Stephen King Mahşer



Yüklə 1,57 Mb.
səhifə16/29
tarix25.11.2017
ölçüsü1,57 Mb.
#32863
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   29

Abagail, «Tabii ya,» dedi. «Onu bulmasaydınız mum gibi eriyip gidecekti.

Gina uzun uzun esnedi.

Olivia Walker, «Onu bana verin,» diyerek gülümsedi.

Abagail, «Çocuğu koridorun dibindeki odaya götürün,» dedi. «İstiyorsan onunla birlikte yatabilirsin... Diğer kız... adın neydi yavrum?»

Kızıl saçlı kız, «June Brinkmeyer,» diye cevap verdi.

— 209


Mahşer / F: 14

«İstersen sen de benim odamda yatabilirsin, June. Karyola iki kişilik değil. Ama dolapta büyük bir yatak var. Bu iri yarı adamlardan biri onu indirebilir.»

Ralph, «Tabii,» geldi.

Olivia, Gina'yı götürdü. Mutfak kararmaya başlamıştı. Abagail üç gaz lambasını yaktı, o kara gölgeler kayboldu.

Dick Ellis birdenbire, «Belki eski usuller daha iyiydi,» dedi. «Yani... Otuz Hazirandan beri evde pişirilmiş yemek yemedim. Yani elektriklerin kesildiği günden beri. Aslında karım çok güzel yemek yapardı. Ama o...» Sustu.

Olivia geri döndü. «Mışıl mışıl uyuyor. Çok yoruldu.»

Dick, Abagail Anaya sordu. «Ekmeğinizi kendiniz mi yapıyorsunuz?»

«Tabii. Her.zaman kendim yaptım.»

Tom birdenbire, «Tom Cullen çok yoruldu,» diye açıklayarak uzun uzun esnedi.

Abagail, «Sundurmada uyuyabilirsin,» dedi. «Herhalde hepinizin de kamp yapmak için gerekli şeyleri var.»

Ralph, «Her türlü eşya,» diyerek güldü. «Rahat rahat uyuyacağız. Haydi, Tom.» Ayağa kalktı.

Abagail, «Sen ve Nick biraz daha kalamaz mısınız, Ralph?» dedi.

June usulca sordu. «O yatağı benim için indirir misin?»

Ralph, «Bu işi Nick'le hallederiz,» diye karşılık verdi.

Tom, «Ben arkadaki o sundurmaya yalnız başıma gidemem!» diye bağırdı. «Olmaz!»

Dick Ellis ayağa fırladı. «Ben seninle gelirim. Lambayı yakar, rahatça yatarız... Tekrar teşekkür ederiz, efendim. Bütün bunların bize ne kadar zevk verdiğini anlatamam.»

Diğerleri de Abagail Anaya teşekkür ettiler. Nick'le Ralph yatağı indirdiler, Tom'la Dick sundurmaya gittiler. Abagail Ana, Ralph ve Nick sonunda mutfakta yalnız kaldılar.

Ralph kadından izin alarak bir sigara yaktı. Abagail Ana, «Konuş-

— 210 —

mamız gerekiyor,» dedi. «Grubu ikiniz yönetiyorsunuz. Bazı şeyleri açıklamamız şart.»



Ralph, «Lider ben değilim,» diye açıkladı. «Başkan Nick.» «Öyle mi?»

Nick not defterine bir şeyler karalarken Ralph onun yazdıklarını yüksek sesle okudu. «Buraya gelmek benim fikrimdi. Ama başkan olmaya gelince... Bilemiyorum.»

Ralph, «June ve Olivia'yla buradan yüz yirmi kilometre kadar güneyde karşılaştık,» dedi. «O sırada sana gelmek için yola çıkmıştık, Ana. Kadınlar da kuzeye doğru geliyorlardı. Dick de öyle. Sonunda bira-raya geldik.»

Zenci kadın sordu. «Başkalarını da gördünüz mü?»

Nick, «Hayır,» diye yazdı. «Ama bana bazıları gizlendikleri yerden bizi gözetliyorlarmış gibi geldi. Ralph'a da öyle. Herhalde korkuyorlardı. Olayların neden olduğu şoku yeni yeni atlatıyorlardı sanırım.»

Abagail başını salladı.

«Dick, bize katılmasından bir gün önce güneyde bir yerden motosiklet gürültülerinin geldiğini söyledi. Onun için... başkaları da var.»

«Neden buraya geldiniz?» Zenci kadın çevresi kırışmış gözleriyle dikkatle Nick'e baktı.

Nick yazmaya başladı. «Seni rüyamda gördüm. Dick Ellis de öyle. Küçük Gina biz buraya gelmeden çok önce senden, 'Nine,' diye söz etmeye başladı. Burayı tarif etti. Lastikten yapılmış salıncağı bile.»

Abagail dalgın dalgın mırıldandı. «Tanrı o çocuğu kutsasın.» Ralph'a baktı. «Ya sen?»

«Hayır, Ana. Ben seni rüyamda görmedim.» Ralph dudaklarını yaladı. «Yalnızca... öbür adamı gördüm...»

«Hangi adamı?»

Nick kâğıda iki kelime yazdı. «Kara Adamı...»

«Bana her şey açıklandı.» Abagail dalgın dalgın ellerini ovuşturuyordu. Yağmur başlayalı artriti de azmıştı. «Batıya doğru gitmemiz gerekiyor. Bunu bana rüyamda Tanrı açıkladı. Dinlemek istemedim. Yaşlı bir

— 211 —

kadınım ben. Bütün istediğim, burada, kendi topraklarımda ölmek... o rüyaları bu bulaşıcı hastalık çıkmadan iki yıl önce görmeye başladım Batıya gidiyordum. Başlangıçta yanımda yalnızca birkaç kişi vardı. Ama sonra birkaç kişi daha katılıyordu size. Sonra birkaç kişi daha. Batıya hep batıya doğru gidiyorduk. Sonunda Kayalık dağları beliriyordu. Artık iki yüz kişilik bir. kervan halindeydik. Yolların kenarında levhalar beliriyordu. Bunlardan birinin üzerinde, 'Boulder, Clorado' yazılıydı. Bir diğerinin üzerinde ise, 'Boulder'a gider,' deniyordu.



«O rüyalar beni korkutuyordu. Hiç kimseye onlardan söz etmedim. Hatta, 'Canım bunlar saçma sapan rüyalar,' bile dedim. Ahmak gibi Tanrıdan kaçmaya çalıştım. Ama Tanrı, Abby'ye, 'Söylemelisin,' derse... O zaman ben de söylerim tabii. Ayrıca birinin bana geleceğini de seziyordum. O zaman vaktin geldiğini anlayacaktım.» Abagail, Nick'e baktı. «Seni gördüğüm zaman her şeyi anladım. Beklediğim sendin, Nick. Tanrı senin kalbine parmağıyla dokundu. Ama Onun birden fazla parmağı var. Başkaları da gelecek! Tanrıya şükürler olsun! O, diğerlerini de işaretledi... Ama şimdi o adamı da rüyamda görüyorum. Tanrı affetsin, kaderime lanet okuyorum.» Ağlamaya başladı. Kalkıp yüzüne su çarptı.

Geri döndüğü zaman Nick deftere bir şeyler yazıyordu, yine. Ralph okudu. «Bir şeyin hepimizi de etkilediği kesin. Karşılaştığımız herkes kuzeye doğru çıkıyordu. Sanki cevap sendeymiş gibi. Rüyanda diğerlerini de gördün mü? Dick'i? June ya da Olivia'yı? Ya da küçük kızı?»

«Sizin gruptan başka kimseyi rüyamda görmedim. Ama başkalarını gördüğüm oldu. Fazla konuşmayan genç bir adam. Hamile bir genç kadın. Kendi gitarıyla gelen başka bir genç. Ve tabii seni gördüm, Nick.»

«Boulder'a gitmemizin doğru olacağını düşünüyorsun öyle mi?»

Abagail Ana, «Bunu yapmamız isteniyor,» dedi.

Nick, «O esmer adam hakkında neler biliyorsun?» diye yazdı. «Onun nerede olduğu konusunda bilgin var mı?»

«Onun ne yapmak niyetinde olduğundan haberim var. Ama kim

— 212 —


olduğunu bilmiyorum. O dünyada kalan mutlak kötülük. Diğerleri biraz kötüler. Hırsızlar, seks manyakları ve yumruklarını kullanmaktan hoşlanan adamlar. Ama esmer adam onları yanına çağıracak. Başladı bile. Qplari bizden çok daha hızlı biçimde biraraya topluyor. Onun gibi kötü olanları değil yalnızca. Zayıfları... Yalnızları da... Kalplerinden Tanrıyı atmış olanları da...»

Nick yine yazdı. «Belki de o gerçek değil. Belki de o... hepimizin korku dolu olan, kötü tarafı. Belki de biz yapacağımızdan korktuğumuz «eyleri rüyamızda görüyoruz.»

Abagail Ana, «Ama beni de rüyanda görmüşsün,» dedi. «Ben gerçek değil miyim? Tanrıya şükürler olsun, şimdi karşımda, dizinde defterinle oturuyorsun! Öbür adam... o da senin kadar gerçek. O şeytan değil. Ama şeytanla birbirlerini tanıyorlar. Eskiden beri dostlar. Kutsal Kitapta sular çekildikten sonra Nuh ve ailesinin başına neler geldiği yazılı değil. Ama o birkaç kişinin ruhu için korkunç bir savaş olduysa buna hiç şaşmam. Onların ruhları, vücutları ve düşünce tarzları için. Bizi de böyle bir şey bekliyorsa, buna da hiç şaşmam... Esmer adam şimdi Kayalık dağlarının batısında. Ama er geç doğuya gelecek. Belki bu yıl olmayacak bu. Hayır. Hazır olduğu zaman yola çıkacak. Onunla savaşmak da bize düşüyor.»

Nick çok sarsılmıştı. «Hayır,» der gibi başını sallayıp duruyordu.

Zenci kadın usulca, «Evet,» dedi. «Göreceksin. İlerde bizi acı günler bekliyor. Ölüm ve dehşet. İhanet ve gözyaşı. Bazılarımız bu savaşın sonunu görecek kadar yaşayamayacak.»

Ralph mırıldandı. «Bu hiç hoşuma gitmedi. Zaten durum kötü. Sözünü ettiğiniz o adama gerek bile yok. Niçin bu görev bize verildi?»

«Bilmiyorum. Tanrının isteği bu. Abby Freemantle gibilere düşüncelini açıklamaz ki Tanrı!»

Nick, «Kara adam batıda olduğuna göre,» diye yazdı. «Belki hemen doğuya gitmemiz daha iyi olur.»

Abagail sabırla başını salladı. «Hayır, Nick. Sen nereye kaçarsan

taç, kara adam yine de peşinden gelecek. Ondan kurtulman imkânsız.»

— 213 —

Grup ertesi gün de Abagail Freemantle'ın evinde kaldı. Hiçk. süper-grip salgınından beri bu kadar güzel bir gün geçirmemizi Akşam yine mutfakta toplandılar. Gina uyuyordu. Tom Cullen de veran dada, Abagail Ananın salıncaklı iskemlesinde kestiriyordu.



Nick kâğıda, «Yarın Boulder'a doğru yola çıkmalıyız,» diye yazdı.

Yaşlı kadın bunu okuduktan sonra, «Evet,» der gibi ağır ağır başım salladı. Kâğıdı June Brinkmeyer'e verdi, o da Olivia'ya. Abagail, «Evet gitmemiz gerekiyor,» diye mırıldandı. «Ben de sizin gibi bunu hiç isteri yorum. Ama başka çare de yok sanırım!»

Dick'le Ralph ertesi sabah erkenden evden ayrıldılar. Öğleye doğ. ru döndükleri zaman Dick yeni bir kamyonun direksiyonundaydı. Ralph ise duvar yıkmak için kullanılan o kırmızı taşıtların birini sürüyordu.

Dick kamyondan atlarken Nick'e, «Öbür taşıtta şahane bir radyo-telsiz var,» dedi. «Kırk kanallı bir şey. Ralph ona âşık oldu sanırım.»

Nick güldü. Kadınlar da taşıtlara bakmak için dışarı çıkmışlardı, Abagail, Ralph'in June'a büyük bir ilgi gösterdiğini farketti. Gülümseyerek, «Bu iyi,» diye düşündü. «Bu kızın istediği kadar çocuğu olabilir.»

Ralph sordu. «Ne zaman gidiyoruz?»

Nick, «Yemek yer yemez,» diye yazdı. «Telsizi denedin mi?»

Ralph, «Evet,» dedi. «Buraya gelinceye kadar onu hep açık tuttum. Bana bir şeyler duyuyormuşum gibi de geldi. Uzaklardan geliyordu ses. Belki de işittiğim insan sesi değildi. Ama sana doğruyu söyleyeyim mi, Nicky? O sesler hiç hoşuma gitmedi. Biraz korktum. Rüyaları gördüğüm zaman olduğu gibi.»

Bütün grup sessizleşti.

Sonunda Olivia sessizliği bozdu. «Ben gidip yemek hazırlayayım...»

Saat birde kamp eşyaları, Abagail'in gitarı ve salıncaklı iskemlesi kamyona yerleştirilmişti. Yola çıktılar. Abagail batıya, 30 numaralı karayoluna doğru giderlerken önde oturuyordu. Ağlamıyordu. Daha önce çok ağlamıştı. Artık Tanrının emrini yerine getirecekti. Yaşlı kadın karanlık gecede açılan o kırmızı gözleri düşündü ve korkuya kapıldı.

— 214 —


37

27 Temmuz akşamıydı. Grup Ohio'da, Kunkle kentindeki lunaparkta kamp kurmuştu.

Frannie içini çekerek yattığı yerde döndü. Uyuyamıyordu. Kâbus görmekten korkuyordu. Solda üç motosiklet sırayla durmaktaydı. Kızdan yirmi adım kadar ötede Harold, Stu ve Glen Bateman uyku tulumlarında yatıyorlardı. Hepsi de uyku ilacı içmişlerdi. Bu Stu'nun fikriydi. Kâbuslar korkunçlaşmaya başlayıp sinirleri iyice gerilince ilaç içmelerini söylemişti.

Frannie de her gece kendisine verilen ilacı alıyor, ama içmiyordu. Bu tür ilaçların bebek için zararlı olup olmadığını bilmiyordu çünkü. İhtiyatlı davranmak niyetindeydi. Bu yüzden de o kâbusları görüyor ve ıstırap çekiyordu. Özellikle o rüyayı.

Kendini Ogunquit'teki evde görüyordu o rüyada. Karanlık koridorlarda koşuyordu. Kara adam kovalıyordu onu. Fran babasının çarşafa sarılı cesedini taşımaya çalışıyordu. Elinden düşürürse kara adamın ölüye korkunç şeyler yapacağını biliyordu. Bu yüzden koşuyor, düşmanının gitgide kendisine yaklaştığını da seziyordu. Sonunda adam o tiksindirici, sıcak elini kızın omzuna koyuyordu. Fran'in bütün gücü kesiliyordu o zaman. Babasının cesedi kollarından kayıyordu. Fran, «Onu al,» demek için dönüyordu, «istediğini yap. Artık beni kovalama.»

Kukuletalı keşiş cüppesine benzeyen bir şeye sarınmış olan adam dişlerini göstererek mutlu mutlu gülüyordu. Bir elinde telden yapılmış, kıvrılıp çarpılmış bir elbise askısı vardı. İşte Fran o anda dehşete kapılıyor, uyanmak için çırpınmaya başlıyordu. Çünkü kara adamın istediği Şeyin, babasının ölüsü olmadığını anlıyordu. Onun istediği, Fran'in karnındaki canlı çocuktu...

Fran tekrar döndü. Uykuya dalamazsa kalkıp günlük defterine bir Şeyler yazacaktı. Kız geceleri böyle yatarken, bir erkeğe çok ihtiyacı

— 215 —


olduğunu anlıyordu. Sorun yalnızca kendisini ve bebeğini korumasıyla da ilgili değildi. Stu onu çekiyordu. Özellikle Jess Rider'dan sonra. $tn sakin, becerikli, en önemlisi makûl bir erkekti. O da Frannie'yi beğeni yordu. Ama orada Harold vardı. Çocuk Fran'e, sanki kız kendisine ait-miş gibi davranıyordu. «Keşke Harold'un ilgilenebileceği başka biri olsaydı! Ama yok... korkarım ben daha fazla bekleyemeyeceğim..,, Fran bunları düşünürken uykuya daldı.

Fran Goldsmith'in Günlüğünden

6 Temmuz

Bay Bateman'i bizimle gelmesi için zorlukla ikna edebildik. Yarın Stovington'a doğru yola çıkacağız. Stu'nun bu fikri hiç beğenmediğini biliyorum. Stu'dan çok hoşlanıyorum. Keşke Harold da onun gibi olsaydı. Çocuk her şeyi zorlaştırıyor.

Glen Bateman, Kojak'ı yanına almamaya karar verdi.

7 Temmuz


Fazla bir şey yazamayacağım. Uzun yolculuk yüzünden her yanım ağrıyor.

Stu hâlâ Nebraska'daki zenci kadını rüyasında gördüğünü söylüyor. Bugün bir ara Glen'le bana, «Stovington'dan sonra Nebraska'ya gidelim,» dedi.

Glen omzunu silkti. «Neden olmasın? Bir yere gitmemiz gerekiyor nasılsa,» diye karşılık verdi.

8 Temmuz


Harold levhayı bir saat kadar önce tamamladı. Tabii homurdana-

— 216


al<. Stu'nun yardımıyla bunu Stovington'daki merkezin önüne dikti, ctu, Harold'un bütün çirkin sataşmalarına rağmen olgunluğunu kaybetmedi-

Buraya gelirken kendimi düşkırıklığına hazırlamaya çalışmıştım. Stu'nun yalan söylediğini sanmıyordum. Ama yine de sarsıldım ve ağladım-

Sonra Glen gece rüyasında Stu'nun sözünü ettiği zenci kadını gördüğünü açıkladı. İstemeye istemeye hem de.

19 Temmuz

Ah, Tanrım, olan oldu. Olayı değil buraya yazmak, hatırlamak bile istemiyorum.

Glen'I. Stu akşama doğru yiyecek bulmak için kente gittiler. Onlar uzaklaşır uzaklaşmaz Harold da yanıma gelerek yere diz çöktü. «Fran... İstediklerimi söylemek hiç kolay değil.»

«O halde hiç söyleme daha iyi,» dedim.

Harold, «Söylemek zorundayım,» diye cevap verdi. «Frannie... seni seviyorum.»

Galiba bunu başından beri biliyordum. «Ama ben seni sevmiyorum, Harold,» diye cevap verdim.

Çok sarsıldı. «Bunun nedeni o değil mi?» Yüzünde çirkin bir ifade belirmişti. «Stu Redman!»

«Bilmiyorum,» dedim ama tepem iyice attı. Öfkeme hakim olmaya çalıştım.

«Ben biliyorum.» Harold'un tizleşen sesinden, kendine pek acıdığı anlaşılıyordu. «Pekâlâ biliyorum! Onunla ilk karşılaştığımız gün anladım

olacakları. Bu yüzden Stu'nun bizimle gelmesini istemedim. O dedi

ki...»


«Ne dedi?»

«Seni istemediğini söyledi. 'O senin olabilir,' dedi.»

«Sanki sana yeni bir çift ayakkabı veriyormuş gibi. Öyle değil mi,

Harold?»


— 217 —

Çocuk sesini çıkarmadı. Belki de fazla ileri gittiğini anlamıştı.

«Ben kimsenin malı değilim, Harold,» dedim.

Bir şeyler mırıldandı.

«Efendim?»

«Bu fikrini değiştirmek zorunda kalabilirsin diyorum!»

Onu azarlayacaktım ama kendimi tuttum. Bakışları dalgınlaşmıştı Sonra, «Ben onun gibi aşağılık herifleri bilirim,» diye homurdandı. «Şan. sın açık olsun, Fran.» Dönüp uzaklaştı.

30 Temmuzda o kadınlarla karşılaştılar.

Yola çıkalı ancak bir saat olmuştu. Bir virajı döndükleri zaman üç kadının hendeğe kaymış olan bir otomobili tekrar yola çıkarmaya çalıştıklarını gördüler. Dördüncüsü ise bir kenarda dalgın dalgın duruyordu. Üç kadın durup Stu, Harold, Fran ve Glen'e sanki uzaylıymışlar gibi baktılar.

Kadınlardan birinin üzerinde, göğsünde «Kent Üniversitesi» yazılı bir tişört vardı. Siyah gür saçları sırtına kadar iniyordu. Adı Susan Stern'di. Alnı çizilmiş olanın adı ise Dayna Jurgens'di. On altı yaşlarındaki kızıl saçlı kızı Patty Kruger'di. Dalgın dalgın duran kadın yaşça hepsinden büyüktü. Grup sonradan onun adının da Shirley Hammet olduğunu öğrenecekti.

Stu motosikletten inerek onlara doğru giderken Susan Stern belindeki büyük tabancayı çekip ona nişan aldı. «Hangisi? Yaşlı kadın mı, yoksa kara adam mı?» diye sordu.

Stu o rahat tavırlarıyla, «Biz Nebraska'ya gidiyoruz,» diye cevap verdi. «O silahı kaldırır mısınız, efendim? İç organlarımın oldukları gibi kalmalarını istiyorum da!»

Siyah saçlı kız, sarışın arkadaşına bir göz attı. O önce omzunu silk-ti, sonra da, «Evet,» der gibi başını salladı. «Üç erkek,» diye Stu'ya gülümsedi. «Şu arabayı çıkarabilir misiniz?»

Stu da güldü. «Bu işi başarırız sanırım.»

Shirley Hammet hafifçe yağan yağmurda durmuş, boş boş bakıyor du. Frannie onu görünce buz gibi oldu.

— 218 —


Sarışın, «Haydi, gelin öyleyse,» diye bağırdı. «Benim adım Dayna ıürgens. O tarafa doğru gittiğinize göre size katılabiliriz.»

Stu bir kayaya oturmuş puro içiyordu. Fran yanına gelince gerçek hir memnunlukla, «Frannie,» dedi. «Nasılsın?»

Kız omzunu silkti. «İyi sayılırım.»

«Kayamı paylaşmak, güneşin batışını seyretmek ister misin?»

Kalbi hızla çarpmaya başlayan Fran, genç adamın yanına oturdu. Aslında oraya bunun için gelmemiş miydi? Harold, Glen ve iki kız telsiz bulmak üzere Brington'a gitmişlerdi. Patty Kruger kampta, hasta yol arkadaşının başında oturuyordu. Shirley Hammet o sersemliğinden kurtulmaya başlamış gibiydi. Ama o sabah uykusunda çığlıklar atarak herkesin yerinden fırlamasına neden olmuştu.

Fran, «Yolumuz çok uzun, değil mi?» dedi.

Stu bir an bir şey söylemedi. Sonra, «Yol sandığımızdan daha da uzun,» diye açıkladı. «O yaşlı kadın Nebraska'da değil artık.»

Fran, «Biliyorum...» diye başladı, sonra sustu.

Genç adam hafifçe gülümseyerek ona baktı. «İlacınızı içmiyorsunuz, hanımefendi.»

Kız utançla güldü. «Sırrım ortaya çıktı.»

Stu, «İlaç içmek istemeyen yalnız sen ve ben değiliz,» dedi. «Öğleden sonra Dayna'yla konuştum. O da ilaç almak istemediğini söyledi. Susan da öyle.»

Fran başını salladı. «Sen ilaç içmekten neden vazgeçtin? O merkezde... sana uyuşturucu mu verdiler?»

Stu sigarının külünü silkti. «Hayır. Geceleri hafif sakinleştirici veriyorlardı. Beni hücreye kilitlemişlerdi... Hayır, uyku ilacından üç gece önce vazgeçtim. Çünkü... bana sanki her şeyle bağlantım kesilmiş gibi geliyordu... Dün gece yine o kara adamı gördüm. Bu kâbus diğerlerinden daha da korkunçtu. Kara adam çölde bir merkez kuruyor. Las vegas'ta sanırım. Hem Frannie.. insanları çarmıha geriyor. Kendisine tarşı gelenleri, mesele çıkaranları.»

«Ne yapıyor? Ne yapıyor?»

— 219 —

«Rüyamda öyle gördüm. 15 numaralı karayolunun iki yanın ambar kirişlerinden ve telefon direklerinden yapılmış haçlar dikilir^ İnsanlar çakılmıştı bunlara.»



Kız kaygıyla, «Canım, bu sadece bir rüya,» diye mırıldandı.

«Belki.» Stu batıya doğru baktı. «Ama ondan önceki iki gece Aba gail Anayı gördüm rüyamda. Yani bu kadınlarla karşılaşmadan önce Abagail Ana bir kamyonun önünde oturuyordu. Ben de pencereye yas. lanmış onunla konuşuyordum. Kadın, 'Onları daha hızlı getirmelisin Stuart,' diyordu. 'Benim gibi yaşlı bir kadın bunu başarabildiğine göre senin gibi iriyarı bir Teksas'lı haydi haydi yapar,'» Stu gülerek puroyu yere attı, üzerine bastı, sonra da ne yaptığının farkında değilmiş g^ kolunu Frannie'nin omzuna attı.

Kız, «Onlar Colorado'ya gidiyorlar,» dedi.

«Evet. Öyle.»

«Dayna ya da Susan o kadını rüyalarında görmüşler mi?»

«İkisi de. Susan dün gece rüyasında o haçları da görmüş. Benim gibi.»

«Abagail Ananın yanında şimdi epey insan var.»

Stu başını salladı. «Yirmi kişi. Belki de daha fazla. Biliyor musun, her gün birilerinin yanından geçiyoruz. Ama saklanıyor, uzaklaşmamızı bekliyorlar. Bizden korkuyor onlar. Yine de... herhalde zenci kadına gidecekler. Zamanı gelince.»

Frannie, «Ya da diğerine gidecekler,» dedi.

Stu başını salladı. «Evet. Ya da ötekine. Fran, uyku ilacı almaktan neden vazgeçtin?»

Kız titrek bir soluk aldı. Gerçeği Stu'ya açıklamak istiyor, onun göstereceği tepkiden korkuyordu. «Kadınların ne yapacakları belli olmaz, Stu.»

Genç adam, «Doğru,» dedi. «Ama kadınların neler düşündüklerini öğrenmenin yolları da vardır.»

Kız, «Ne...» diye başladı. Stu onu öperek susturdu.

Alacakaranlıkta, otların arasında yatıyorlardı. Stu kıza bakmada

«Seni uzun bir süreden beri istiyordum,» diye açıkladı. «Herhalde bunu Diliyorsun.»

Kız, «Harold'la başımın derde girmesini istemedim,» dedi. «Sonra (jjc şey daha var...»

Stu, «Harold'un olgunlaşması gerekiyor,» diye cevap verdi. «Ama biraz kendini toplarsa iyi bir insan olabilir. Ondan hoşlanıyorsun, değil

IT1İ?"


«Bu uygun bir kelime değil. Bizim dilde Harold'la ilgili duygularımı açıklamak için uygun kelime yok.»

Stu sordu. «Ya benim hakkımda neler hissediyorsun?»

Fran genç adama baktı. Ona, «Seni seviyorum,» demek istedi ama bunu başaramadı.

Stu sanki kız onu terslemiş gibi, «Hayır,» dedi. «Her şeyin iyice anlaşılmasını istiyorum. Harold'un henüz aramızda olanları bilmesini istemediğinden eminim. Öyle değil mi?»

Fran ona minnetle baktı. «Evet.»

«Belki böylesi daha iyi. Zamanla her şey düzelebilir. Harold'un Patty'ye nasıl baktığını gördüm. Kızla yaşıtlar.»

«Bilmem ki...»

«Harold'a karşı minnet borcun olduğunu düşünüyorsun, değil mi?»

«Galiba. Ogunquit'te bir tek ikimiz kalmıştık...»

