Stephen King Mahşer



Yüklə 1,5 Mb.
səhifə22/30
tarix17.11.2018
ölçüsü1,5 Mb.
#83256
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   30

Motosiklet gözden kaybolurken Larry, «İşte bu kadar,» diye mini dandı. Nick ellerini ceplerine sokarak uzaklaştı.

Stu sıkıntıyla başını salladı. «Onu bir daha görebilecek miyiz der-sin, Larry?»

«Eğer göremezsek... yedimiz de hayatımızın sonuna kadar onu batıya gönderme kararının acısıyla yaşayacağız. Bazen şu lanet olasıca Özgür Bölge Komitesinin adını bile duymamış olmak istiyorum.»

İki genç adam bir süre sessizce Tom'un karanlık evine baktılar Larry birdenbire, «Buradan gidelim!» diye bağırdı.

Onlar evden uzaklaştıkları sırada Nick, Tom Cullen'in evi önünde çim alanda duruyordu. Elleri hâlâ ceplerindeydi. Başını eğmişti.

Yeni doktor George Richardson, Boulder Hastanesinin yakınındaki Tıp Merkezine yerleşmişti. 28 Ağustosta artık durmadan çalışıyordu. Ona Laurie Constable ve Dick Ellis yardım ediyorlardı. Dick başlangıçta tıp dünyasından ayrılmak istemişti. Ama Richardson, «Bir hayli şey öğrenmişsin,» demişti. «Daha da öğreneceksin. Ayrıca ben bu işlerle tek başıma ilgilenemem. Aslında bir iki aya kadar bir doktor daha bulamazsak hepimiz çıldırırız. Onun için seni kutluyorum, Dick. Sen Özgür Bölgenin ilk sağlık memurusun. Laurie, ona bir öpücük ver.»

Ağustosun sonlarında bir sabah Fran bekleme odasına girerek merak ve kaygıyla çevresine bakındı.

Laurie, «Merhaba, Fran,» dedi. «Senin de er geç geleceğini biliyordum.»

George Richardson muayene odasından çıktı. «Siz Bayan Golds-mith'siniz değil mi? Özgür Bölge Komitesinden? Tanıştığımıza memnun oldum.»

Genç kadın elini uzattı. «Lütfen beni Fran diye çağırın. Ya da Fran-nie.»

«Pekâlâ, Frannie. Sorun nedir?»

Genç kadın. «Hamileyim,» diye açıkladı. «Ve çok korkuyorum.» Birdenbire ağlamaya başladı.

George kolunu onun omzuna attı. «Laurie, beş dakika sonra gel"

— 288


cran'i muayene odasına götürdü. «Şimdi... Neden ağlıyorsun? Bayan ^entworth'ün ikizleri yüzünden mi?»

Frannie mutsuzca başını salladı.

«Ama o kadın çok zor bir doğum yaptı, Fran. Bayan Wentworth fazla sigara içiyordu. Bebekler çok zayıftılar. İkiz olarak bile. Akşama doğru birdenbire dünyaya geldiler. Ayrıca bir otopsi yapma fırsatını da bulamadım. Şimdi Regina Wentworth'e bizim gruptan bir kadın bakıyor. Ona yatıştırıcı ilaçlar veriyoruz. Bayan Wentworth'ün yakında iyileşeceğine inanıyor, bunu umuyorum. Şimdilik şu kadarını söyleyebilirim: 0 çocuklar dünyaya geldikleri sırada her şey onların aleyhindeydi. Ölüm nedeni herhangi bir şey olabilir.»

«Süper-grip de.»

«Evet. Öyle.»

«Bu yüzden de... bekleyip göreceğiz.»

«Ne münasebet! Şimdi seni tepeden tırnağa muayene edeceğim. Seni ve hamile kalacak her kadını adım adım izleyeceğim. Özgür Bölgede en önemli ürün bebekler. Onun için de bu konuyla gerektiği gibi ilgileneceğiz.»

«Ama aslında kesin bir şey bilmiyoruz.»

«Orası öyle. Yine de biraz neşelenmeye çalış, Fran.»

«Pekâlâ. Denerim.»

George yarım saat süren muayene sonunda, «Her şey yolunda,» diye açıkladı. «Bebek çok iyi.»

Fran bir kâğıt mendil bulup elinde sıkıca tuttu. «Onun kımıldadığını hissettim. Ama birkaç gün önce. Ondan sonra hiçbir şey olmadı. Korkmaya başladım...»

«Bebek yaşıyor... Ocağın başıyla ortası arası doğum yapacağını sanıyorum. Buna ne dersin?» «Harika!»

«Uygun besin alıyor musun?» «Evet. Elimden geldiği kadar yemeye çalışıyorum.» «Artık miden bulanmıyor, değil mi?» «Başlangıçta biraz bulanıyordu ama artık geçti.»

— 289— Mahşer /F: 19

«Çok güzel. Jimnastik yapıyor musun?»

«Bir hayli.»

«Kilo aldın mı?»

«İki buçuk kilo kadar.»

«Fena değil. Beş kilo daha alabilirsin. Bugün cömertliğim üstüm-de.»

Fran güldü. «Doktor sensin.»

«Evet. Ben aslında doğum uzmanıydım. Onun için... uygun yerdesin. Doktorunu dinlersen her şey yolunda gider. Kasımın on beşinden sonra bisiklete, motosiklete binmek yok. Zaten o sırada kimse o taşıtla-ra binemeyecek. Hava çok soğuyacak. Fazla sigara ya da içki içmiyor-sun, değil mi?»

«Öyle.»

«Sana vitamin vereceğim... Ha, son bir şey daha. Sana hiç spiral takıldı mıydı?»



Fran, «Hayır, neden?» diye sordu. Sonra birdenbire rüyasını hatırladı. Kara adamı ve tel askıyı. Titredi. «Hayır.»

«İyi. Tamam öyleyse!» Doktor ayağa kalktı. «Kaygılanma demeyeceğim.»

Fran başını salladı. «Doğru. Deme.»

«Ama senden, aşırı kaygılanmamanı isteyeceğim. Annedeki fazla kaygı, salgı düzensizliğine neden olabilir. Bebek için iyi bir şey değildir. Hamile kadınlara yatıştırıcı ilaçlar vermekten hoşlanmam. Ama...»

Fran, «Hayır, buna gerek yok,» dedi. Ama sıcak öğle güneşine çıkarken, hamileliğinin bu ikinci dönemi sırasında Bayan Wentworth'un kaybolan ikizlerinin hiç aklından çıkmayacağını biliyordu.

İki akşam sonra Nadine Cross, Harold'un bodrumunda durmuş, delikanlıyı seyrediyordu. Kaygılıydı. Harold onunla sevişmediği zaman sanki kendine özgü bir dünyada yaşıyordu. Kadın delikanlıyı kontrol edemiyordu o zaman. Harold böyle anlarda iyice soğuklaşıyor, hatta Nadine'i ve kendisini çok aşağı görüyormuş gibi davranıyordu. Değişmeyen tek şey Harold'un Stuart Redman'a ve komite üyelerine karşı duyduğu o müthiş nefretti.

— 290

Harold bodrumdaki eski masada çalışıyordu. Yanında açık bir kitap durmaktaydı. Bir grafik vardı kitapta. Harold kâh kitaba, kâh üzerinde çalıştığı şeye bakıyordu. Masa tel doluydu.



Harold bir ara dalgın dalgın, «Biliyor musun?» diye mırıldandı. «Yü-rüyüşe çıksan iyi olur.»

«Neden?» Nadine biraz kırılmış gibiydi. Harold'un yüz hatları gerilmişti. Artık gülümsemiyordu. Nadine delikanlının neden o kadar çok gülümsediğini anlıyordu. Çünkü bundan vazgeçtiği zaman yüzünde çılgınca bir ifade beliriyordu. Nadine onun gerçekten deli olduğundan kuşkulanmaktaydı. Ya da Harold çıldırmak üzereydi.

Harold, «Çünkü bu dinamitin ne kadar eski olduğunu bilmiyorum,» dedi.

«Ne demek istiyorsun?»

