Stephen King Maça Kızı



Yüklə 1,96 Mb.
səhifə35/43
tarix04.12.2017
ölçüsü1,96 Mb.
#33817
1   ...   31   32   33   34   35   36   37   38   ...   43

Bill merdiveni ana ofise götürerek masanın solunda açıyor. Evrak Çantasını bunun tepesine oturtuyor. Sonra merdivenin ilk üç basamağını çıkarak uzanıyor (Bu arada paltosunun alt yarısı açılarak bacaklara sarılıyor.) ve asılı tavan panolarından birini dikkatle yana çekiyor.

Bunun yukarsında karanlık bir boşluk var. Fakat içinden bazı teller ve borular geçmesine rağmen buranın amacı farklı. Yukarda toz ve (en azından uzandığı bölümde yok) fare pisliği de yok; Bill ayda iki kere fare ilacı kullanıyor. İnip çıkarken giysilerinin temiz kalmasını istiyor, ama önemli olan bu değil. Önemli olan çalışmanıza ve çalışma alanınıza saygı duymak. Bunu ordudayken ormanda geçirdiği zaman içinde öğrendi ve bazen bunun, hayatta öğrendiği ikinci en önemli şey olduğunu düşünüyor. En önemlisi, kefaretin günah çıkarmanın yerini tuttuğu ve yalnızca kefaretin kimliği saptadığı. Bu, 1960'da on dört yaşındayken öğrenmeye başladığı bir dersti. Bu aynı zamanda günah çıkarma hücresine girip, "Tanrım beni bağışla, çünkü günah işledim," diyebildiği, sonra da her şeyi sayıp dökebildiği son yıldı.

Kefaret onun için önemli.

Boşluğun bayat kokulu karanlığında, Tanrım kutsa beni, diye düşünüyor. Tanrı seni kutsasın, Tanrım beni kutsasın, Tanrı hepimizi kutsasın.

Bu dar boşluğun yukarsında (Hafif bir esinti sürekli olarak toz kokusuyla asansörlerin iniltisini insana ulaştırıyor.) altıncı katın tabanı yer alıyor ve burada bir kenarı yetmiş beş santim uzunluğunda bir kapak var. Bu kapağı yapan Bill'in kendisiydi; aletlerle çalışmakta ustadır, Sharon tarafından beğenilen taraflarından biri de bu.

Bill kapağı yukarı itiyor, bu arada yukarının ölgün ışığı boşluğa sızıyor ve adam çantasını sapından yakalıyor. Başını boşluğa soktuğunda, şimdiki konumunun altı veya dokuz metre kuzeyindeki kalın banyo borularına suyun hücum ettiği duyuluyor. Bir saat sonra binadaki insanlar kahve içmek için çalışmalarına ara verecekleri zaman bu ses süreklilik ve kumsalda kırılan dalgalar gibi belli bir ritm kazanacak. Bill buna veya katlar arası öbür gürültülere dikkat etmiyor bile; onlara alışmış bir kere.

Dikkatle merdivenin en üstüne çıkıyor, sonra kendini aralıktan altıncı kattaki bürosuna çekerek Bill'i beşinci katta bırakıyor. O burada yine Willie oluyor. Lisede olduğu gibi. Bazen de Beysbol Willie diye tanındığı Vietnam'da olduğu gibi.

Bu üst kat ofisinin metal raflara dizilmiş kangallar, motorlar, çeşitli alet edevat ve masanın köşesine oturmuş filtreyi andırır cisimle esaslı bir atölye görünümü var. Ama bir büro da olduğu açık; burada bir yazı makinesi, bir diktafon, bir GELEN/GİDEN sepeti (bunu ağzına kadar dolduran ve sürekli değiştirilen kâğıtlar da göz boyamak için) ve dosya dolapları var. Hem de çok sayıda dosya dolabı.