«Bu kaderin işiydi, Frannie.»

«Herhalde.»

Stu, «Sana âşığım sanırım,» dedi. «Bunu söylemek benim için hiç kolay değil.»

«Ben de sana âşığım sanırım. Ama bir şey daha var...» Fran artık Stu'ya bakamıyordu. Dudakları kurumuştu. «Bana uyku ilacını neden almadığımı sordun. İlacın bebeğe dokunabileceğini düşündüm.»

«Bebe...» Stu durakladı, sonra kızı yakalayarak kendisine doğru çevirdi. «Hamile misin?»

Fran başını salladı.

«Bunu kimseye açıklamadın mı?»

«Açıklamadım.»

220 —


— 221 —

«Harold... O bunu biliyor mu?»

«Bu sırrı senden başka kimse bilmiyor.»

«Tanrım!» Stu kızın yüzüne onu korkutan bir dikkatle bakıyordu.

Fran dehşetle, «Stu?» dedi.

Genç adam tekrarladı. «Bunu kimseye açıklamadın mı?»

«Nasıl açıklayacağımı bilmiyordum ki!» Fran neredeyse ağlayacaktı.

«Bebek ne zaman doğacak?»

«Ocakta.»

Stu, Fran'e sarıldı, hiçbir şey söylemeden her şeyin yolunda olduğunu açıkladı. Kıza kaygılanmamasını, her şeyle ilgileneceğini söylemedi. Yalnızca onunla tekrar sevişti. İkisi de Harold'un farkına bile varamadılar. Çocuk kara adam kadar sessizdi. Bir gölge gibi ağaçlıkların arasına gizlenmiş, onlara bakıyordu. Harold'un gözlerinin öldürücü bir kinle kısıldığını da görmediler tabii.

Her şey sona erdiği sırada karanlık iyice basmıştı.

Harold sessizce uzaklaştı.

O gece çocuk da bir günlük defteri tutmaya başladı.

38

Adam sendeleyerek, yalpalayarak uzun yokuştan çıktı. Güneşin sıcaklığı beynini kavuruyor, midesini kaynatıyordu. Bir zamanlar Donald Merwin Elbert'ti o. Şimdiyse Çöp Tenekesi. O masallar ülkesi Cibola'yı bulmuştu sonunda.



Çöp Tenekesi dans etmeye başladı. «Ci-bola, Ci-bola, bum bumb da bum bum!»

Çöp Tenekesi, kara adamın kendisini Cibola'da beklediğini biliyordu. Gecenin ordusuydu onunki. Süvarileri beyaz suratlı cesetler gibiydiler. Gülerek, ter kokuları içinde, çılgın gibi geleceklerdi. Ondan sonra şahane yangınlar çıkacaktı.

— 222 —

Çöp Tenekesi, kara adamı rüyasında ilk kez bir ay önce görmüştü. gary kentini yakarken kendi kolunu da kavurduğu zaman. Çöp Teneke-sj adamı hemen tanımıştı. Suratını göremiyordu ama kara adamın (jütün Amerika'yı ateşe verebileceğini anlıyordu.



Çöp Tenekesi rüyasında minnetle, «Her istediğini yaparım,» demişti. «Hayatım senin. Ruhum da öyle.»

Kara adam ciddi ciddi, «Her tarafı yakmanı sağlayacağım,» diye cevap vermişti. «Kentime gelmelisin. O zaman her şey sana açıklanacak.»

«Nereye? Nereye?» Çöp Tenekesi umut ve beklentiyle kıvranmıştı.

Karanlık adam ortadan kaybolurken fısıldamıştı. «Batıya. Dağların gerisine.»

Çöp Tenekesi ondan sonra Chicago'da yangın çıkarmıştı. Uğradığı diğer kentlerde de. Kâh birilerinin arabasına binmiş, kâh yürümüştü. Ama artık bunları hayal meyal hatırlıyordu.

Şimdi Cibola'daydı. Diğer adıyla Vegas'ta. Derin bir soluk alarak, «CİİİBOLAAAA!» diye haykırdı. «Hayatım senin!»


Yüklə 1,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   29




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin