Stephen King Medyum Biyografi Stephen King



Yüklə 1,68 Mb.
səhifə18/24
tarix22.08.2018
ölçüsü1,68 Mb.
#74292
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   24

Gözlerini ovuşturdu yumruğuyla. Bunun olmaması için elinden geleni yapacaktı. Gözlerini kapattı, zihninden sert, kristal kadar sert bir yıldırım yolladı. (DİCK GEL NE OLUR ÇOK KÖTÜ DURUMDAYIZ DİCK GEL ARTİK NE OLUR)

Birden gözlerinin arkasındaki karanlıkta Oveıiook'un loş koridorlarında onu kovalayan şeyi gördü.

(Yeter artık! Seni köpek seni! Yeter dedim sana! Babanım ben senin!) (Hayır!)

Birden yatak odasının gerçeğine döndü. Çığlıklar boşanıyordu ağzından. Annesi

yerinden fırladı.

«Yapma baba, yapmaaaa...»

İkisi de görünmeyen tokmağın inerken çıkardığı ıslık sesini duy* 1ar. Danny annesine koşup göğsüne kapandı, kapana kıstınlmış tavsa: gibi titriyordu. Overlook, Dick'i çağırmasına da izin vermeyecekti. Bu da ote<ı' eğlencesini bozabilirdi. Yapayalnızdılar.

Dışarda kar daha şiddetle yaöivcr, dünyayla tüm bağlantıları kesiyordu. oca -

I Dick Hallorann'ın uçağı için saat 6.45'te anons yapıldı. Haiiorann |55'e kadar çantası elinde heyecanla bekledi kapıda. Carlton Vecker |ında birini bekliyorlardı. 196 sayılı uçuş için kaydını yaptırmış bir kişi |rdı. m Sonunda memur Hallorann'a mavi giriş kartını uzattı. «Talihiniz varmış. Buyrun efendim, uçağa binebilirsiniz.»

Geceyi havaalanında geçirmişti. Bütün şirket acentelerini tek tek dolaşmış, bilet aramıştı. Gece yarısından sonra sekizinci ya da dokuzuncu fincan kahvesini içerken bu işi böyle tümüyle omuzladığı için ineklik etmekte olduğunu düşünmüştü. Yetkililer vardı. En yakın telefona gitmiş, üç ayrı santralla konuştuktan sonra Kayalık Dağları Ulusal Park Bürosunun acil numarasını almıştı. Telefona cevap veren adamın bezgin bir sesi vardı. Haiiorann uydurma bir ad vermiş ve Sidevvinder'in doğusundaki Overlook Otelinde bir felâket olduğunu söylemişti. Beklemesi söylendi.

Beş dakika sonra adam telefona geldi yine.

İ«Alıcı verici radyoları var mı?» dedi. «Var,» dedi Haiiorann. «İmdat falan istemediler.» «Ne önemi var bunun. Ben...» «Nasıl bir felâket bu, Bay Hail?» «Bir aile var otelde. Otelin bakıcısı ve ailesi. Adamın aklını kaçırmış ğunu sanıyorum. Çocuğuyla karısına her an bir şey yapabilir.» «Bu haberi nerden

aldığınızı sorabilir miyim, efendim?» Haiiorann gözlerini kapattı. «Senin adın ne?»

«Tom Stounton, efendim.» -j !--!! î

«Tom, bunu biliyorum, hepsi o kadar. Sana karşı dürüst-davran cağım. Orda kötü

birAşeyler oluyor, belki de cinayet, anlıyor musun?.,"

«Bay Hali, bunu nasıl bildiğinizi...»

«Sana biliyorum dedim, o kadar işte. Birkaç yıl önce Grady adında biri vardı orada. Karısıyla iki kızını öidürdü, sonra kendisini astı. Bir an önce harekete geçmezseniz aynı şey olacak yine.»

«Bay Hali, siz Colorado'dan telefon etmiyorsunuz ama.» «Hayır. Ama bunun ne önemi...»

«Colorado'da değilseniz, Ovesiook'un kısa dalga vericisi yayın alanında değilsiniz demektir. Yayın alanı içinde olmayınca da... şey...» Bir kâğıt hışırtısı «Torrance ailesiyle bağlantımız yok demektir. Az önce otele telefon etmeye çalıştım. Ama hatlar kesik. Normal bu, Sidevvinderis otel arasında hâiâ yirmi beş kilometrelik hava hattı var. Sonuç olaral< sizin kaçık olduğunuzu söyleyebilirim.»

" «Hay sersem...» Ama umutsuzluğu uygun bir sıfat bulmasını eng leyecek kadar

büyüktü. Birden aklına bir fikir geldi. «Ara onları,» dedi

«Efendim?»

«Senin telsizin var, onların telsizi var. Ara ve ne olduğunu sor.» Bir süre sessizlik oldu.

«Onu da denemiştin, değil mi?» dedi Hallorann. «Onun için be demin o kadar beklettin, değii mi? Önce telefonla, sonra telsizle aradı ve çıkaramadın. Çıkaramayınca da hiçbir şey yok deyip işin içinden siy rılmak istiyorsun. Sizin işiniz ne sanki? Bütün gün kıçüsîü oturup kaP" kaçtı mı oynuyorsunuz?» «Kesinlikle hayır!» Adamın sesindeki öfke Hallorannı umutlan*' mıştı. İlk olarak bir insanla konuştuğunu anlamıştı, bir makineyle değ' «Ben burada yalnızım, efendim. Bütün diğer korucular, bekçiler Has Notctrta. Kings Ram tepesine tırmanmaya kalkışan üç kişiyi kurtar" için hayatlarını tehlikeye atmış durumdalar şu anda. Kar yağmays baf dığı haîde iki de helikopter yolladık. Durumu anlamadıysamz bir d3' anlatayım. Bir, Overiook'a gönderecek kimsem yok. İki, Overioo* bizim için önceliği yoktur. Öncelik park alanına tanınır. Üç., sabaha

na yüzünden helikopterlerden hiçbiri havalanamayacak. Hava raporu |Vna göre çok şiddetli bir kar fırtınası başlamak üzere. Durumu anlatabil jim mi, efendim?» «Evet,» dedi Haüorann. «Anlıyorum.»

«Telsizle konuşamamamızm nedeni çok basit sanırım. Sizin olduğu |)uz yerde saatin kaç olduğunu bilmiyorum ama burada akşamın doku: î>uçuğu. Telsizi kapatıp yatmışlardır. Şimdi siz...»

«Dağcılarına başarılar dilerim, dostum,» dedi Haüorann. «Ama tehlikede olanlar yalnız onlar değil, bunu da bilesin.» Sonra kapatmıştı telefonu.

Saat 7.20'de TWA 747 ağır ağır harekete geçerken Haüorann derir ! bir soluk aldı. Saat 7.28'de uçak havalandı ve 7.31'de yükselirken Hallo- f Vann'ın beyninde o düşünce tabancası tekrar patladı. Omuzları portaka Ikokusu karşısında çaresizce gerildi, sarsıldı. Alnı kırıştı, ağzı acıyle jüzüldü.

QİCK NE OLUR GEL ÇOK KÖTÜ DURUMDAYIZ DİCK GEL JıRTiK NE OLUR!) Hepsi bu kadar. Birden yok olmuştu. Öyle uzaklaşmak, zayıflama!-ilan değii. Sanki bıçakla kesilmiş gibi. Korkuyordu Haüorann. Koltu-jjjun kenarlarını kavrayan elleri bembeyaz kesilmişti. Ağzı kupkuruydu Jocuğa bir şey olmuştu. Emindi bundan. Eğer biri o çocuğu bir şe\ yapmışsa...

«Kalkışlarda hep böyle mi olursunuz?» Haüorann yanındaki gözlüklü kadına baktı. «Kalkışla ilgisi yok,» dedi. «Başımda çelik bir plaka var, Kore'den, f Arasıra sancır da.»

Kadın kitabına döndü. SİGARA İÇİLMEZ yazısı söndü. Haüorann luzaklaşan dünyaya bakarak çocuğa bir şey olup olmadığını düşünüyordu. Annesiyle babası sıradan insanlardı ama çocuğu çok sevmişti. Şu anda Danny'yi gözetliyorlardı inşallah. 43

içkiler bedava

Jack, Colorado Barına açılan kapının önünde, yemek salonunday-dı. Başını yana eğmiş, dinliyordu. Hafif bir gülümseme vardı yüzünde. Çevresinde Overiook Otelinin canlandığını duyabiliyordu.

Bunu nasıl bildiğini anlatmak güçtü, ama Danny'nin arasıra sezdiği şeyler gibi bir şeydi herhalde... babasına bak oğlunu al. Onun gibi bir şey işte. Bir ses ya da görüş algısı değildi bu, ama bunlara çok yakın bir şey. Bu duyulardan incecik görüş perdeleriyle aynlmış. Sanki bu Overlook'un hemen altında bir Overiook daha vardı. Gerçek dünyanın hemen dışında (eğer «gerçek dünya» diye bir şey varsa) ama giderek ona yaklaşan bir şey. Çocukluğunda gördüğü üç boyutlu filmleri hatırlıyordu. Gözlüksüz bakınca her şey iki tane görünürdü. Ama gözlüğü takınca ortalık hemen düzelirdi.

Otelin bütün dönemleri biraradaydı şimdi. Torrance Dönemi dışında hepsi. Şimdiki de az sonra onlara karışacaktı. Çok iyi. Çok çok iyi.

Kayıt masasındaki gümüş çıngırağın sesini duyuyordu. 1920'lerin modasında giyinmiş müşteriler giriyorlar, 1940'ların modasında kruvaze ceketler giymiş erkekler otelden ayrılıyorlardı. Üç rahibe şömine önünde oturmuş, kalabalığın azalmasını bekliyorlardı. Arkalarında mavi beyaz kravatlannda pırlanta iğneler olan Charles Grondin'le Vito Genei-li kâr ve zarardan, yaşam ve ölümden söz ediyorlardı. Arkada mutfağın önündeki boşaltma rampasında yirmi kamyon üst üsteydi, bozuk bir fotoğraf makinesiyle çekilen bir resim gibi. Balo salonunda on beş, yir" mi iş konuşması aynı anda yapılıyordu. Bir de maskeli baio. Kabuller, suvareler, evlilik törenleri, doğum günü partileri. Neville Chamberlain ve

Avusturya arşidükünden söz eden erkekler. Müzik. Kahkahalar. Sarhoşluk. Hepsini duyuyordu. Otelin içinden akıp gelen tatlı bir ses. Bulunduğu yemek salonunda yetmiş yılın kahvaltısı, öğle yemeği ve akşam yemeği aynı anda veriliyordu. İnsanın sıcak bir yaz gününde gök gürültüsünü kilometrelerce öteden duyabildiği gibi duyuyordu onlan. Bu güzel yabancıların hepsinin seslerini duyabiliyordu. Onlar nasıl tâ başından beri onu fark etmişlerse, o da onlan şimdi yavaş yavaş fark etmeye '.başlamıştı.

Overlook'un bütün odalan tutulmuştu bu sabah.

Bar kapısının ardından sigara dumanı gibi hafif mınltılar dalga dalga geliyordu. Daha üst düzeyde, daha özel. Kısık kadın kahkahaları. Kasanın hafif aydınlık penceresi. Bir cinin, bir martininin, bir votkanın fiyatının sesi. Köşedeki plak makinesinden gelen müzik. Kapıları açıp girdi.

«Selam çocuklar,» dedi Jack Torrance. «Geldim işte.»

«İyi akşamlar, Bay Torrance,» dedi Uoyd. Gerçekten sevinmişti. «Sizi gördüğüme sevindim, efendim.»

v «Ben de döndüğümde, Lioyd,» Jack mavi kostümlü bir erkekle jgözlerini içkisine dikmiş olan siyah tuvaletli kadının arasındaki tabureye bturdu. «Ne arzu ediyorsunuz, Bay Torrance?»

«Martini.» Jack barın arkasında dizili şişelere baktı. Jim Beam Wild urkey. Gilby's Toro. Seagram's. Yuvasına dönmüştü işte. Cüzdanını »karıp bir yirmi dolarlık koydu barın üstüne, t «Sizden para almıyoruz,» dedi Uoyd, içkiyi

Jack'ın yirmi dolarının İÜstüne koyarak. «Sizin paranız geçmez burada. Müdürlüğün emri.»

Biraz huzursuzlanır gibi oldu, yine de martini kadehini aldı, salladı, ibindeki zeytinin içkinin soğuk derinliklerinde hafifçe oynamasını sey-etti. «Müdür mü?»

«Elbette. Müdür.» Lloyd gülümsedi, ama gözleri gölgedeydi ve

yüzü bir öiü yüzü gibi bembeyazdı. «Daha sonra oğlunuza da bir bakmak istiyor. Oğlunuzla çok ilgileniyor. Danny çok yetenekli bir çocuk.» SÖZ VERMİŞTİ.. İÇMEYECEKTİ. YEMİN ETMİŞTİ.

Oğlundan ne istiyorlardı? Danny'den ne isteyebilirlerdi? VVendy'yie Danny nin ilgileri yoktu ki. Lloyd'un gölge içindeki gözlerini görmeye çalıştı. Ama çok karanlıktı. Bir kurukafanın göz boşluklarından duygularını okumaya çalışmak gibi .

(İstedikleri ben olmalıyım... değil mi? Ben. Danny değil. Wendy değil. Burayı seven benim. Onlar gitmek istediler. Kar arabasının icabına bakan benim... eski evrakları inceleyen... kazanın basıncını düşüren... yalan söyleyen... ruhunu satmış ola.n... ondan ne isteyebilirler?)

«Müdür nerede?» Sıradan bir şeymiş gibi sormak istiyordu bunu, ama ağzından dökülen sözcükler daha ilk kadehle uyuşmuştu. Tatlı bir rüya yerine bir karabasandan çıkan sözcükler gibi. Lioyd yalnızca gülümsedi.

«Oğlumdan ne istiyordunuz? O... o bu işde değil, değil mi?»

Lloyd'un yüzü değişiyor, akıyordu sanki. Beyaz deri sarılığa tutulmuş gibi oluyor, çatlıyordu. Kırmızı kırmızı çıbanlar patlıyor, pis kokular yükseliyordu açılan çıbanlardan. Lloyd'un alnından ter yerine kan damlıyor, bir yerlerde gümüş bir saat çeyrek saati çalıyordu. (Maskeler çıksın! Maskeler çıksın!)

«İçkinizi için, Bay Torrance,» dedi Lloyd. «Sizi ilgilendiren bir konu değil bu Şu anda değil hiç olmazsa.»

Jack kadehini kaldırdı, dudaklarına götürdü ve duraksadı. Danny' nin kolu kırıldığı zaman çıkan o sert ve korkunç sesi duymuştu. Bisikletin AF in arabasının önünde havalandığını gördü. Yolun ortasında tek bir tekerlek, teller piyano telleri gibi havaya dikilmiş.

Tüm konuşmaların birden kesilmiş olduğunu farketti.

Dönüp arkasına baktı. Hepsi bir şeyier bekleyerek sessizce bakıyorlardı kendisine. Hintli saronguna sarınmış kadının yanındaki adam yüzündeki tilki maskesini çıkarınca Jack onun Horace Dervvent olduğa nu görmüştü. Barda oturanlar da bakıyorlardı ona. Horace Derwent'in

yanındaki kadının tuvaletinin bir askısı kaymıştı, Jack sarkmış memesini görüyordu. Danny'yi boğmaya kalkan 217 numaralı odadaki kadın olmalıydı bu. Diğer yandaki mavi kostümlü adam cebinden sedef kabzalı küçük bir tabanca çıkarmış, barın üstünde Rus ruleti oynarmış gibi çevirip duruyordu. (Ben...) . '

/ • !

Sözcüklerin donmuş ses tellerinden geçmediğini farkedip bir daha denedi. «Ben... müdürü görmek istiyorum. Onun durumu anladığını sanmıyorum. Oğlumun bunlarla ilgisi yok. O...»

«Bay Torrance,» dedi Lioyd. «Zamanı geiince müdürle tanışacaksınız. Doğrusunu isterseniz bu konuda sizin kendisini temsil etmenizi istedi. Şimdi içkinizi için.»

«İçkinizi için,» dediler hepsi bir ağızdan.

Titreyen eliyle kaldırdı kadehi. Saf cindi içindeki. Boğulacak gibi oldu kadehe bakınca.

Yanındaki kadın ölü bir sesle şarkıya başladı. «Fıçılar... yuvarlan-, sın... ve... fıçılar... dolusu... eğlenelim...»

Uoyd başladı arkasından. Sonra da mavi kostümlü adam. Köpek adam. Dervvent. Ağzından bir sigara sarkıyordu. Sağ kolunu sarong giymiş kadının omzuna atmıştı Sağ eliyle kadının sağ memesini okşuyor- • du. Şarkı söylerken küçümseyen ba- taşfarla bakıyordu köpek adama.

Jack kadehi kaldırıp üç yudumda boşalttı. Cin bir tünele giren kamyon gibi geçt boğazından, midesinde patiadi, bir sıçrayışta beynine ulaştı, tepeden tırnağa kadar sarstı vücudunu.

Ama hemen sonra çok iyi hissetti kendini. «Bir daha lütfen.» dedi Lioyd'a uzatarak.

«Elbette, efendim.» Uoyd yine normalleşmişti. Zeytin derili adam tabancasını kaldırmıştı. Sağındaki kadın hâlâ içkisinin içine bakıyordu. Bir memesi şimdi bütün bütüne ortaya çıkmış, barın deri kaplamasına dayanıyordu. Odada konuşmala da başlamıştı.

Yeni bir kadeh sürüldü önüne. «Muchas gracias, Uoyd,» dedi. «Size hizmet zevktir, Bay Torrance.» «Senin gibisi az bulunur, Lloyd.» «Teşekkür ederim, iltifatınız, efendim.»

Bu kez yudum yudum içti içkisini, bir iki de tuzlu fıstık atü ağzına.

Sonra bir kadeh daha ısmarladı. Uoyd içkiyi hazırlarken plak makinesine atmak

için cebinde bozukluk araştırdı. Danny gelmişti aklına. Danny'nin bir kere


canını acıtmıştı, içmeyi bilmediği günlerde. O günler geride kalmıştı artik. Bir daha elini sürmeyecekti Danny'ye. Dünyayı verseler bile. 44

partide söyleşiler

Güzel bir kadınla dans ediyordu.

Saatten haberi yoktu, kaç saat kalmıştı Colorado Barında; kaç saattir balo salonundaydı hiç bilmiyordu. Zamanın önemi kalmamıştı artık.

Bulanık anılar vardı kafasında... Bir zamanlar radyoda başarılı bir komik olan birinin çok uzun ve komik bir hikâye anlattığını hatırlıyordu. Sonra pantolon ve yaldızlı sutyen giymiş bir kadın striptiz yapmıştı. Üzerlerindeki elbiseler 1920'den öncesine ait iki adamla ön salona geçmiş, üçü birden Rosy o Grand'nin donundaki kalın yama hakkında bir şarkı söylemişlerdi. Büyük kapıdan dışarı bakınca yol kenanna zümrütler gibi dizilmiş Japon fenerlerini görmüştü. Kapının önündeki büyük lamba da yanıyor, gece böcekleri cama çarpıp duruyordu. İçinden bir şey, belki de ayıklığının son küçük kıvılcımı, aralık ayının sabahının saat altısı olduğunu söylemeye çalışıyordu. Ama zaman kavramı kalmamıştı. (Deliliğe karşı olan savlar yumuşak bir sesle üst üste düşerler...) Kim söylemişti bunu? Ortaokuldayken okuduğu bir şair mi? Belki de özgün bir düşünce? Önemi yoktu.

(Gece karanlık / yıldızlar yüksek / Gökyüzünde içi dökülmüş / bir pasta uçuyor...)

' Elinde olmadan güldü, i «Komik bir şey mi var, şekerim?»

t Balo salonundaydı yine. Avize yanmış, çiftler dans ediyordu savaş sonrası orkestrasının eşliğinde. Hangi savaş? Emin olabilir miydin bundan? Olamazdın elbette. Emin olduğu tek şey vardı; güzel bir kadınla dans ediyordu. Uzun boylu, kumral saçlı, beyaz saten tuvaletli bir kadındı. Göğüslerini Jack"ın göğsüne dayamıştı dans ederken. Beyaz eli avucunun içindeydi. Yüzünde bir kedi maskesi vardı, saçları, bir omzuna düşecek biçimde taranmıştı. Eteğinin kabarıklığına rağmen bacaklarının bacaklarına sürtünmesinden kadının üzerinde iç çamaşırı olmadığını anlamıştı. Kadın biraz daha sokuldu. «Komik bir şey yok, sevgilim.»

«Senden hoşlanıyorum,» dedi kadın. Kokusu zambak kokusunu andırıyordu. Gizli ve yeşil yosunlarla kaplı çatlaklar içinde saklı, güneşin jaz ve gölgelerin uzun olduğu yerlerde. «Ben de senden hoşlanıyorum.»

«İstersen yukan gidebiliriz. Harry'yle birlikteyim ama farkına var-|ftaz o.» [ Parça bitmişti. Hafif bir alkıştan sonra orkestra hiç beklemeden j»Mood ind!go»ya başladı

Jock kadının omzu üstünden bakınca masanın başında De.rwent'i [ördü Saronglu kadın da yan;ndaydî. Masanın üstünde buz kaplan inde § vmpanya şişeleri vardı Dewent'in elinde ce köpüğü saçılan bir işe Çevrelerinde toplanan bir grup gülüyordu. Dervvenc'le kızın önünle Hoger dört ayağı üstünde komiklik yapıyordu. Kuyruğu arkasında Kanmaktaydı. - 301 -

ı.orv.çU.dive bağırdı Derwent. -,İSİ,1<

«A£5 . «-~'- A -e" b' *a* A -*« HAPJ * sonsu2 ,„ «j£

akt, ekenin us HneAg atarak gülüyorlard, A.

alkışladı onu. KadınlaAı baz A yA A AA A , A A

(tNe esaslı adam b,HşT. A hafta ırm!A g.der

ardından.» ,a hakıarlr, utangaç kokusu yükseldi. ,8„kal-

*•• mm a kSîS» <££t «M-* , çin yeneni Parça yme Ditmışu- w Dj nnl

loyorlard». edeceğim,» dedi kadın. «Mutta

«Tatltm, b.r dakkaA r fl sen?>) dar

görmem gerek... Darla, uan . , olup da orA m

Kadsn kalabaiığın arasına kar'AeAa n bJ A

sa Ağm,AAAorS'Arde. BaŞ. donüyA W Kopuk AA.Abumuna. Derwent şimdi eiine b.r san« bak kokuları 9e!,yordü;7* !Vordl4 AU

V>ne

B09-A=y*ı=;rsAs



_„ Kir U-nnsK. ,

» "


the Range» melodisiyle havlıyordu. Köşedeki Steinvvey piyanosunda biri ona eşlik etmekteydi. «Buyrun.»

Buz gibi bir kadeh sıkıştırıldı eline. Jack içkisini içti. Cin midesine inince ayıklığın son kırıntılarını silip götürmüştü. «Beğendiniz mi, efendim?» «Çok güzeldi.»

«Afiyet olsun, efendim.» Araba yürüdü. •Jack birden uzanıp adamın omzuna dokundu. <8uyrun efendim?»

«Özür diierim... adın neydi senin?»

Ama şaşırmamıştı. «Grady, efendim... Delbert Grady.» «Ama sen... yani ...»

Barmen saygıyla bakıyordu ona. Jack bir daha denedi. Ağzı cin ve gerçekdışılıkia yumuşamış olduğu halde her söz bir buz parçası gibiydi dudakları arasında. «Sen bir zamanlar buranın bakıcısı değil miydin? Şey... şey yaptığın...» Ama bitiremedi sözünü. Söyleyemiyordu. «Hayır, efendim. Sanmıyorum, efendim.» «Ama karın... kızların...»

«Karım mutfakta çalışıyor, efendim. Kızlar uyuyorlar. Onlar İçin çok geç.» «Sen bakıcıydın burada. Sen...» Söyle bitsin! «Sen onları öldürdün.» Grady'nin yüzü saygılı ifadesini kaybetmedi. «Hiç hatırlamıyorum, efendim.» Kadehi boşalmıştı. Grady kadehi alıp yeni bir içki hazırlamaya baş-'adı. Arabasının üstünde içi zeytin dolu beyaz plastik bir kova vardı. Zeytinler Jack'a küçük kesik kafaları anımsatıyordu her nedense. Grady elindeki şişle bir tanesini ustaca yakalayıp kadehine-attı. Kadehi «uzattı. !Si «Ama sen...»

». «Bakıcı sîzsiniz, efendim. Hep siz oldunuz. Ben burada olduğum

'!!•!- -.,„, -,arnanf}a işe ajrjj_ içiciniz

Jack bir yudumda boşalît! kadehi. Başı dönüyordu. «Bay Uli-man...» «Ben böyle birini tanımıyorum, efendim.» «Ama o...»

«Müdür,» dedi Grady. «Otel, efendim. Sizi kimin işe aldığını biliyorsunuzdur, sanırım.» «Hayır. Ben...»

«Bu konuyu oğlunuzla konuşmanız iyi olur, Bay Torrance. Sizi aydınlatmadığı halde o her şeyi anhyor. Doğru değil bu yaptığı bana sorarsanız. Her yerde karşınıza çıktı, değil mi? Üstelik daha altı yaşında bile değil.» «Evet, öyle,» dedi Jack. Arkalarından yine bir kahkaha dalgası yükseldi. «Terbiye edilmesi gerek sanırım, eğer bağışlarsanız sözlerimi. Azarlamak gerek, hatta belki daha da fazlası. Benim kızlarım ilk başta hiç sevmediler Overiook'u. Hatta birisi kibritlerimi çalıp oteli yakmaya kalkıştı. Ama gerekli terbiyeyi verdim onlara. Çok sert davrandım. Karım görevimi yapmayı engellemeye kalkışınca onu da cezalandırdım. Kadınlar bir babanın çocuklarına karşı sorumluluğunu çok ender olarak anlarlar, değil mi, efendim? Babalarla kocaların belirli sorumlulukları vardır, öyle düşünmüyor musunuz, efendim?» «Doğru,» dedi Jack.

Grady yeni bir içki hazırlarken, «Overiook'u benim kadar sevmiyorlardı,» dedi. «Tıpkı karınız ve oğlunuz gibi. Ama seveceklerdir. Siz onlara yanlış olduklarını göstermelisiniz, Bay Torrance. Bilmem fikrime katılıyor musunuz?» «Elbette.»

Katılıyordu kuşkusuz. Çok yumuşak davranmıştı onlara karşı. Babalarla kocaların belirli sorumiuiukiarı vardı. En iyisini Baba,'?r Biiir. Bunu anlamıycriard!. Bu, kendi başına suç değildi ama onlar biterek anlamıyorlardı. Jack aslında sert bir insan değildi. Ama cezaya inanırdı. Karısıyla oğlu biterek isteklerine karşı çıkmışlarsa, onlar için iyi olduğunu biiriiğ: isteklerine karşı çtkmrAtarsa, o zaman görevi..



<| -NariKör bir çocuk canavar dişinden daha keskindi dedi Gn-Av 304 . -

yeni içkiyi uzatırken. «Müdürün oğlunuzu hizaya getirebileceğini sanıyorum, efendim. Karınızı da. Bilmem aynı fikirde misiniz, efendim?»

Birden kararsız kaldı Jack. «Ben... ama... eğer buradan giderlerse... yani demek istiyorum ki, müdürün istediği ben değil miyim? Ben olmalıyım. Çünkü...» Çünkü neden? Bilmesi gerekirdi ama bilmiyordu işte. Beyni nasıl da dönüyordu. «Biliyorsunuz elbette,» dedi Grady arabasının üzerinden eğilerek. «Oğlunuz dışardan birini getirmeye çalışıyor. Oğlunuzun çok büyük yeteneği var, müdürün Overiook'u yüceltmek için kullanabileceği bir yeteneği. Ama oğlunuz bu yeteneğini bize karşı kullanıyor. Çok inatçı, Bay Torrance... Çok inatçı.» «Dışardan biri mi?» «Kim?»

«Bir zenci. Zenci bir aşçı.» «Haüorann mı?»

«Adı öyle sanıyorum, efendim.»

Jack konuşmak için açtı ağzını, ama ne çıkacağını kendi de bilmiyordu

I

«Ortaokulu bitirmediğini söylemişlerdi senin. Ama okumuş biri gibi konuşuyorsun.»



«Öğrenimimi yarıda bıraktım, efendim. Ama müdür yanında çalışanlara yardım ediyor. Sonunda kârlı çıkan kendisi oluyor. Okumak her zaman yararlıdır, değil mi efendim?»

«Evet,» dedi Jack şaşkın şaşkın.

«Örneğin, siz Overiook konusunda daha çok şeyler öğrenmek istediniz. Çok akıllıca bir davranış, efendim. Çok soylu bir davranış. Bodrumda sizin bulmanız için bir defter bırakılmıştı...»

«Kim bırakmıştı?» diye Jack adamın sözünü kesti.

«Müdür elbette. Arzu ederseniz başka belgeler de verilebilir...»

«Çok isterdim. Hem de pek çok isterdim bunu.» Jack sesindeki hevesi önlemek

isterdi ama başaramadı.

»«Gerçek bir bilginsiniz,» dedi Grady. «Konuyu sonuna kadar izle-"m istiyorsunuz. Müdürümüz çok iyilikseverdir, hiçbir şeyden kaçın- ıaz. Belki de Overlook'un örgütsel yapısının tümünü öğrenebilirsiniz amanla.» «Sahi mi?»

«Ama buna karar vermek oğlunuzun elinde, değil mi?» diye kaşlarını kaldırarak sordu Grady.

«Danny'nin elinde mi? Olamaz. Ben oğlumun mesleğim konusunla karar almasına izin veremem. Hiç olmaz. Sen beni ne sandın?»

«Kendinizi adamış bir insansınız. Belki de tam ifade edemedim, efendim. Şöyle desek daha iyi olacak galiba. Buradaki geleceğiniz oğlunuzun inatçılığıyla nasıl başedebileceğinize bağlıdır.»

«Ben kendi kararlarımı kendim veririm,» diye mırıldandı Jack.

«Ama önce onun dersini vermelisiniz.»

«Bunu yapacağım.»

«Sert oiarak.»

«Evet.»


«Ailesini düzen altında tutamayan bir insan müdürümüzü hiç ilgilendirmez. Kendi karısıyla oğlunu düzene sokamayan insan kendini de düzene sokamaz, bu yüzden böyle büyük çapta bir işde sorumlu bir mevki de alamaz. Böyle bir insan...» «Onun icabına bakacağım dedim!» diye bağırdı birden öfkelenen Jack. Orkestra «Tuxedo Junction»! bitirmiş, yeni bir parçaya henüz başlamamıştı. Jack'in bağınşı tam bu araya rasgelmiş, bütün konuşmalar bir anda kesilmişti. Birden ateş bastı vücudunu. Herkes ona bakıyordu Kuşkusuz. Roger'i bırakıp onunla dalgaya başlayacaklardı. Yuvarlan. Otur. Atla. Öl. Sen bizimle oynarsan biz de seninle oynarız. Sen bizim dediğimizi yap, biz de senin istediğini. Sorumlu mevki. Oğlunu kurban etmesini istiyorlardı.

«... şimdi kuyruğunu saiiaya sallaya Harry'nin peşinden gider...» (Yere yat. Ayağa kaik. Oğlunu cezalandır.)

«Böyle gelin, efendim. Sizi ilgilendireceğini sandığım bir şey var.»


Konuşmalar başlamıştı yine. Orkestra da Lennon'Ia Mac Cart-y'in «Tickeî To Ride» adlı parçasını çalıyordu.


Yüklə 1,68 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   24




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin