Stephen King Kara Kule Cilt7 Kule



Yüklə 2,92 Mb.
səhifə58/62
tarix03.12.2017
ölçüsü2,92 Mb.
#33720
1   ...   54   55   56   57   58   59   60   61   62

11

Patrick şafağın belirsizliği yerini sabahın parlaklığına bıraktığı sırada kucağında Oy'un bir etole benzeyen cansız bedeniyle kuru dere yatağında, güllerin arasında oturmakta olan Roland'ın yanına tereddütle yürüdü. Delikanlı yumuşak, soru dolu bir ses çıkardı.

"Şimdi olmaz, Patrick," dedi Oy'un tüylerini dalgınca okşayan Roland. Tüyleri gür ama yumuşaktı. Sertleşen kaslara ve kuruyan kana rağmen tüylerin altındaki yaratığın öldüğüne inanmakta zorlanıyordu. Kuru kanla kaplı tüyleri, parmaklarıyla elinden geldiğince tarayıp düzeltti. "Şimdi olmaz. Oraya varmak için önümüzde koca bir gün var ve sorun yaşamayacağız."

Hayır, acele etmelerine gerek yoktu; son ölüsünün ardından diledi-ğince yas tutmaması için hiçbir sebep yoktu. Kule'nin kapısına bile doku-namadan ihtiyarlıktan öleceğini söylerken yaşlı Kral'ın sesinde hiç şüphe yoktu. Gideceklerdi elbette ve Roland araziyi inceleyecekti ama Kule'ye yaşlı canavarın göremediği bir noktadan yaklaşıp aşağıdan kapıya dolanmanın bir fikir değil, aptalca bir umut olduğunu o an bile biliyordu. Yaşlı canavarın sesinde hiçbir şüphe yoktu; geride gizlenmiş bir zerre bile.

Ama o an için hiçbirinin önemi yoktu. Öldürdüklerinden biri daha kucağında yatıyordu ve bir teselli varsa o da şuydu: Oy sonuncuydu. Artık Patrick hariç yine yalnızdı ve içinden bir ses, Patrick'in Silahşor'un taşıdığı korkunç mikroba bağışıklı olduğunu söylüyordu çünkü Patrick hiçbir zaman ka-tet olmamıştı.

Sadece ailemi öldürüyorum, diye düşündü ölü Hantal Billy'yi okşayarak.

Onu en çok üzen, önceki gün Oy'la konuşma tarzıydı. Onunla gitmiş olmayı diliyorsan fırsatın varken gitmeliydin!

Roland'ın ona ihtiyacı olacağını bildiği için mi kalmıştı? Patrick'in iş başa düştüğünde (Eddie'nin deyişiydi elbette) başaramayacağını bildiği için mi?

Neden şimdi bana öyle mahzunca bakıyorsun?

Çünkü son günü olduğunu ve ölümünün kolay olmayacağını biliyordu?

"Bence ikisini de biliyordun," dedi Roland ve ellerinin altındaki kürkü daha iyi hissedebilmek için gözlerini kapadı. "Seninle o şekilde konuştuğum için çok üzgünüm, sözlerimi geri alabilmek için sağlam elimin tüm parmaklarını feda ederdim. Ederdim, doğru söylüyorum."

Ama zaman, Anahtar-Dünya'da olduğu gibi burada da tek yöne doğru akıyordu.

Roland içinde hiç öfke kalmadığını, her zerrenin tükendiğini söyleyebilirdi, ama teninin ürpertisini hissedip anlamını kavradığında yüreğinden taze bir hiddet dalgası yükseldi. Ve yorgun, ancak hâlâ mahir ellerine bir soğukluğun yerleştiğini hissetti.

Patrick, onu çiziyordu. Değeri ondan on kat -hayır, yüz kat!- fazla, cesur, küçük bir yaratık ikisi için canını o ağacın üzerinde vermemiş gibi kavak ağacının altına oturmuş, resim yapıyordu.

Onun tarzı da bu, dedi Susannah zihninin derinliklerinden sakin, şefkat dolu bir sesle. Tek sahip olduğu bu, diğer her şey ondan çekilip alınmış... yuvası olan dünya, annesi, dili ve akıl sağlığı. O da yas tutuyor, Roland. Üstelik çok da korkuyor. Bu, kendisini sakinleştirebilmesinin tek yolu.

Kuşkusuz hepsi doğruydu. Ama doğru oluşları öfkesini dindireceğine daha da alevlendirdi. Kalan tabancasını bir kenara koydu (şarkı söyleyen iki gül arasında parlıyordu) çünkü o anki ruh haliyle yakınında bulundurması tehlikeli olabilirdi. Sonra Patrick'i hayatında duymadığı şekilde azarlama niyetiyle ayağa kalktı. Başka bir işe yaramasa da kendini daha iyi hissetmesini sağlayacaktı. İlk kelimelerini şimdiden duyabiliyordu: O değersiz hayatını kurtaranların resmini yapmak hoşuna mı gidiyor, seni geri zekâlı? Kalbin neşeyle mi doluyor?

Tam ağzını açmıştı ki Patrick kalemini bırakıp eline yeni oyuncağını aldı. Silginin yarısı tükenmişti ve başka yoktu; Susannah pembe silgileri Ro-land'ın tabancası gibi yanında götürmüştü ve muhtemelen bunun tek sebebi, aklı o an daha önemli konularla meşgul olduğundan kavanozu tamamen unutmasıydı. Patrick silgiyi resmin üzerine getirdi ve duraksayıp başını kaldırdı -belki de silmeyi gerçekten isteyip istemediğine karar vermeye çalışıyordu- ve dere yatağındaki Silahşor'un kaşlarını çatarak ona bakmakta olduğunu gördü. Sebebi hakkında muhtemelen en ufak fikri bile yoktu ama Roland'ın öfkeli olduğunu hemen anladı ve yüzü, korku ve mutsuzlukla buruştu. Roland, Dandelo'nun Patrick'i böyle gördüğünü düşündü ve öfkesi hemen söndü. Patrick'in ondan korkmasına izin vermeyecekti... kendisi için olmasa bile Susannah'nın hatırı için buna fırsat vermeyecekti.

Ve bunun kendisi için olduğunu keşfetti.

O halde neden onu öldürmüyorsun? diye sordu zihnindeki sinsi ses. Ona karşı böylesine merhamet duyuyorsan öldür de zavallı yaratığın çektiği acı bir son bulsun. Hantal Billy ile açıklığa beraber gidebilirler. Orada senin için bir yer hazırlayabilirler, Silahşor.

Roland başını iki yana salladı ve gülümsemeye çalıştı. "Hayır, Patrick, Sonia'nın oğlu," dedi (robot Bili, ona öyle demişti). "Hayır, yanılmışım -yine- ve seni azarlamayacağım Ama..."

Patrick'in oturmakta olduğu yere yürüdü. Patrick, Roland'ın tekrar öfkelenmesine yol açan köpeğimsi, yatıştırmaya uğraşan bir gülümsemeyle olduğu yerde büzüldü. Ancak Silahşor öfkesini bu kez kolayca bastırdı. Oy'u Patrick de seviyordu ve evet, üzüntüsüyle baş edebilmesinin tek yolu buydu.

O an bu, Roland için pek az anlam ifade ediyordu.

Eğilip silgiyi çocuğun elinden nazikçe aldı. Patrick, ona sorarcasına baktıktan sonra harika (ve kullanışlı) oyuncağını geri vermesi için boş elini uzattı. Gözleriyle vermesini diliyordu.

"Olmaz," dedi Roland olabildiğince nazik bir sesle. "Tanrılar bilir kaç yıldır bu olmadan resim yaptın; bugünü silgi olmadan tamamlayabilirsin eminim. Daha sonra çizmeni -ve sonra silmeni- isteyeceğim bir şey olabilir. Anlıyor musun, Patrick?"

Patrick anlamamıştı ama silgi, Roland'ın saatinin yanını boylayınca az önce olanları hemen unutmuş göründü ve tekrar resmine döndü.

"Resmini de bir süreliğine bırak," dedi Roland, ona.

Patrick söyleneni hiç itiraz etmeden yaptı. Önce arabayı, sonra Kule Yolu'nu gösterdi ve sorarcasına bir ses çıkardı.