«Çünkü eski dinamit terler.» Harold başını kaldırıp kadına baktı. Yüzü ter içindeydi. «Terler. Bu ter saf nitrogliserindir. Dünyanın en dengesiz maddelerinden biri. Onun için... dinamit eskiyse ikimiz de havaya uçabiliriz.»

Nadine, «Bu kadar ukalaca konuşmana gerek yok,» dedi.

«Nadine? Sevgili kızım?»

«Ne?»


Harold kadına sakin sakin baktı. «Kes sesini!»

Nadine sustu. Ama yürüyüşe çıkmadı. Flagg onu Harold'a yollamıştı. Kadın kara adamın komiteyi mahvetmek için delikanlıdan yararlanmak niyetinde olduğunu anlıyordu. Her şeyi Flagg ayarladığına göre, dinamit de eski olamazdı. Hatta eski olsa bile, ancak gerektiği zaman patlardı. Kadın kendi kendine, «Öyle değil mi?» diye sordu. «Flagg olayları ne dereceye kadar kontrol edebiliyor?» Telaşla, sessizce ekledi. «Yeteri kadar! Yeteri kadar kontrol ediyor!» Ama Nadine'in kaygısı gitgide artıyordu. Kara adam Özgür Bölgedekilerin yaşamalarını istemiyordu. Nadine de kentteki bu insanların bir yıldan fazla yaşayabi-ieceklerine inanmıyordu. «Doğruyu kabul et, kızım. Flagg'in tek aracı Harold değil. Sen de varsın. Üstelik sen bir tek insanı bile öldüremeye-ceğini söylerdin...» Nadine birdenbire, «Keşke bu dinamit eski olsa,» dedi. «Patlasa da, ikimizin hayatı birden sona erse. Merhametli bir son

— 291 —

olurdu.» Ama sonra dağları aşarak batıya gittikleri zaman olacaklar düşündü, vücuduna bir sıcaklık yayıldı.



«Oldu.» Harold aleti dikkatle bir ayakkabı kutusuna yerleştirdi.

«Tamam mı?» - «Tamam.»

«Çalışacak mı?»

«Denemek ister misin?» Harold'un sesinde acı bir alay vardı.

Ralph Brentner o gün delikanlıyla konuşurken laf arasında komitenin toplanacağından söz etmişti.

Harold da kayıtsızca, «Ne zaman?» diye sormuştu.

Ralph da, «İki Eylülde,» demişti.

2 Eylül.


47

Larry'le Leo evin önünde, kaldırımın kenarında oturuyorlardı. Genç adam sıcak bira, çocuk da sıcak gazoz içiyordu. Ağustosun son günüydü. Lucy çimleri biçiyordu. Larry bu işi kendi yapmayı istemiş, ama Lucy, «Sen çocuğun ne derdi olduğunu öğrenmeye çalış,» diye başını sallamıştı.

Nadine'in Harold'un evine yerleşmesinden bir gün sonra, Leo kahvaltıya gelmemişti. Larry çocuğu odasında bulmuştu. Ayağında yalnızca külotu vardı. Başparmağını ağzına sokmuş, düşmanca bakıyordu. Aradan birkaç gün geçmişti o olaydan sonra. Leo biraz düzelir gibi olmuştu. Ama tam anlamıyla da iyi değildi. Olanlardan söz etmeyi hiç istemiyordu. Lucy öfkeyle, «Bütün bunların nedeni Nadine denilen o kadın,» diye söyleniyordu.

Larry birdenbire, «Balığa gitmek ister misin, Leo?» dedi.

Leo, «Balık yok ki,» diye mırıldandı. «Bay Ellis'i biliyor musun?»

«Tabii.»


— 292 —

«O balıklar geri geldiği zaman suyu...» Garip bir ses çıkararak parlaklarını oynattı. Deniz yeşili gözlerini genç adama dikmişti.

«Kaynatmadan içebileceğimizi mi söyledi?»

«Evet... Dick'i seviyorum. Laurie'yi de. Bana her zaman yiyecek bir şey veriyorlar. Dick başarılı olamayacaklarından korkuyor. Ama ben başarı'' olacaklarına inanıyorum.»

«Hangi konuda?»

«Bebek yapmak konusunda. Dick biraz yaşlı olduğunu düşünüyor. Ama aslında değil sanırım.»

Larry, Leo'ya Dick'in ona bu konuyu nasıl açtığını soracaktı ama sonra vazgeçti. Dick çocuğa herhalde bundan söz etmiş olamazdı. Leo... durumu sezmişti. Evet, Leo bazı şeyleri seziyordu. Larry kayıtsızca, «Evet, bebek yapabilirler,» dedi. «Dick en fazla elli beş yaşında olmalı... E, Nadine anne nasıl, Leo?»

«O beni Joe diye çağırıyor. Ben onun için Joe'yum.»

«Ya?..»

«Şimdi durum kötü. ikisi için de.»



«Nadine ve...»

«Evet. Harold.»

«Mutlu değiller mi?»

«O adam ikisini de kandırdı. Onun kendilerini istediğini sanıyorlar.»

«Kim?»

«Kara adam.» Bu sözler yaz havasında asılı kaldı sanki. Leo ekledi. «Onlar batıya gidecekler.»



Larry, «Tanrım...» diye mırıldandı, yine o eski korkuyla sarsıldı. «Duymak istemiyorum,» diye düşündü. «Bilmeyi arzu etmiyorum.»

Leo, «Nadine anne suçun sende"olduğunu düşünmek istiyor,» diye açıkladı. «Senin onu Harold'un kucağına attığına inanmak istiyor. Ama Nadine anne bilerek bekledi. Sen Lucy anneyi çok sevinceye kadar bekledi. Emin oluncaya kadar. Sanki o kara adam, Nadine annenin beyninin doğruyu yanlıştan ayıran bölümünü aşındırıyor. Yavaş yavaş o bölümü küçültüyor. Orası ortadan kaybolduğu zaman, Nadine anne de batıdakiler kadar deli olacak. Belki de daha deli.»

— 293 —

Larry fısıldadı, «Leo...»



Çocuk hemen, «Nadine anne beni Joe diye çağırıyor,» dedi. «Ben onun için Joe'yum.»

Larry kararsızca sordu. «Ben de seni Joe diye mi çağırayım?»

«Hayır.» Çocuğun sesinde yalvarış vardı. «Hayır. Lütfen bunu yap. ma!»

«Nadine anneni özlüyorsun, değil mi, Leo?»

Çocuk insanı donduran bir sadelikle, «O öldü,» dedi.

«Nadine anne Harold'un evine gittikten sonra bu yüzden mi hiç konuşmak istemedin?»

«Evet!» (

«Ama artık konuşuyorsun.»

«Çünkü konuşabileceğim kimseler var. Sen ve Lucy anne.»

Birden çocuk heyecanla bağırdı. «Ama her zaman böyle olamaz! Olamaz! Frannie'yle konuş! Frannie'yle konuş. Frannie'yle konuş!»

«Nadine konusunu mu?»

«Hayır.»


«Fran'le ne hakkında konuşacağım? Senin hakkında mı?»

Leo'nun sesi daha datizleşti. «Hepsi de yazılı! Frannie biliyor! Frannie'yle konuş!»

«Komite...»

«Komiteyle değil. Komite sana yardım edemez. Kimseye yardım edemez. Komite eski günlere özgü bir şey. Kara adam komiteye gülüyor. Eski günlerden kalma olduğu için. Eski usuller kara adama göre. Frannie biliyor! Onunla konuşursan...»

Fran'le Larry parktaki bankta oturuyorlardı. Larry genç kadına Leo'nun trans halindeyken söylediklerini anlatmıştı. Fran'in başı dönüyordu adeta.

Larry, «E, ne diyorsun?» diye sordu.

Genç kadın usulca mırıldandı. «Ne diyeceğimi bilmiyorum. Yalnızca olanların hiçbiri de hoşuma gitmiyor. Gelecekle ilgili rüyalar. Bir süre Tanrının emirlerini bildiren, sonra da kalkıp giden yaşlı bir kadın. Şimdi

— 294 —


de telepatik olduğu anlaşılan bir çocuk. Bu iş tıpkı bir peri masalına benziyor. Bazen süper-gribin bizi öldürmediğini, hepimizi çıldırttığını düşünüyorum.»

«Leo seninle konuşmamı söyledi. Ben de öyle yapıyorum.» Fran, «Yazılı...» dedi. «Çocuk haklı. Bütün sorunun nedeni bu sanırım. Her şeyi deftere yazacak kadar aptal ve kibirli olmasaydım... Ah, kahretsin!»

Larry ona şaşkınlıkla baktı. «Sen neden söz ediyorsun?» Fran, Harold'un o Haziran günü Cadillac'la evine gelişinden başlayarak bütün olanları anlattı. Günlük defterinden ve parmak izinden söz etti. Genç kadının konuşması bittiği sırada saat dokuzu geçmiş, Ağustos böcekleri ötmeye başlamıştı.

Larry, «O parmak izinden ne kadar eminsin?» diye sordu. «Onun Harold'un parmak izi olduğu konusunda hiçbir kuşkun yok mu?»

«O parmak izini ilk gördüğüm an, onu Harold'un bıraktığını anladım. Tanrım, ne korkunç şeyler bunlar!»

«Harold Lauder'in davranışlarından sen sorumlu değilsin, çocuğum.» Larry genç kadının elini avuçları arasına aldı. «Buna inanırsan gerçekten çıldırırsın.» Fran'in elini bıraktı.

Bir süre konuşmadılar.

Sonra Larry, «Sence Harold, Stu'ya düşman öyle mi?» dedi. «Onu öldürecek kadar! Kini bu kadar derin mi?»

Fran mırıldandı. «Evet. Hatta belki de bütün komite üyelerini ortadan kaldıracak kadar. Ama bilmiyorum...»

Larry elini Fran'in omzuna koydu. Genç kadın sustu. Gözleri irileş-mişti. Sessizce dudaklarını oynatıyordu.

«Larry, ne...»

Genç adam, «O aşağıya indiği zaman,» diye fısıldadı. «Tirbuşonu rou neyi almaya gitti...»

«Ne?»

Larry ağır ağır genç kadına döndü. «Biliyor musun, bu sorunu Çözümlemenin bir yolu olabilir. Tabii kesin bir şey söyleyemem. Defterin içine bakmadım. Ama her şey o kadar mantıklı ki! Harold senin gün-



— 295 —

lük defterini okuyor... Kendisi hakkındaki düşüncelerini öğreniyor. Ayn. ca aklına bir şey geliyor.. Bütün iyi yazarlar günlük tutmazlar mı?»

«Yani Harold'un da bir Günlük Defteri olduğunu mu söylüyorsun?»

«Harold'a şarabı götürdüğüm gün. O bir ara bodruma indi. Ben do oturma odasında çevreme bakındım. Şöminenin taşlarından birinin gev. şek olduğunu farkettim.»

«Evet!» Fran öyle yüksek sesle haykırdı ki, Larry sıçradı. «Ha-rold'un evine gizlice girdiğim o gün... Nadine Cross geldi... Ben de şömineye iliştim... O gevşek taşı hatırlıyorum.» Genç kadın tekrar Larry'e baktı. «Gördün mü? Sanki yine bir şey bizi burnumuzdan yakalamış, sürüklüyor.»

«Rastlantı.» Ama Larry'nin sesi kaygılıydı.

«Öyle mi? ikimiz de Harold'un evine girdik. İkimiz de o gevşek taşı farkettik. Şimdi ikimiz de buradayız. Bu da mı rastlantı?»

«Bilmiyorum.»

«Taşın altında ne vardı?»

Larry ağır ağır, «Bir Hesap Defteri,» dedi. «İçine bakmadım. Ama belki de defter o evde daha önce oturmuş olan birine aitti. Harold onu orada buldu. İkimiz de o gevşek taşı farkettik. Belki Harold o defteri kovukta buldu. Defter belki salgından önce o evde yaşayan birinin sırlarıyla dolu. Yani o defterdekiler Harold'un sırları olmayabilir. Anlıyor musun?»

«Evet ama...»

«Müfettiş Underwood olayı incelerken onun sözünü kesme, küçük kız... Defterdeki sırlar Harold'un değilse... o halde delikanlı bunu neden tekrar taşın altına sakladı! O Harold'un günlüğü olmalı.»

«Defter hâlâ orada mı dersin?»

«Belki. Bence gidip baksak iyi olur.»

«Şimdi mi?»

«Yarın. Harold Gömme Komitesiyle çalışmaya gider sanırım. Nadine'in de öğleden sonraları elektrik santraline gittiğini biliyorum.»

Fran, «Pekâlâ,» dedi. «Stu'ya bundan söz edeyim mi dersin?»

«Neden biraz beklemiyoruz? Ortalığı boşuna velveleye vermeye-

— 296 —

p. Belki defter orada değil. Belki de içind# Harold'un yapmak istediği islerin bir listesi var. Defter son derece masum yazılarla da dolu olabilir, ya da belki şifreyle yazılmıştır.»



«Bak bu hiç aklıma gelmedi. Bir şeyler varsa... o zaman ne yapaca-

ğ|Z?"


«Herhalde o zaman durumu Özgür Bölge Komitesine açıklamak z0runda kalacağız. İşte bu işi çabucak çözümlemek için bir neden daha. İki Eylülde toplantı var. Komite bu işle ilgilenir.»

«Öyle mi dersin?»

Larry, «Evet, öyle,» dedi. Ama Leo'nun komiteyle ilgili sözlerini düşünüyordu.

Fran ayağa kalktı. «Benimle konuştuğun ve burada olduğun için teşekkür ederim, Larry.»

«Nerede buluşacağız?»

«Harold'un evinin karşısındaki küçük parkta. Yarın öğleyin, saat birde. Uygun mu?»

Larry, «Uygun,» dedi. «Yarın görüşürüz.»

Fran eve gitti. Birkaç haftadır kendini daha iyi hissetmeye başlamıştı.

Eylülün birinde hava kurşuni ve yağmurluydu. Sıkıntılı, kolaylıkla belleklerden silinebilecek bir gündü. Ama Özgür Bölgedekiler bu tarihi hiçbir zaman unutmadılar. Çünkü o gün Boulder'da ışıklar yandı. Belki kısa bir süre için. Ama yine de yandı.

Fran o gün saat birde Larry'yle Harold'un evinin karşısındaki Eben G. Fine Parkında buluştu. İkisi de, daha sessiz olur diye bisikletlerle gelmişlerdi. Onları ağaçlıkların arasına sakladılar.

Fran, «Bugün ne olursa olsun, Larry,» dedi. «Gece Stu'ya her şeyi anlatmak istiyorum.»

Larry başını salladı. «Evet. Yalnız o komite üyesi olduğu için de değil. Stu, şerif.»

Fran kaygıyla genç adama baktı. Harold'un sonunda hapse atılabileceğini ilk defa anlıyordu. Ayrıca delikanlının evine ellerinde arama izni

— 297 —


ya da benzer bir belge olmadan gizlice gireceklerdi. «Çok kötü bu.»

Larry, «Evet, pek hoş sayılmaz,» diye karşılık verdi. «Vazgeçmek istiyor musun?»

Fran uzun bir süre düşündü. Sonunda, «Hayır,» diye başını salladı

«iyi. Ne olursa olsun, gerçeği öğrenmeliyiz.»

«İkisinin de gittiklerinden emin misin?»

«Evet. Harold'un bu sabah erkenden, Kentteki Ölü Gömme Komitesinin bir kamyonuyla gittiğini gördüm. Nadine ise, bildiğin gibi Elektrik Komitesinde. Hepsini de bugünkü deneme için santrale davet ettiler.»

«Kadının oraya gittiğinden emin misin?»

«Gitmemesi garip kaçmaz mı?»

Fran, «Evet, doğru,» dedi. «Herhalde kaçar. Ha, aklıma gelmişken. Stu ayın altısında artık bütün kentin elektriğe kavuşacağını umduklarını söyledi.»

«İşte bu şahane olur!» Larry, Shannon'un barında oturarak büyük bir elektro gitarı alıp çalmanın ne güzel bir şey olacağını düşünüyordu.

Fran, «Haydi,» dedi. «Gidelim.»

Harold'un evine yine bodrumdaki pencereden girdiler. Usulca yukarı çıkıp loş oturma odasına geçtiler. Fran kaygılanmaya başlamıştı. «Geçen sefer Nadine'in anahtarı yoktu,» diye düşünüyordu. «Ama bu sefer eve döndüğünde herhalde kapıyı anahtarıyla açacak, ikimizi suçüstü yakalayacak. Stu'nun şerif olarak ilk görevi kendi kadınını tutuklamak olacak. Çok acı bir şaka olur bu.»

Larry işaret etti. «Şu taş, değil mi?»

«Evet. Elini mümkün olduğu kadar çabuk tut.»

«Harold defteri başka yere kaldırmış olabilir.» Gerçekten de öyle olmuştu. Ama Nadine, delikanlının izniyle Hesap Defterini okuduktan sonra onu yine eski yerine koymuştu. Larry taşı çektiği zaman defterin üzerindeki o altın harfler ışıldadı. «Hesap Defteri.» Larry'le Fran buna bakakaldılar. Sanki oda daha sıcak, daha boğucu, daha karanlık bir hal aldı.

Larry, «Eh,» dedi. «Deftere hayran hayran" bakacak mıyız, yoksa okuyacak mıyız?»

— 298

Fran, «Sen oku,» diye mırıldandı. «Ona dokunmak bile istemiyorum"



Larry defteri kovuktan alarak dalgın dalgın üzerindeki tozları sildi, sayfaları çevirmeye başladı. «Bu defteri baştan sona okumak için üç gün ister.»

Fran, «Bir dakika,» diyerek genç adamı durdurdu. O sayfada yazılı olanları okumaya başladı.

«insanların en büyük iki günahının azamet ve nefret olduğunu söylerler. Bence bunlar pek büyük iki meziyet. İnsan her zaman azametle ve nefretle davranmalı, gerektiğinde intikam da almalıdır.»

Fran buz kesildi. «Bunlar dengesiz bir kafadan çıkan fikirler. Çok dengesiz bir kafadan.»

«Başımıza şimdiki derdi de böyle düşünceler açtı.» Larry çabucak defterin ilk sayfasını açtı. «Zaman geçiyor. Bakalım bir şeyler öğrenebilecek miyiz?»

İlk sayfada yazılı olanlar ikisinin de şok geçirmesine neden oldu. Fran boğulurcasına, «Ah...» diye geriledi. Elini hafifçe ağzına bastırmıştı.

Larry, «Fran,» diye mırıldandı. «Bu defteri alıp götürmeliyiz.»

«Evet...»

«Stu'ya göstermeliyiz. Leo onların kara adamdan yana olduklarını söylüyor. Çocuk haklı mı bilmiyorum? Ama Harold'un tehlike yaratabilecek kadar çıldırmış olduğu kesin. Bunun sen de farkındasın.»

«Evet.» Fran bitkinleşmişti. Neredeyse bayılacaktı. Demek ki Günlük Defterler olayı böyle sona erecekti? Ama zaten bunu o çikolatalı parmak izini gördüğü gün sezmişti.

«Frannie? Frannie, iyisin ya?»

Larry'nin sesi çok uzaklardan geliyordu sanki.

Hesap Defterinin birinci sayfasında, «Bu güzel yaz mevsiminde Bay Stuart 'Aşağılık' Redman'i öldürmek bana büyük bir zevk verecek,» diye yazılıydı. «Belki Fran'i de öldüreceğim.»

«Ralph? Ralph Brentner? Evde misin? Huuu-huuu! Kimse yok

— 299 —

mu?» Nadine basamaklarda durmuş, eve bakıyordu. «Ralph evde olsaydı beni duyardı. Ama o sağır dilsiz genci de unutmamalıyım. 0 içerde olabilir. Tabii beni de duymaz.» Kadın elindeki pazar çantasını diğer eli-ne geçirerek kapıyı denedi. Kilitli değildi. Nadine küçük antreye girdi Yandaki merdivenden bodruma iniliyordu. Harold, Nick'in dairesinin orada olduğunu söylemişti. Nadine en nazik tavırlarını takınarak aşağı-ya indi. Nick evdeyse ona, «Doğru içeri girdim,» diyecekti. «Kapıyı çaldı-ğımı duymayacağını biliyordum. Birkaçımız bu gece, santralde arızalanan iki motor üzerinde çalışılıp çalışılmayacağım öğrenmek istedik. Brad Kitchner sana bir şey söyledi mi?»



Aşağıda iki oda vardı. Yatak odası, rahip hücresi kadar sadeydi. Diğeri ise çalışma odasıydı. Yazı masasının üzerinde kâğıtlar duruyodu. Nick bunlara düşüncelerini karalamıştı. «Yasalar, yasalar! Kahretsin, biz yasalar konusunda ne biliyoruz ki? Ölüm cezası! İşte güzel bir düşünce. Acaba Brad kente cereyan verdikten ne kadar zaman sonra biri çıkıp ondan elektrikli sandalye hazırlamasını isteyecek?»

Nadine istemeye istemeye döndü. Yalnızca yazarak düşünebilen bir insanın fikirlerini okumak ilgisini çekmişti. Ama artık Nick'in burada olmadığını da öğrenmişti. Önemli olan buydu. Orada fazla kalırsa şansını zorlamış olabilirdi.

Nadine tekrar yukarı çıktı. Harold ona, «Herhalde toplantıyı oturma odasında yapacaklar,» demişti. Oda çok büyüktü. Yere şarap rengi, uzun tüylü bir halı serilmişti. Dipteki büyük şömine dikkati çekiyordu. Odanın batı duvarı tümüyle camdı. Buradan görülen manzara da şahaneydi. Nadine odanın güney tarafında aradığını buldu. Ralph'in henüz boşaltmamış olduğu büyük bir dolaptı bu. Dibe ceket ve paltolar asılmıştı. Bir köşeye botlar, yün eldiven ve atkılar yığılmıştı.

Nadine çabucak çantasındaki yiyecekleri çıkardı. Kamuflajdı bunlar. Domates salçası ve sardalya tenekelerinin altında o ayakkabı kutusu duruyordu.

Nadine, «Bombayı dolaba koysam yine yararı olur mu?» diye sormuştu. «Dolabın kapakları bombanın etkisini azaltmaz mı?»

Harold, «Nadine,» demişti. «Bu bombanın etkili olmayacağım

— 300 —

^üşünmem için hiçbir neden yok. Bomba yalnız evi değil, çevredeki tepelerin yamaçlarını da uçuracak. Bombayı toplantı başlayıncaya kadar farketmeyecekleri bir yere koymalısın. Dolap çok uygun. Kapaklar uçacak, ek birer şarapnel görevi yapacak. Kafana güveniyorum, hayatım. Bu iş terziyle sinek masalındaki gibi olacak. Bir vuruşta yedi



kişi-"

Nadine botları ve atkıları yana iterek bir çukur yaptı, ayakkabı kutusunu oraya yerleştirdi, üzerini örttü ve dolaptan çıktı. İşte! Olmuştu artık! Kadın evden çabucak ayrıldı. Arkasına bakmıyorlar, içinden yükselen sese aldırmamaya çalışıyordu. «Geri dön! O telleri kopar. Bu işten vazgeç. Yoksa çıldıracaksın. Çünkü aslında seni bekleyen bu, değil mi? Çıldırmana belki de iki haftadan daha az bir süre kaldı. Çıldırmak... Serüvenin mantıklı sonu bu, değil mi?»

Kadın pazar çantasını motorlu bisikletin arkasına atarak taşıtı çalıştırdı. Oradan uzaklaşırken o ses hâlâ konuşuyordu. «O bombayı orada bırakacak değilsin herhalde? O bombayı! Zaten bu dünyada sürüyle insan öldü...» Nadine gözyaşlarından nereye gitmekte olduğunu pek göremiyordu. «En büyük günah, insan canına kıymaktır... O evde yedi kişi oturuyor. Akşam komite de toplanacak...» Nadine motorlu bisikleti köşede durdurdu. Geri dönecekti. Şiddetle titriyordu.


Yüklə 1,5 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   30




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin