Stephen King Mahşer



Yüklə 1,57 Mb.
səhifə4/29
tarix25.11.2017
ölçüsü1,57 Mb.
#32863
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   29

Larry ayağa kalktı. Kendini zorlayarak piyaniste teşekkür etti.

Wayne de ayağa fırlayarak onun yanında durdu. «Bir yere git ve aklını başına toplamaya çalış. Sana nasıl bir menajer gerekli? Nasıl bir turne istiyorsun? Ne tür bir anlaşma? Yalnız kalırsan bütün bunları düşünebilirsin. Senin gibi insanlar böyledir.»

Biri parmağını arabanın camına vuruyordu.

Larry irkilerek doğruldu. Ensesine bir ağrı girdiği için yüzünü buruşturdu. Hafifçe kestirmek yerine derin uykuya dalmıştı. Başını ağır ağır, canı yana yana çevirdi. Annesi camdan içeri bakıyordu. Başına tül bir eşarp örtmüştü. Ana oğul bir an birbirlerini süzdüler. Sonra Larry gülümseyerek camı indirdi.

«Anne?»

— 45 —


Kadın garip, ifadesiz bir sesle, «Gelenin sen olduğunu anlamıştım,» dedi. «Haydi, arabadan in de seni göreyim.»

Larry'nin iki bacağı da uyuşmuştu. Otomobilden inerken ayakları karıncalandı. Annesiyle böyle karşılaşacağı hiç aklıma gelmemişti. Hazırlıksız yakalanmış, gafil avlanmıştı. Larry annesini daha küçülmüş bulacağını sanmıştı. Kendinden eskisi kadar emin olmayacağını düşünmüştü. Çünkü Larry yıllar kendisini olgunlaştırırken, annesinin eskisi gibi kaldığına inanmıştı.

Ama kadın onu şaşılacak bir biçimde yakalamıştı. Bayan Underwood, Larry on yaşındayken de onu kapalı yatak odasının kapısına tek parmağıyla vurarak uyandırdı. Şimdi on dört yıl sonra yine aynı şeyi yapmıştı.

Larry annesinin karşısında durdu. Saçları karışmıştı. Aptal aptal gülümsüyordu. «Merhaba, anne.»

Alice Underwood sesini çıkarmadan oğluna baktı. Korku Larry'nin kalbine, eski yuvasına dönen kötü bir kuş gibi tünedi. Genç adam annesinin kendisini reddetmesinden, ucuz paltosuyla sırtını dönmesinden, onu bırakıp köşedeki metro istasyonuna gitmesinden korktu. Ama sonra kadın içini çekti. Ağır bir yükü sırtlamaya hazırlanan biri gibi. Konuştuğu zaman sesi öyle normal ve memnundu ki, Larry ilk izlenimini unuttu.

Alice Underwood, «Merhaba, Larry,» diye karşılık verdi. «Yukarı gel. Pencereden baktığım zaman gelenin sen olduğunu anladım. Zaten hasta olduğumu haber vermiştim. Hasta izni almaya hakkım var.» Dönüp basamaklardan çıktı.

Larry de üç basamağı tırmandı. Hâlâ ayakları karıncalandığı için yüzünü buruşturmuştu. «Anne?»

Kadın döndü, Larry onu kucakladı. Alice Underwood'un yüzünde bir an korku dolu bir ifade belirdi. Sanki kucaklanmayı değil de, bir hırsızın saldırısına uğramayı bekliyordu. Sonra bu ifade kayboldu. Kadın da oğluna sarıldı. Bayan Underwood'un hep çekmeceye yerleştirdiği lavanta çiçeğinin kokusu Larry'nin burnuna geldi. O zaman beklenmedik bir

— 46 —

özlem duydu. Bu pek yoğun hem acı hem de tatlı bir şeydi. Larry bir an ağlayacağını sandı. Annesinin ağlayacağından ise çok emindi. Bu «Dokunaklı Bir An»dı. Ama sonra annesinin düşük omzu üzerinden, çöp tenekesinden yarı çıkmış ölü kediyi gördü. Gerilediği zaman annesinin gözleri kuruydu.



«Haydi gel. Sana kahvaltı hazırlayayım. Bütün gece yolda miydin?»

«Evet.» Larry'nin sesi duygularının etkisiyle biraz boğuklaşmıştı.

«Gel, haydi. Asansör bozuk. Ama neyse, ben ikinci kattayım. Zavallı Bayan Halsey için daha kötü. Onun artriti var. Hem beşinci katta oturuyor. Ayaklarını silmeyi unutma, içeriyi kirletirsen Bay Freeman hemen bana çatar. Kirin, pasın kokusunu aldığına yemin edebilirim. Kir onun düşmanı.» Artık merdivenden çıkıyorlardı. «Gel... Üç yumurta yiyebilir misin? Ekmek de kızartırım.»

Larry çevresine bakındı. Karanlık gölgeler de, yemek kokuları da eskisinin aynıydı.

Alice Underwood oğluna üç yumurta, jambon, kızarmış ekmek ve meyva suyu verdi. Kahve de yaptı. Larry kahvaltıdan sonra bir sigara yakarak iskemlesini geri itti. Kadın oğlunun sigarasına hoşnutsuzca baktı ama bir şey söylemedi. Larry bu yüzden eski güvenine biraz kavuşur gibi oldu. Ne var ki, annesi uygun zamanda konuşmak için beklemesini bilirdi. Bayan Underwood demir tavayı kurşuni bulaşık suyuna attı. Larry, «Fazla değişmemiş,» diye düşündü. «Biraz yaşlanmış tabii. Şimdi elli bir yaşında. Saçları da biraz daha ağarmış.» Ama kadının saçlarının çoğu siyahtı yine. Arkasına sade bir gri elbise giymişti. Herhalde iş yaparken bu kılığa giriyordu.

Alice telle tavanın dibini kazımaya başladı. «Demek geri döndün. Neden?»

Larry içinden, «Ah, anneciğim, bir arkadaşım bana hayatın gerçeklerini anlattı,» diye geçirdi. Sonra yüksek sesle, «Galiba seni özledim de ondan, anne,» dedi.

Kadın burun kıvırdı. «Onun için bana öyle sık sık mektup yazdın, değil mi?»

— 47 —

«Mektup yazmaktan pek hoşlanmıyorum.»



«İşte bu doğru. Tam üstüne bastın.»

Larry gülümsedi. «Mektup yazmaktan gerçekten hoşlanmıyorum.»

«Ama annene küstah davranmaktan hoşlanıyorsun. Bu huyun değişmemiş.»

Larry, «Özür dilerim,» dedi. «Sen nasılsın, anne?»

Alice tavayı kenara bırakarak kızarmış ellerindeki köpükleri sildi. «Fena sayılmam.» Masaya yaklaşıp bir iskemleye oturdu. «Bazen sırtım çok ağrıyor. Ama haplarım var. İyiyim, diyebilirim. Tabii yaşlanıyorum. Vücudum da bunu hissediyor.»

Larry eskisi gibi annesine takılarak ona iltifat etti. «Henüz genç kız sayılırsın.» Eski günlerde bu sözler kadının çok hoşuna giderdi. Ama şimdi pek hafifçe gülümsedi. Larry ekledi. «Hayatında yeni erkekler var mı?»

Alice, «Birkaç tane,» dedi. «Ya senin?»

Larry şaka etti. «Hayır. Hayatımda yeni erkekler yok. Birkaç kız var.» Annesinin bir kahkaha atacağını umuyordu.

Kadın yine hafifçe gülümsedi. Larry, «Onu kaygılandırıyorum,» diye düşündü. «Mesele bu. Buraya neden geldiğimi bilmiyor. Herhalde üç yıldan beri geri dönmemden umut kesmişti. Benim ortadan kaybolmam daha işine geliyordu.»

Alice, «Yine o eski Larry'sin,» dedi. «Hiçbir zaman ciddi olamıyorsun. Nişanlandın mı? Sık gördüğün bir sevgil in var mı?»

«Biraz eğleniyorum, anne.»

«Her zaman öyleydin zaten. Neyse, hiç olmazsa bana gelip namuslu bir Katolik kızının başını derde soktuğunu söylemedin. Kabul etmek gerek... Galiba çok dikkatli, çok terbiyeli ya da çok şanslısın.»

Larry annesini ifadesiz bir yüzle dinlemeye çalışıyordu. Bayan Underwood hayatında ilk kez seksten söz ediyordu ona.

Alice sözlerini sürdürdü. «Her neyse... Nasıl olsa her şeyi öğreneceksin. Bekârların pek çok eğlendiklerini söylerler ama bu doğru değildir. İnsan yaşlanır, huysuzlaştıkça huysuzlaşır, iğrençleşir. Tıpkı Bay

— 48 -

Freeman gibi. Giriş katında oturur. Pencerenin önünden hiç ayrılmaz, rüzgâr essin diye bekler.»



Larry hafifçe bir şeyler mırıldandı.

«Şarkını radyoda duyuyorum. Herkese, 'İşte bu benim oğlum,' diyorum. 'Larry bu!' Çoğu bana inanmıyor.»

«Şarkımı duydun mu?» Larry kendi kendine annesinin neden ilk iş bundan söz etmediğini sordu.

«Tabii. Genç kızların durmadan dinledikleri o rock and roll radyo istasyonu çalıyor. WABC.»

«Parçayı beğendin mi?»

«O müziği beğendiğim kadar.» Alice kesin bir tavırla oğluna baktı. «Şarkının bazı sözleri imalı. Açık saçık.»

Larry sıkıntıyla, ayaklarını yine eskisi gibi yere sürdüğünü farketti, kendini zorlayarak bunu engelledi. «Şarkının... yalnızca ihtiraslı olması gerekiyor, anne. Hepsi bu kadar.» Bütün kanı yüzüne hücum etmişti. Annesinin mutfağında oturup ihtirastan söz edeceği hiç aklıma gelmemişti.

Alice sert sert, «İhtirasın yeri yatak odasıdır,» diyerek Larry'nin ünlü plağının sanat yönü üzerinde tartışmayı engelledi. «Ayrıca sesin de bir tuhaf. Seni duyan zenci sanır.»

Bu söz Larry'i eğlendirdi. «Şimdi öyle mi konuşuyorum?»

«Hayır. Şarkı söylerken.»

Larry bir zenci gibi, «O siyah sese bayılıyorlar,» diyerek gülümsedi.

Alice başını salladı. «Evet, tıpkı böyle. Gençliğimde Frank Sinatra' nın cüretli olduğunu düşünürdük. Şimdi gençlerin diskoları var. Onlar buna 'disko' diyorlar. Bense 'avaz avaz bağırmak' diyorum.»

Larry, «Ben telif hakkı alıyorum,» diye açıkladı. «Satılan her plaktan belirli bir yüzde. Hesaba göre...»

«Aman bırak bunu.» Alice elini salladı. «Ben matematik derslerinde hiçbir zaman iyi not alamazdım. Sana paranı verdiler mi? Yoksa o arabayı borca mı aldın?»

«Bana fazla para vermediler henüz.» Larry yalanın sınırına gelmişti.

— 49 — Mahşer / F: 4

«Araba için biraz peşin para verdim. Gerisini taksit taksit ödeyeceğim.»

Alice öfkeyle, «Uygun şartlarla,» dedi. «Baban da sonunda bu yüzden iflas etti. Doktor onun kalp krizi geçirdiğini, bu yüzden öldüğünü söyledi. Ama asıl neden bu değildi. Baban kalbi kırıldığı için öldü. O uygun şartlar yüzünden yoksullaştı.»

Bu eski bir konuydu. Larry annesini dinlermiş gibi yaparak arada sırada başını salladı. Babasının erkek giyim eşyaları satan bir dükkânı vardı. Ama sonra o dükkânın yakınında pek büyük bir mağaza açılmış, adam da bir yıl sonra iflas etmişti. Bay Underwood avunmayı yemekte aramış, üç yılda elli kilo almıştı. Larry dokuz yaşındayken de köşedeki lokantada ölmüştü. Önündeki tabakta hamburgerinin yarısı kalmıştı. Ondan sonra Larry'yi Alice büyütmüş, çocuk evden kaçıncaya kadar onun hayatına atasözleri ve önyargılarla egemen olmuştu. Larry arkadaşı Rudy'nin eski arabasıyla evden ayrılırken Alice'in son sözleri, «Califor-nia'da da düşkünler evi var,» olmuştu. Evet, Larry'nin annesi böyle bir kadındı işte!

Alice usulca, «Burada kalmak istiyor musun, Larry?» diye sordu.

Genç adam şaşırdı. «Bunun sence bir sakıncası var mı?»

«Oda var. Portatif karyola hâlâ arkadaki yatak odasında duruyor. Ben artık oraya eşyaları koyuyorum ama sandıklardan bazılarını köşelere itebilirsin.»

Larry ağır ağır, «Pekâlâ,» dedi. «Tabii bir sakıncası olmadığından eminsen. New York'a birkaç hafta için geldim. Bizim eski arkadaşları görmek istedim. Mark... Galen... David... Chris... Onları.»

Alice ayağa kalktı. Pencereye yürüyüp camı açtı. «İstediğin kadar kalabilirsin, Larry. Belki ben duygularımı doğru dürüst açıklamayı başa-ramıyorum. Ama seni gördüğüme seviniyorum. Seninle pek de hoş bir biçimde vedalaşmamıştık.» Oğluna baktı. Yüzü hâlâ sertti ama korkunç ve isteksiz bir sevgi de vardı. «Ben, kendi hesabıma, bu yüzden üzgünüm. O sözleri sırf seni sevdiğim için söyledim. Doğru dürüst söylemeyi bilemediğim için de öyle konuştum.»

Larry gözlerini masaya dikti. «Önemli değil.» Yüzünün yanmasın-

— 50


dan, yine kızarmış olduğunu anlıyordu. «Dinle... Masrafa katılırım.»

«İstersen katılabilirsin. İstemezsen buna da gerek yok. Ben çalışıyorum. Binlerce insan işsiz. Sen de hâlâ benim oğlumsun.»

Larry katılaşmış kediyi ve gülümseyerek kaseleri dolduran Dewey'i düşündü, birdenbire ağlamaya başladı. Bir yandan da, «Benim değil, annemin ağlaması gerekirdi,» diyordu kendi kendine. «Hiçbir şey düşündüğüm gibi olmadı. Hiçbir şey. Meğer annem değişmiş. Ben de öyle. Ama sandığım biçimde değil. Anormal bir değişiklik olmuş. Annem daha büyümüş, bense küçülmüşüm. Anneme sırf bir yere gitmem gerektiği için gelmiş olmadığımı da anlıyorum. Eve döndüm. Çünkü korkuyor ve annemin yanında olmak istiyordum...»

Alice açık pencerenin önünde durmuş ona bakıyordu. Sonra elbisesinin göğsünden bir mendil çıkardı. Masaya yaklaşarak bunu oğlunun eline sıkıştırdı. Larry'nin içinde sert bir şey vardı. Gözyaşları bunu değiştiremezdi. Yaz yağmuru nasıl bir kayanın biçimini değiştiremezse öyle. Larry'nin kalbinin derinliklerinde yalnızca kendisi gizliydi. Oradan dışarıya bakıyordu. Larry kalbine yalnızca kendi kendisinin girmesine izin veriyordu. Ama annesi onu seviyordu.

Ayrıca Alice, Larry'nin iyi, çok iyi yanları olduğuna da inanıyordu. Bu doğruydu ama artık çok geçti. Şimdiden sonra ancak büyük bir felaket sağlayabilirdi bu iyiliğin ortaya çıkmasını. Kadın, «Yorgunsun,» dedi. «Ellerini, yüzünü yıka. Ben sandıkların yerlerini değiştiririm. Ondan sonra yatar uyursun. Galiba bugün işe gitmem daha iyi olacak.»

Kısa koridoru aşarak arka odaya, Larry'nin eski yatak odasına gitti. Genç adam onun hafifçe inleyerek sandıkları ittiğini duydu. Bir yandan da annesinin karşısında en son ne zaman ağladığını hatırlamaya çalışıyordu. Sonra ölü kediyi düşündü. Annesi haklıydı. Yorulmuştu. Hayatında şimdiye kadar hiç böylesine yorulmamıştı. Larry gidip yattı, hemen hemen on sekiz saat uyudu.

— 51 —

6

Frannie akşama doğru arka bahçeye çıktı. Babası orada sabırla bezelye ve fasulye tarhlarındaki yaban otlarını ayıklıyordu. Çok geç baba olmuştu Bay Goldsmith. Artık altmışını geçmişti. Her zaman giydiği beyzbol kepinin altından ak saçları çıkıyordu. Frannie'nin annesi Port-land'a gitmişti. Beyaz eldiven almaya. Fran'in çocukluk arkadaşı Amy Lauder gelecek ayın başlarında evlenecekti.



Frannie iki büklüm çalışan babasına sevgiyle baktı bir an. Sonra hafifçe öksürdü. «Yardıma ihtiyacın var mı?»

Bay Goldsmith dönerek gülümsedi. «Beni toprağı kazarken yakaladın demek?»

«Galiba öyle.»

«Annen döndü mü?» Adam dalgın bir tavırla kaşlarını çattı. «Yoo, hayır. Daha biraz önce gittiydi, değil mi? Evet, istiyorsan bana yardım edebilirsin. Ama sonradan ellerini yıkamayı unutma.»

Fran hafifçe alay etti. «Bir hanımefendinin elleri onun alışkanlıklarını açıklar.» Burnundan garip bir ses çıkararak güldü. Peter Goldsmith hoşnutsuz bir tavır takınmaya çalıştıysa da başaramadı. Fran babasının yanına diz çökerek otları ayıklamaya başladı.

Peter Goldsmith, Sanford'daki büyük bir otomobil fabrikasında teknisyen olarak çalışıyordu. Altmış dört yaşındaydı ve emekliye ayrılmasına bir yıl kalmıştı. Baba kız konuşa konuşa çalışmalarını sürdürdüler. Peter insanı yatıştıran o tatlı sesiyle konudan konuya geçiyor, Fran'in içini hiç sıkmıyordu. Zaten Peter belki karısı dışında kimsenin içini sıkmazdı. İyi bir sohbeti vardı.

Sonra Fran babasının susmuş olduğunu farketti. Adam bir tarhın dibindeki kayaya oturarak piposuna tütün doldurdu. Kızına bakıyordu. «Derdin nedir, Frannie?»

Kız bir an sessizce babasına baktı. Konuya nasıl gireceğini bilmiyordu. Sonra kısaca, «Hamileyim,» dedi.

— 52 -

II

Adam piposuna tütün doldurmaktan vazgeçti. Kızına bakakalmıştı. Sonra, sanki bu sözü o zamana kadar hiç duymamış gibi, «Hamile,» diye yineledi. «Ah, Frannie... Şaka mı bu?»



«Hayır, baba.»

«Buraya gel.»

Kız söz dinler bir tavırla gidip babasının yanına oturdu. Peter, «Emin misin?» diye sordu.

«Eminim...» Fran hıçkırıklarla sarsıla sgrsıla, gürültülü gürültülü ağlamaya başladı. Peter kolunu onun omzuna attı. Baba kız uzun süre böyle oturdular. Fran hıçkırıkları kesilirken kendisini en çok kaygılandıran o soruyu sordu. «Beni hâlâ seviyor musun, baba?»

«Ne?» Adam kızına şaşkın şaşkın baktı. «Evet. Tabii. Seni hâlâ çok seviyorum, Frannie.»

Kız bu sözler yüzünden tekrar ağlamaya başladı. Peter da o arada piposunu yaktı.

Fran, «Düşkırıklığına uğradın, değil mi?» dedi.

«Bilmiyorum. Şimdiye kadar hiç hamile bir kızım olmamıştı. Bu durumu nasıl karşılayacağımı da kestiremiyorum. Neden... Jess mi?»

Fran, «Evet,» der gibi başını salladı.

«Durumu ona açtın mı?»

Yine başını salladı.

«Ne dedi o?»

«Benimle evleneceğini. Ya da kürtaj parasını veribileceğini.»

Peter Goldsmith, «Evlenme ya da kürtaj,» diyerek piposundan bir soluk çekti. «Çifte tabancalı kovboy.» Bir an durdu. «Annen kimin suçlu olduğu konusunda çok şey söyleyecek. Ona engel olmayacağım. Ama kendisine de katılmayacağım. Anlıyor musun?»

Fran başını salladı. Babası artık annesine pek itiraz etmiyordu. Hiç olmazsa, açık açık etmiyordu. Kadın çok sivri dilliydi. Peter bir keresinde kızına, «İtiraz ettiğin zaman kontrolünü kaybediyor,» demişti. «Bu yüzden karşısındakini kırıyor. Neden sonra pişman oluyor. Ama bunun

— 53 —


da kırdığı insana pek yararı olmuyor.» Frannie babasının da yıllar önce iki çareden birini seçmek zorunda kaldığını seziyordu: Ya boşanacak ya da boyun eğecekti. Peter boyun eğmeyi seçmişti. Ama kendi şartlarına göre.

Fran usulca, «Annemin seni bu işe karıştırmayacağından emin misin, baba?» diye sordu.

«Senin tarafını tutmamı mı istiyorsun, Fran?»

«Bilmiyorum.»

«Şimdi ne yapacaksın?»

«Annem konusunda mı?»

«Hayır. Durumun konusunda, Fran.»

«Bilmiyorum.»

«Jess'le evlenecek misin? İki kişi de bir tek insan kadar ucuza geçinebilir. Daha doğrusu, öyle diyorlar.»

«Onunla evleneceğimi sanmıyorum. Galiba Jess'e olan aşkım söndü. Tabii ona âşık idiysem.»

«Bebek yüzünden mi?» Peter'in piposunun tatlı kokusu çevreye yayılıyordu.

«Hayır. Nedeni bebek değil. Bu olacaktı zaten. Jess... biraz zayıf bir insan. Durumu başka nasıl anlatabileceğimi bilmiyorum.»

«Onun senin için gerekli şeyi yapacağına inanmıyorsun, değil mi Fran?»

«Öyle.» Babası işin can alacak noktasına parmak basmıştı. Kız paralı bir aileden olan ve mavi iş gömlekleri giyen Jess'e güvenemiyor-du.

«O halde annenin seni etkileyip fikrini değiştirtmesine izin verme.»

Kız gözlerini yumdu. Çok rahatlamıştı. Babası durumu anlıyordu. Bir mucizeydi bu. Fran bir süre sonra, «Kürtaja ne dersin?» diye sordu.

«Dinle...» Peter birdenbire sustu. Sonra kızının elini tutarak konuşmaya başladı. «Baban bu kadar yaşlı bir adam olmamalıydı, Frannie. Ama bu bakımdan yapabileceğim bir şey de yok. Ben 1941'de evlen-

— 54 —


dim. Savaşa gitmeden hemen önce. Pearl Harbor olayıyla savaşa katılanlardan biraz büyüktüm. Hatta bazıları beni, 'Baba,' diye de çağırıyorlardı. Savaştan sonra Sanford'daki o güzel işime girdim. Ve... şey... annenle bir yuva kurduk.» Alacakaranlıkta kızına düşünceli bir tavırla baktı. «Carla o günlerde çok farklıydı. Ağabeyin Freddy öldükten sonra değişmeye başladı. O zamana kadar gençti. Freddy öldükten sonra katılaştı. Gelişmesi durdu. Kendi görüş açısının üzerine üç tabaka cila sürdü. Onu betonla destekledi. Ve, 'En iyisini, en doğrusunu ben bilirim,' dedi. Şimdi fikirlerle dolu bir müzenin bekçisi gibi davranıyor. Ama i her zaman böyle değildi...» , i

«Ya nasıldı, baba?» l\\

«Şey...» Peter dalgın dalgın bahçenin dibine doğru baktı. «Sana ,\\

çok benzerdi, Fran. Kıkır kıkır gülerdi. Onunla Boston'a, Red Sox takı-minin maçlarını seyretmeye giderdik. Carla oyun arasında benimle bira j

içerdi.» ,)

«Annem .. bira mı içerdi?» |

«Evet, içerdi ya! Sonra tuvalete gider, dışarı çıkarken de, 'Senin !

yüzünden oyunun en güzel yerini kaçırdım,' diye söylenirdi.» j

Frannie annesini elinde bira bardağıyla, genç kız gibi babasına gülerken hayal etmeye çalıştı, ama başaramadı.

«Uzun bir süre çocuğumuz olmasını bekledik. 1952'de ağabeyin ',

Fred dünyaya geldi. Annen ona tapıyordu adeta, Fran. Sonra 1955'de bir çocuk düşürdü. Ondan sonra artık başka çocuğumuz olmayacağını !.]

düşünmeye başladık. Ama 1959'da sen doğdun. Bir ay erken dünyaya geldin. Bu kez de ben sana tapmaya başladım. İkimizin de birer bebeği vardı artık. Ama annen bebeğini kaybetti.» Peter sustu. Yüzünde sıkıntılı, düşünceli bir ifade belirmişti.

Fred Goldsmith 1965'de ölmüştü. On üç yaşındayken. Fran o sıra- j

da altı yaşındaydı. Fred'e sarhoş araba süren biri çarpmıştı. Fred kaza- I \

dan sonra yedi gün yaşamıştı. I

Peter Goldsmith, «Kürtaj o iş için fazla temiz bir ad,» dedi. «Sana j

yaşlı bir adam olduğumu söyledim.» j i

i — 55 — k

Fran mırıldandı. «Sen yaşlı değilsin, baba.»

Adam sert bir tavırla, «Yaşlıyım, yaşlıyım,» diye ısrar etti. «Ben genç kızına yardıma çalışan yaşlı bir adamım. Sarhoş bir sürücü on beş yıl önce oğlumu öldürdü. Karım o günden sonra eskisinden çok farklı oldu. Kürtaj sorununa her zaman Fred açısından baktım ben. Buna başka gözle bakacak durumda değilim. Annense o malûm nedenler yüzünden itiraz edecek. 'Ahlak,' diyecek, iki bin yıl öncesine uzanan bir ahlak kuralı bu. Yaşama hakkı. Bütün Batı ahlakı bu kuralın üzerine kurulmuştur! Ben bütün filozofları okudum. Annen hafif şeyler okumaya meraklı. Ama sonunda ben duygulardan söz ederek tartışacağım, annense ahlak kurallarından dem vurarak. Kürtajdan söz edildiği zaman gözlerimin önünde Fred beliriyor. O yatakta yedi gün yatan oğlum! Parçalanmış her şeyini sargılarla yapıştırmaya çalışmışlardı. Hayat ucuz. Kürtaj bunu daha da ucuzlatıyor... Bunların sana bir yardımı dokunmayacak, değil mi?»

Fran usulca, «Çocuğu aldırmak istemiyorum,» diye açıkladı. «Kendimce bazı nedenler yüzünden.»

«Nedir bunlar?»

Fran başını hafifçe dikleştirdi. «Nedenlerden biri benim.»

«Çocuğu başkalarına mı vereceksin, Frannie?»

«Bilmiyorum.»

«Bunu istiyor musun?»

«Hayır. Çocuğumu kendim büyütmek istiyorum.»

Peter sesini çıkarmadı. Fran babasının bu sözleri hoşnutsuzlukla karşıladığını düşündü. Sonra da, «Okulu düşünüyorsun, değil mi?» diye sordu.

Peter ayağa kalkarak, «Hayır,» dedi. «Ben yalnızca yeteri kadar konuştuğumuzu düşünüyorum. Henüz karar vermek zorunda olmadığını da.»

Fran, «Annem dönmüş,» diye mırıldandı.

Peter kızının bakışlarını izledi. Bir araba bahçeye giriyordu. Carla onları görünce kornaya bastı, sonra da neşeyle el salladı.

— 56


Frannie, «Ona durumu açıklamak zorundayım,» dedi. «Öyle. Ama bir iki gün bekle, Frannie.» «Peki.»

Kız babasının çapa ve tırmığı almasına yardım etti, sonra yan yana arabaya doğru yürüdüler.

7

Siyah saçlı, güzel hemşire, «Kolunuzu sıvayın, Bay Redman,» dedi. «Bir dakika bile sürmeyecek.» Eldivenli ellerinde tansiyon aletini tutuyordu. Plastik maskenin altında, sanki genç adamla bir sırrı paylaşıyorlar-mış gibi gülümsüyordu.



Stu, «Olmaz,» diye cevap verdi.

Hemşirenin gülümsemesi silinir gibi oldu. «Yalnızca tansiyonunuzu ölçeceğim. Bir dakika bile sürmeyecek.»

«Olmaz.»

Hemşire ciddileşti. «Doktorun emri bu.»

«Madem doktorun emri, o halde onunla konuşayım.»

«Korkarım şu ara işi var. Şimdi yalnızca...»

Stu nazik nazik, «Beklerim,» dedi, gömleğinin kol düğmelerini açmak için de hiçbir hareket yapmadı.

«Bu benim görevim. Başımın derde girmesini istemezsiniz, değil mi?» Kız bu kez de genç adama sevimli bir yetim tavırlarıyla gülümsedi. «İzin verirseniz...»

Stu, «Tansiyonumu ölçmenize izin vermeyeceğim,» dedi. «Gidin, bunu onlara söyleyin. Birini göndersinler.»

Hemşire yüzünde kaygılı bir ifadeyle çelik kapıya yöneldi, kilitteki dört köşe anahtarı çevirdi. Kapı açıldı, kız dışarı çıktı. Çıkarken de Stu

— 57 —

Redman'a son bir defa sitemle baktı. Stu buna sakin bir tavırla karşılık verdi.



Kapı kapandıktan sonra ayağa kalkarak huzursuzca pencereye gitti. Pencerede çift cam ve bunun dışında da demir parmaklık vardı. Hava kararmıştı artık. Hiçbir şey gözükmüyordu. Dönüp yine koltuğa oturdu. Arkasında kareli bir gömlek, ayaklarında da rengi solmuş bir blucinle kahverengi botları vardı. Stu elini yüzüne sürerek hoşnutsuzca suratını buruşturdu. Traş olmasına izin vermiyorlardı. Oysa sakalları çok çabuk uzuyordu.

Testlere bir itirazı yoktu. Onun sinirlendiği, kendisine bilgi verilmemesi ve korkularının giderilmemesiydi. Hasta değildi. Hiç olmazsa şimdilik. Ama çok korkuyordu. Burada bir işler dönüyordu. Biri ona Arnet-te'de neler olduğunu açıklayıncaya kadar bu işe karışmayacaktı. Tabii Campion'in bütün bunlarla ne ilişkisi olduğunu öğrenmek de istiyordu. Hiç olmazsa o zaman korkularının bir temeli olduğuna inanabilecekti.

Aslında Stu'nun bu soruları daha önce sormasını beklemişlerdi. Genç adam bunu onların bakışlarından anlıyordu. Hastanelerde bazı şeyleri insandan gizlemeyi başarıyorlardı. Stu'nun karısı dört yıl önce kanserden ölmüştü. Genç kadın o sırada yirmi yedi yaşındaydı. Kanser rahminde başlamış, sonra da bir yangın gibi bütün vücudunu çabucak sarmıştı. Stu uzmanların karısının sorularına cevap verme konusunda nasıl davrandıklarını görmüştü. Ya konuyu değiştirmişlerdi ya da genç kadına teknik terimlerle dolu bilgiler vermişlerdi. İşte bu yüzden Stu da buradakilere soru sormamıştı. Bu tutumunun onları kaygılandırdığının farkındaydı. Ama artık soru sorma zamanı gelmişti. Ve cevap da alacaktı.

Olayın bazı eksik yanlarını kendi kendine tamamlayabiliyordu. Campion, karısı ve çocuğu çok kötü bir illete yakalanmışlardı. Yaz nezlesi ya da grip gibi başlıyordu. Ama sonra durum gitgide kötüleşiyordu. Galiba sonunda insan ya kendi balgamından boğulup ölüyordu ya da yüksek ateş onu mahvediyordu.


Yüklə 1,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   29




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin