— 275 —
Sonra Stu usulca, «Hangi adam, Tom?» dedi.
«Flagg. Onun adı Randall Flagg. Kara adamın. Siz benim...» Tom yine uzun uzun, acı acı içini çekti.
«Bunu nereden biliyorsun, Tom?» Senaryoda böyle bir şey yoktu.
«Rüyalar... Onun suratını rüyalarımda görüyorum...»
Diğerleri rüyalarında kara adamın suratını hiçbir zaman görememiş, lerdi.
«Neye benziyor, Tom?»
«Sokakta rastladığın insanlara. Ama sırıttığı zaman telgraf tellerin-deki kuşlar düşüp ölüyor. Sana baktığı zaman için kavruluyor. Yere tükürdüğü vakit otlar sararıp kuruyor. O her zaman dışarıda. Zamandan çıkıp geldi. Kim olduğunu bilmiyor. Binlerce ifritin adını taşıyor. Sürüyle ismi var. Bizden korkuyor. Çünkü biz içerdeyiz. Sihir biliyor. Kurtları çağırıyor ve kargaların içinde yaşayabiliyor. Ama bizden korkuyor, içerden korkuyor.» Tom sustu.
Yüzleri mezar taşı kadar bembeyaz olan üç adam birbirlerine baktılar. Sonra Stu alçak sesle, «Onun hakkında başka bir şey söyleyebilir misin?» dedi.
«Sadece şunu: Ondan ben de korkuyorum. Ama istediğinizi yapacağım. Ama Tom... öyle korkuyor ki!» Yine acı acı içini çekti.
Ralph birdenbire, «Acaba... Abagail Ana hâlâ sağ mı?» diye sordu. Yüzünde çaresiz bir ifade vardı. Bütün servetini bir tek kağıda bağlamış bir kumarbazın ifadesi.
Tom, «Sağ o,» dedi. Ralph derin bir soluk alarak arkasına yaslandı, Tom ekledi. «Ama arası Tanrıyla henüz iyi değil.»
«Değil mi? Neden Tommy?»
«Abagail Ana vahşi bir yerde, Tanrı onu yüceltti. O öğle zamanı uçan dehşetten korkmuyor. Gece yarısı sürünen dehşetten de... Onu ne yılan sokuyor, ne de arı. Ama Tanrı henüz onu bağışlamadı. Ana her şeyi görecek. Ama çok geç. Ölüm olacak. O adamın ölümü. Ana da ölecek...»
Ralph, «Onu susturun,» diye inledi. «Stu, onu susturamaz mısın?»
Stu, «Tom,» dedi.
ı
«Evet?»
«Sen Nick'in Oklahoma'da karşılaştığı Tom musun?»
«Ben o Tom'dan fazlayım.»
«Anlamadım.»
Tom biraz kımıldadı. Yüzünde sakin bir ifade vardı. «Ben Tanrının T0m'uyum.»
Sinirleri iyice bozulan Stu, Nick'in notlarını az kalsın elinden düşürüyordu. «İstediğimizi yapacağını söyledin.»
«Evet.»
«Ama... geri dönebilecek misin?»
«Bunu söylemek bana düşmez. İleriyi görmek de. Nereye gideceğim?»
«Batıya, Tom.»
Tom inledi. «Batıya. Evet, batıya.»
«Seni bakman için gönderiyoruz, Tom. Bakman ve görmen için. Sonra da geri dönmelisin.»
«Dönmeli ve her şeyi anlatmalıyım.»
«Bunu yapabilir misin?»
«Evet. Ama beni yakalayıp öldürürlerse, o başka.»
Stu irkilip yüzünü buruşturdu. Diğerleri de öyle.
«Yalnız başına gideceksin, Tom. Her zaman batıya doğru. Batıyı bulabilir misin?»
«Güneşin battığı taraf.»
«Evet. Biri sana oraya neden geldiğini sorarsa şöyle diyeceksin: Beni Özgür Bölgeden attılar...'»
«Attılar. Yollara düşmeme neden oldular.»
«'Çünkü ben geri zekâlıyım...'»
«Tom'u geri zekâlı olduğu için kovdular.»
«'Çünkü bir kadınla ilişki kurabilirdim. O kadının geri zekâlı çocukları olabilirdi.'»
«Tom gibi geri zekâlı çocuklar.»
Stu'nun midesi bulanmaya başlamıştı. «Şimdi bana batıya neden geldiğini sordukları zaman neler söyleyeceğini tekrarla!»
— 277 —
Tom istenileni yaptı. Stu, «Tamam, Tom,» dedi.
Adam kederli, yumuşak bir sesle, «Beni kovdular,» diye mırıldandı «Tom'u o güzel yeni evinden attılar. Yollara düşmesine neden oldular»
Stu titreyen eliyle gözlerini ovuşturdu, sonra da Nick'e baktı. Çare-siz bir sesle, «Bunu tamamlayabileceğimi sanmıyorum, Nick,» diye fısıl, dadı.
Tom birdenbire, «Tamamla,» dedi. «Beni burada, karanlıkta bırakma.»
«Tom, dolunayın nasıl olduğunu biliyorsun, değil mi?»
«Evet... Büyük ve yuvarlak.»
«Sen de o yuvarlak ve büyük ayı gördüğün zaman doğuya geri döneceksin. Bize.»
Tom, «Evet,» diye cevap verdi. «Onu gördüğüm zaman geri geleceğim.»
«Ve geri dönerken geceleri yürüyecek, gündüzleri uyuyacaksın.»
«Geceleri yürüyeceğim. Gündüzleri uyuyacağım.»
«Seni görmelerine engel olmaya çalışacaksın.»
«Evet.»
«Ama Tom, biri yine de seni görebilir.»
«Evet, biri görebilir.»
«Seni gören bir tek kişiyse onu öldüreceksin.»
Tom kuşkuyla, «Öldüreceğim,» dedi.
«Ama seni görenler birden fazlaysa kaçacaksın.»
Tom daha kesin bir tavırla, «Kaçacağım,» dedi.
«Ama görünmemeye çalışacaksın. Şimdi bunları tekrarlar mısın?»
Tom bunu kolaylıkla yaptı.
«Çok güzel. Şimdi... birkaç saniye sonra uyanmanı istiyorum. Tamam mı?»
«Tamam.»
Stu titrek bir soluk aldı. «Çok şükür bitti.»
Nick'in bakışlarından da aynı şeyi düşündüğü anlaşılıyordu.
«Böyle bir şey olacağını biliyor muydun, Nick?»
Delikanlı, «Hayır,» diye başını salladı.
— 278 —
Ralph mırıldandı. «Bütün bunlar benim anlayabileceğim şeyler jgğil. Abagail Ana konusunda söylediklerini düşünmek bile istemiyo-rLlrn. Onu uyandır, Stu. Buradan hemen gidelim.» Ralph neredeyse ağlayacaktı.
Stu öne doğru eğildi. «Tom?»
«Evet?»
«Bir fil görmek ister misin?»
Tom gözlerini açarak onlara baktı. «Bir işe yaramayacağını söyledim. Tabii ya. Tom'un gündüz vakti uykusu gelmez ki.»
«Tom, çok başarılı oldun. Biz buraya yardım edip etmeyeceğini sormaya geldik.»
«Ben mi? Yardım mı? Tabii. Yardım etmek isterim.»
«Ama bu tehlikeli bir iş, Tom. Batıya gitmeni istiyoruz. Sonra da geri dönüp bize gördüklerini anlatmanı.»
«Tabii. Olur, ne zaman gideceğim?»
Stu elini şefkatle Tom'un ensesine koydu. «Pek yakında, Tom. Pek yakında.»
Stu eve döndüğü sırada Fran de akşam yemeğini hazırlıyordu. «Harold geldi,» diye açıkladı.
«Harold mu? Ne istiyormuş?»
«Sürüyle harita bıraktı. Araştırma Komitesinin Abagail Anayı aradığı bölgeleri gösteren haritalar.» Fran birdenbire güldü. «Biliyor musun, Harold'un artık bir sevgilisi var. Onun kim olduğunu dünyada bilemezsin.»
Stu gözlerini kısarak tavana baktı. «Harold'la kim ilişki kurabilir? Dur bakayım... Hayır, bulamayacağım. Harold'un sevgilisi kim?»
«Nadine Cross.»
«Saçlarında ak tutamlar olan kadın mı?»
«Evet.»
«Aa, kadın Harold'un annesi yaşında olmalı.»
Frannie, «Harold'un bunun üzerinde duracağını sanmıyorum,» diye cevap verdi.
— 279-
«Larry durumu biliyor mu?»
«Bu konuda hiçbir fikrim yok. Aldırdığım da yok. Nadine, Larryn-sevgilisi değil artık. Belki eskiden de değildi.» Fran düşünceli bir tavırl durdu, sonra da bir kahkaha attı.
Stu, «Neye güldün?» diye sordu.
Genç kadın ayağını uzattı. Ayaklarındaki tenis ayakkabılarının lastik tabanında daireler ve çizgiler vardı. «Harold ayakkabılarımı çok beğen-diğini söyledi. Ne gülünç değil mi?»
Stu da bir kahkaha attı. «Gülünç olan sensin!»
Harold şafaktan hemen önce uyandı. Yataktan kalkarken hafifçe titredi. Henüz Ağustosun 22'siydi ama sabahları soğuk olmaya başlamıştı. Delikanlı Nadine'e baktı. Kadın hâlâ uyuyordu. Harold onu uyandırdığı zaman da kızmayacaktı... Hoş belki de kızacaktı. Delikanlı hâlâ o siyah gözlerin derinliklerinde nelerin gizli olduğunu anlayamıyordu. Nadine'den biraz korkuyordu.
Harold usulca giyindi. Nadine'le sevişmek istiyordu ama şimdi bunun sırası değildi. Yalnız başına oturup düşünmesi gerekiyordu.
Harold kahve yapıp çabucak içti. Sonra birkaç bisküvi alarak sokak kapısının önüne çıktı, oradaki basamağa oturdu. Sanki çıldırdıktan sonra aklı başına gelmiş gibiydi. «Son zamanlarda kafamı hiç kullanmadım. Biri beni burnumdan tutup sürükledi.»
Harold, Frannie Goldsmith'i düşündü. «O gün evime usulca giren oymuş. Artık bundan eminim. Ayağındaki ayakkabıları gördüm. Onları kolaylıkla tanıyabilirim. Fran nasıl olduysa, günlük defterini okuduğumu anladı. Belki de sayfalardan birinde bir iz bıraktım. Fran de bu yüzden, okuduklarımın beni nasıl etkilediğini anlayabilmek için buraya geldi. Yazılı bir şeyler bulmaya çalıştı. Ama hesap defterini bulamadı. Çünkü defterde Stu'yu öldürmeyi planladığım açık açık yazılıydı. Fran o satırları okusaydı Stu'yu hemen uyarırdı. Stu benimle dünkü gibi rahatlıkla konuşamazdı.
«Ben Fran'in günlüğünü okudum. Çünkü onu kıskanıyordum ve kırılmıştım. Ama artık Fran'i istemiyorum. Öyle değil mi? Öyle değil mi?
— 280 —
Fvet, belki istemiyorum. Ama o köpekler beni hiçbir zaman aralarına IfTiadılar!» Harold müthiş bir kin ve öfkeyle sarsıldı.
46
Stu eve dönüyordu. Bankanın karşısındaki parka vardığı sırada Ralph ona seslendi. Genç adam bisikletten inerek Ralph'ın oturduğu kanepeye doğru yürüdü.
«Ben de seni bekliyordum, Stu. Bir dakika konuşabilir miyiz?»
«Yalnızca bir dakika. Yemeğe geciktim. Herhalde Frannie kaygılanmaya başlamıştır.»
Ralph, «Telsizle haberler aldım,» diye açıkladı. «Bunlardan bazıları iyi, bazıları da... kötü. Gerçeği öğrenmeni istiyorum, Stu. Çünkü bunu gizlemek imkânsız. Bölgede çok kimsede alıcı-verici var. Herhalde ben yeni gelen grupla konuşurken çok kimse bizi dinledi.
«Kaç kişi geliyor?»
«Kırktan fazla, içlerinden biri doktor. George Richardson adında biri.»
«İşte bu şahane bir müjde!»
«Tennessee'li. Bu gruptakilerin çoğu Orta-Güney bölgeden... Neyse... Anlaşılan grupta hamile bir kadın varmış. On gün önce zamanı gelmiş. Ayın on üçünde. Doktor kadını doğurtmuş. Çocuklar ikizmiş. Sağ-lıklıymışlarda. Yani başlangıçta.» Ralph sustu. Dudaklarını oynatıp duruyordu.
Stu arkadaşını omuzlarından yakaladı. «Çocuklar ölmüş mü? Bebekler ölmüş mü? Bana bunu mu söylemeye çalışıyorsun? Onlar ölmüş mü? Kahretsin! Konuşsana!»
Ralph alçak sesle, «Ölmüşler,» dedi. «Bir bebek on iki saat içerisinde gitmiş. Balgamla boğulup ölmüş. Diğer bebek ise iki gün sonra. Richardson elinden gelen her şeyi yapmış ama bebekleri kurtaramamış. Kadın çıldırmış. 'Ölüm!' diye haykırmış. 'Mahvolduk! Artık kimsenin
— 281 —
çocuğu olmayacak!' Grup kente vardığı zaman Fran'in onları görmemesini sağlamalısın, Stu. İşte sana bunu söylemek istedim. Durumu da ona hemen açıklamalısın. Bunu sen yapmazsan, o da gerçeği başkalarından öğrenir.»
Stu ellerini ağır ağır Ralph'in omuzlarından çekti.
«Richardson burada kaç hamile olduğunu öğrenmek istedi. 'şü anda bildiğimiz bir tek kişi var,' dedim. Doktor Fran'in kaç aylık hamile olduğunu sordu. 'Dört aylık,' diye cevap verdim. Öyle değil mi?»
«Hayır, emin değil. Fran'e bunu da söylemelisin. Her şeyi iyice anlaması için. Doktor, 'Ölümün çeşitli nedenleri olabilir.' dedi. 'Annenin aldığı besin... Kalıtım yoluyla alınan bir illet... Solunum yolları enfeksiyonu... Belki de buna Rh-faktörü neden olmuş...' O da neyse? Richardson kesin bir şey söyleyemedi. Kadın karayolunun kenarında, bir tarlanın ortasında doğum yapmış. Doktor grubun başkanı olan diğer üç kişiyle oturup konuştuklarından söz etti. Doktor onlara, 'Çocukları Kaptan Trips öldürdüyse,' demiş, 'Bunun ne anlama geleceğini hepimiz de biliyoruz. Nedeni kesinlikle öğrenmemiz şart.'»
Stu üzüntüyle, «Glen'le bundan söz etmiştik,» dedi. «Onunla ilk karşılaştığımız gün. Eğer o bebekleri süper-grip öldürdüyse, o zaman kırk elli yıl sonra bütün dünyayı farelere, karasineklere ve serçelere bırakırız.»
«Richardson da diğerlerine öyle söylemiş sanırım. Her neyse! Grup o sırada Chicago'nun altmış kilometre batısındaymış. Doktor ertesi gün onları geri dönmeleri ve bebekleri büyük bir hastaneye götürmeleri için ikna etmiş. Otopsi yapacak, çocukların süper-gripten ölüp ölmediklerini kesinlikle öğrenecekmiş. Haziranın sonlarında yeteri kadar süper-grip vakası görmüşmüş.»
«Ama sabah olduğu zaman bebekler ortada yokmuş. Anneleri onları gömmüş. Mezarların nerede olduğunu söylemeye de yanaşmamış Çevreyi bir hayli kazmışlar ama bebekleri bulamamışlar. Kadına durumun ne kadar önemli olduğunu anlatmaya çalışmışlarsa da, o yine mezarların yerini açıklamamış. Zavallı kadın iyice çıldırmış.»
Stu, Fran'in bebeği ne kadar çok istediğini düşünüyordu, «Bunu anlıyorum.»
— 282 —
Ralph umutla konuştu. «Doktor, 'Süper-grip de olsa, bağışıklığı 0lan iki kişinin çocukları bu hastalığa yakalanmayabilirler,' diyor.»
Stu, «Fran'in bebeğinin babasında bağışıklık olması ihtimali milyarda bir sanırım,» dedi. «Adam burada yok.»
«Evet. Bağışıklığı olamaz, değil mi? Sana bütün bunları açıkladığım için üzgünüm, Stu. Ama her şeyi bilmenin daha doğru olacağını düşündüm- Fran'le konuşabilmen için.»
Stu, «Fran'e gerçeği söylemek hiç hoşuma gitmeyecek,» diye içini
çekti-
Ama eve vardığı zaman başka birinin bu işi çoktan yapmış olduğunu öğrendi.
Fran yatak odasında karyolaya uzanmış, gözlerini tavana dikmişti. Yüzü şişmiş, yanaklarında gözyaşlarının izleri kalmıştı. Genç kadın usulca, «Merhaba, Stu,» dedi.
«Sana kim söyledi? Müjdeyi çabucak vermek isteyen kim?»
«Susan Stern. O da Jack Jackson'dan öğrenmiş. Jackson, Ralph'in doktorla yaptığı konuşmayı radyoda dinlemiş. Susan da biri bana gerçeği zalim biçimde açıklamadan benimle konuşmanın daha doğru olacağını düşünmüş. Zavallı küçük Frannie, ona dikkatli davranmalıyız.» Fran bir kahkaha attı.
Stu yatağın kenarına ilişerek genç kadının alnını okşadı. «Hayatım, bu kesin değil ki. Hiç değil.»
«Kesin olmadığını biliyorum. Hatta belki seninle başka çocuklarımız da olur.» Fran kızarmış gözleriyle mutsuzca genç adama baktı. «Ama bu bebeği de istiyorum. Bu çok mu kötü?»
«Hayır. Ne münasebet!»
Fran ağlamaya başladı. «Bilmemek çok daha kötü. Artık bekleyip sonucu görmem gerekiyor. Bebeğin benden ayrıldıktan sonra bir gün bile yaşayıp yaşamayacağını görmek için çok uzun bir süre bekleyeceğim.»
Stu, «Yalnız beklemeyeceksin,» dedi. Fran genç adama sıkıca sarıl-*¦ Uzun bir süre hiç kımıldamadan yattılar.
— 283 —
Stu, Fran, Susan Stern ve Nick, büyük toplantıdan çıkmış Broacl way'e doğru yürüyorlardı. Gecenin on bir buçuğu olmuştu.
Fran, «Hava serin,» dedi. «Keşke ceket giyseydim.»
Nick başını salladı. O da üşümüştü.
Susan, «Yargıcı 'Yasa Komitesi"ne seçmek istedikleri zaman ödüm patladı,» diye açıkladı. «Aslında bunu beklemeliydik.»
Stu, «Kenttekiler kuşkulanacaklar mı dersin, Nick?» diye sordu.
Delikanlı başını sallayarak kâğıda, «Onun batıya gidip gitmediğin, düşünmeye başlayacaklar,» diye yazdı. «Temelli kalmak için yani.» Diğerleri yazdıklarını okuduktan sonra bir kibrit çakarak kâğıdı yaktı.
Stu mırıldandı. «İşte bu çok kötü. Gerçekten...»
Susan sıkıntıyla, «Nick haklı,» dedi. «Başka ne düşünebilirler ki? Rockaway'e dönme dolaba binmeye gittiğini mi?»
Fran başını salladı. «Neyse ki, bu gece batı konusu açılmadı. Yine de şansımız varmış.»
Nick, «Gerçekten de öyle,» diye yazdı. «Onun için bundan sonraki büyük toplantıyı mümkün olduğu kadar ertelememizi istiyorum. Üç hafta kadar. 15 Eylül uygun mu?»
Susan, «Brad kente elektrik verebilirse toplantıyı o tarihe kadar erteleyebiliriz,» dedi.
Brad Kitchener adlı teknisyen o gece toplantıda elektriği Eylülün ikisi ya da üçünde vermeyi umduklarını açıklamış, bu sözleri çılgınca alkışlarla karşılanmıştı.
Stu, «Brad'in bu işi başaracağını sanıyorum,» diye cevap verdi. Susan durdu. «Ben eve gidiyorum. Yarın önemli bir gün. Dayna yola çıkacak. Ben de Colorado Springs'e kadar onunla gitmeye karar verdim.»
Fran, «Dayna ne durumda?» diye sordu.
«O garip bir kızdır. Güçlü. Azimli. İyi bir sporcudur. Çok da cesurdur.»
Stu, «Biz birinin batıya Haçlı Seferi'ne çıkarmış gibi gitmesini istemiyoruz,» dedi. «Bize orada olanları izleyecek biri gerekiyor, bir gerilla savaşçısı değil.»
— 284 —
Susan kısaca, «O da bunu biliyor,» diye cevap verdi. Dayna Jur-qens'le yaptıkları konuşmayı kimseye açıklayacak değildi. Diğer komite üyelerine bile. Dayna batıya giderken koluna yirmi beş santim boyunda bjr sustalıyı da kayışla bağlamak niyetindeydi.
«Kara adam ölürse çevresindekiler birbirleriyle boğuşmaya başlarlar. Belki ona sokulabilirim, Susan. O zaman koruyucu iblisinin yanında 0lmasına dua etsin,» diyordu.
«Onlar seni öldürürler, Dayna.»
«Belki öldürürler. Belki de öldüremezler. Ama kara adamın barsak-lannın etrafa saçıldığını görme zevki buna değer.»
Susan, «Eh,» dedi. «Gidip yatacağım. Gerçekten. İyi geceler, çocuklar.» Ellerini ceketinin ceplerine sokarak uzaklaştı.
Stu mırıldandı. «Eskisinden daha yaşlı gözüküyor.»
Nick deftere, «Hepimiz öyle,» diye yazdı.
Stu ertesi sabah elektrik santraline giderken Susan'la Dayna'yı gördü. İki kız motosiklete binmişlerdi. Genç adam elini salladı. İki arkadaş da durdular. Stu, Dayna'yı o zamana kadar hiç bu denli güzel görmemiş olduğunu düşündü. Genç kız saçlarını geriye tarayarak parlak yeşil ipek bir eşarpla bağlamıştı. Blucin ve bluzunun üzerine bir deri ceket giymişti. Motosikletine bir uyku tulumunu bağlamıştı. Neşeyle, «Stuart,» dedi.
Genç adam, «Duyduğuma göre kısa bir yolculuğa çıkıyormuşsun,» dedi gülümseyerek.
«Evet. Ve sen beni görmedin.»
Stu, «Hiç görmedim,» dedi. «Ama dikkatli ol, kızım.»
«Olacağım.»
«Ve geri dön.»
«Döneceğimi umuyorum.»
Kızla genç adam parlak yaz güneşinde birbirlerine baktılar.
«Frannie'ye iyi bak, delikanlı.»
«Olur.»
«Şerifliğini de fazla ciddiye alma.»
— 285 —
«Bu işi yapabileceğimi biliyorum.»
Dayna arkadaşına baktı. «Gidelim mi?»
Susan zorlukla gülümseyerek başını salladı.
«Dayna,» Kız Stu'ya döndü. Genç adam onu usulca öptü. «Şansın açık olsun.»
Dayna gülümsedi. «Bunu şans için iki kere yapman gerekir. Bitmiyor musun?»
Stu onu tekrar öptü.
Dayna, «Frannie çok şanslı bir kız,» dedi. «Bu sözlerimi ona söyleyebilirsin.»
Stu ne diyeceğini bilemedi. Gülümseyerek geriledi.
Dayna, Susan'a, «Haydi, gidelim artık,» dedi.
Stu bir süre onların arkasından baktı.
Susan Stern iki gün sonra döndü. Yolda bir künkün içinde küçük bir köpek yavrusu bulmuştu. Dick Ellis yavruyu görünce sevincinden çıldırdı adeta. Hayvan İrlanda seteriydi ve dişiydi. Dick, «Yavru büyüdüğü zaman Kojak onunla tanıştığı için çok sevinecek,» dedi.
Haber Özgür Bölgeye yayıldı. Aralarında köpek «Adem'le Havva» nın bulunması herkesi heyecanlandırmıştı. Bu yüzden bir süre Abagail Anayı bile unuttular.
Hava kararmak üzereydi. Venüs yıldızı gökyüzünde parlıyordu. Nick, Ralph, Larry ve Stu, Tom Cullen'in verandasının basamaklarında oturuyorlardı. Tom çim alanda koşup duruyordu.
Nick deftere, «Vakit geldi,» diye yazdı.
Stu alçak sesle sordu. «Onu tekrar ipnotize etmemiz gerekiyor mu?» Nick, «Hayır,» der gibi başını salladı. Ralph da Tom'a seslendi. Sarışın adam gülerek koşa koşa yaklaştı.
Ralph, «Gitme zamanı geldi, Tommy,» dedi.
Tom'un gülümsemesi kaybolur gibi oldu. Adam ilk defa havanın kararmaya başlamış olduğunu farketti. «Gitmek mi? Şimdi mi? Olmaz! Hava karardığı zaman Tom da yatar. Tom karanlıkta dışarıda dolaşmak-
— 286 —
jgn hoşlanmaz. Hayaletler yüzünden. Tom... Tom...» Sustu. Diğerleri 0na kaygıyla bakıyorlardı. Sonra adam birdenbire canlandı. «Batıya mı gideceğim?»
Stu elini onun omzuna koydu. «Evet, Tom. Yapabilirsen.»
«Yola mı çıkacağım?»
Ralph boğuluyormuş gibi bir ses çıkardı. Kalkıp evin yanından dolaştı. Tom bunun farkında değilmiş gibiydi. Bir Stu'ya bakıyordu, bir Nick'e.
«Gece yolculuk edeceğim. Gündüz uyuyacağım.» Tom bir an durdu ve sonra da ağır ağır ekledi. «Ve fili göreceğim.»
Nick başını salladı.
Larry, Tom'un sırt çantasını basamaktan alarak getirdi. Tom ağır ağır, dalgın dalgın çantayı sırtına taktı.
«Dikkatli olmalısın, Tom.» Larry'nin sesi boğuklaşmıştı.
«Dikkatli! Aa, evet, tabii.» Tom, Nick'e bakarak fısıltıyla ekledi. «Bunu gerçekten yapmam gerekiyor mu?»
Nick kolunu adamın omzuna atarak ağır ağır kafasını salladı.
«Pekâlâ.»
Ralph evin köşesinden çıktı. Büyük bir mendille gözlerini siliyordu. «Hazır mısın, Tom?»
«Nick? Geri döndüğüm zaman burası yine benim evim olacak mı?»
Nick hemen, «Evet,» diye başını salladı.
«Tom evini seviyor. Evet, gerçekten öyle.»
«Evini sevdiğini biliyoruz. Tommy.» Sıcak gözyaşları sanki Stu'nun boğazından aşağıya akıyordu.
«Pekâlâ. Hazırım. Kiminle gidiyorum?»
Ralph, «Benimle, Tom,» dedi. «70 numaralı karayolundan aşağı. Bunu hatırlıyor musun?»
«Evet.» Tom, Ralph'in motosikletine doğru yürüdü. Az sonra Ralph da onu izledi. Geniş omuzları sarkmıştı. Motosiklete binip çalıştırdı. Bir dakika sonra Broadway'e çıkarak doğuya doğru döndü. Diğerleri biramda durmuş, onların arkasından bakıyorlardı.
— 287 —
Motosiklet gözden kaybolurken Larry, «İşte bu kadar,» diye mini dandı. Nick ellerini ceplerine sokarak uzaklaştı.
Stu sıkıntıyla başını salladı. «Onu bir daha görebilecek miyiz der-sin, Larry?»
«Eğer göremezsek... yedimiz de hayatımızın sonuna kadar onu batıya gönderme kararının acısıyla yaşayacağız. Bazen şu lanet olasıca Özgür Bölge Komitesinin adını bile duymamış olmak istiyorum.»
İki genç adam bir süre sessizce Tom'un karanlık evine baktılar Larry birdenbire, «Buradan gidelim!» diye bağırdı.
Onlar evden uzaklaştıkları sırada Nick, Tom Cullen'in evi önünde çim alanda duruyordu. Elleri hâlâ ceplerindeydi. Başını eğmişti.
Yeni doktor George Richardson, Boulder Hastanesinin yakınındaki Tıp Merkezine yerleşmişti. 28 Ağustosta artık durmadan çalışıyordu. Ona Laurie Constable ve Dick Ellis yardım ediyorlardı. Dick başlangıçta tıp dünyasından ayrılmak istemişti. Ama Richardson, «Bir hayli şey öğrenmişsin,» demişti. «Daha da öğreneceksin. Ayrıca ben bu işlerle tek başıma ilgilenemem. Aslında bir iki aya kadar bir doktor daha bulamazsak hepimiz çıldırırız. Onun için seni kutluyorum, Dick. Sen Özgür Bölgenin ilk sağlık memurusun. Laurie, ona bir öpücük ver.»
Ağustosun sonlarında bir sabah Fran bekleme odasına girerek merak ve kaygıyla çevresine bakındı.
Laurie, «Merhaba, Fran,» dedi. «Senin de er geç geleceğini biliyordum.»
George Richardson muayene odasından çıktı. «Siz Bayan Golds-mith'siniz değil mi? Özgür Bölge Komitesinden? Tanıştığımıza memnun oldum.»
Genç kadın elini uzattı. «Lütfen beni Fran diye çağırın. Ya da Fran-nie.»
«Pekâlâ, Frannie. Sorun nedir?»
Genç kadın. «Hamileyim,» diye açıkladı. «Ve çok korkuyorum.» Birdenbire ağlamaya başladı.
George kolunu onun omzuna attı. «Laurie, beş dakika sonra gel"
— 288
cran'i muayene odasına götürdü. «Şimdi... Neden ağlıyorsun? Bayan ^entworth'ün ikizleri yüzünden mi?»
Frannie mutsuzca başını salladı.
«Ama o kadın çok zor bir doğum yaptı, Fran. Bayan Wentworth fazla sigara içiyordu. Bebekler çok zayıftılar. İkiz olarak bile. Akşama doğru birdenbire dünyaya geldiler. Ayrıca bir otopsi yapma fırsatını da bulamadım. Şimdi Regina Wentworth'e bizim gruptan bir kadın bakıyor. Ona yatıştırıcı ilaçlar veriyoruz. Bayan Wentworth'ün yakında iyileşeceğine inanıyor, bunu umuyorum. Şimdilik şu kadarını söyleyebilirim: 0 çocuklar dünyaya geldikleri sırada her şey onların aleyhindeydi. Ölüm nedeni herhangi bir şey olabilir.»
«Süper-grip de.»
«Evet. Öyle.»
«Bu yüzden de... bekleyip göreceğiz.»
«Ne münasebet! Şimdi seni tepeden tırnağa muayene edeceğim. Seni ve hamile kalacak her kadını adım adım izleyeceğim. Özgür Bölgede en önemli ürün bebekler. Onun için de bu konuyla gerektiği gibi ilgileneceğiz.»
«Ama aslında kesin bir şey bilmiyoruz.»
«Orası öyle. Yine de biraz neşelenmeye çalış, Fran.»
«Pekâlâ. Denerim.»
George yarım saat süren muayene sonunda, «Her şey yolunda,» diye açıkladı. «Bebek çok iyi.»
Fran bir kâğıt mendil bulup elinde sıkıca tuttu. «Onun kımıldadığını hissettim. Ama birkaç gün önce. Ondan sonra hiçbir şey olmadı. Korkmaya başladım...»
«Bebek yaşıyor... Ocağın başıyla ortası arası doğum yapacağını sanıyorum. Buna ne dersin?» «Harika!»
«Uygun besin alıyor musun?» «Evet. Elimden geldiği kadar yemeye çalışıyorum.» «Artık miden bulanmıyor, değil mi?» «Başlangıçta biraz bulanıyordu ama artık geçti.»
Dostları ilə paylaş: |