"Evet," dedi Roland. "Ama önce Mordred'in yanındakilere bakalım -işe yarar bir şey bulabiliriz- ve dostumuzu gömelim. Oy'u gömmeme yardım eder misin, Patrick?"

Patrick hevesle yardım etti ve gömme işi fazla uzun sürmedi; cansız beden, içindeki yürekten çok daha küçüktü. Öğleye doğru Kara Kule'ye giden uzun yolun son birkaç kilometresini almaya başladılar.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM KIZIL KRAL VE KARA KULE


1

Yol da hikâye de uzun sürdü, sizce de öyle değil mi? Yolculuk uzun, bedeli yüksek oldu... ama hiçbir büyük hedefe kolay varılmamıştır. Uzun bir hikâye, yüksek bir kule gibi her seferinde bir taş eklenerek inşa edilmelidir. Ancak şimdi, son yaklaşırken bize doğru büyük dikkatle yürüyen iki yolcuya bakmalısınız. Yaşlı olan -güneş yanığı yüzünde derin çizgiler, kalçasında büyük bir tabanca var- Ho Fat II adını verdikleri arabayı çekmekte. Genç olan -kolunun altındaki büyük resim defteriyle bir öğrenci gibi görünüyor- hemen arabanın yanında yürümekte. Daha önce tırmandıkları yüzlerce tepeden pek farklı olmayan, hafifçe dikleşen, uzun bir yolda ilerliyorlar. Üzerinde yürüdükleri yolun iki tarafında eski, taş bir duvarın kalıntıları ve aralarında biten muhteşem yabani güller var. Bu duvar yıkıntılarının ötesinde uzanan topraklarda garip taş binalar var. Bazıları şato kalıntıları gibi görünüyor; bazıları Mısır dikilitaşlarını andırıyor; birkaçının iblislerin çağrıldığı Konuşan Çemberler olduğu ilk bakışta anlaşılıyor; bir grup çok eski taş, Stonehenge'e benziyor. İnsan o büyük dairenin merkezinde toplanmış, rünler söyleyen Druidler görmeyi bekliyor ama bu anıtların bekçileri, Yüce Anıt'ın müjdecileri uzun zaman önce gitmiş. Bir zamanlar onların taptığı yerlerde artık birkaç yaban sığırı otluyor.

Neyse. Uzun yolculuğumuzun sonuna yaklaşırken burada bulunuşumuzun sebebi eski kalıntıları değil, arabayı çeken yaşlı silahşoru görmek. Tepenin zirvesinde duruyor, yanımıza varmasını bekliyoruz. Geliyor. Yaklaşıyor. Her zamanki gibi amansız, bölgenin dilini konuşmayı (en azından bir kısmını) ve gelenekleri öğrenen bir adam; hâlâ yabancı otel odalarındaki resim çerçevelerini düzeltecek bir adam. Hakkında değişen pek çok şey var ama bu onlardan biri değil. Tepenin zirvesine varıyor, artık o kadar yakınımızda ki terinin ekşimsi kokusunu alabiliyoruz. Başını kaldırıp ileriye bakıyor; herhangi bir tepenin zirvesine ulaştığında bu hareketi otomatik olarak yapar... bulunduğun yeri daima iyi tanı, Cort'un kurallarından biriydi ve sonuncu öğrencisi bunu hâlâ unutmuş değil. İlgisizce yukarı baktı, bakışları aşağı indi... ve durdu. Yolun yabani otlarla kaplı çatlak yüzeyine bir süre baktıktan sonra başını tekrar kaldırdı, bu kez daha yavaş hareket etti. Çok daha yavaş. Sanki karşısındakini görmekten korkuyormuş gibi.

İşte burada, böyle bir anda, hayatını adadığı hedef, görüş alanına ilk kez girdiğinde Roland'ın kalbindekileri kelimelere dökmek bir hikayeci için ne kadar zor olsa da ona katılmalı, içine gömülmeliyiz. Bazı anlar hayal gücünün ötesindedir.


2

Roland tepenin zirvesine ulaştığında başını hemen kaldırıp baktı; bir sorunla karşılaşacağını düşündüğünden değildi, artık çok derinlere yerleşmiş bir alışkanlıktı. Bulunduğun yeri daima iyi tanı derdi Cort ve bu düsturu zihinlerine kazımaya bebeklikten yeni çıktıkları günlerde başlamıştı. Dönüp geldikleri yola baktı -gülleri ezmeden etraflarından dolaşmak giderek güçleşmişti ama o ana dek hiçbirine zarar vermemeyi başarmıştı- ve sonra, az önce gördüğü kafasına dank etti.

Gördüğünü sandığın, dedi Roland kendi kendine hâlâ yola bakarak Tekrar yürümeye başladığımızdan beri ara sıra gördüğümüz o tuhaf kalıntılardan biridir muhtemelen.

Ama bunu düşündüğü an bile gerçek olmadığını biliyordu. Az önce gördüğü, Kule Yolu'nun yan tarafında değil, tam ilerisindeydi.

Boynunun eski bir kapının menteşeleri gibi gıcırdadığını duyarak başını tekrar kaldırdı. Karşısında, hâlâ kilometrelerce uzakta ama ufukta belirgin bir şekilde yükselen, güller kadar gerçek olan Kara Kule'nin tepesi vardı. Daha önce rüyalarında binlerce kez gördüğünü artık çıplak gözle görebiliyordu. Altmış veya seksen metre ötede yol daha yüksek bir tepeye tırmanıyordu. Bir tarafında, sarmaşıklarla dolu, çok eskilerden kalma bir Konuşan Çember, diğer tarafındaysa küçük bir demirağacı korusu vardı. Bu yakın ufkun merkezinin gerisinde, gökyüzüne uzanan ve sonsuz maviliği bir parça gölgeleyen siyah bir şekil vardı.

Patrick, Roland'ın yanında durdu ve kuş sesine benzer o sesi çıkardı.

"Görüyor musun?" diye sordu Roland. Sesi boğuktu, heyecan yüzünden çatlamıştı. Sonra, Patrick'in cevap vermesine olanak tanımadan çocuğun boynuna asılı olan şeyi işaret etti. Mordred'in eşyaları arasından almaya değer görünen sadece bu dürbün olmuştu.

"Dürbünü ver, Pat."

Patrick hemen çıkarıp uzattı. Roland dürbünü gözlerine götürerek netlik ayarını yaptı ve Kule'nin tepesi bir anda neredeyse dokunabileceği kadar yakın görününce nefesini tuttu. Ufkun üzerinde Kule'nin ne kadarı görünüyordu? Ne kadarına bakıyordu? Altı metrelik bir kısmına mı? Belki on beş? Bilmiyordu, ama Kule'nin gövdesinde spiral şeklinde yükselen dar pencerelerden en az üçünü ve en tepedeki cumba penceresini görebiliyordu. Parlak bahar güneşi altında rengârenkti. Merkezindeki siyah nokta, Geçiş'in gözü gibi ona bakıyordu.

Patrick kuş sesi çıkararak dürbünü almak için elini uzattı. O da bakmak istiyordu; Roland dürbünü hiçbir şey söylemeden verdi. Başı dönüyordu, bedeni oradaydı ama orada değilmiş gibiydi. Cort ile dövüşmeden önceki haftalarda da böyle hissettiğini hatırladı; bir rüyada veya ay ışının-daymış gibi. Bir şeyin, çok büyük bir değişimin yaklaştığını hissetmişti. O an da hissettiği buydu.

İşte orada, diye düşündü. Kaderim, hayatımın yolculuğunun son durağı orada. Ama kalbim hâlâ çarpıyor (doğru, eskisinden biraz daha hızlı atıyor), kanım damarlarımda dolaşmaya devam ediyor ve şüphesiz, bu kahrolası arabanın tutamaklarını kavramak için eğildiğimde belim şikâyet edecek ve hafifçe gaz da kaçırabilirim. Hiçbir şey değişmedi.

Bu düşüncenin ardından gelmesi muhakkak olan düş kırıklığım, moral çöküntüsünü bekledi. Beklediği gerçekleşmedi. Tek hissettiği zihninde filizlenip kaslarına dağılıyormuş gibi görünen tuhaf, yakıcı parlaklıktı. Oy ve Susannah'ya dair düşünceler sabah yola çıkmalarından beri ilk kez aklını terk etti. Kendini özgür hissetti.

Patrick dürbünü indirdi. Roland'a heyecanlı bir ifadeyle baktı. Ufukta yükselen siyah karaltıyı gösterip kuş gibi öttü.

"Evet," dedi Roland. "Bir gün, bir dünyada, senin bir başka versiyonun onun resmini yapacak. Arthur Eld'in atı Llamrei'ninkini de. Bunu biliyorum, çünkü kanıtını gördüm. Şimdi, gitmemiz gereken yer orası."

Patrick yine öttü ve suratını astı. Ellerini şakaklarına götürüp başını korkunç bir baş ağrısına sahip biri gibi öne arkaya salladı.

"Evet," dedi Roland. "Ben de korkuyorum. Ama bunun için yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Burda kalmak ister misin, Patrick? Kalıp beni beklemek? İstersen seni burda bırakacağım."

Patrick başını hemen iki yana salladı. Ve Roland'ın anlamaması ihtimaline karşı uzanıp kolunu sıkıca kavradı. Resimleri yaparken kullandığı sağ eli demir gibiydi.

Roland başını salladı. Hatta gülümsemeye çalıştı. "Evet," dedi. "Güzel. Benimle istediğin kadar kalabilirsin. Ama sonunda tek başıma gitmem gerektiğini bil."


3

Kara Kule, tepeleri birbiri ardına aştıkça daha da yakınlaştı. Gövdesinde spiral şeklinde yükselen yarık pencerelerden giderek daha fazla sayıda görmeye başladılar. Roland, Kule'nin tepesinden yükselen iki çelik direği görebiliyordu. Geriye kalan iki Işın'ın yolu üzerinde ilerleyen bulutlar Kule'nin tepesinden dört ayrı yöne uzanıyor, gökyüzünde kocaman bir X çiziyordu. Sesler yükseldi ve Roland şarkılarında dünyaların isimlerini söylemekte olduklarını anladı. Bütün dünyaların. Bunu nereden bildiğine dair bir fikri yoktu ama öyle olduğundan emindi. Varlığın hafifliği benliğini sarmayı sürdürdü. Sonunda, sol taraflarında dev gibi taş heykellerin kuzeye doğru yürür halde donduğu bir tepeyi aştıklarında Roland, Patrick'e arabaya binmesini söyledi. Çocuk şaşırmış göründü. Roland'ın ama yorgun değil misin? olarak algıladığı sesler çıkararak sorarcasına baktı.

"Evet ama yine de bir çapaya ihtiyacım var. Yoksa içimden bir ses hata olacağını söylemesine rağmen şu gördüğün Kule'ye doğru koşmaya başlayacağım. Kalbim bitkinlik yüzünden pes etmezse Kızıl Kral oyuncaklarından biriyle kafamı uçuracaktır. Bin, Patrick."

Patrick söyleneni yaptı. Dürbünü gözlerine götürdü ve hafifçe eğilerek oturdu.


4

Üç saat sonra çok daha dik bir tepenin eteğine vardılar. Roland'm yüreği ona bunun son tepe olduğunu söylüyordu. Onun ötesinde Can'-Ka No Rey vardı. Tepede, sağ tarafta bir zamanlar küçük bir piramit olduğu anlaşılan bir taş yığını vardı. Geriye kalanların yüksekliği yaklaşık dokuz metreyi buluyordu. Güller, tabanını kırmızı bir halka oluşturarak sarmıştı. Roland güllere bakarak yavaşça tırmanmaya başladı. Arabayı ağır adımlarla çekiyordu. Tırmanırken Kara Kule'nin tepesi görüş alanına tekrar dahil oldu. Artık bel hizasına dek yükselen demirleriyle balkonları da görebiliyordu. Dürbüne gerek yoktu, hava olağanüstü bir netlikteydi. Roland kalan mesafenin sekiz kilometreden fazla olmadığını düşündü. Belki sadece beş kilometreydi. Kule'nin katları inanmakta hâlâ güçlük çeken gözlerinin önünde birer birer görüş alanına giriyordu.

Roland son tepenin zirvesine varmadan hemen önce, sağ taraflarındaki kaya yığınından oluşan piramide yirmi adım kala durdu, eğildi ve arabanın tutamaklarını yola son kez bıraktı. Bedenindeki her bir sinir tehlike alarmı veriyordu.

"Patrick? Aşağı in."

Patrick, Roland'ın yüzüne endişeyle bakıp öterek söyleneni yaptı.

Silahşor başını iki yana salladı. "Sebebini henüz söyleyemem. Tek bildiğim, güvenli olmadığı." Sesler koro halinde şarkı söylüyordu, ama etraflarını saran havada hiçbir kıpırtı yoktu. Havada uçan veya öten tek bir kuş bile yoktu. Başıboş dolaşan yaban sığırları artık geride kalmıştı. Hafif bir esinti otları dalgalandırdı. Güller başlarını salladılar.

İkisi yan yana yürümeye başladı ve Roland yürürlerken üç parmaklı sağ elinin yan tarafında çekingen bir dokunuş hissetti. Patrick'e baktı. Dilsiz çocuk gülümsemeye çalışarak arkasına endişeyle baktı. Roland, çocuğun elini tuttu ve tepenin zirvesine el ele vardılar.

Altlarında dörtbir yandan ufka doğru göz alabildiğine uzanan kıpkırmızı bir battaniye vardı. Dümdüz ilerleyen, genişliği üç buçuk metre civarındaki tozlu beyaz bir çizgiden ibaret olan yol, kırmızı battaniyeyi bölüyordu. Koyu gri renkte, isli gibi görünen kule, tıpkı rüyalarmdaki gibi gül tarlasının tam ortasında gökyüzüne yükseliyor; pencereleri akşam güneşiyle parlıyordu. Yol burada ikiye ayrılıyor ve Kule'nin tabanı etrafında mükemmel bir çember çizdikten sonra tekrar birleşerek Roland'ın artık güneydoğu değil, doğu olduğundan emin olduğu yöne doğru uzanıyordu. Bir başka yol, bu yolla dik açı oluşturarak Kule'ye varıyordu. Roland pusulanın yönlerinin asıl yerlerine dönmüş olduklarını düşündü. Kara Kule kuşbakışı, kan dolu bir hedef tahtasının tam merkezindeymiş gibi görünüyor olmalıydı.

"Bu..." diye başladı Roland, ama keskin, delice bir çığlık o sırada esintiyle onlara taşındı. Mesafe yüzünden belirsizleşmemesi garipti. Işın'ın üzerinden geliyor, diye düşündü Roland. Ve güllerle taşınıyor.

"SİLAHŞOR!" diye haykırdı Kızıl Kral. "ŞİMDİ ÖLECEKSİN!"

Hafif başlayan, giderek keskinleşen ve Kule'yle güllerin birleşmiş şarkısına baskın çıkan, var olan en keskin bıçaktan çıkıyor gibi gelen bir ıslık sesi duyuldu. Patrick, Kule'ye aptalca bakarak olduğu yerde donakaldı; refleksleri her zamanki gibi çabuk olan Roland olmasaydı havaya uçacaktı. Hâlâ elinden tutmakta olan dilsiz çocuğu taş yığınından oluşan piramidin gerisine çekti. Güllerin arasına gizlenmiş başka taşlar vardı. Bunlara takılıp dengelerini kaybettiler ve yere kapaklandılar. Taşlardan birinin köşesi, Roland'ın kaburgalarına denk geldi.

Islık sesi yükselmeye devam ederek kulak zarlarını patlatabilecek bir çığlığa dönüştü. Roland altın rengi bir şeyin havada uçarak hızla geçtiğini gördü... sneetch'lerden biriydi. Arabaya çarptı ve eşyalarını dörtbir yana saçarak havaya uçurdu. Erzakların çoğu yolun üzerine düştü. Konserveler yuvarlanıyor, tangırdıyor, bazıları darbelerin etkisiyle açılıyordu.

Sonra Roland'ın dişlerini kamaştıran tiz bir kahkaha duyuldu. Patrick elleriyle kulaklarını kapadı. Kahkahadaki çılgınlık neredeyse tahammül edilemez ölçüdeydi.

"AÇIĞA ÇIK!" dedi uzaktan gelen çılgın, kahkaha dolu ses. "ÇIK ORTAYA DA OYNAYALIM, ROLAND! BURAYA GEL! KULE'NE GEL! ONCA YILDAN SONRA BURAYA GELMEYECEK MİSİN?"

Patrick umutsuzluk ve dehşet dolu gözlerle ona baktı. Resim defterini göğsüne bir kalkan gibi dayamıştı.

Roland piramidin kenarından dikkatle baktı ve Kule'nin tabanının iki kat yukarısındaki balkonda sai Sayre'ın ofisindeki resimde gördüğünün aynısını gördü: bir kırmızı, iki beyaz noktacık; bir yüz ve havaya kaldırılmış iki el. Ama bu yağlıboya bir resim değildi ve ellerden biri, bir şey fırlatıyormuşçasına hızla hareket etti. Cehenneme yaraşır, giderek yükselen tiz ıslık sesi tekrar duyuldu. Roland hızla piramidin gerisine yuvarlandı. Sonsuzluk gibi gelen bir duraksama oldu, ardından sneetch piramidin diğer tarafına çarparak patladı. Sarsıntı, yere yüzüstü kapaklanmalarına yol açacak kadar şiddetliydi. Patrick dehşetle haykırdı. Taş parçalan üzerlerine yağmur gibi yağdı. Bazı parçalar yolun üzerine düştü ama Roland, taşların tek bir güle bile çarpmadığını gördü.

Patrick dizleri üzerinde doğruldu ve koşarak kaçmaya niyetlendi -muhtemelen yola geri kaçacaktı- ama Roland parkasının yakasından kavrayarak çocuğu tekrar aşağı çekti.

"Burda yeterince güvendeyiz," diye mırıldandı Patrick'e. "Bak." Düşen bir kayanın açığa çıkardığı deliğe elini sokarak eklemleriyle vurdu. Çıkan tok ses üzerine gergince gülümsedi. "Çelik! Evet! Uçan ateş toplarının bir düzinesini fırlatsa bile bunu yıkamaz. Tek yapabileceği taşlarla kayaları havaya uçurup altındakini açığa çıkarmak. Anladın mı? Ve cephanesini harcayacağını sanmıyorum. Yanında bir eşek yükünden fazlası yoktur."

Roland, Patrick'in cevap vermesine kalmadan piramidin kenarından tekrar baktı. Ellerini ağzının iki yanma kaldırarak bağırdı: "TEKRAR DENE, SAİ! HÂLÂ BURDAYIZ, BELKİ BİR SONRAKİ DENEMENDE İSABET ETTİRİRSİN!"

Delice ses bir dakikalık bir sessizliğin ardından tekrar duyuldu. "İİİİİİEEEEEE! SAKIN BENİMLE ALAY ETMEYE KALKMA! SAKIN BUNA CÜRET EDEYİM DEME! İİİİİİİEEEE!"

Giderek yükselen ıslık sesi tekrar duyuldu. Roland, Patrick'i yakalayıp yere yatırdı ve üzerine uzandı. Piramidin gerisindeydiler ama taşlara yaslanmamışlardı. Roland patlamanın iç kanamaya yol açacak kadar sarsacağından korkuyordu. Veya iç organlarını pelteye çevirmesinden.

Ancak sneetch bu kez piramide çarpmadı. Yolun üzerinden hızla geçti. Roland, Patrick'in üzerinden yuvarlanarak indi ve altın rengi topun havada bir dönüş yapıp hedeflerine yöneldiği anı gördü. Havadaki küçük topu tabancasıyla kilden bir tabakmış gibi vurdu. Kör edici bir ışıltı oldu ve sneetch yok oldu.

"ŞU İŞE BAK! HÂLÂ BURDAYIZ!" diye bağırdı Roland alaycı bir sesle. Avazı çıktığı kadar bağırırken sesinin tonunu ayarlamak güçtü.

Karşılık olarak çılgınca bir çığlık duyuldu: "İİİİİEEEEEEE!" Roland bu çığlıkların Kızıl Kral'ın kafasını ortadan ikiye ayırmamış olduğuna şaşıyordu. Tabancasının boşalan kurşun yatağını doldurdu -tabancasını mümkün olduğunca uzun süre dolu tutmaya kararlıydı- ve bu kez iki ıslık sesi duyuldu. Patrick inleyerek yüzüstü döndü ve yüzünü otlara gömerek başını elleriyle örttü. Roland sırtını kayalar ve çelikten oluşmuş piramide dayadı ve altıpatlarını bacağına yaslayarak rahatlamış halde beklemeye koyuldu. Aynı anda tüm iradesini tek bir nesneye odakladı. Gözleri, yükselen tiz ses yüzünden yaşarmak istiyordu, ama buna izin veremezdi. Hayatı boyunca olağandan keskin gözleriyle tanınmıştı ve bu yeteneğine en fazla ihtiyaç duyduğu andaydı.

Sneetch'\er yol üzerinden hızla uçtuğu sırada mavi gözleri hâlâ kuruydu. Bu kez biri soldan, diğeri sağdan döndü. Birbirlerinin uzağından önce bir yöne, sonra diğerine uçtular. Fark etmiyordu. Roland bacaklarını uzatmış, rahat bir pozisyonda oturuyor, kalbi yavaş ve düzenli bir ritimle çarpıyor, gözleri son derece net görüyordu (o son gün gözleri daha keskin olsa rüzgârı bile görebileceğini düşündü). Sonra tabancasını kaldırdı, her iki sneetch'i de havada vurdu ve patlamanın görüntüsü hâlâ kalbinin ritmiyle gözlerinin önünde nabız gibi atarken derhal yine doldurdu.

Piramidin kenarından uzandı, dürbünü aldı ve uygun yükseklikte bir kayaya dayayarak düşmanına baktı. Kızıl Kral bir anda adeta dibinde belirdi ve Roland, ömründe ilk kez tam hayal ettiği şeyi gördü: çengel şeklinde, balmumu gibi, devasa bir burnu olan yaşlı bir adam; gür, beyaz sakallar arasından görünen kırmızı dudaklar; neredeyse sıska kalçasına dek uzanan kar gibi bembeyaz saçlar. Pembeleşmiş yüzü, hacılara doğru dönmüştü. Kral'm üzerinde kıpkırmızı bir cüppe vardı. Cüppesinde oraya buraya serpiştirilmiş şimşek desenleri ve esrarlı semboller vardı. Susannah,

Eddie ve Jake görse onu Noel Baba'ya benzetirdi. Roland'a ise neyse o gibi görünüyordu: vücut bulmuş cehennem.

"AMMA DA YAVAŞSIN!" diye bağırdı Silahşor alayla. "ÜÇ TANE DENE! ÜÇÜNÜ BİRDEN FIRLATIRSAN BELKİ SANA YARAR!"

Dürbünle bakmak, yan yatmış, sihirli bir kum saatine bakmak gibiydi. Roland, Yaşlı Kızıl Kral'ın olduğu yerde öfkeyle zıplamasını, kollarını neredeyse komik denecek bir şekilde havada sallamasını izledi. Roland, cüppeli figürün ayaklarının dibinde bir kasa olduğunu düşündü ama emin olamadı; balkonun zeminiyle demirleri arasındaki tahtalar görüşü engelliyordu.

Cephanesi olmalı, diye düşündü. Öyle olmalı. O büyüklükte bir kasaya kaç tane sığar? Yirmi mi? Elli? Fark etmiyordu. Roland, Kızıl Kral aynı anda on ikiden fazla sneetch fırlatmadığı sürece yaşlı iblisin onlara fırlatacağı her şeyi havada vurma konusunda kendine güveniyordu. Ne de olsa bunun için yaratılmıştı.

Ne yazık ki Kızıl Kral da bu gerçeği Roland kadar iyi biliyordu.

Balkondaki yaratık o iğrenç, tiz çığlıklarından birini daha attı (Patrick kirli elleriyle kulaklarını kapadı) ve yeni cephane alma niyetiyle kasaya eğilecek oldu. Ancak son anda durdu. Roland, yaratığın balkon demirlerine yaklaşmasını izledi... ve sonra doğruca Silahşor'un gözlerine baktı. Bakışı kıpkırmızı yanıyordu. Roland bakışların büyüsüne kapılmamak için dürbünü hemen indirdi.


Yüklə 2,92 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   54   55   56   57   58   59   60   61   62




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin