Çocuk asfalt patikadan hemen ağaçların arasına daldı. Orada gördüğü manzara beysbol eldivenini yere düşürmesine neden oldu O eldiven bir Alvin Dark modeliydi, sonradan onu bulamayacaktı. Arkasından gelen biri onu yürütmüş olmalıydı. Sorun değildi. Günün ilerleyen saatlerinde beysbol eldiveni onun için dert olmaktan çıkacaktı.
Carol onu avuttuğu aynı karaağacın altında oturuyordu. Dizlerini tâ göğüslerine kadar çekmişti. Yüzü kül rengini almıştı. Gözlerinin etrafındaki kara halkalar yüzüne bir rakun havası vermişti. Burun deliklerinin birinden kan süzülüyordu. Sol kolunu diyaframının üstüne bastırmış, gömleğini bir iki yıl sonra meme olacak yumrucukların üstüne sıkı sıkı çekmişti. O kolun dirseğini sağ eliyle sıkı sıkı tutuyordu.
Şortunun üstüne insanın başından geçiriverdiği uzun kollu bol bir bluz giymişti. Bobby sonradan olanların suçunu kızın aptal gömleğine yükleyecekti. Onu güneş yanığından korunmak için giymiş olmalıydı; böylesine sıcak bir günde uzun kollarla gezmenin nedeni ancak bu olabilirdi. Gömleği kendisi mi seçmişti, yoksa Bayan Gerber mi onu kızına zorla giydirmişti? Önemi var mıydı bunun? Evet, düşünmeye zaman bulunca Bobby düşünüp, evet diye karar verecekti. Önemi vardı, tabii ki büyük önemi vardı. Ama uzun kollu bluz şimdilik konu dışıydı. O ilk an, Bobby'nin tek dikkatini çeken Carol'un sol üst kolu oldu. Görünüşe bakılırsa, bir değil, iki omzu vardı.
Kız, şaşkınlık yansıtan parlak gözlerini arkadaşına çevirerek, "Bobby, canımı yaktılar," dedi.
Kız şoktaydı. Aslında Bobby de şoktaydı ve içgüdülerine uyarak koşuyordu. Kızı kaldırmaya yeltenince Carol acıyla haykırdı. Tanrım. ne biçim sesti bu.
Çocuk onu tekrar oturtarak, "Koşup yardım getireceğim," dedi. "Sen kımıldamamaya çalış."
Ne var ki Carol başını sallıyordu, kolunu sarsmamak için dikkatlice sallıyordu başını. Mavi gözleri duyduğu acı ve dehşetten adeta siyaha dönmüştü. "Hayır, Bobby, hayır," diyerek inledi. "Beni sakın burada bırakma. Geri gelirlerse? Geri gelip daha fazla canımı yakarlarsa?" O uzun ve sıcak perşembe gününde olanların bir bölümü geçirdiği şokun etkisiyle Bobby'nin belleğinden silinecekti. Ama şu kadarı her zaman netliğini koruyacaktı: Carol'un başını kaldırıp ona bakışı ve Geri gelip daha fazla canımı yakarlarsa? deyişi.
"İyi ama... Carol..."
"Yürüyebilirim. Bana yardım edersen yürüyebilirim."
Bobby denemek için kolunu kızın beline doladı. Carol'un tekrar haykırmamasını diliyordu. Bu çok kötü olmuştu.
Carol ağacın gövdesini sırtına destek ederek ağır ağır ayağa kalktı. Kalktığı sırada sol kolu biraz kıpırdamıştı. O acayip çift omuz kıtırdayıp kasıldı. Kızcağız inlediyse de bağırmadı. Buna da şükür.
Bobby, "Dursan daha iyi olacak," dedi.
"Hayır, buradan çıkmak istiyorum. Bana yardım et. Tanrım, ne kadar canım yanıyor."
Tamamen ayağa kalktığında durum biraz düzelmiş görünüyordu. Evlenmenin eşiğindeki bir çiftin ciddiyetiyle ağır ağır koruluktan çıktılar. Ağaçların gölgesinden çıkınca gün öncekinden de sıcak ve insanın gözlerini kamaştıracak kadar parlak gözüktü. Bobby etrafına bakındıysa da kimseyi göremedi. Parkın daha derinlerinde bir yerde küçük bir çocuk grubu (herhalde Sterling House'daki Sparrows veya Robins) bir şarkı söylüyordu, ama beysbol sahalarının etrafında kimseler yoktu; ne çocuklar, ne de bebek arabaları süren anneler görünürdeydi. Keyfi yerinde olduğu zaman size dondurma veya bir torba Amerikan fıstığı satın alan mahallenin polisi Raymer bile ortalıkta yoktu- Herkes sıcaktan kaçarak evine sığınmıştı.
Bobby'nin kolu Carol'un beline dolanmış halde ağır ağır yürüyerek Commonwealth'le Broad Sokağı'nın köşesine çıkan patikayı izlediler. Broad Sokağı Tepesi de park kadar ıssızdı; kaldırım bir sobanın yukarsındaki hava gibi dalgalanıyordu. Görünürde ne bir yaya vardı ne de hareket halinde bir otomobil.
Kaldırıma çıktılar. Bobby tam ona karşıya geçip geçemeyeceğini soracaktı ki, Carol fısıltıyı andıran tiz bir sesle, "Ah Bobby, galiba bayılıyorum," dedi.
Çocuk panik halinde bakınca, kızın gözlerinin kaydığını ve beyazlarının meydana çıktığını gördü. Carol kesilmiş bir ağaç gibi iki yana sallanıyordu. Bobby düşünmeden eğildi ve tam Carol'un dizleri çözülürken onu baldırlarıyla dizlerinin altından yakaladı. Kızın sağında durduğundan sol koluna daha fazla acı vermeden bunu yapabilmişti. Carol da baygın haliyle bile sağ eliyle sol dirseğini tutuyor, kolunun kıpırdamamasını sağlıyordu.
Carol Gerber, Bobby ile aynı boyda, hatta belki ondan biraz daha uzundu. Kilosu da arkadaşınınkine yakındı. Bobby'nin normalde Carol'u kollarında taşırken Broad Sokağı'nda sendeleyerek yürümeyi bile başaramaması gerekirdi. Ama şok durumundaki insanlar şaşılacak kuvvet patlaması gösterebilirler. Bobby de o kızgın haziran güneşinin altında Carol'u sendeleyerek taşımıyor, iyiden iyiye koşuyordu. Kimse onu durdurmadı, kimse ona küçük kızın nesi olduğunu sormadı, kimse ona yardım önermedi. Çocuk Asher Caddesi'nden otomobillerin geçtiğini duyuyordu, ama dünyanın bu köşesi herkesin aynı anda uykuya daldığı Midwich'e benzemişti.
Carol'u annesine götürmek aklının köşesinden bile geçmedi. Gerber'lerin evi yokuşun daha yukarsındaydı, ama asıl neden bu değildi. Bobby'nin tek düşünebildiği Ted'di. Carol'u Ted'e götürmek zorundaydı. Ted ne yapılması gerektiğini bilirdi.
Dairesinin sokak kapısına çıkan basamakları tırmanırken doğaüstü gücü tükenmeye yüz tuttu. Sendeledi, Carol'un acayip çift omzu da bu arada trabzana çarptı. Kız Bobby'nin kollarının arasında kasıldı ve bir çığlık attı. Yarı kapalı gözleri de ardına kadar açılmıştı.
Çocuk kendi sesine benzetemediği soluk soluğa bir fısıltıyla, "Neredeyse geldik," dedi. "Seni çarptığım için üzgünüm, ama geldik sayılır."
Kapı açıldı ve Ted dışarı çıktı. Gri takım elbisesinin pantolonunu ve atkılı atlet fanilasını giymişti. Pantolon askıları dizleri hizasında sallanıyordu. Şaşkın ve ilgili gözüküyorsa da korkmuşa benzemiyordu.
Bobby sonuncu basamağı çıkmayı başardı, ama hemen sonra arkaya doğru yaylandı. Korkunç bir an boyunca aşağıya devrileceğini, de başının beton kaldırıma çarparak kırılacağını düşündü. Ted onu yakalayıp düşmesini önledi."Onu bana ver."
Bobby, "Önce onun öbür yanına geçin," diye soludu. Kolları gitar telleri gibi titriyor, omuzları da cayır cayır yanıyordu. "Orası yaralı yanı." Ted gelip Bobby'nin yanında durdu. Carol onlara bakıyor, sarı saçları Bobby'nin bileğinin üstüne dökülüyordu. Ted'e, "Canımı yaktılar» diye fısıldadı. "Willie'den... onları durdurmasını istedim, ama yapmadı."
Ted, "Konuşma," dedi. "iyileşeceksin."
Carol'u Bobby'nin kollarının arasından elinden geldiğince hırpalamadan aldı, ama bu arada sol kolunu hafifçe sarsmanın önüne geçemediler. Çift omuz beyaz gömleğin altında kıpırdadı. Carol önce inledi, sonra da ağlamaya başladı. Sağ burun deliğinden yeniden taze kan damladı. Teninin üstünde parlak kırmızı bir damla... Geceki düşü Bobby'nin bir an gözlerinin önünde canlandı: göz. Kırmızı göz.
"Benim için kapıyı tut, Bobby."
Bobby kapıyı sonuna kadar açarak öylece tuttu. Ted, Carol'u holden geçirerek Garfield'lerin dairesine soktu. Liz Garfield o sırada New York, New Haven & Hartford Demiryolu'nun Harwich istasyonundan çarşı caddesine inen demir basamaklarındaydı. Kronik bir hastanın duraklayan adımlarıyla ilerliyordu. Her elinde bir bavul vardı. Gazete satış kulübesinin sahibi Bay Burton o sırada kapısında durmuş, sigarasını tüttürüyordu. Liz'in merdivenin altına ulaşmasını, küçük şapkasının vualetini kaldırmasını ve bir mendili yüzüne bastırmasını seyretti. Mendilin tenine her dokunuşunda irkiliyordu. Çok makyaj yapmıştı, ama makyajın fazla bir yararı olmamıştı. Makyaj sadece başına gelenlere dikkati çekiyordu. Vualet, yüzünün sadece üst yarısını örtmesine rağmen daha etkiliydi; Liz bu yüzden onu indirdi. Bekleyen üç taksinin ilkine yaklaştı, şoför de bavullarını yerleştirmesine yardım etmek için arabasından indi.
Burton, kadını kimin patakladığını merak etti. Bu her kimse şu anda kalın sopalı polisler tarafından kafasına masaj yapılmasını diledi.
Bir kadına bunu yapabilen bir adam cezayı hak etmiş sayılırdı. Bir kadına bunu yapabilmiş bir erkeğin serbest dolaşmaya hakkı yoktu. Burton böyle düşünüyordu.
Bobby, Ted'in Carol'u kanepeye yatıracağını sanmıştı, ama bunu yapmadı. Oturma odasında dik arkalıklı bir iskemle vardı. Ted kızı kucağına alarak buraya oturdu. Carol'u, Grant's mağazasındaki Noel Baba'nın tahtında oturduğu zaman ona gelen küçük çocukları tuttuğu biçimde tutuyordu.
"Başka neren acıyor? Yani omzundan başka?"
"Mideme vurdular. Yanıma da."
Ted kızın gömleğinin o yanını yavaşça yukarı sıyırdı. Carol'un göğüs kafesini köşegen olarak kat eden bereyi görünce, Bobby'nin dudaklarının arasından ıslığa benzer bir ses çıktı. Beysbol sopasının şeklini görür görmez tanımıştı. Bunun kimin beysbol sopası olduğunu da biliyordu: kendini Robin Hood sanan Harry Doolin adındaki sivilceli budalanın. O, Richie O'Meara ve Willie Shearman parkta kızı yalnız yakalamışlar, Richie ile Willie onu tutarken Harry de beysbol sopasıyla meydan dayağına çekmişti. Bu arada üçü de gülüyorlar, ona Gerber Bebeği diyorlardı. Dayak faslı belki şaka yollu başlamış, ama sonra kontrolden çıkmıştı. Sineklerin Tanrısı'nda olanlarla bunun arasında bir benzerlik yok muydu? Birazcık kontrolden çıkma durumu muydu bu?
Ted, Carol'un beline dokundu. Boğum boğum parmakları açılarak yavaş yavaş yanından yukarı kaydılar. Ted bu hareketi, dokunmaktan çok dinliyormuş gibi başını havaya dikerek yapıyordu. Belki gerçekten de dinliyordu. Ted bereye ulaşınca Carol'un soluğu kesildi.
Ted, "Canın mı yandı?" diye sordu.
"Biraz. Ama omzum kadar değil. Kolumu kırmışlar, değil mi?"
Ted, "Hayır, sanmıyorum," diye karşılık verdi.
"Çatırdadığını duydum. Onlar da duydular. Bu yüzden kaçtılar."
"Evet, duyduğuna eminim. Bundan şüphem yok."
Carol'un yanaklarına gözyaşları süzülüyordu. Yüzü de hâlâ kül rengindeydi. Ama şimdi daha sakin görünüyordu. Ted kızın gömleğini koltukaltlarına kadar sıyırdı ve bereye baktı. Bobby bu bereye neyin sebep olduğunu benim kadar o da biliyor, diye düşündü.
"Kaç kişiydiler, Carol?"
Bobby, üç diye düşündü.
"Ü-üüç."
"Üç erkek çocuk mu?"
Carol başının hareketiyle doğruladı.
"Küçük bir kıza karşı üç erkek çocuk. Senden korkmuş olmalılar. Belki de senin bir aslan olduğunu düşünmüşlerdir. Sen bir aslan mısın, Carol?"
Carol, "Keşke olsaydım," dedi. Gülümsemeye çalıştı. "Keşke kükreyip onları kaçırabilseydim. Canımı yaktılar."
"Orasını biliyorum." Ted elini aşağı kaydırdı ve göğüs kafesinde beysbol sopasının yol açtığı bereyi avuçladı. "Nefes al."
Bere Ted'in elinin altında şişti. Bobby berenin mor şeklini Ted'in nikotin lekeleri içindeki parmaklarının arasında görebiliyordu. Adam Carol'a, "Acıyor mu?" diye sordu.
Carol hayır gibilerden başını salladı.
"Nefes aldığın zaman da mı acımıyor?"
"Hayır."
"Kaburgaların elime dayandığı zaman da mı acımıyor?"
"Hayır. Yalnız hassas. Asıl acıyan..." Carol, çift omzunun korkunç şekline göz attı, sonra başını çevirdi.
"Biliyorum. Zavallı Carol. Zavallı yavrucak. Oraya bakacağız. Başka nerene vurdular? Galiba midene demiştin?"
"Evet."
Ted, kızın gömleğinin önünü kaldırdı. Bir bere daha vardı, ama bu öteki kadar derin ve kötü gözükmüyordu. Ted kızın karnını parmaklarıyla yavaşça yokladı, önce göbeğinin üstünü, sonra altını bastırdı. Küçük kız buralarda omzundaki gibi bir acı olmadığını, fakat karnının da kaburgaları gibi çok hassas olduğunu belirtti.
"Sırtına vurmadılar mı?"
"Ha-hayır."
"Ya başına ve boynuna?"
"Yalnız yanıma ve mideme. Sonra da omzuma vurdular ve o ses duyuldu. Onlar da bunu duyup kaçtılar. Bense Willie Shearman'ın iyi biri olduğunu sanıyordum." Carol, Ted'e acıklı bir bakış fırlattı.
"Başını bana doğru çevir. Carol... güzel... şimdi de öbür yana çevir. Başını çevirmek sana acı duyurmuyor, değil mi?"
"Hayır."
"Başına hiç vurmadıklarından eminsin, değil mi?"
"Hayır. Yani evet demek istiyorum, eminim."
"Şanslı kız."
Ted'in neye dayanarak Carol'a şanslı dediğine Bobby'nin aklı ermiyordu. Kızın sol kolu ona sadece kırık gözükmüyordu; neredeyse yarı yarıya kopmuş gibiydi. Bobby birden pazar günü yedikleri tavuk kızartmasını ve ikiye ayrıldığı zaman lades kemiğinin çıkardığı tok sesi hatırladı. Midesine bir şey düğümlenmişti. Bir an yediği kahvaltıyı ve öğle yemeğini oluşturan bir günlük ekmeği çıkaracağını sandı.
Hayır, dedi kendi kendine. Şimdi olmaz. Ted'in yeterince sorunu var, birde sen ona yük olamazsın. "Bobby?" Ted'in sesi net ve kararlıydı. Sorundan çok çözümleri olan bir adam izlenimi uyandırıyordu. Bu da insanı rahatlatan bir şeydi. "İyi misin?"
"Evet." Bobby doğru yanıt verdiğini sanıyordu. Midesi düzelmeye başlamıştı.
Ted, "Güzel," dedi. "Onu buraya getirmekle iyi ettin. Biraz daha dayanabilecek misin?"
"Evet."
"Bir makasa ihtiyacım var. Bana bir makas bulabilir misin?"
Bobby annesinin yatak odasına geçti, konsolunun üst çekmecesini açtı ve bunun içinden hasır dikiş sepetini çıkardı. Sepetin içinde orta boy bir makas vardı. Koşarak oturma odasına döndü ve makası Ted'e gösterdi. "Bu işinize yarar mı?"
Yaşlı adam, "Evet," diyerek makası aldı. Sonra Carol'a döndü. "Ne yazık ki gömleğini bozmak zorunda kalacağım, Carol. Çok üzgünüm, ama hemen şimdi omzuna bakmak zorundayım ve gereğinden fazla canını yakmak istemiyorum."
Carol, "İyi," dedi ve yine gülümsemeye çalıştı. Küçük arkadaşının cesareti Bobby'de biraz hayranlık uyandırmıştı; kendi omzu bunun gibi olsa, herhalde dikenli tellere yakalanan bir koyun gibi melerdi.
Ted, "Evine dönerken Bobby'nin gömleklerinden birini giyebilirsin. Öyle değil mi, Bobby?" dedi.
"Tabii. Birkaç bite itirazım yok."
Carol dudak büktü. "Çok komik."
Ted büyük bir dikkatle çalışarak gömleğin önce önünü, sonra da kasını boydan boya kesti. Bundan sonra iki parçayı, bir yumurtanın kabuğunu soyar gibi çekip çıkardı. Sol yanda çok dikkatli hareket ettiği halde, Ted'in parmakları omzuna değince Carol acı bir çığlık attı. Bobby yerinden zıpladı, yavaşlamakta olan kalbi de yine yarış temposuyla atmaya başladı.
Ted, "Üzgünüm," diye mırıldandı. "Aman Tanrım. Şuna bak."
Carol'un omzunun çirkin bir görünümü vardı, ama Bobby'nin korktuğu kadar değildi; zaten birçok şey onlara dikkatle bakılınca öyle değildir, ikinci omuz normal olandan daha yüksekti, derisi de o kadar gerilmişti ki, Bobby nasıl olup da çatlayıp açılmadığına şaşıyordu. Ayrıca, garip bir mor rengi vardı.
Carol, "Ne kadar kötü?" diye sordu. Odanın içinde aksi yöne bakıyordu. Küçük yüzünün bir UNICEF çocuğunun aç ve acılı görünümü vardı. Bobby'nin bildiği kadarıyla yaralı omzuna o bir tek kısa göz atıştan sonra bir daha bakmamıştı. "Bütün yazı alçıda geçireceğim, değil mi?" diye sorup merakla Ted'in yüzüne baktı.
"Kolun kırık değil, kızım, sadece eklem yerinden çıkmış. Birisi omzuna mı vurdu?"
"Harry Doolin..."
"Kemiğin üst başının eklemden çıkmasına yetecek kadar sert vurmuş. Sanırım, eklemini yerine oturtabilirim. Sonra her şeyin düzeleceğini bilerek bir iki saniye çok şiddetli bir acıya katlanabilir misin?"
Küçük kız, "Evet," diye hemen atıldı. "Kolumu onarın, Bay Brautigan. Lütfen."
Bobby yaşlı adama biraz kuşkuyla baktı. "Bunu gerçekten yapabilir misiniz?"
"Evet. Bana kemerini ver."
"Ne?"
"Kemerini dedim. Onu bana ver."
Bobby Noel için kendisine verilen yeni kemerini pantolonunun köprülerinden dışarı kaydırarak Ted'e uzattı. Yaşlı adam bunu gözlerini Carol'dan ayırmadan aldı. "Soyadın nedir, tatlım?"
"Gerber. Bana Gerber Bebeği dediler, ama ben bebek değilim!"
"Olmadığından eminim. Üstelik şimdi bunu kanıtlayacaksın." diyen adam oturduğu iskemleden kalktı, Carol'u buraya oturttu, sonra göz önünde eski filmlerde sevgilisine evlenme teklif eden bir erkek gibi yere diz çöktü. Bobby'nin kemerini iri ellerine iki kere dolayıp bunu Carol'un sağlam eline verdi. Küçük kız, dirseğini bırakarak parmakların kemerin etrafında kenetledi. Ted, "Güzel," dedi. "Şimdi onu ağzına al"
"Bobby'nin kemerini ağzıma mı sokacağım?"
Ted'in bakışı Carol'dan ayrılmıyordu... Kızın yaralı olmayan kolunu dirseğinden bileğine doğru okşamaya başladı. Parmakları ön kolunun üstünde aşağı kayıyor... duruyor... sonra tekrar dirseğine dönüyor... tekrar ön kolundan aşağı kayıyordu. Bobby onu sanki ipnotize ediyor, diye düşündü, ama gerçekte bu işin sankisi yoktu. Ted onu ipnotize ediyordu. Gözbebekleri aynı garip şekilde büyümeye ve küçülmeye... büyümeye ve küçülmeye... büyümeye ve küçülmeye başlamıştı. Gözlerinin hareketiyle parmaklarının hareketi tam bir uyum halindeydi. Carol dudaklarını aralamış, adamın yüzüne bakıyordu.
"Ted... gözleriniz..."
"Evet, evet." Yaşlı adam sinirli gözüküyor, gözlerinin durumuyla fazla ilgilenmiyordu. "Acı, ağrı yükselir, Carol, bunu biliyor muydun?"
"Hayır..."
Gözleri Ted'in gözlerine odaklanmıştı. Ted'in küçük kızın kolunun üstündeki parmakları bir iniyor, bir çıkıyor, bir iniyor, bir çıkıyordu. Gözbebekleri yavaşlamış bir kalp atışı gibiydi. Bobby, Carol'un iskemlenin üstünde gevşediğini görebiliyordu. Kemeri hâlâ tutuyordu, yaşlı adam okşayışını bırakıp elinin üstüne dokununca, küçük kız hiç itiraz etmeden elini yüzüne yaklaştırdı.
Ted, "Evet," dedi. "Acı kaynağından beyne yükselir. Omzunu yerine oturttuğum zaman büyük bir acı oluşacak, ama o acı beynine doğru yükselirken sen en büyük kısmını ağzınla yakalayacaksın. Onu dişlerinle ısıracak ve Bobby'nin kemerine yapıştıracaksın, böylece ancak küçük bir kısmı her şeyin en yoğun hissedildiği yer olan beynine ulaşabilecek. Beni anlıyor musun, Carol?"
"Evet..." Küçük kızın sesi sanki oradan uzaklaşmıştı. Üstünde sadece şortu, ayaklarında da tenis papuçları olduğu halde dik arkalıklı iskemlede otururken pek küçük görünüyordu. Bobby, Ted'in gözbebeklerinin normalleşmiş olduğuna dikkat etti.
"Kemeri ağzına sok."
Carol kemeri dudaklarının arasına sıkıştırdı.
"Canın yandığı zaman ısır onu."
"Canım yandığı zaman."
"Acıyı yakala."
"Yakalayacağım."
Ted iri işaret parmağını son bir kez kızın dirseğinden bileğine kaydırdı, sonra Bobby'ye baktı. "Bana şans dile."
Bobby istekle, "Şans," diye karşılık verdi.
Carol tâ uzaklardan gelen hülyalı bir sesle, "Bobby bir adamın üstüne ördek fırlattı," dedi.
Ted, "Öyle mi?" diye sordu. Yavaşça Carol'un sol bileğini sol elinin içinde hapsetti.
"Bobby adamın alçak adamlardan biri olduğunu sanmış."
Ted Bobby'ye baktı.
Bobby, "O tür alçak adamlardan biri değil," dedi. "Neyse... boş ver."
Ted, "Öyle de olsa çok yakındalar," dedi. "Kentin saati, kentin düdüğü..."
Bobby, "Onları duydum," dedi.
"Bu gece annenin dönmesini beklemeyeceğim, buna cesaret edemem. Günü sinemada, parkta ya da başka bir yerde geçireceğim. Hiçbiri işe yaramazsa Bridgeport'ta yoksulların kaldığı ucuz oteller vardır. Carol, hazır mısın?"
"Hazırım."
"Acı yükselince ne yapacaksın?"
"Onu yakalayacağım. Isırıp Bobby'nin kemerine yapıştıracağım."
"Aferin. On saniye sonra kendini çok daha iyi hissedeceksin."
Ted derin bir soluk aldı. Sonra uzattığı sağ elini Carol'un omzunun yukarsındaki mor renkli şişin hemen yukarsında durdurdu. "Acı Şimdi başlıyor, tatlım. Cesur ol."
On saniye sürmedi; beş saniye bile değil. Bobby'ye göreyse her şey bir saniyede olup bitti gibi geldi. Ted, sağ elinin ayasının şiş bölümünü doğrudan Carol'un gerilmiş kasının içinden yükselen yumrunun üstüne bastırdı. Aynı anda kızın bileğini hızla çekti. Carol'un çenesi kemerin üstüne kapandı. Bobby bazen boynu tutulduğu ve başını çevirdiği zaman çıkan kısa çatırtıya benzer bir ses duydu. Aynı anda da Carol'un kolundaki şiş kayboldu.
Ted, "Harika!" diye bağırdı. "Başarılı olmuşa benziyor! Carol!"
Küçük kız ağzını açtı. Bobby'nin kemeri ağzından kucağına düştü. Bobby kemerin üstünde minik noktalardan oluşmuş bir dizi fark etti. Carol'un dişleri kemerin üstünde adeta bir dizi delik açmıştı.
Küçük kız şaşkınlıkla, "Artık acımıyor," dedi. Sağ elini derinin daha koyu bir mora dönüştüğü yere kaydırdı. Bereye dokundu ve suratını ekşitti.
Ted, "Orası bir hafta kadar duyarlı olacaktır," diye onu uyardı. "Ve sen de o kolunu en az iki hafta kaldırmamalı veya o elinle bir şey atmamalısın. Eğer bu uyarılarıma dikkat etmezsen, kolun yine yerinden çıkabilir."
"Dikkat ederim." Carol artık koluna bakabiliyordu. Sınayan hafif parmaklarla bereye dokunmayı sürdürdü.
Ted, "Acının ne kadarını yakalayabildin?" diye sordu. Yaşlı adamın yüzündeki anlam ciddiyetini korurken Bobby onun sesinde hafif bir gülümseyişin izini fark eder gibi oldu.
Carol, "Çoğunu," dedi. "Hemen hemen hiç canım yanmadı gibi bir şey." Bu sözler ağzından çıkar çıkmaz iskemlesinin üstünde yığılıp kaldı. Gözleri açıktı, fakat odaklaşmıyordu. Carol ikinci kez bayılmıştı.
Ted, Bobby'ye bir bez ıslatıp kendisine getirmesini söyledi. "Su soğuk olsun," dedi. "Bezi sık, ama çok fazla değil."
Bobby banyoya koştu, küvetin yanındaki raftan bir yüz havlusu aldı ve soğuk suyla ıslattı. Banyo penceresinin alt yarısı buzlu camdı, ama çocuk üst yarıdan dışarı bakmış olsaydı, annesinin taksisinin evin önünde durduğunu görecekti. Bobby bakmadı. Dikkatini ona verilen görev üzerinde yoğunlaştırmıştı. Yeşil anahtar halkasına da dikkat etmedi, oysa tam gözlerinin önündeki rafta duruyordu.
Oturma odasına dönünce, Ted dik arkalıklı iskemlede oturuyordu. Carol'u yine kucağına almıştı. Bobby küçük kızın kollarının, (bereli olmayan yerlerinde) pürüzsüz beyazlıktaki tenine kıyasla güneşten ne kadar esmerleşmiş olduklarına dikkat etti. Çocuk sanki kollarına naylon çoraplar geçirmiş, diye düşünerek içinden güldü. Carol'un gözleri açılmıştı. Bobby'nin kendisine yaklaşmasını izliyordu. Ama durumu pek parlak değildi; saçları karışmıştı, yüzü ter içindeydi ve burun deliğiyle ağzının köşesinin arasında kurumakta olan bir kan sızıntısı göze çarpıyordu.
Ted havluyu aldı ve bununla kızın yanaklarıyla alnını silmeye başladı. Bobby iskemlenin yanında yere diz çöktü. Carol biraz doğruldu ve ıslak serinlik kaynağına doğru yüzünü büyük bir hazla uzattı. Ted, kızın burnunun altındaki kanı da temizleyerek havluyu oradaki sehpanın üstüne bıraktı. Carol'un terden ıslanmış saçlarını da alnından uzaklaştırdı. Bazı perçemler tekrar öne düşünce Ted, kızın saçlarını arkaya doğru sıvazlamak için elini uzattı.
Fakat hareketini tamamlamasına vakit kalmadan verandanın kapısı çarpıldı. Holü aşan ayak sesleri duyuldu. Carol'un nemli alnının üstündeki el sanki donup kalmıştı. Bobby, Ted'le göz göze geldi. Bir tek düşünce, tek bir kelimeden oluşan telepatik bir bağ aralarında oluşmuştu: Onlar.
Carol, "Hayır," dedi. "Onlar değil, Bobby. Gelen annen."
Dairenin kapısı açıldı ve Liz bir elinde anahtarı, öbüründe de vualetli şapkasıyla eşikte belirdi. Arkasında ve holün ötesinde dışardaki sıcak dünyaya açılan kapı açıktı. Liz'in iki bavulu paspasın üstünde taksi şoförünün koyduğu yerde yan yana duruyorlardı.
"Bobby, bu lanet kapıyı kilitlemeni sana kaç kere söyledim."
Liz daha fazlasını söyleyemeden durdu. Bobby o sahneyi sonraki yıllarda tekrar tekrar yaşayacak, Providence'e yaptığı talihsiz yolculuktan dönüşünde annesinin gördüklerini her defasında daha iyi algılayacaktı: oğlunun, hiçbir zaman hoşlanmadığı veya gerçekte güvenmediği yaşlı adamın kucağında küçük kızla oturduğu iskemlenin yanına diz çöküşü. Küçük kız sersemlemiş gözüküyordu. Saçları terli kümeler görünümündeydi. Gömleği parçalanmış, parçaları yerde atılı duruyordu ve kendi şişmiş gözleri hemen hemen yumulu olduğu halde Liz, Carol'un vücudundaki izleri görmüş olmalıydı. Bir tanesi omzunda, bir diğeri kaburgalarının üstünde, üçüncüsü ise midesindeydi.
Carol, Bobby ve Ted Brautigan da Liz'i zamanın durduğu anı aynı şaşkınlık ve netlikle gördüler: iki kara gözü, (Liz'in sağ gözü iyice solmuş bir şişin ortasında çukura kaçmış ışıltıdan başka bir şey değildi.) şişmiş, iki yerinden patlamış, ayrıca bayatlamış çirkin bir ize benzer kan lekeleri içindeki alt dudağı, çarpık kancaya dönmüş burnu.
Dostları ilə paylaş: |