşma balonunun içinde HAU! HAU! yazıyordu. Susannah'nın gösterdiğini yanlış anlamaması için bu mükemmelliğin üzerini kaygısızca karalamıştı. Susannah resmin karalandığını görünce üzüldü çünkü kâğıdın üzerindeki, Oy'un muhteşem bir betimlemesiydi.
11
Kar küreyici Dandelo'nun kulübesinin önünde durdu. Motoru hâlâ çalışıyor olmasına rağmen müzik sesi kesilmişti. Sürücü koltuğundan hantal hareketlerle uzun boylu (en az iki buçuk metre), parlak kafalı bir robot indi. 16. Kavis Deney İstasyonu'ndaki Nigel'a ve Calla Bryn Stur-gis'ten Andy'ye çok benziyordu. Metal kollarını büküp metal ellerini orada olsa Eddie'ye George Lucas'ın C3Po'sunu hatırlatacak şekilde beline koymuştu. Robot karla kaplı bölgede yayılan yükseltilmiş bir sesle konuştu:
"SELAM, J-JOE! NA-NA-NASIL GİDİYOR? İ-ÎYİMİSİN?" Roland, merhum Lippy'nin ahırından çıktı. "Selam olsun, Bili," dedi sakince. "Uzun günler ve hoş geceler."
Robot döndü. Gözleri parlak mavi ışıklar saçtı. Susannah, robotun şaşırdığını düşündü. Bununla birlikte alarm durumuna geçmiş görünmüyordu. Susannah başının üzerindeki anteni -parlak sabah güneşi altında dönüyor, dönüyordu- gözüne kestirmişti bile ve gerekirse Oriza'sıyla kolayca koparabileceğini biliyordu. Çantada keklik, derdi Eddie olsa.
"Ah!" dedi robot. "Bir sira-ha, sila-şa, si-si..." Bir değil, iki ayrı yerde dirsek eklemi olan kolunu kaldırıp kafasına vurdu. Başının içinden kısa bir düdük sesi yükseldi -Biiip!- ve sözünü tamamlayabildi. "Bir silahşor!"
Susannah güldü. Kendini tutamamıştı. Onca yolu Porky Pig'in çok iri, elektronik bir versiyonunu görmek için kat etmişlerdi demek. He-he-he-hepsi bu kadar, dostlar!
"Sizin gibiler hakkında de-dedikodular du-duymuştum," dedi robot Susannah'nın gülüşüne aldırmayarak. "Sen Gi-Gi-Gilead'lı Roland mısın?"
"Evet," dedi Roland. "Ya sen?"
"William, D-746541-M, Bakım Robotu, Diğer Pek Çok İşlev. Joe Collins bana Ke-Kekeme Bili diyor. İçerde bir ye-yerde ya-yanık bir devrem v-var. Tamir edebilirdim ama i-izin vermedi. Burdaki t-tek insan ol-olduğu için de..." Durdu. Susannah, C3PO'ya değil (çünkü onu hiç görmemişti, onun zamanından sonraydı) Yasak Gezegen'den Robot Rabby'ye benzettiği Bill'in içindeki tıkırtıları net bir şekilde duyabiliyordu.
Sonra Kekeme Bili metal elini alnına götürüp eğildi ve bunu gören Susannah elinde olmadan etkilendi. Ama robotun selam verdiği ne Roland, ne de Susannah'ydı. "Selam olsun, Patrick D-Danville, S-S-Sonia'nın oğlu! Seni tekrar a-açık alanda gö-görmek ne güzel!" Susannah, Kekeme Bill'in sesindeki duyguyu fark etti. Gerçek bir memnuniyetti. Bunun üzerine tabağını indirmekte hiçbir sakınca görmedi.
12
Bahçede sohbet ettiler. Bili içeri girebileceklerini varsaymıştı zira sadece eski, ilkel bir koku alma duyusuna sahipti. İnsanlar bu konuda daha iyiydi ve kulübenin leş gibi koktuğunu biliyordu. Üstelik şöminenin ateşi söndüğü için içerisi artık sıcak bile değildi; kulübenin hiçbir çekiciliği yoktu. Zaten konuşmaları pek uzun sürmedi. Bakım Robotu William (Diğer Pek Çok İşlev) kendine bazen Joe Collins adını veren yaratığı efendisi sayıyordu, çünkü etrafta başka bir aday olmamıştı. Ayrıca Col-üns/Dandelo gerekli şifreyi biliyordu.
"So-sorduğunda ona şi-şifreleri vermedim," dedi Kekeme Bili. "Ama Programım o-ona gereken bi-bilgiyi edinebileceği bazı el ki-kitaplarmı getirmeme e-engel değildi."
"Bürokrasi ne harika," dedi Susannah.
Bill, gerektiğinde Kule Yolu'nu küremeye gelmeye mecbur olmasına (programında vardı) ve "Federal" dediği yerden her ay bir kez erzak (çoğunlukla konserve yiyecekler) getirmesi gerekmesine rağmen "J-J-Joe" dan mümkün olduğunca uzak durmaya çalıştığını (ve uzun süreliğine) söyledi. Ayrıca bir zamanlar ona kendisine ait, sıkça baktığı (ve pek çok kopyasını çıkardığı), harika bir resim yapıp veren Patrick'le görüşmek hoşuna gidiyordu. Yine de her gelişinde Patrick'i orada bulamamaktan korktuğunu itiraf etti; öldürülüp bir çöp parçasıymış gibi "Kö-Kö-Kötü Yer" dediği ıssız topraklara atılmış olacağından korkuyordu. Ama işte karşısındaydı, hayatta ve özgürdü. Bill'in buna çok sevindiği belli oluyordu.
"Çünkü be-benim ilkel de o-olsa duygularım v-var," dedi. Susannah'ya kötü bir alışkanlığını itiraf eden biri gibi gelmişti.
"Emirlerimize itaat etmek için bizden de şifre isteyecek misin?" diye sordu Roland.
"Evet, sai," dedi Kekeme Bili.
"Kahretsin," diye mırıldandı Susannah. Calla Bryn Sturgis'te iken Andy ile benzer sorunlar yaşamışlardı.
"A-ancak," dedi Kekeme Bili. "Emirlerinizi ö-öneriler şek-şeklinde dile getirirseniz ye-yerine getirmek beni ç-çok mut-mut-mut..." Kolunu kaldırıp kafasına tekrar vurdu. Biiip! sesi tekrar duyuldu. Ancak Susannah sesin bu kez göğüs bölgesinden geldiğini düşündü. "Mutlu olurum," diye bitirdi sözünü.
"İlk önerim, kekelemene yol açan sorunu halletmen olacak," dedi Roland ve sonra şaşkınca döndü. Patrick kendini karların üzerine atmış, karnını tutarak kahkahalarla gülüyordu. Oy havlayarak etrafında dans edercesine hoplayıp zıplıyordu ama Hantal Billy zararsızdı; bu kez Pat-rick'in neşesini çalacak kimse yoktu. Duyguları sadece ona aitti. Ve kahkahalarını duyan şanslı kişilere.
13
Kürenmiş kavşağın ötesindeki ormanlık alanda, Bill'in "Kötü Yerler" dediği bölgede tir tir titreyen ergenlik çağında bir çocuk, leş gibi kokan, tüyleri yarı kazınmış geyik derilerine sarınmış, Dandelo'nun kulübesinin önündeki dörtlüye bakıyordu. Geberin, diye düşündü. Neden bir iyilik yapıp hepiniz birden gebermiyorsunuz? Ama ölmediler ve neşeli kahkahaları bağrına birer bıçak gibi saplanmaya devam etti.
Mordred daha sonra, hepsi Bill'in kar küreyicisine binip uzaklaştığında kulübeye girdi. Orada en az iki gün kalacak, Dandelo'nun kilerindeki konservelerle beslenecek ve daha sonra pişman olacağı bir şey daha yiyecekti. O günleri kuvvetini tekrar kazanmak için kullandı. Sert fırtınanın, işini bitirmesine ramak kalmıştı. Onu hayatta tutanın hissettiği yoğun nefret olduğuna inanıyordu.
Ya da belki de Kule'ydi.
Çünkü o nabız gibi atışı, şarkı sesini o da hissediyordu. Ama Roland, Susannah ve Patrick'in majör tonda duyduğunu o minör tonda duyuyordu. Onlar pek çok ses duyuyordu, oysa Mordred'in duyduğu tek bir ses vardı. Kızıl Baha'sının, onu çağıran sesiydi. Ona dilsiz çocuğu, kara kuş orospuyu, özellikle de Gilead'dan gelen silahşoru, onu umursamayıp ardında bırakan Beyaz Baha'sını öldürmesini söylüyordu. (Kızıl Baba'sı da ardında bırakmıştı ama bu gerçek Mordred'in aklının ucundan bile geçmedi.)
Fısıldayan ses, öldürme işi bittiğinde Kara Kule'yi yıkacaklarını ve geçiş boşluğuna birlikte sonsuza dek hükmedeceklerini vaat ediyordu.
Böylece Mordred yedi, çünkü Mordred açtı. Ve Mordred uyudu, Çünkü Mordred bitkindi. Dandelo'nun kalın giysilerini giyip erzaklarla ■Çoğunlukla konserve yiyecekler- doldurduğu bir kızağı çekerek yeni kürenmiş Kule Yolu'na çıktığında yaklaşık yirmi yaşlarında görünen, uzun boylu ve yaz gündoğumu gibi güzel bir genç adamdı. İnsan bedeni üzerinde iki iz vardı; biri Susannah'nın kurşununun bıraktığı iz, diğeriyse topu-ğundaki doğum lekesi. Kendi kendine o topuğun pek yakında Roland'ın boğazına basacağına dair söz verdi.
BEŞİNCİ KISIM
KIRMIZI TARLA
CAN'-KA NO REY
BİRİNCİ BÖLÜM YARA VE KAPI (HOŞÇA KAL, CANIM)
1
Susannah Dean, Bill'in -artık sadece Bill'di, Kekeme Bili değil- onları Beyaz Topraklar'ın tam bitimindeki Federal'e bırakmasından sonra, uzun yolculuklarının son günlerinde kendini sık sık gösteren ağlama krizleri yaşamaya başladı. Bu krizlerin gelişini önceden hissediyor, çalıların arasında mesanesini boşaltması gerektiğini söyleyip diğerlerinin yanından ayrılıyordu. Sonra devrik bir kütüğün veya soğuk toprağın üzerine oturuyor, elleriyle yüzünü örtüyor ve yaşların akmasına izin veriyordu. Roland bunları biliyorsa da hiç yorum yapmıyordu (yanlarına döndüğünde gözlerinin kıpkırmızı olduğu gözünden kaçmamıştı mutlaka). Susannah, Ro-land'ın bildiğini sanıyordu.
Orta-Dünya'daki -ve Uç-Dünya'daki- zamanı sona ermek üzereydi.
2
Bill turuncu kar küreme aracıyla onları önündeki tabelada solgun harflerle
FEDERAL KARAKOL 19
KULE NÖBETİ
BU NOKTADAN İLERİ GİTMEK YASAKTIR!
yazan tek görünen bir barakaya götürdü.
Susannah, Federal Karakol 19'un teknik olarak hâlâ Empatika'nın Beyaz Topraklar'ı içinde bulunduğunu düşündü ama hava, Kule Yolu aşağı doğru ilerledikçe ısınmıştı ve kar tabakası artık yok denecek kadar inceydi. Önlerindeki alanda öbek öbek ağaçlıklar olduğunu görebiliyorlardı ama Susannah yakında onların da kalmayacağını ve arazinin Orta-batı Amerika kırları gibi bomboş uzanacağını tahmin ediyordu. Sıcak mevsimlerde muhtemelen meyve -hatta belki şekerciboyası meyvesi- veren çalılıklar vardı ama o an hepsi çıplaktı ve durmaksızın esen rüzgârla sarsılıyorlardı. Kule Yolu'nun -bir zamanlar taş döşeliydi ama artık bir çift tekerlek izinden başka bir şey kalmamıştı- her iki tarafında çoğunlukla ince kar tabakasının altından uzanan uzun otlar görüyorlardı. Rüzgârla dalgalanıp fısıldaşıyorlar ve Susannah şarkılarını biliyordu: Comma-la-gele-gele, yolculuk bitmek üzere.
"Ben daha ileri gidemem," dedi Bili kar küreyicinin motorunu ve müziği durdurarak. "Sınır Kavisi'nde söyledikleri gibi, üzgünüm derim."
Yolculukları bir buçuk gün sürmüştü ve bu süre içinde Bili onlara "altın eskiler" dediği şarkılardan oluşan bir müzik yayını yapmıştı. Bu parçalardan bazıları Susannah için hiç de eski değildi; "Sugar Shack" ve "Heat Wave" gibi parçalar, Mississippi'deki kısa tatilinden döndüğünde radyoda çalan popüler şarkılardı. Diğerlerini ise duymamıştı bile. Müzik plaklarda veya kasetlerde değil, Bill'in "siidii" dediği gümüş rengi, güzel disklerde kayıtlıydı. Bu diskleri küreyicinin göstergelerle dolu konsolun-daki bir yarığa sokuyor ve müzik, en az sekiz ayrı hoparlörden yayılmaya başlıyordu. Susannah her tür müziğin kulağına iyi geleceğine inanıyordu, arna daha önce hiç duymadığı iki şarkı onu fazlasıyla etkiledi. Bir tanesi "She Loves You" adında çok neşeli, hareketli bir parçaydı. Diğeriyse ağır ve hüzünlü bir şarkı olan "Hey Jude"du. Roland bu ikinci parçayı biliyor gibiydi, çalarken eşlik etmişti ama onun söylediği sözler, hoparlörlerden yayılanlardan biraz farklı gibiydi. Susannah grubun adını sorduğunda Bill, The Beetles0 olduğunu söyledi.
"Bir rock'n roll grubu için komik bir isim," dedi Susannah.
Oy ile birlikte küreyicinin dar arka koltuğunda oturmakta olan Patrick omzuna hafifçe vurdu. Susannah arkasına dönünce Patrick, ona resim defterini gösterdi. Roland'ın profilden bir resminin altına, Beetles değil, BEATLES• yazmıştı.
"Nasıl yazılırsa yazılsın yine de bir rock'n roll grubu için komik bir isim," dedi Susannah ve aklına bir fikir geldi. "Patrick dokunuş yeteneğin var mı?" Patrick kaşlarını çatıp ellerini iki yana açınca -anlamadım, diyordu bu hareket- Susannah soruyu başka türlü sordu. "Aklımı okuyabiliyor musun?"
Patrick omuzlarını silkerek gülümsedi. Bu hareketin anlamı, bilmiyorum idi ama Susannah, Patrick'in bildiğini düşündü. Hem de çok iyi bildiğini.
3
Federal'e öğle vaktinden biraz önce vardılar ve Bili orada onlara mükellef bir ziyafet sundu. Patrick yemeğini kurt gibi midesine indirdikten sonra ayaklarının dibinde Oy ile bir köşeye oturdu ve yemeklerine devam eden diğerlerinin resmini çizmeye koyuldu. Bir zamanlar dinlenme salonu olarak kullanılan bir yerdeydiler. Odanın duvarları televizyon ekranlarryla kaplıydı... Susannah üç yüzden fazla monitör olduğunu tahmin ediyordu. Oldukça dayanıklı olmalıydılar zira bazıları hâlâ çahşıy0r. du. Birkaçında barakanın etrafını saran tepelerin görüntüsü vardı, ama çoğunda görüntü karlıydı ve birinde de uzun süre baktığında Susan-nah'nın midesinin bulanmasına yol açan kayan çizgiler vardı. Bil] karlı ekranların bir zamanlar dünyanın etrafında, yörüngesinde dönen uydulardan görüntüler ilettiğini, ama uydulardaki kameraların uzun zaman önce bozulduğunu söyledi. Kayan çizgilerin olduğu ekran daha ilginçti. Bili bu ekranın daha birkaç ay öncesine dek Kara Kule'yi göstermekte olduğunu söyledi. Sonra görüntü aniden kaybolmuş ve yerini bu çizgiler almıştı.
"Kızıl Kral'ın televizyona çıkmaktan hoşlandığını sanmıyorum," dedi Bili, onlara. "Özellikle de başka ziyaretçilerin gelebileceğini biliyorsa. Bir sandviç daha almaz mısınız? Bol miktarda var, sizi temin ederim. Hayır mı? Peki ya çorba? Sen, Patrick? Çok zayıfsın, biliyorsun... çok, çok zayıfsın."
Patrick defterini onlara doğru çevirdi ve Susannah'nın önünde eğilmekte olan Bill'in bir resmini gösterdi. Robotun metal ellerinden birinde düzgünce sıralanmış sandviçlerle dolu bir tepsi, diğerinde de bir sürahi buzlu çay vardı. Patrick'in tüm resimleri gibi bu da karikatürden öteydi. Resmi yapan elin sürati inanılmazdı. Susannah alkışladı. Roland gülümseyerek başını salladı. Patrick diğerlerinin gerideki boşluğu görmemesi için dişlerini sıkarak sırıttı. Sonra sayfayı çevirdi ve yeni bir resme başladı.
"Arkada çok sayıda ulaşım aracı var," dedi Bili. "Çoğu işlemiyor, ama bazıları hâlâ çalışıyor olabilir. Size dört çekişli bir kamyonet verebilirim. Sorunsuz işleyeceğini garanti edemem ama sizi burdan sadece yüz yirmi tekerlek uzakta olan Kara Kule'ye götürebileceğine inanıyorum."
Susannah midesine büyük ve hareketli bir ağırlığın çöktüğünü hissetti. Yüz yirmi tekerlek, yüz altmış kilometre ediyordu, hatta belki daha da az. Yaklaşmışlardı. O kadar yakındılar ki ürkütücüydü.
"Kule'ye karanlık çöktükten sonra gitmezsiniz," dedi Bili. "En azından ben öyle sanıyorum. Kule'nin yeni sakinini gözönünde bulundurunca böylesi daha makul görünüyor. Ama sizin gibi deneyimli yolcular için yol kenarında bir gece daha kamp yapmak nedir ki? Bir şey değildir elbette! Ama yolda geçirilecek son geceyi katarsak bile hedefiniz yarın öğleye doğru görüş alanınıza girmiş olacaktır."
Roland bunu uzun uzun, dikkatle düşündü. Susannah o arada kendine nefes almayı hatırlatmak durumunda kaldı, çünkü benliğinin bir parçası nefes almak istemiyordu.
Hazır değilim, diye düşündü o parça. Ve daha.derinlerde bir başka parçası -tekrarlanan (ve gelişen) bir rüyanın her nüansını hatırlayan parça- başka bir şey düşünüyordu: Gitmek kaderimde yok. Sonuna kadar gidemeyeceğim.
Roland sonunda konuştu. "Teşekkür ederim, Bili -eminim hepimiz müteşekkiriz- ama korkarım nazik teklifini reddedeceğiz. Sebebini sorarsan sana bir cevap veremem. Tek bildiğim bir parçamın yarını fazla erken bulduğu. O parçam yolun geri kalanını yürüyerek almamız gerektiğini düşünüyor. Şimdiye dek yaptığımız gibi." Derin bir soluk alıp bıraktı. "Orda olmaya hazır değilim. Henüz değil."
Sen de, diye düşündü Susannah şaşkınca. Sen de.
"Kafamı ve kalbimi hazırlamak için biraz daha zamana ihtiyacım var. Hatta belki ruhumu da." Elini arka cebine uzattı ve Dandelo'nun ecza dolabına onlar için bırakılmış, Robert Browning'e ait şiirin fotokopisini çıkardı. "Burda son savaşa... veya son direnişe başlamadan önce eski günleri hatırlamakla ilgili yazılmış bir şeyler var. Doğru yazılmış. Ve belki gerçekten de bana tek gereken, şairin bahsettiğidir; eski ve mutlu günlerden bir esinti. Bilmiyorum. Susannah karşı çıkmadığı sürece yayan devam etme taraftarıyım."
"Susannah karşı değil," dedi genç kadın usulca. "Susannah en doğrusunun bu olduğunu düşünüyor. Susannah'nın tek itirazı kırık bir egzoz borusu gibi arkada sürüklenmek."
Roland, ona minnetle (biraz da dalgınca) gülümsedi -son birkaç günde ondan bir şekilde uzaklaşmış gibiydi- ve tekrar Bill'e döndü. "Çekebileceğim bir araba var mı acaba? Çünkü yanımıza biraz erzak da almamız gerekecek... ve Patrick de var. Onun da zaman zaman arabayla çekilmesi gerekecek."
Patrick içerlemiş görünüyordu. Elini yumruk yapıp kolunu havaya kaldırdı ve kaslarını gösterdi. Ancak minik kas yumrusu onu mahcup etmiş olacaktı ki kolunu çabucak indirdi.
Susannah gülümseyerek ona doğru uzandı ve dizine dostça vurdu. "Utanmana gerek yok, tatlım. Cadının evindeki Hansel ve Gretel gibi bir kafeste Tanrı bilir ne kadar zaman kalmış olman senin kabahatin değil."
"İstediğiniz gibi bir şeyim olduğundan eminim," dedi Bill. "Susannah için de akülü bir modeli var. Sahip olmadıklarımı da yaratabilirim. En fazla bir iki saat sürer."
Roland hesap yapıyordu. "Burdan günbatımına beş saat kala ayrılır-sak hava kararana dek on iki tekerlek ilerleyebiliriz. Yani Susannah'nın on beş, on altı kilometre diyeceği bir mesafe. Ortalama bu hızla ilerlersek ömrümü ulaşmak için harcadığım Kule'ye beş gün sonra varabiliriz. Ku-le'ye günbatımında varmak isterim çünkü rüyalarımda hep o vakitte görüyorum. Susannah?"
Ve içindeki ses -derinlerdeki- fısıldadı: Dört gece. Rüyalar görülecek dört gece. Bu yeterli olmalı. Hatta yeterliden de öte. Elbette ka'mn müdahale etmesi gerekecekti. Eğer etkisi altından çıktılarsa bu gerçekleşmeye-çekti; gerçekleşemeyecekti. Ama Susannah artık ka'mn her yere, Kara Kule'ye bile uzandığını düşünüyordu. Hatta belki Kara Kule ile vücut buluyordu.
"Uygun," dedi cılız bir sesle.
Dostları ilə paylaş: |