Duvarın birinde bir aileyi Şükran Günü yemeğinin başında dua ederken gösteren Norman Rockwell tablosu asılı. Masanın arkasında Saygon'daki bir fotoğraf stüdyosunda çekilmiş çerçeveli bir fotoğrafta asteğmen üniformasıyla Willie görülüyor. Fotoğraf Dong Ha mevkiinde bir helikopterin düştüğü alandaki yararlığı nedeniyle Gümüş Haçla onurlandırılmasından kısa süre önce çekilmiş. Bunun yanı başında Willie'nin terhis belgesinin büyütülmüş bir kopyası çerçeve içinde yer alıyor. Belgedeki ad William Shearman, aldığı nişanlar da ayrıca anılıyor. Kent dışındaki bir yolda Sullivan'ın hayatını kurtarmıştı. Gümüş Haç'a eşlik eden övgüde öyle deniyor, Dong Ha'da hayatta kalanlar öyle diyor ve hepsinden önemlisi, Sullivan öyle diyor. San Francisco'daki hastaneyi boyladıklarında Sullivan'ın ilk söylediği söz bu oldu: Sen hayatımı kurtardın arkadaş. Willie o sırada Sullivan'ın yatağının kenarında oturuyordu. Bir kolu sargılı olan Willie'nin gözlerinin etrafına bir melhem sürülmüş, ama bunun dışında bir şeyi yok. Asıl ağır yaralanan Sullivan olmuştu. AP ajansı fotoğrafçısının resimlerini çektiği gündü bu. Fotoğraf ülke çapındaki gazetelerde... Bu arada Harwich Journal'da da yayınlanmıştı.

Bill Shearman'ı bir kat aşağıda bırakıp şimdi altıncı kat ofisinde dururken Willie, elimi tuttu, diye düşünüyor. Stüdyo fotoğrafıyla tezkeresinin yukarsında altmışlı yıllardan kalma bir poster asılı. Çerçeveli olmayan ve kenarları sararmaya başlamış bu kâğıtta barış simgesi görülüyor. Altında da kırmızı, beyaz ve mavi renklerde bir cümle: BÜYÜK AMERİKAN KUŞUNUN AYAK İZİ.

Elimi tuttu, diye düşünüyor yine. Evet, Sullivan bunu yapmış, Willie'nin de ayağa fırlamasına ve haykırarak koğuşun öbür ucuna koşmasına ramak kalmıştı. Sullivan'ın şöyle diyeceğine emindi: "Seninle arkadaşların Doolin ve O'Meara'nın ne yaptığınızı biliyorum. Kız bana söylemeyecek mi sandınız?" Ama Sullivan hiç de böyle bir şey söylenmişti. Söylediği şu olmuştu: "Hayatımı kurtardın, arkadaşım, hemşehrim, hayatımı kurtardın. Oysa St. Gabe'in çocuklarından ne kadar korkardık." Sullivan bunu söyleyince Willie onun, kendisiyle Doolin ve O'Meara'nın Carol Gerber'e yaptıklarından haberi olmadığını anlamıştı. Ama güvende olduğunu bilmek onu rahatlatmamıştı kesinlikle. Willie gülümseyerek Sullivan'ın elini sıkarken, Korkmakta haklıydın Sully. Korkmakta yerden göğe kadar haklıydın diye düşünmüştü.

Willie, Bill'in evrak çantasını masanın üstüne bırakıyor, sonra yüzükoyun yere uzanıyor. Başıyla kollarını katlar arasındaki rüzgârlı ve yağ kokulu karanlığın içine sokuyor, beşinci kat ofisinin tavan panosunu yerine oturtuyor. Artık tamam; zaten kimseyi beklemiyor. (Hiçbir zaman beklemedi; Batı Eyaletleri Arazi Analistleri'nin hiçbir zaman bir müşterisi olmadı.) ama güvende olmak daha iyi. Güvenliğe önem verilince üzülmezsin.

Beşinci kat ofisi güvenliğe alındıktan sonra Willie kapağı indiriyor. Kapak burada küçük bir halının altında gizli, halı da tahtaya süper bir tutkalla yapıştırılmış olduğundan kapak halıyı buruşturmadan ya da kaydırmadan kaldırılıp indirilebiliyor.

Willie ayağa kalkıp ellerinin tozunu siliyor, sonra dönüp evrak çantasını açıyor. Süs teli yumağını çıkarıp masanın üstünde duran diktafonun tepesine oturtuyor.

"İyi kız," diyor ve Sharon'un, canı isteyince -bu sık sık oluyor da- pırlantadan farksız olabildiğini düşünüyor. Evrak çantasını yine kapıyor, sonra soyunmaya başlıyor. Bunu özenle ve metodik biçimde yaparak sabah altı buçukta yaptığı hareketleri tersine tekrarlıyor, sanki filmi sonundan başına doğru sarıyor. Üstündeki her şeyi çıkarıyor, iç donuyla siyah renkli diz boyu soketlerine varıncaya kadar her şeyini. Çıplak kalınca paltosunu, takım elbisesinin ceketini ve gömleğini dikkatle dolaba asıyor. Dolapta sadece bir tek başka giysi var, mont denemeyecek kadar ince olsa da idare edebilecek ağır bir kırmızı ceket. Bunun altında da evrak çantası diye nitelenemeyecek kadar büyük ve kutu benzeri bir cisim var. Willie, Mark Cross marka çantasını bunun yanına bırakıyor, sonra katına izine özen göstererek pantolonunu pantolon presinin arasına sıkıştırıyor. Kravat dolap kapısının arkasına vidalanmış çubuğa geçiriliyor ve orada yalnız başına uzun bir mavi dil gibi sarkık duruyor.

Yalınayak evrak dolaplarından birinin başına yürüyor. Bunun tepesinde üstünde kabartma işi, öfkeli bir kartal figürüyle CEPHEDE ÖLÜRSEM yazısı bulunan bir sigara tablası var. Tablanın içinde zincire bağlı bir sürü madeni künye bulunuyor. Willie zinciri boynuna geçiriyor sonra evrak dolabının alt çekmecesini çekiyor. En üstte özenle katlanmış haki renkli bir şort var. Şortu giyiyor. Çekmecede ayrıca beyaz soketler ve beyaz pamukludan bisiklet yakalı bir tişört bulunuyor. Künyelerin biçimi, tıpkı kol kasları gibi bunun üstünde özellikle göze çarpıyor. Kasları A Shau'yla Dong Ha'daki kadar çarpıcı değil, ama yaşı kırkına gelen bir erkeğe göre hiç fena sayılmazlar.

Şimdi, giyinme faslı bitmeden önce kefaret zamanı.

Başka bir evrak dolabına gidip ikinci çekmeceyi çekiyor. Buradaki klasörleri acele gözden geçiriyor, 1982 sonlarınkileri atlıyor, sonra bu yılınkilere sıra geliyor: ocak-nisan, mayıs-haziran, temmuz, ağustos, (Her nedense yazları daha çok yazmaya mecbur hissediyor kendini) eylül-ekim, en sonunda da sonuncu klasör: kasım-aralık. Masasının başına oturup sıkışık satırlarla doldurulmuş sayfaları hızla çeviriyor. El yazısında küçük değişiklikler var, ama özü aynı: Gerçekten çok üzgünüm.

Bu sabah yalnız on dakika kadar yazıyor. Kalemi kâğıdın üstünde gidip geliyor ve yine konunun özüne bağlı kalıyor: Gerçekten çok üzgünüm. Hesaplayabildiği kadarıyla bunu iki milyon defadan fazla yazmıştır... ve bu daha başlangıç. Gidip günah çıkartsa her şey daha çabuk olurdu, ama o, işi uzatmaktan yana.

Yazacaklarını tamamladıktan sonra -hayır, hiçbir zaman tamamlamıyor, sadece bugünlük tamamlıyor- yeni klasörü tamamlanmış olanların ve ilerde doldurulacak olanların arasına koyuyor. Sonra konsol yerine kullandığı evrak dolaplarına dönüyor. Soketleriyle fanilasının üstündekini açarken bir şeyler mırıldanmaya başlıyor; "Benim duyduğumu duyuyor musunuz?"u değil, The Doors'u, günün geceyi nasıl yok ettiği ve gecenin günü nasıl böldüğüyle ilgili olanı.

Sade bir mavi pamuklu gömlekle askerlerin giydiklerinden bir pantolonu üstüne giyiyor. Sonra orta çekmeceyi itip tepedekini açıyor. Arada da bir defterle bir çift çizme duruyor. Defteri alıp bir an kırmızı deri kapağına bakıyor. Kapağında altın harflerle ANILAR diye yazıyor. Ucuz bir defter. Daha iyisini de alabilirdi, ama insanın parasıyla alabileceği her şey üzerinde hakkı yoktur.

Yazın daha çok üzüntü kaleme alıyor, ama belleği görünürde uyuyor. Anıları kışın, özellikle Noel sıralarında uyanıyor. O zaman her kesin inanılmayacak kadar genç gözüktüğü kupürlerle ve fotoğraflarla dolu olan bu deftere bakmak istiyor.

Bugün defteri açmadan çekmeceye iade ediyor ve çizmeleri çıkarıyor. Pırıl pırıl cilalı bu çizmeler ve kıyamet gününe kadar dayanabilecekmiş gibi gözüküyorlar. Belki daha da fazla dayanırlar. Bunlar sıradan asker çizmeleri değiller, havacılara verilen atlama çizmeleri. Ama mesele yok. Aslında bir asker gibi giyinme peşinde değil. Bir asker gibi giyinmek istese bunu da yapardı.

Ama pasaklı görünmek, bir elekte tozun birikmesine izin vermek kadar anlamsız, bu nedenle nasıl giyindiğine dikkat ediyor. Pantolonunun paçalarını çizmelerinin içine sıkıştırmıyor tabii -gideceği yer aralık ayında Beşinci Cadde, ağustosta Mekong değil, dolayısıyla da yılanlar ve böcekler gibi sorunlar olmayacak- ama derli toplu görünmek istiyor. İyi görünmek onun için en az Bill kadar, belki daha da fazla önemli. İnsanın işine ve savaş alanına saygı duyması ne de olsa kendi kendisine saygı duymasıyla başlar.

Son iki kalem eşya dosya dolabının üst çekmecesinin arkasında: bir tüp fondötenle bir kavanoz saç jölesi. Fondötenin bir parçasını sol avucunun içine sıkıyor, sonra bunu alnından başlayarak ense köküne kadar inmek suretiyle sürmeye başlıyor. Uzun bir deneyimden kaynaklanan rahatlıkla çalışıyor ve tenine orta karar bir güneş yanığı tonu veriyor. Bu da olduktan sonra saçlarına biraz jöle sürüyor ve tekrar tarıyor, saç ayırımını örtüyor ve saçlarını alnından dümdüz arkaya yapıştırıyor. Bu son ve en küçük ayrıntı, ama belki en etkilisi. Bir saat önce Grand Central'dan çıkarak işine giden adamdan geriye hiçbir iz kalmamış bulunuyor; küçük kilere açılan kapının arkasına ilişmiş aynadaki adam işi bitmiş bir paralı askere benziyor. Güneş yanığı yüzde bir tür sessiz ve saygılı gurur var, insanların uzun süre bakmayacakları bir şey. Bakacak olsalar kederlenecekler. Willie böyle olduğunu biliyor. Bunu gördü çünkü. Niçin öyle olması gerektiğini sorgulamıyor. Kendine sorgusuz sualsiz bir dünya kurmuş ve bundan hoşlanıyor.

Kilerin kapısını kapıyarak, "Güzel," diyor. "İyi görünüyorsun asker." Tersine çevrilebilir türden olan kırmızı ceketi ve kutuya benzer rantayı almak için dolabın başına dönüyor. Ceketi şimdilik masasının önündeki sandalyenin arkasına geçiriyor, çantayı ise masanın üstüne koyuyor. Çantanın kilidini açıp kapağı sağlam menteşelerinin üzerinde arkaya deviriyor. Şimdi sokak satıcılarının, içinde ucuz saatlerini ve sahte altın zincirlerini sergiledikleri mahfazaya benzer çantalara benziyor. Willie'nin çantasında birkaç eşya var, içlerinden biri de çantaya sığmak için ikiye bölünmüş bir nişan. Soğuk havalarda ele geçirilen türden bir çift eldiven, üçüncü eldiveni ise hava sıcakken giyer. Eldiven çiftini çantadan alıyor, (Onlara bugün ihtiyacının olacağı ortada.) sonra da kalın bir ipe bağlı nişanı çıkarıyor. İp iki yandaki kartonda açılmış deliklerden geçirilip düğümlendiğinden Willie nişanı boynuna asabiliyor. Çantayı yine kapıyor, ama kilidi kapamaya gerek görmüyor, nişanı da üstüne koyuyor; masanın üstü çok karışık olduğundan burası üstünde çalışabileceği biricik düzgün yüzey.

Bir ezgi mırıldanarak masanın diz girintisinin yukarsındaki çekmecesini açıyor, kalemlerin, kola tüplerinin, ataşların ve not karnelerinin arasında el yordamıyla aranıyor ve sonunda tel raptiyesini buluyor. Sonra süs teli yumağını açıp nişanının dörtgeninin etrafına sarıyor. Telin fazlasını kesiyor ve uçlarını bağlıyor. Onu bir an yükseğe tutup nasıl göründüğüne bakıyor ve eserini beğeniyor.

"Kusursuz!" diyor.

O sırada telefon çalınca irkiliyor, birdenbire küçülüp sertleşen uyanık bakışlı gözlerle dönüp aygıta bakıyor. Telefon bir kere çalıyor. Sonra iki kere, üç kere çalıyor. Dördüncü çalışta makine devreye girecek onun bu ofisteki sesiyle yanıt veriyor.

Willie Shearman, "Burası Midtown Isıtma ve Soğutma Servisi," diyor. "Şu an size yanıt veremeyeceğimiz için zil sesinden sonra mesajınızı bırakın."

Bip-bip.

Willie gergin bir yüzle ve ellerini yeni dekore edilmiş nişanının yukarsında yumruk yaparak dinliyor.

Makineden gelen ses, "Alo, ben Nynex Sarı Sayfalar'ından, Ed" diyor, Willie de farkında olmadan tuttuğu soluğunu salıveriyor. Bu arada elleri de gevşiyor. "Sarı Sayfalar'daki ilan alanınızı nasıl genişletebileceğinizi, aynı zamanda da yıllık faturanızdan büyük paralar tasarruf edebileceğinizi öğrenmek için şirketinizin temsilcisi lütfen 1 -800-555-1000'de bizi arasın. Hepinize iyi tatiller ve teşekkür ederim."

Klik.


Willie telesekretere tekrar konuşmasını -kendisini tehdit etmesini belki de kendi kendini suçladığı her konuda onu suçlamasını- beklermiş gibi biraz daha bakıyor, ama hiçbir şey olmuyor.

Bunun üzerine süslenmiş nişanı tekrar çantanın içine koyuyor ve bu kez çantayı kilitliyor. Çantanın önüne bir etiket yapıştırılmış, verdiği mesajın iki yanı küçük Amerikan bayraklarıyla süslü. Mesajda HİZMET ETMEKTEN GURUR DUYDUM deniliyor.

Willie ofisten çıkıyor, buzlu camında MIDTOWN ISITMA VE SOĞUTMA SERVİSİ yazılı kapıyı arkasından örtüyor ve kilitlerinin üçünü de kapıyor.
Sabah 9:45
Koridorun yarı yerinde Garowicz Finansal Planlama'nın fıçı gibi muhasebecilerinden Ralph Williamson'u görüyor. (Willie'nin görebildiği kadarıyla Garowicz'deki bütün muhasebeciler fıçı gibi.) Ralph'ın pembe ellerinden birinde tahta küreğe zincirle bağlı eski bir anahtar var. Willie gördüklerinden, çişini yapma ihtiyacındaki bir muhasebeciye bakmakta olduğu sonucu çıkarıyor. Bir küreğin üstünde bir anahtar! Lanet olası bir küreğin üstündeki lanet olası bir anahtar size kilise okulunun keyiflerini hatırlatmazsa, o çeneleri kıllı rahibeleri ve ellere çarpılan o tahta cetvelleri hatırlatmazsa, hiçbir şey hatırlatmayacaktır, diye düşünüyor. Hem biliyor musunuz? Ralph Williamson büyük olasılıkla bir küreğin üstünde o anahtarın bulunmasından hoşlanıyor, tıpkı evindeki duşun SICAK musluğuna tavşan ya da sirk soytarısı biçiminde bir sabunun iple asılı olmasından hoşlanması gibi. Hoşlanıyorsa ne olacak yani? Yargılamayın ki, sizi de yargılamasınlar.

«Hey Ralphie, ne var, ne çok?"

Dönüp Willie'yi görünce Ralph'ın yüzü gülüyor. "Hey, mutlu Noel'ler!" Ralph'ın gözlerindeki anlam Willie'yi gülümsetiyor. Tombul küçük hergele onu çok seviyor. Niçin sevmesin ki? Ralph öyle derli toplu bir adama bakıyor ki.

"Sana da mutlu Noel'ler, dostum." Willie (yüzüne uymayan beyazdaki elini gizleyen) eldiven geçirilmiş elini avucu yukarıya çevrili olarak uzatıyor. "Beş tane indir!"

Ralph çekingen bir gülümseyişle denileni yapıyor.

"On tane indir!"

Ralph da tombul pembe elini çevirip uzatarak Willie'nin onu tokatlamasına izin veriyor.

Willie, "O kadar hoşuma gitti ki, tekrar yapmalıyım!" diyor ve Ralph'a beş şaplak daha indiriyor. "Noel alışverişlerini tamamladın mı, Ralphie?"

Ralph, "Hemen hemen," diyerek sırıtıyor ve banyo anahtarını şıngırdatıyor. "Evet, hemen hemen. Ya sen Willie?"

Willie ona göz kırpıyor. "Nasıl olduğunu bilirsin, kardeş. İki üç kadınım var ve onların bana birer hatıra almalarına izin veriyorum."

Ralph'ın hayran hayran gülümsemesi bilmediğini, fakat bilmek istediğini anlatıyor. "İş telefonu geldi mi?"

"Bütün bir günü dolduracak kadar. Biliyorsun tam mevsimi."

"Bana sorarsan, senin için her zaman tam mevsimi. İşler iyi olmalı. Neredeyse hiç ofisinde değilsin."

"Tanrı işte bu yüzden bize telesekreterler verdi, Ralphie. Yoluna devam etsen iyi olacak, yoksa en iyi gabardin pantolonunda yaş bir teke ortaya çıkacak."

Ralph gülerek (biraz da kızararak) tuvaletin yolunu tutuyor.

Willie, elinde çantasıyla asansörlere yöneliyor. Bu arada gözlüğümün hâlâ öteki şeyle ceket cebinde olup olmadığını kontrol ediyor. Oradalar, içinde gıcır gıcır yirmi dolarlık banknotlar bulunan şişkin zarf orada. Banknotlar on beş tane. Çavuş Wheelock'un küçük ziyaretinin zamanı; Willie onu bir gün önce bekliyordu. Belki yarından önce gelmeyecek, ama Willie ziyaretin bugün olacağına bahse girebilir... Hoşuna gitmese de. Ama dünya böyle işte, işinizi yürütmek için taviz vermek zorundasınız. Ama yine de içerliyor adam. Bazı günler Jason Wheelock'un kafasına bir kurşun sıkmanın ne kadar hoş olacağını düşünüyor. Ormanda bazen böyle oluyordu. Böyle olması gerekiyordu. Örneğin, Malenfant olayındaki gibi. Sivilceleri ve iskambil desteleriyle o orospu çocuğu.

Evet, ormanda her şey farklıydı. Ormanda daha büyük bir yanlış önlemek için bazen yanlış bir şey yapmak zorundaydınız. Bu tür davranış öncelikle yanlış yerde olduğunuzu gösteriyor, ama bir kere çorbanın içine düşünce yüzmek zorundasınız. O ve Bravo Bölüğü'ndeki adamları yalnız bir iki gün Delta Bölüğü'nün çocuklarıyla beraberdiler onun için Willie'nin Malenfant'la ilgili fazla bir deneyimi yoktu, ama sinir bozucu, tiz sesini unutmak zordu, ayrıca, Malenfant'ın, sonu gelmeyen King oyunlarında birisi attığı kartı geri almaya kalkışınca bağırdığı bir şeyi anımsıyordu: "Olamaz, mankafa! Atılan kart oynanmış sayılır!"

Malenfant hergelenin biri olabilirdi, ama bu konuda haklıydı. Kartlarda olduğu gibi hayatta da atılan oynanmış sayılıyordu.

Beşinci katta durmayan asansör onu artık rahatsız etmiyor. Bill Shearman'la aynı katta çalışan kimselerle defalarca binanın lobisine inmişti ve onu tanımamışlardı. Tanımaları gerekirdi, bunu biliyordu, ama tanımamışlardı işte. Bunun nedeni giysi değişikliği ve makyaj olsa da sonra saçlarda karar kıldı. Ancak içinden bunların hiçbiri olmadığını biliyordu. Hatta neden, içinde yaşadıkları dünyanın uyuşuk duygusuzluğu bile olamazdı. Yaptığı işler o kadar da köklü sayılmazdı; asker pantolonuyla çizmeleri ve biraz kahverengi fondöten kılık değiştirmek demek değildi. Açıklamasını bilmediği için, fazla üstünde durmuyor. Bu tekniği de daha birçokları gibi Vietnam'da öğrenmişti.

Genç zenci hâlâ lobi kapısının dışında (Eski eşofman üstünün kapişonunu arkaya atmıştı.) bekliyor ve plastik bardağını Willie'ye uzatıyor. Bay Tamirci çantasını bir elinde tutan züppenin gülümsediğini görüyor ve kendi gülümsemesi de bütün yüzüne yayılıyor.

Bay Tamirci'ye, "Bana küçücük bir yardım nasıl, dostum?" diye soruyor.

Willie hâlâ gülümseyerek, "Yolumun üstünden çekil, tembel mankafa, işte bu kadar," diyor. Delikanlı bir adım gerileyerek Willie'ye şok içinde bakıyor. Söyleyecek bir şey bulana kadar Bay Tamirci bina blokunun yarısına gelmiş bulunuyor ve eldivenli elindeki çantayı sallayarak alışveriş kalabalığının içinde gözden kayboluyor.


Sabah 10:00
Whitmore Oteli'ne giriyor, lobiden geçiyor ve yürüyen merdivenle tuvaletlerin bulunduğu asma kata çıkıyor. Gün içinde onu kaygılandıran kısım sadece bu, nedenini ise bilmiyor. Muhakkak olan bir şey varsa, otel tuvaleti gezileri sırasında, öncesinde veya sonrasında hiçbir şeyin olmaması. (Kent ortasında yaklaşık iki düzinesini ziyaret ediyor.) Başına bir terslik gelecek olursa bunun otel tuvaletinde olacağından emin. Çünkü bundan sonra olanlar Bill Shearman'ı Willie Shearman'a dönüştürmekten farklı. Bill ve Willie kardeşler, belki de ikizdirler, birinden ötekine geçmek ise çok normal geliyor insana. Ama çalışma gününün son değişimi -Willie Shearman'dan Kör Willie Garfield'e dönüşmek çok farklı. Sonuncu değişimin karanlık ve gizli bir yanı var. Bu iş tamamlanıp beyaz bastonunu önünde yere vura vura sokağa çıkana kadar kendini, eski derisini atıp yenisinin sertleşmesini bekleyen bir yılan gibi hissediyor.

Etrafına bakınınca erkekler tuvaletinin belki bir düzine bölmesinin, ikincisinin kapısının altındaki bir çift ayak dışında boş olduğunu görüyor. Birisi hafifçe öksürerek genzini temizliyor. Bir gazete hışırdıyor. Terbiyeli bir osuruğun ffft sesi duyuluyor.

Willie sıranın sonuncu bölmesine giriyor. Çantasını yere bırakıyor, kapıyı sürgülüyor ve kırmızı ceketini çıkarıyor. Bunu ters yüz ediyor. Ceketin öbür yüzü zeytin yeşil. Bir tek hareketle eski bir askerin Savaş Meydanı ceketi oluyor. Yaratıcı yanı olan Sharon, ceketin bu yüzünü bir ordu fazlası dükkânından almış, onu kırmızı ceketin içine dikebilmek için de astarını yırtıp çıkarmıştı. Ancak dikmeden önce cekete bir üsteğmen rütbesi iliştirmiş, adla birlik bantlarının olması gereken yere siyah kumaş şeritleri uygulamıştı. Ondan sonra giysiyi belki otuz kere yıkamıştı. Bütün işaretler artık silindiler, fakat olmaları gereken yer hemen göze batıyor; kumaş kollarla sol göğüste daha yeşil, askerî birliklerin görür görmez tanıyacakları yerlerde daha yeni.

Willie ceketi kancaya asıyor, tuvaletin üstüne oturuyor, sonra çantayı alıp bacaklarının üstüne yerleştiriyor. Çantayı açıyor, ikiye bölünmüş bastonu çıkarıyor ve parçaları birbirine ekliyor. Onu altındaki bir yerinden tutarak oturur durumdayken uzanıyor ve bastonun sapını ceketinin tepesine geçiriyor. Sonra çantayı kapıyor, iş tamam sesini taklit etmek için (belki gereksiz, ama emin olmak daha iyi) rulodan biraz kâğıt alıyor, sonra da sifonu çekiyor.

Bölmeden çıkmadan önce ceketin, rüşvet zarfının bulunduğu cebinden gözlüğü çıkarıyor. Gözlerin etrafını saran gözlükler bunlar. Ama görenleri karşısındakinin eski bir asker olduğuna inandırdığı, ayrıca, kimse yanlardan bile gözlerine bakamayacağı için işi açısından yararlı.

Willie Shearman, Whitmore'un asma kat tuvaletinde kalıyor. Tıpkı Bill Shearman'ın Batı Eyaletleri Arazi Analistleri'nin beşinci kat ofisinde kalışı gibi. Dışarı çıkan adam -asker ceketli, gözlüklü ve bastonunu hafif hafif yere vurarak yürüyen adam- Kör Willie, yani Gerald Ford'un günlerinden beri Beşinci Cadde'nin alışılmış bir siması.

Asma katın küçük lobisinden merdivene doğru yürürken (Körler yanlarında biri olmadan hiçbir zaman yürüyen merdivenleri kullanmazlar.) kırmızı bleyzer giymiş bir kadının ona doğru geldiğini görüyor. Aralarındaki koyu renge boyalı merceklerin öbür tarafından bakınca, çamurlu suda yüzen egzotik bir balığa benziyor kadın. Tabii konu yalnız gözlük değil; bu öğleden sonra saat iki sularında gerçekten kör olacak. Tıpkı John Sullivan ve kim bilir daha kaç kişiyle 70'li yıllarda Dong Ha eyaletinde helikopterle hastaneye nakledilirken kör olduğunu haykırışı gibi. Sullivan'ı yolun üstünden kaldırırken, "Kör oldum," diye haykırıyordu, oysa tam anlamıyla olmamıştı. Patlamayı izleyen beyaz ışıltı içinde Sullivan' in yerde yuvarlandığını, bir yandan da dökülen bağırsaklarını tutmaya çalıştığını görmüştü. Sullivan'ı yerden kaldırmış ve onu hantalca omzuna atarak koşmaya çalışmıştı. Sullivan, Willie'den daha iriydi, çok daha iri, Willie'nin de böyle bir yükü nasıl taşıyabildiğine aklı ermiyordu, ama nasıl olduysa helikopterlerin beklediği açıklığa kadar taşıyabilmişti. Tanrı sizden razı olsun helikopterler. Açıklığa kadar koşmuştu. O sırada etrafından mermiler vınlayıp geçiyor, mayının ya da bubi tuzağının patladığı yerdeki patikada Made in America vücut parçaları patikanın her tarafına saçılmış bulunuyordu.

Sullivan sırtında, onun kanının üniformasını ıslattığını hissederken bir yandan, "Kör oldum," diye bağırmıştı. Sullivan da o sırada haykırmaktaydı. Sullivan sesini kesmiş olsaydı, Willie acaba onu omzundan aşağı kaydırır ve pusudan kurtulmaya çalışarak tek başına koşar mıydı? Herhalde hayır. Çünkü o vakte kadar Sullivan'ın gerçekte kim olduğunu, doğduğu kentteki Sully, aynı kentten Carol Gerber'le çıkan Sully olduğunu öğrenmişti.


Yüklə 1,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   31   32   33   34   35   36   37   38   ...   43




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin